Felsefi Yaklaşımla İş Salığı ve Güvenliği
2025Temmuz,
İzmir
Bu
çalışma, iş sağlığı ve güvenliği kavramını yalnızca pratik uygulamaların değil,
insanın etik sorumluluğu, varoluşsal değeri ve kamusal aklın bir gereği olarak
ele alır. Antik Yunan'dan Heidegger’e, Hobbes’tan günümüz etik teorilerine
kadar uzanan düşünce çizgisinde, çalışma yaşamının güvenliği bir "varlıkla
karşılaşma" biçimi olarak değerlendirilmiştir. Çalışan birey yalnızca
üretim sürecinin bir aracı değil, kendi amaçlarını taşıyan bir varlıktır. Bu
bağlamda İSG, teknik önlemler kadar, insan onuruna ve yaşam hakkına saygının da
bir göstergesidir. Felsefi yaklaşımla, güvenli bir çalışma ortamı yaratmak
yalnızca kazaları önleme değil, aynı zamanda adil, saygın ve anlamlı bir iş
yaşamı inşa etme iradesidir.
Bu eserin
yayın hakları Erdem Şeneroğlu aittir. Her hakkı saklıdır. Tanıtım için
yapılacak kısa alıntılar dışında yayıncının yazılı izni olmaksızın hiçbir yolla
çoğaltılamaz.
İÇİNDEKİLER
Genel İş
Sağlığı ve Güvenliği… say, 4
Çalışma hayatında oluşturulan kurallar, say,
4- 11
İş Sağlığı ve Güvenliği ’in de tarihsel
gelişim, say, 11- 15
Bölüm 2… say, 15- 16
Felsefi Yaklaşımla İş Sağlığı ve Güvenliği
Çalışmaları, say, 15, 18
Felsefi Yaklaşımla İş Sağlığı ve Güvenliği
Kurulum Planlaması, say. 18
İnsan Nedir? 18- 20
Düşünce ve Düşünme Nedir? Farkı Nedir? say.20- 22
Düşünme Nedir? say, 22- 26
Düşünen Toplumsal Eğitim, say, 26- 33
Düşünmeyi Öğrenmede Soru Sormanın Anlamı
Nedir? Say, 33- 34
Bilgi Nedir? Nasıl Öğreniriz? Say, 34- 38
Ne ve Neyi Bilebilirim? Say, 38- 40
Bilgi Güçtür, say, 40- 43
Akıl Nedir? Düşünceden Farkı Nedir? Say, 43-
45
Aklın Yönetim Kuralları, say, 45- 50
Zihin ve Bilinç, Merak ve Algılama, say, 50-
53
Mantık Nedir? Say, 53- 54
Kültürel Etkiler, say, 54- 56
Örgüt Kültürü, say, 56- 57
İş Sağlığı ve Güvenliğinde Kuruluş Kültürü ve
Güvenlik Kültürü, say, 57- 62
İSG Alanında Yaşam Boyu Öğrenme ve Eğitim,
say, 62- 65
Gestalt Kuramı, say, 65
İşletmelerde Gestalt Kuramının eğitimde nasıl
kullanılabiliriz? Say, 65, 69
Yönetim
Sistemi ve Yönetici, say…. 69, 73
Küreselleşme ve Bilgi Çağı Çerçevesinde
Gelişen ve Öne Çıkan Uygulamalar, say, 73- 74
Plan ve planlama, say, 74- 76
Stratejik Düşünme, Stratejik Planlama ve
Adımları, say, 76- 79
Stratejik Planlamanın temel aşamaları
nelerdir? Say, 79- 82
Standart ve Standardizasyon, say, 82- 84
İş Sağlığı ve Güvenliği, Planlama Adımları
say, 84- 85
İş Sağlığı ve Güvenliği Programı Geliştirme,
say, 85- 86
Kuruluşlarda Oluşabilecek Problemlerin
Çözümlenmesi, say, 86-87
Problem Çözme, Kök Neden Çözümlemesi, say, 87-
90
SCAT (Systematic Cause Analysis Technique)
sistemi say, 90- 95
Bölüm-3
Kuruluşta Sistem Kurulumu say, 95- 96
Politikalar, Prosedürler, Talimatlar, Formlar
ve 6S Endüstriyel Disiplin, say, 96- 98
Talimatlar, say, 98- 99
Form ve Kullanımı, say, 98- 100
6S Endüstriyel Disiplin, say, 100- 102
Risk nedir?
Neye Risk veya Riskli Diyebiliriz? Risk Değerlendirmesi Nedir? Say, 102- 107
İç Denetim, say, 107- 110
Sonuç, say, 110- 113
Kaynakça, say, 113- 117
Giriş
“Nasıl göreceğinizi öğrenirseniz, her şeyin birbiri ile nasıl
bağlantılı olduğunu anlayacaksınız.” Leonardo da Vinci [01]
Yazılı
tarih ve insanlığın, yeryüzü gezegenin de yaşama ve farklılığından beri
sorgulamaktan bıkmadan düşündüğü varlık mücadelesiyle devam etmiştir.
Büyük
patlama, evrenin en eski 13,8 milyar yıl önce tekillik noktası (bir
süreçle sonsuz küçüklük ve sıcaklıkta bir enerji topun) denilen bir noktadan, saniyenin akıl almaz
kesirleri içinde gerçekleşen (‘şişme’ süreciyle ışık hızının üzerinde bir
hızla) genişlediğini bilim dünyasında kabul
varsayan evrenin, evrimi kuramı ve geniş şekilde kabul
gören kozmolojik modeldir.
“Evrenin
yaşı ile, ışık hızını çarparak yapılan hesaplar da gözlemlenebilir evrenin
yarıçapı 46 milyar ışık yılı. Gözlemlenebilir evrende bulunan 2 trilyon
galaksi, yaklaşık 1022 yıldız (1 septilyon) yıldız ve tüm
gökcisimleri arasında kalan hidrojen ve helyumdan oluşan gaz bulutları, evrenin
sadece ve sadece normal maddeden oluşan yüzde 4,9’unu meydana getirdiği
üzerinde büyük çoğunluğun kabullenmesi, bildiğimiz bir gerçektir.
Yaklaşık
30 yıl öncesine kadar gökbilimciler, Pisagor’un evren için kullandığı kozmos,
görebildiğimiz ve algıladığımız nesleler ki ağaçlar, kayalar, insanı da meydana
getiren, gökbilim ve evrenbilim de baryonik karanlık madde, baryonlardan
oluşan karanlık madde olan, “baryonik” maddeden, yani “normal” maddeden,
meydana geldiğini düşünüyorlardı. Artık evrenin belirlenemeyen bir madde;
elektron, proton, nötronlardan farklı, başka bir madde ile dolu olduğu
biliniyor ve bizlere anlatıyorlar.
NASA
tarafından 2010 yılında, büyük patlamadan geriye kalan, kozmik mikrodalga
arka plan ışımasını ölçmek için, uzaya yollanmış bir uydu. Wilkinson
Mikrodalga Düzensizlik Sondası ve daha sonra Avrupa Uzay Ajansı’nın (ESA)
Planck uydu teleskobuyla yapılan gözlemlerle desteklenen verilere göre, evrenin
yalnızca yüzde 4,9’u atomlardan oluşan yıldızlar, gezegenler, asteroid,
kuyrukluyıldızlar ve diğer gökcisimlerini meydan getiren normal maddeden
oluşur.
Avrupa
Uzay Ajans’ın bilim adamlarından Jan Tauber bulguların şaşırtıcı olduğunu,
Büyük Patlama teorisi geçerliliğini koruyor ama genişleme kavramı Planck’ın
gönderdiği verilerle yeniden sorgulanabilir demekte.
Günümüz
bilim dünyasının ciddî bir saplantısı, her şeyin kaynağının madde veya onun
eşdeğeri enerji olduğu ön kabulüdür. Bu da günümüzün, belki de daha sonraki
yıllarda tartışılacak kavramlar olarak da devam edecektir. Evrenin büyük
patlama öncesi madde-enerjisinin kaynağı gibi, bu katmanların kaynağı
tartışmaları da felsefe ve teolojiye bırakmalıyız diye düşünmeliyiz.
İlk çağlarda beslenme, suya erişim, barınma gibi temel
ihtiyaçların sağlanması çerçevesinde kurulan kişisel güvenlik algısı, ilerleyen
süreçte insanların birlikte yaşamaya başlamasıyla beraber, farklı bir boyuta
kavuşarak toplumsal güvenlik ihtiyacı şeklinde genişledi. İlk Çağ’da yaşamın temel ihtiyaçlarına kavuşma
isteği doğrultusunda güvenliğini sağlamak amacıyla çeşitli önlemler alınmıştı. İnsanların ortak kurallar ve çıkarlar
etrafında yaşamasıyla birlikte tehdit olgusu değişti ve buna bağlı olarak da güvenlik
algısı çeşitlendi. Süreç içinde devletler güvenliği sağlayan baş aktör olurken,
güvenlik olgusunun günümüzde karşılaşılan tehditler karşısındaki konumu ancak 20.
ile 21. yüzyıl sonrası dönemde ortaya çıkan yeni güvenlik yaklaşımlarıyla temellendirilirmiştir.
Yazının bulunması, tarım ve ticaret, imparatorluk ve şehir devletleri,
İnançların gelişmesi, sınıfsal ayrımlar, felsefe ve bilimin gelişmesi, insanlığın dünyayı keşfetme, hayatlarını
düzenleme ve uygarlıklar inşa etme çabaları gösterdiği bir dönemdir. Başta
insanlar olmak üzere devlet, toplum, çevre, canlılar ve doğal kaynakların
güvenliğinin de göz önüne alınması amaçlandı. Bugün küresel ısınmadan, salgın
hastalıklara, enerji arzından doğal afetlere kadar güvenlik, çok geniş bir
alanda ihtiyaçlar piramidinin en tepesinde yerini bulmaya başladı. Güvenlik
kelimesinin evrimi nasıl gerçekleşti? Sorusunda; “Güvenlik” kelimesinin evrimi,
farklı alanlarda ve farklı dönemlerde ortaya çıkan ihtiyaçlar ve teknolojik
gelişmelerle şekillenmiştir. Güvenlik kavramının bazı önemli aşamaları:
Fiziksel Güvenlik, Bilgisayar Güvenliği, İnternet Çağı, Dijital Güvenlik ve
Bileşim Güvenliği tehditleri, kısaca “Güvenlik” kelimesi, zaman içinde
fiziksel, dijital ve kişisel alanlarda farklı anlamlar kazanmıştır.
Hayatımızın
merkezine yerleşen “sağlık, güvenlik, tehlike ve risk” gibi kelimelerin ne
anlam ifade ettiğini ve hangi amaçla kullanılması, insanların özel hayatlarında
ve çalıştıkları kuruluşlarda farklıklar içererek geliştirilmesi yolunu
açmıştır.
Bölüm
1
Genel
İş Sağlığı ve Güvenliği
Yeni
bir toplum kurma düşüncesinin gelişmesi, antik dönem toplum düzeninin, gelişen
üretim ilişkileri önünde engel oluşturmaya başlamasıyla mümkün olmuştur.
İnsanların her türlü üretim biçimi, tarih yaşamı içinde ileriye çıkışında,
insanlığın ve üretimin ilerlemesinde düzenleyici bir rol oynamıştır.
Feodal
düzen -toplumsal
hiyerarşinin toprak sahipliği ve kişisel bağlılık esaslarına göre organize
edildiği bir sistemdir-. Roma İmparatorluğu’nun barbar akınları sonucu
yıkılması sonunda farklılaşmıştır. Küçük köyde yaşayanlar, merkezi bir
otoritenin yokluğunda canından ve malından olma tehdidiyle karşı karşıya
kaldığından, büyük toprak sahiplerinin korumasını aramış ve bu amaçla beylerin
hizmetine girmişlerdir. Böylece merkezi hükümetin koruyamadığı topraklar, yerel
lordlar tarafından savunulmaya başlandı. Lordlar, koruma karşılığında
köylülerden hizmet ve vergi talep ederek topraklarını yönettiler. Böylece,
yerel savunma ve ekonomik ihtiyaçları karşılamak amacıyla feodal sistem
gelişti.
Feodal
sistemle yönetilen topraklarda 4 sınıf bulunmaktaydı. Soylular hiyerarşinin en
üstünde bulunan sınıftı. Sırasıyla rahipler, burjuvalar -işçi, köylü ya da soylu sınıfına dahil
olmayan, eğitim ve zenginlik yoluyla güç ve sosyal statü kazanan kentli kişiler- ve köylüler sınıflarından oluşmuştur. En az
hakka sahip olan sınıf da köylü sınıfından olanlardı.
Çalışma Hayatında
Oluşturulan Kurallar
İş
Sağlığı ve Güvenliği küresel boyutta bir sorundur. Bu sorunun halledilmesi için daha bilimsel,
kolay yoldan çözülebileceğini bilmek, bu işle uğraşanlarını memnun eder. ‘Felsefi düşünce’ ’nin bir başka deyişi derin düşünsel
sorgulamayı da merak edilerek, sorulan sorularla başladığı kabul edilir.
Kişinin yaşadığı küçük doğal çevreden çıkması, başka bir şeyi/şeyleri,
ilk önce zihninde hayal ederek canlandırması, hali hazırda mevcut olan şeylerle
hiçbir zaman yetinmemesi ve yeniyi araması… gibi özellikler, bütün bir insanlık
tarihindeki en büyük ve kökten değişimlerin ilk hareket noktası olmasını
istemez misiniz? Bu güçlü dürtü ve/veya duyguya kısaca “merak” denilmektedir.
Bilimdeki ve uygarlıkta ki gelişimlerin ve büyük değişimlerin temel kaynağı bu
güçlü duygulanımdır, sonsuz bir şekilde kaynayan merak etmedir.
Okuyacağınız
yazının oldukça uzun olduğu ve herkesin bildiği konuların tekrarı olarak
görebilirsiniz. Bu konuda haksız sayılmazsınız. Yazıyı okurken bakış açınızı
değiştirerek, farklı, “felsefi bakış” açılardan bakmayı denemelisiniz. Bunu
yapar ve zihninizde hayallerinizi canlandırırsanız, başka boyuta geçmişsiniz
demektir. Sizde bu olmuyorsa, bir takım bilgi ve gayret yoksunluğunda
bahsedilebilir. “Felsefi
bakış” açısı, birleştirici ve bütünleştirici bir yaklaşım verir bize. Belli
uzmanlık alanlarındaki bilginin diğer alanlardaki bilgilerle bağıntısını
kurmayı, belli alanlardaki bölük pörçük, karmaşık bilgi ve deneyimleri
bütünleştirmemizi sağlar. Yine felsefe, belli disiplinlerin ortaya koydukları
bilgilerden hareketle, insan ve doğa üstüne bütünlüklü bir yaklaşım ve düşünme
doğrultusu geliştirir. Biyolojiden canlıları öğrenirim, fizik ve kimya bana
maddenin yapısı ve değişimleri hakkında açıklamalar verir vs. gibi.
Prof.
Dr. Nejat Bozkurt, ‘Felsefe Işığıyla Arayışlar’ kitabında ‘Felsefe nedir’?
cevabın da şöyle der. “Felsefe nedir? İlk anlamı bilgelik sevgi demek. Bilgelik de bilgi peşine düşme, her türlü
bilgiyi elde etmeyi amaçlama, tüm bilgiye sahip olma yolunda olma anlamına
gelir. Bilge de bu yolda olan demektir. "Bilgi nedir?" sorusunu felsefe, "Bilgi,
özne (süje) ile nesne (obje) arasındaki ilişkinin ürünüdür" şeklinde
yanıtlar.” [02]
Takiyettin
Mengüşoğlu da ‘Felsefeye Giriş’ kitabın: “Felsefenin çeşitli sahalarına
ait olan bu problemler ele alınırken, felsefenin kendi tarihi ile olan
münasebeti de göz önünde bulunduruluyor; bu hem pozitif hem de negatif bir
karakter taşıyor. Negatif olduğu zaman bir hesaplaşma, pozitif olduğu zaman da
bu fikirlerden bir faydalanma şeklinde ortaya çıkıyor.” [03] demekte.
Yıldız
Teknik Üniversitesi, ‘Lisans Eğitimi’, ‘Felsefeye Giriş’ dersinde Prof.
Dr. Niyazi Kahveci, ‘DÜŞÜNMENİN ÖNEMİ’ “İnsan anlamdır. Anlam, felsefe ile
üretilir.” Dersinde, “Düşünme işlemi şöyledir: Veri alımı, analiz -sorgulama, eleştiri-, sentez -dönüştürme-, ürün; çıktı, atık atımı. Yani düşünme
işleminde de entropi -çoğunlukla bir sistemdeki rastgelelik ve
düzensizlik olarak tanımlaması-
vardır. Entropi; önce düzensizlik,
sonra da düzenlilik üretmektir. “Analiz-Çözümlemek”
düzensizlik, yani alınan verinin düzenini bozmaktır. “Sentez-Sonuca giden düşünme biçim” ise; düzenliliktir. Veri olarak alınan başka
malzemenin düzenini bozan kişi, o malzemeden aldığı özlerle kendi sentezini
yaparak kendisine özgü “Yeni düzen” üretir, demektedir.
Felsefeyle kendisini bilmeye yönelen insanın, bu bilgi ve
bilinçle birlikte, “kendisi olma” ya da yönelir. Bir bakıma kendini bilme,
kendi-olma olanağını sağlar insana. İnsanın kendisi olması, ancak kendini
bilmesiyle mümkündür. Bu ise ister istemez “insan nedir?” sorusu üzerinde
düşünmeye yol açar. İnsanın en önemli düşünme etkinliklerinden biri olan
felsefi bakış açısı, bu soruyla ilgili olarak da tarih boyunca önemli bir
birikim ortaya koymuş bulunmaktadır.
Bu
bağlamda biz de Felsefi düşünce, insanın varlık, bilgi, ahlak, zihin ve dil
gibi temel konular üzerine derinlemesine düşünmesi ve sorgulamasıdır. Bu
düşünce biçimi, genellikle merak, şüphecilik ve eleştirel sentezle karakterize
edilir.
Felsefi
düşünceyi gerçekleştirmek için bazı temel adımlar nelerdir diyerek sorgularsak:
-Merak ve Soru Sorma: Felsefi düşünce, merakla
başlar. Çevremizdeki dünya, varoluşumuz ve evren hakkında sorular sormak,
felsefi düşüncenin ilk adımıdır.
-Şüphecilik: Var olan bilgileri sorgulamak ve
doğruluğunu test etmek önemlidir. Bu, dogmatik olmaktan kaçınmayı ve açık
fikirli olmayı gerektirir. Bilgiyi olduğu gibi kabul edemeyiz. Bilgiyi yaratır
ya da biz veya başkaları tekrar keşfederler.
-Eleştirel Analiz: Fikirleri ve argümanları
mantıksal olarak analiz etmek, tutarlılıklarını ve geçerliliklerini
değerlendirmek gerekir.
-Nesnellik: Kişisel önyargılardan arınarak,
evrensel ve nesnel bir bakış açısıyla düşünmek önemlidir.
-Tutarlılık: Düşünceler arasında tutarlılık
sağlamak, çelişkilerden kaçınmak felsefi düşüncenin temelidir.
-Refleksif -bir
bağlamın neden ve sonuç ilişkisinin birbirini etkileme durumu- Olmak: Kendi düşüncelerimizi ve
varsayımlarımızı sürekli olarak gözden geçirmek ve eleştirmek gerekir.
‘Felsefi
düşünce’, bireyin kendini ve dünyayı daha derinlemesine anlamasına yardımcı
olur. İnsanın evreni, kendini, toplumu ve bilgiyi anlama ve sorgulama
çabasıdır. Bu düşünce biçimi, sıradan kabul edilen şeyleri bile sorgular;
“Neden böyle?”, “Gerçek nedir?”, “İyi olan nedir?” gibi temel sorularla başlar.
Bu süreç, düşüncelerin keskinleşmesini ve daha
anlamlı hale gelmesini sağlar.
Bu
anlatımların toplamında düşüncelerinizi, derinleştirebildiğiniz, neyin doğru
olup olmadığı ve yanlışlamaları ayıklayarak, doğru olan bilgiyi alma olanağına
erişebilirsiniz.
Şimdi
bilgilenmeye devam edebiliriz.
Sağlık:
Dünya Sağlık Örgütüne göre, sadece bireyin vücudunda hastalık ve sakatlığın
olmayışını değil, kişinin bedenen, ruhen ve sosyal yönden tam bir iyilik
halinde olmasını ifade etmektedir.
Dünya
sağlık örgütüne göre sağlığın 3 temel ölçütü:
1- Bedensel iyilik: Vücudu
oluşturan doku ve organlarda eksiklik, işlev bozukluğu,
mikrop taşıma gibi durumların olmaması hali.
2- Ruhsal iyilik: Yaşına uygun olarak
düşünebilen, düşündüklerini anlaşılır şekilde ifade edebilen, başkalarını
anlayabilen, yerinde ağlamasını ve gülmesini bilen, güçlüklerle mücadele
edebilen, koşullara uygun hareket edebilen, başarılarda mutlu olup
başarısızlıkları kabullenebilen, kendisiyle barışık olma hali.
3- Sosyal iyilik: Nerede, nasıl
davranacağını ve sorumluluklarını bilen, insanlarla iyi ilişkiler içinde olup
büyüğünü, küçüğünü severek hoşgörülü davranan, çevresiyle barışık olma halidir.
Amerikalı
psikolog Abraham Maslow tarafından 1943 yılında yayınlanmış bir
çalışmada ortaya atılmış ve sonrasında geliştirilmiş bir insan psikolojisi
teorisin de insanların belirli kategorilerdeki ihtiyaçlarını karşılamalarıyla,
kendi içlerinde bir hiyerarşi oluşturan daha 'üst ihtiyaçları’ tatmin etme
arayışına girdiklerini ve bireyin kişilik gelişiminin, o an için baskın olan
ihtiyaç kategorisinin niteliği tarafından belirlendiğini söz konusu etmektedir.
Birey, bir kategorideki ihtiyaçları tam olarak gideremeden bir üst düzeydeki
ihtiyaç kategorisine, dolayısıyla kişilik gelişme düzeyine geçemez. Maslow, kişinin
gereksinimleri şu şekilde belirlemiş.
-Fizyolojik gereksinimler (nefes alma, besin,
yemek, su, cinsellik, uyku, sağlıklı metabolizma -vücudun
hücrelerinde yiyeceği enerjiye dönüştüren kimyasal reaksiyonlar-,
boşaltım.)
-Güvenlik
gereksinimi (beden, iş, kaynak, ahlak, aile, sağlık ve mülkiyet güvenliği)
-Ait
olma, sevgi, sevecenlik gereksinimi (arkadaşlık, aile, cinsel mahremiyet)
-Saygınlık
gereksinimi (özsaygı, özgüven, başarı, başkalarına saygı duymak, başkaları
tarafından saygı duyulmak)
-Kendini
gerçekleştirme gereksinimi (erdemli, yaratıcı, içten, problem çözücü,
önyargısız ve hakikatleri kabul eder olmak)
Abraham
Maslow’un yukarı da belirtilen ünlü ihtiyaçlar hiyerarşisin de fiziksel
ihtiyaçlar olarak sağlıklıdan sonra gelen, güvenlik kavramının anlamı; Türk
Dil Kurumu'nun tanımına göre “toplum yaşamında yasal düzenin aksamadan
yürütülmesi, kişilerin korkusuzca yaşayabilmesi durumu, Emniyet’tir.” Oxford Sözlüğünden alınan tanıma göre ise, ‘tehlike
veya tehditten uzak olma durumudur.’
Günümüzde güvenlik, bireyin ve toplumun
“kimlik sürekliliği, anlam dünyası ve varoluşsal istikrarı” ile
ilişkilendirilir. Anthony Giddens’ın “ontolojik güvenlik” kavramı, bireyin
yalnızca fiziksel değil, psikolojik ve kültürel olarak da güvende hissetme ihtiyacına
işaret eder.
Güvenlik;
toplum yaşamında yasal düzenin aksamadan yürütülmesi, kişilerin korkusuzca
yaşayabilmesi durumudur
İnsan
güvenliği: Ulusal güvenlik, egemenlik ve insan hakları alanında ortaya çıkan
kavramsal bir sorunu belirten uluslararası ilişkiler terimidir. İnsan hakları
olarak da ifade edilebilir.
Güvenlik;
“dünyaya gelen her canlının öncelikli amacı varlığını korumak ve sürdürmektir.
Bir canlı
olarak insanlar için geçerli olan bu durum insanlardan meydana gelen devletler
için de geçerlidir. Varlığını korumak ve
sürdürmek güvenlik kavramının da özünü oluşturmaktadır.” [04] “Aynı kavram
farklı yerlerde; “birey, topluluk veya toplumun istenmeyen, beklenmeyen olay, durum
ve saldırılardan, maddi, yasal ve psikolojik araçlarla korunması”, “tehlikeden,
korkudan ve dehşetten uzak kalma durumu” olarak ya da “korku ve tehlikeden uzak
olma durumu ve hissi” biçiminde de tanımlanmaktadır.” [05]
“Güvende olmak zarara karşı korunaklı durumda olmaktır. İngiliz dilbilimci, çevirmen ve tarihçi Andrew Dalby’ye göre güvenlik terimi, kısmen her yerde bulunan ve tehditten uzaklaşmak isteyen bir dizi yaygın isteği ifade etmektedir. Wolfers'in yaptığı tanıma göre ise güvenlik kavramının iki yönü bulunmaktadır. Buna göre ‘nesnel olarak sahip olunan değerlere ilişkin bir tehdidin bulunmaması, öznel olarak ise bu değerlere ilişkin bir saldırı olacağı korkusu bulunmamasıdır”. [06]
Richard
H. Ullman da “güvenlik tehdidini, bir devlette yerleşenlerin yaşam kalitesini
düşüren veya bir devletteki özel, hükümet dışı birimler (birey,
grup, şirket) ile hükümetlerin politika
tercihlerini daraltan tehdit” olarak tanımlar.” [07]
Princeton Üniversitesi Kamu ve
Uluslararası İlişkiler Enstitüsü üyesi olan Woodrow Wilson School İşleri’nde
Profesör, 1982-83 akademik yılını İleri Düzey Eğitim için ziyaretçi olarak
geçirdi. Harvard Koleji ve Massachusetts Teknoloji Enstitüsü Başkanı ve Üyesidir.
Ullman, International Security dergisinin 8.
cilt, 1. sayısında 1983 yılında yayımlanan “Güvenlik Yeniden Tanımlanıyor”
“Redefining Security” başlıklı makalesinde: Güvenlik mi? Neye karşı? Güvenliğin daha kapsamlı bir tanımına doğru
ilerlemenin bir yolu şu soruyu sormak olabilir: Daha fazlasını elde etmek için,
nelerden vazgeçmeye istekli olmalıyız, güvenlik ve diğer değerler arasındaki
ödünleşimleri nasıl değerlendiririz? Sorusu yerindedir. Çünkü bir devletin
sağlayabileceği tüm "mallar" arasında hiçbiri güvenlikten daha temel
değildir. Bu olmadan, 17. yüzyıl filozofu Thomas Hobbes'un sık sık alıntılanan
ama sonsuza dek hatırlamaya değer bir pasajda gözlemlediği gibi: Sanayiye yer
yoktur, çünkü meyvesi belirsizdir: ve sonuç olarak Yeryüzünün Kültürü,
Denizcilik veya Deniz yoluyla ithal edilebilecek metaların kullanımı yoktur,
ferah bir bina yok, çok fazla güç gerektiren şeyleri hareket ettirme ve çıkarma
talimatı yok, Dünya'nın yüzü hakkında bilgi yok. Zaman hesabı yok. Sanat yok.
Mektup yok. Toplum yok ve en kötüsü olan, sürekli korku ve şiddetli ölüm tehlikesi
ve insanın hayatı, yalnız, fakir, vahşi ve kısa. “Hobbes'a göre, güvenliğe
yönelik tehditlerin kendi ulusunun içinden mi yoksa dışından mı geldiği pek
önemli değildi. Bir kurban, onu öldüren kurşun, işgalci bir ordudan geliyorsa,
malına el koymaya çalışan bir komşu tarafından ateşlenirse ölüdür. Bir vatandaş
devlete bakar, bu nedenle her iki tür tehdide karşı da koruma sağlar. Hobbes
için güvenlik mutlak bir değerdi. Bunun karşılığında devlet, bir vatandaştan
kendi hayatını feda etmesi dışında haklı olarak her şeyi yapabilir, çünkü
hayatın korunması güvenliğin özüdür”. Bu bakımdan Hobbes aşırıydı. Çoğumuz için
güvenlik mutlak bir değer değildir. Güvenliği diğer değerlerle dengeleriz.
Hobbes'un da kabul ettiği gibi, güvenlik olmadan özgürlük -en güçlüsü hariç-
elbette bir aldatmacadır. Ancak, özgürlüğün avantajları için bazı
hissedilebilir güvenlik artışlarını takas etmeye hazırız. Hobbesçu bir seçim
yapmaya istekli olsaydık, sokaklarımız biraz daha güvenli olurdu ve zorunlu
askerlik, silahlı kuvvetlerimizin saflarını şişirirdi. Bu da toplumumuz ve bizim
de kendimizi çok daha düzenli hissedebileceğimize neden olurdu. Hemen hemen her
toplumda, bireyler ve gruplar, değiş tokuş ve güvenlik, özgürlük çağı
arasındaki en önemli konulardan biridir.
Thomas Hobbes’un en sık alıntılanan
ve hafızalara kazınan pasajı, Leviathan adlı eserinde yer alır. Bu
pasajda Hobbes, devletin olmadığı bir doğa durumunda insan yaşamının nasıl
olacağını şu çarpıcı ifadelerle betimler:
> “...ve insan hayatı yalnız,
yoksul, iğrenç, vahşi ve kısa olacaktır.”
Bu söz, Hobbes’un doğa durumunu
“herkesin herkesle savaşı” olarak tanımladığı bölümde geçer. Ona göre, merkezi
bir otorite -yani egemen bir devlet- olmadığında insanlar sürekli bir güvensizlik ve tehdit ortamında yaşar.
Bu nedenle bireyler, kendi güvenliklerini sağlamak için özgürlüklerinden
feragat ederek bir toplumsal sözleşme aracılığıyla egemen gücü oluştururlar.
“Devletin amacı; bireysel güvendir”.
Tomas Hobbes.
Güvenlik
kavramı da kimi hallerde insanların korkusuzca yaşayabilmelerini içeren pozitif
bir çağrışım, kimi zaman da otorite sahiplerinin güvenlik çağrısıyla olağanüstü
önlemleri almayı meşrulaştırmaya çalıştığı halleri yansıtan negatif bir
algıdır.
Kesinlikle
güvenlik, sadece bir amacı değil, aynı zamanda bir sonucu da ifade eder. Bu
bağlamda, güvenliği sağlamak için alınan önlemler hem bir hedefi
gerçekleştirmeyi amaçlar hem de olumsuz sonuçları önlemeyi hedefler. Yani
güvenlik, bir işlemi başarıyla tamamlamak kadar, olumsuz olayları engellemek
için de önemlidir.
Sosyal
bilimler alanının farklı disiplinlerinde insan olmanın tamamlayıcı
parçalarından ‘hayatta kalma ve sürdürebilme’ ile ilişkilendirilen temel bir
kavram olan güvenlik, kimi zaman bir ihtiyaç, kimi zaman bir dürtü veya içgüdü,
kimi zaman politik kavrayış olarak ele alınmaktadır.
Tehlike:
TDK göre: Büyük zarar veya yok olmaya yol açabilecek durum; muhatara. / Gerçekleşme
ihtimali bulunan fakat istenmeyen sakıncalı durum.
Tehlike:
Yaşam yerleri, çalışma ortamların da var olan ya da dışarıdan gelebilecek,
insanların, canlı varlıkların, yaşam yerlerini, çalışma yerlerini, çalışanları
zarara veya hasara uğratma potansiyeli olan olay olarak tanımlanmaktadır.
Tehlike: zararın; yaşam, sağlık,
mülkiyet ya da çevreyi tehdit etmesi durumudur. Tehlikeler zarar
risklerine göre teorik olarak, atıl veya potansiyel olarak
değerlendirilir; buna göre âtıl ya da potansiyel bir tehlike "aktif"
hale geldiğinde bu acil bir durum yaratabilir. Tehlikeli bir durum
gelip geçtikten sonra bir olay ''olarak'' adlandırılır. Tehlike ve
olma olasılığı riski oluşturur. Tehlike risklerinin tanımlanması bir
risk değerlendirmesinde ilk basamaktır. Burada dikkat edilmesi gereken nokta,
olayın henüz meydana gelmemiş olmasıdır.
Uyku
Durumu – Durum bir potansiyel tehlike sunar ama
kişi, mülkiyet veya çevre mevcut durumda etkilenmez.
Örneğin; bir yamaç toprak kayması potansiyeli ile tutarsız
olabilir ama yamacın altında veya üzerinde etkilenebilecek bir şey yoktur.
Zırhlı
– Kişi, mülk ve çevre zararın yolunda potansiyel
içindedir
Aktif
– Tehlikeyi kapsayan bir zararlı durum aslında meydana
gelmiştir. Genellikle bu “aktif tehlike” olarak değil, bir kaza, aciliyet,
vaka veya felaket olarak atfedilir.
Tehlike
genellikle altı tipten biri olarak belirlenir:
Fiziksel
Tehlikeler: Vücudun fiziksel zararına
veya yoğun strese neden olur. Fiziksel tehlikeler hem doğal hemen
de insani unsurlar olabilir.
Kimyasal
Tehlikeler: Vücut, mülk veya çevreye zarara
veya hasar görmesine neden olabilir maddelerdir. Kimyasal tehlikeler
hem doğal hemen de insani kökenli olabilir.
Biyolojik
Tehlikeler: İnsan
vücuduna zarar verebilir biyolojik ajanlardır. Bazı biyolojik ajanlar;
varisler, parazitler, bakteriler, yiyecek, mantar ve yabancı
toksinler olabilir.
Elektrikle
İlgili Tehlikeler: Elektrik enerjisi, insan hayatında oldukça
önemli bir yere sahiptir. Ancak bunun yanında iş kazalarının büyük bir kısmının
da gerçekleşme nedenidir. Yurdumuzda her yıl
meydana gelen iş kazalarının önemli bir kısmı elektrik akımından kaynaklı
elektrik çarpmalarıdır.
Psikolojik
Tehlikeler: Strese veya
stresli çevreye bağlı işin devamında yaratılır. Bir insan, strese
dayalı psikolojik rahatsızlıktan etkilendiğinde bir tehlike olabilir
veya bir insan alkol etkisinde, hastalıkta ve eğitim eksikliğinde de
tehlike olabilir.
Ergonomik
tehlike: Doğası gereği bir tehlike
bir insan hayatına, sağlığına, malına veya çevresine potansiyel olarak
zararlı olan şeyleri kapsar. Mevcut bulunan depolanan enerjinin, açığa
çıktığında hasara yol açması tehlikeyi tanımlamada anahtar kavramdır. Depolanan
enerji farklı biçimlerde meydana gelebilir: kimyasal, mekanik, termal, radyoaktif, elektrik vs.
Tehlikenin diğer sınıfı depolanan enerjinin salınmasını kapsamaz, daha çok
tehlikeli durumların mevcudiyetini kapsar. Örneğin: sınırlı çıkış boşluklar,
oksijeni tükenen atmosferi, sakar durumları, tekrarlayan hareketleri,
alçak asılmış ya da fırlayan nesneleri vb. içerir.
Tehlikeyi
sınıflandırmada çeşitli metotlar vardır fakat birçok sistem
tehlikenin kazaya dönüşme “olasılık” ı faktörünü ve eğer meydana gelmiş ise
kazanın “ciddiyet” inde ki bazı varyasyonları kullanır.
Olasılık
ve ciddiyeti sayısal oranlama (en olası ve en önemli olanı hedefleyerek)
ve bir diğerini karşılaştırmalı değer üretmek için çarpmak, hesaplamada yaygın
bir metottur.
Risk:
TDK göre; Zarara uğrama tehlikesi, riziko.
Risk;
tehlikeden kaynaklanan hasar veya zararın ifadesi olarak tanımlanmaktadır.
Tehlike meydana gelmiş ve bir zarar oluşmuştur. Burada dikkat edilmesi gereken
nokta ise olayın meydana gelmiş olmasıdır. Tehlike henüz gerçekleşmemiş,
gerçekleşmesi durumunda zarar veya hasar oluşumunun ifadesi iken; risk,
tehlikeden meydana gelen zararın ifadesidir.
Risk
= Hazard × Vulnerability / Capacity
Risk
= Tehlike x olasılık / kapasite
Bu
hesap tehlikenin hafifletilmesine ihtiyaç duyduğunu tanımlar. Oluşma
olasılığındaki düşük değer tehlikenin uyku durumunda olduğu anlamına gelir iken
yüksek değer aktif tehlikeyi işaret eder.
“Eğer
olay meydana geliyorsa ciddiyet” in önemli bir bileşeni “kime ciddiyet?” tir.
Farklı topluluklar kazalardan farklı şekilde etkilenebilirler. Örneğin;
bir patlama farklı topluluklarda patlamanın mesafesine göre oldukça
farklı etki gösterir. Aşırı basınç ve şarapnel etkisiyle
ölümden, zararlı gaz teneffüs etmeye (rüzgâr yönünde olan
insanlar için), yüksek sese maruz almaya kadarki aralıkta olası etki
aralığındadır.
Tehlikelerin
önceliklendirilmesi
Tehlike,
SMUG modeli kullanılarak tanımlanabilir ve önceliklendirilebilir. “SMUG
modeli aciliyet durumunda sunulan risklerin üzerinde tehlikenin
önceliklendirilmesi için bir anlam sunar-” SUMUK
metodu, iş sağlığı ve güvenliği alanında ‘patlama tehlikelerinin sistematik
olarak analiz edilmesi’ için kullanılan bir değerlendirme yaklaşımıdır”. SMUG modeli; ciddiyet, yönetilirdik,
aciliyet, büyüme için ayakta durur. Ayrıca çeşitli hastalık yayan virüsleri
oluşturur.
İş Sağlığı ve Güvenliği ’in de Tarihsel Gelişim
Dünya
da bu gelişimin tarihçesine baktığımızda:
- Sanayi Devrimi Dönemi,
- Günümüz Yaklaşımları şeklinde tanımlanabilir.
Sanayi
Devrimi öncesin de insanlar avcılık ve toplayıcılık yaparak yaşamlarını
sürdürmekteydi. Zaman içerisinde toprak işleme (tarım), güvenlik
kaygıları ve sosyal ihtiyaçlar nedeniyle insanların yerleşik hayata geçmesiyle
bir insanın bir başkası tarafından çalıştırılmaya başlaması, çalışma hayatına
ilişkin büyük bir dönüşümün başlangıcı olmuştur. Günümüzde, iş sağlığı ve
güvenliği konusu bağımsız bir bilim dalı haline gelmiştir. İş sağlığı ve güvenliği
konusu bugünkü noktasına ulaşıncaya kadar değişik aşamalardan geçmiştir.
Dünyada ve Türkiye’de sanayileşmenin aynı zamanlarda yaşanmamasına, bağlı
olarak iş sağlığı ve güvenliği konusunun tarihsel gelişimini dünyada iş sağlığı
ve güvenliğinin tarihsel gelişimi ve Türkiye’de iş sağlığı ve güvenliğinin
tarihsel gelişimi şeklinde farklı zamanlarda, toplumların ve devletlerin
ihtiyaçlarına göre düzenlendiğini görmekteyiz.
Sanayi
Devrimi Öncesi, “İş sağlığı ve
güvenliğinin tarihsel gelişimini incelendiğinde, iş sağlığı ve güvenliği ile
ilgili ilk yazılı kaynaklar Yunanlı düşünür Heredot’a kadar
dayandırılmaktadır. Çalışanların sağlığı ile yapılan iş arasındaki ilişkilerin
araştırılmasına ilk onun tarafından başlandığı ileri sürülmektedir. Ünlü
tarihçi ve düşünür Heredot, ilk kez çalışanların verimli olması için yüksek
enerjili besinlerle beslenmesi gerektiği üzerinde durmuştur. M.Ö. 2000’lerde;
Babil döneminde tarihin bilinen ilk yasalarından olan Hammurabi Kanunlarında
yer alan düzenlemelerle iş sağlığı ve iş güvenliğinin temellerinin atıldığı ve
işi yaptıranın, işin negatif sonuçlarından sorumlu kılındığı ilk hükümler
hayata geçirilmiştir. Roma ve Mısır uygarlıklarında altın gümüş ve kurşun
madenlerinde çalışma kollarının tanımlandığı bildirilmektedir. Georgius
Agricola, (M.S.1494-1555) Alman bilim insanı. İlk maden mühendisi ve
"Mineralojinin Babası" olarak tanınan ve madenciler ve onların
hastalıklarına ilişkin olarak gözlemlerini ilk yayınlayanlardandır. Paracelsus
(1493-1541) Madencilerin meslek hastalıkları ve korunma yolları hakkında kitap
yazmıştır. Bernardino Ramazzini (1633-1714) İtalyan bilim insanı. İşçi
sağlığının kurucusu olarak anılır.
Bilimsel
esaslara dayalı olarak iş sağlığı ve güvenliği konusunun ele alınması 17.
yüzyılda Bernardino Ramazzini tarafından gerçekleşmiştir. Uzun
incelemeler sonucu yazdığı meslek hastalıkları kitabı “De Morris Artificum
Diatriba” ile iş sağlığının kurucusu sayılmıştır. Kitabında, özellikle iş
kazalarının önlenmesi için işyerlerinde koruyucu güvenlik önlemlerinin
alınmasını önermiştir.
Sanayi
Devrimi Döneminde, tarihte bir kırılma noktası olan Sanayi Devrimi, insan ve
hayvan gücüne dayalı üretim tarzından, makine gücünün dayalı olduğu üretim
tarzına geçiş olarak tanımlanmış olup, dünyadaki en önemli olaylardan biri
olarak tarihe geçmiştir. 18. yüzyılın ilk yarısı içerisinde ilk olarak
İngiltere’de ortaya çıkan ‘Sanayi Devrimi’ ile üretim süreci büyük bir
değişime uğramıştır. Küçük zanaatkârlıkların atölyelere ve daha sonra gelişen
teknolojiyle birlikte, büyük makinelerin yer aldığı fabrika sistemine geçişi
ile üretilen mallar da artışlar gözlenmiştir. Buhar Gücü, Fabrikaların
kurulması, Makinaların ve kullanılan kimyasalların doğurduğu tehlikelerle,
çalışanların, sağlıksız koşullarda barınma, yetersiz beslenme, olumsuz tehlike
yaratacak şekilde oluşan, çalışma ve çevre koşulları, uzun süre çalışma
saatleri, aşırı yorgunluk, salgın hastalıkla, meydana gelen iş kazaları, meslek
hastalığı, çalışanın sağlığının bozulmasın da artışların oluşması kaçınılmaz
olmuştur.
Edwin
Chadwick, İngiltere'de hijyenik reformun ana mimarı ve hükümetin, çalışan
erkeklerin erken ölümlerini önlemek ve aynı zamanda ekonomik büyümeyi teşvik
etmek için acilen gerekli olan drenaj, konut koşulları ve su kaynağı
iyileştirme önlemlerine yatırım yapmasını istedi. 1848'de,
Parlamento, aşı ile hastalıkların önlenmesine, el yıkamaya, suyun
klorlanmasına, sokak temizliğini, çöp toplama ve kanalizasyon işlemlerini
kolaylaştırmak amacıyla Merkezi Sağlık Kurulu'nun oluşturulmasını sağlayan
bir ‘Halk Sağlığı Yasası’ çıkardı. Chadwick ayrıca ayrı
sistemler kullanarak yağmur suyunun ve kanalizasyonunun düzenlenmesini
savunarak, çalışan nüfusun sağlık durumunu ortaya koymak için hazırladığı
raporla, çevre ve barınma koşullarının insan sağlığı için önemine değinmesiyle,
çıkartılanı yasa ile biraz da olsa iyileşmesine öncü olmuştur.
İş
sağlığı ve güvenliği alanında bilimsel anlamdaki ilk gelişmeler İtalya’da
ortaya çıkmakla birlikte konunun gelişimi İngiltere’de olmuştur. 18. yüzyılın
ikinci yarısında İngiltere’de yaşanan Sanayi Devrimi ile üretimin niteliği
değişmiştir. Küçük zanaat mahiyetinde atölyelerde, elle yapılan üretimin yerini
yeni teknik buluşlara bağlı olarak makinelerle yapılan kitle üretim, seri
üretim almıştır. Üretim tekniklerinde meydana gelen gelişmeler sonucunda
işverene bağımlı ve ücret karşılığında çalışan işçi sınıfı fabrikalarda yeni
risklerle karşılaşmışlardır. Dolayısıyla, Sanayi Devrimi beraberinde yeni
sağlık ve güvenlik sorunlarını da getirmiştir. Bu dönemde çalışma sürelerinin
çok uzaması, çocuk işçilerin çalıştırılması ve çalışma şartlarının
ağırlaşmasına bağlı olarak devletin çalışma hayatına müdahale etmesi gündeme
gelmiştir.
Dünyada
olduğu gibi ülkemizde de iş sağlığı ve güvenliğinin tarihsel gelişimi çalışma
yaşamındaki gelişmelere bağlı olarak benzer aşamalardan geçmiştir. Osmanlı
İmparatorluğumda sanayileşmenin kendisini gösterdiği dönem olarak 16. ve 17.
yüzyıl esas alınmaktadır. İmparatorluğun ekonomik yönden güçlü olduğu dönemde
küçük el sanatları, çinicilik, dokumacılık ve gemi yapımı ağırlık taşımaktadır.
Osmanlı döneminde Ekonomik hayata yön veren örgütlenmeler ‘Esnaf kuruluşları
ve Loncalar’ şeklinde olmuştur. İş sağlığı ve güvenliği konusunda ilk
çalışmaların başladığı 1850 yıllarında Osmanlı İmparatorluğu’nda, ‘askeri
amaçlı’ üretimlerin yanı sıra, daha çok el tezgahlan olarak gelişmeye
başlayan ‘sanayileşme’, daha sonraları kömür ocakları ve madenler, demir
yolu yapımı, tütün işletmelerinin katılımı ile sürmüştür.
Ereğli
Havzası’ndaki kömür ocaklarında çalışan işçiler kısa sürede ‘meslek
hastalıklarına’ yakalanmışlar ve giderek artan ‘iş kazaların’
da ölümlü kazalar artmıştır. Ergani (Elâzığ, maden İlçesi) Bakır
işletmeleri, 1829 Ereğli’de kömür madeni bulunuşu bu iş kolunun tehlikeleri ve
işin devamlılığını sağlamaya yönelik düzenlemeler yapılmıştır. Dilaver Paşa
Nizamnamesi, dönemin padişahının onayından geçmemekle
birlikte Ereğli Kömür Havzası’nda uygulanmıştır. 1869 tarihinde yürürlüğe giren
Maadin Nizamnamesi ile birlikte, iş güvenliğine dair kurallara daha fazla yer
verilmiş ve Dilaver Paşa Nizamnamesinin eksikleri giderilmeye çalışılmıştır. Cumhuriyeti
Döneminde, İş Sağlığı ve Güvenliği, sanayileşme hareketi cumhuriyet döneminde
hızlanmıştır. Çalışma hayatına ilişkin iş sağlığı ve güvenliği alanında ciddi
yasal düzenlemeler yapılmıştır.
Sanayi
devrimi döneminde iş sağlığı ve güvenliği anlayışı ve yasaları aynı hızda
gelişmediği için, üretim süreçlerinde yaşanan insani kayıplar, üretim
sürecinin bir parçası gibi görülmüştür. Elbette yaşanan kazalardan da
işveren konumunda olan aile şirketleri (feodal yapıların varlığı) değil, çoğunlukla işçinin kendisi sorumlu tutulmuştur.
Bu yoğun, tehlikeli ve ağır çalışma şartları 19. yüzyılın ortalarına kadar kabullenilmiş,
sonrasında İtalya, İngiltere ve ardından tüm sanayileşmiş dünyada işçi sağlığı
ve güvenliği konusu bilimsel bir mesele haline gelmiştir.
Günümüz
Yaklaşımları, söz konusu dönemde işçi sağlığına dönük, tedavi edici yöntemler benimsenmiş
olup, ikinci dalga olarak isimleşen işçi sağlığı ve güvenliği konusundaki önlem
niteliğindeki uygulamaların gündeme gelmesi, 1900’lerin başlarında
gerçekleşebilmiştir. Üçüncü dalga ise 1980’lerde İskandinav bilim insanlarının ‘iş
stresi’, ‘psikolojik riskler’, ‘iş yükü’, ‘birey ve grup seviyelerinde
psikososyolojik ve iş organizasyonu’ gibi olguları araştırmaları ve
önleyici eylemlerin hedefi haline getirmesi sayesinde gerçekleşmiştir. Bu
dönemdeki bilimsel çalışmalar, iş tatmini ve iş motivasyonu konularını iş psikolojisi
ile birlikte değerlendirmiş, iş yaşamı için tam bir kalite öngörmüştür.
İş
Sağlığı ve Güvenliği konusunda Uluslararası kuruluşlar: Uluslararası Çalışma
Örgütü ya da ‘ILO’, ülkelerdeki çalışma yasalarında ve bu alana ilişkin uygulamalarda
standartları geliştirmek ve ileriye götürmek gibi bir amaçla 1919 yılında
kurulan kuruluştur. Merkezi İsviçre'nin Cenevre kentinde bulunmaktadır. Dünya
Sağlık Örgütü ‘WHO’, Birleşmiş Milletlere bağlı olan ve toplum sağlığıyla ilgili
uluslararası çalışmalar yapan örgüttür. 1945 yılında kurulmuştur. Hükümetler ve
meslek grupları ile iş birliği yapar. Avrupa’da ise ‘AVRUPA İŞ SAĞLIĞI VE
GÜVENLİĞİ AJANSI’ ‘OSHA-EU’ nın kuruluş amacı, Avrupa Birliğinde işyerlerinin
daha sağlıklı, güvenli ve üretken olmalarına katkıda bulunmaktır. Merkezi
İspanya’dadır.
İngiltere’de
yaşananlar ve yapılan düzenlemeler diğer ülkeler açısından da örnek olmuştur.
Almanya’da 1849, İsviçre’de 1840, Fransa’da 1841 ve Amerika Birleşik
Devletleri’nde (ABD) 1877 yılında iş sağlığı ve güvenliğiyle ilgili kanunlar çıkarılmıştır.
Türkiye’de
İş Sağlığı ve Güvenliğinin Tarihsel Gelişimi, Avrupa’da yaşanan Sanayi
Devrimi’nin koşullarının Osmanlı İmparatorluğu’nda oluşmaması nedeniyle aynı
dönemde Sanayi Devrimi yaşanmamıştır. Türkiye’de sanayileşme alanında
gecikmelere bağlı olarak iş sağlığı ve güvenliği alanında düzenlemeler
konusunda da gecikme yaşanmıştır. Türkiye’de iş sağlığı ve güvenliğinin
tarihsel gelişimini, kronoloji olarak Cumhuriyet’ten önceki dönem ve Cumhuriyet
dönemi şeklinde olmaktadır.
İş
Sağlığı: Güvenli çalışma uygulamalarını geliştirmek, bunlara uyumu
sağlamak ve belirli bir meslekte veya işyerinde istihdam edilenlerin sağlık ve
esenliğini korumak için çok disiplinli bir yaklaşım.
İş
Sağlığı ve Güvenliği, insanların iş yerinde güvenliği, sağlığı ve refahı ile
ilgilenen multidisipliner -farklı,
çoklu disiplinli- bir alandır.
İş
Sağlığı ve Güvenliği (işçi, üretim ve işyeri güvenliği): Herhangi bir iş
kolunda çalışanları ve üretimi, iş süreçleri boyuncu çalışma alanların da sağlık
ve güvenlik tedbirlerinin alınmasıdır.
6331
sayılı iş sağlığı ve güvenliği kanununa göre işveren, çalışanların işle ilgili
sağlık ve güvenliğini sağlamakla yükümlüdür. Kurumsal riskin kontrol edilmesi,
her kurum ve her işveren için zorunluluktur. Yükümlülüklerin yerine
getirilmemesi halinde hapis, ciddi para cezaları ve önemli
tazminat riskleri mevcuttur.
İş
Sağlığı ve Güvenliği (İSG): “İşyerinde işin yürütülmesi sırasında çeşitli
nedenlerden kaynaklanan sağlığa zarar verebilecek koşullardan korunmak ve
mevcut sağlık ve güvenlik şartlarının iyileştirilmesi için yapılan sistemli ve
bilimsel çalışmalardır. İş sağlığı ve güvenliğinin temelini oluşturan sağlık ve
güvenlik kavramları ise uluslararası organizasyonlar tarafından şu şekilde
tanımlanmıştır.” [08]
İş
sağlığı ve güvenliğinin temelini oluşturan sağlık ve güvenlik kavramları ise
uluslararası organizasyonlar tarafından şu şekilde tanımlanmıştır.
Dünya
Sağlık Örgütü’nün (WHO) yapmış olduğu tanıma göre sağlık; fiziksel, ruhsal ve
sosyal açılardan tam bir iyilik hali olarak tanımlanmaktadır. Daha açık bir
ifade ile bir bireyin sağlıklı olması demek sadece fiziki olarak değil hem
ruhsal hem de sosyal açılardan da tam bir iyilik hali demektir. Güvenlik
kavramı ölüm, meslek hastalığı, yaralanma, vücut bozukluğu, ekipman kaybı ve
çevre tahribatına neden olabilecek risklerin en aza indirildiği durumlar olarak
ifade edilir. İSG, çalışanların sağlık ve güvenliğini en üst seviyede
tutulmasını, üretimin veya hizmetin devamlılığını ve işletmenin acil durumlara
karşı hazırlıklı olmasını hedeflemekte ve odağına en önemli değer olan insanı
koymaktadır.
Kötü
iş sağlığı ve güvenliği uygulamalarının ekonomik maliyeti her yıl dünya gayri
safi hasılasının %4’üdür (http://www.ilo.org/global/topics/safety-and-health-at-work/lang-en/index.htm).
Bu nedende, nedenleri iş sağlığı ve güvenliğinin temel amacı, iş kazaları ve meslek
hastalıkları meydana gelmeden önce önlemektir. Bu şekilde, çalışanların hayatlarının
ve vücut bütünlüklerinin korunması amaçlanmaktadır. İş sağlığı ve güvenliğinin
amacını çalışanları korumak, üretim güvenliğini sağlamak ve işyeri güvenliğini
sağlamak olarak belirtebiliriz.
Çalışanları
Korumak: İş sağlığı ve güvenliğinin en önemli amacı, çalışanların hayatlarının
ve vücut bütünlüklerinin korunmasıdır. İş sağlığı ve güvenliği önlemleri
sayesinde çalışma ortamındaki risklerin tamamen ortadan kaldırılması veya en
aza indirilmesi yoluyla çalışanlar için tehlikelerden uzak ve sağlıkları
açısından uygun çalışma ortamı sağlanmaktadır.
Üretim
Güvenliğini Sağlamak: İşyerlerinde alınacak iş sağlığı ve güvenliği
önlemleriyle iş kazası veya meslek hastalığı sonucunda ortaya çıkabilecek
işgücü ve işgünü kayıpları azalacak, çalışanlar verimli çalışacaklardır.
Çalışanların daha verimli çalışmaları da işyerlerine ekonomik açıdan katkıda
bulunacaktır. İşyerinde üretimin düzenli bir şekilde yapılmasına bağlı olarak
üretim güvenliği gerçekleşecektir.
İşyeri
Güvenliğini Sağlamak: İşyerlerinde alınacak iş sağlığı ve güvenliği
önlemleriyle işyerlerinde kullanılan araç, gereç, makine, donanım ve tesisatta
işyerini tehlikeye düşürebilecek riskler ortadan kalkacaktır. Bu şekilde,
işyeri güvenliği sağlanmış olacaktır.
İlk
İş Kanunu 1936 yılında yürürlüğe girmiştir. O zamandan bu yana, 25 ila 30
yıllık aralıklarla kanun birkaç kez gözden geçirilmiş ve değiştirilmiştir.
Kanunun en son sürümü 2003 yılında hayata geçirilmiştir (No.4857; 2003) (İş
Kanunu). İş Kanunu’nda çalışma hayatının, iş akdi, asgari çalıştırma yaşı,
ücretler vb. genel koşulları tanımlanmıştır. İş Kanunu’nda, iş sağlığı ve
güvenliğine ayrılmış özel bir bölümü vardı. Bu bölümde, diğer hususlara
ilaveten, işverenin iş sağlığı ve güvenliğini tesis etmek için ilgili tüm
tedbirleri alma sorumluluğu ile çalışanın bu konudaki kurallara ve tedbirlere
uyma yükümlülüğü açıkça tanımlamıştı. Ülkemizde iş yaşamında sağlık ve
güvenliği sağlama konusundaki faaliyetler her ne kadar 2012 yılında 6331 sayılı
İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’nun yürürlüğe girmesiyle hayatımıza girmiş
olarak görünse de sağlık ve güvenlik kültürünün temelleri 1850’li yıllarda
atılmış ve özellikle son yıllarda gelişim göstermiştir.
Yasal
yükümlülükler ve kamu bilincinin artması sonucu, günümüzde kuruluşlar tüm
sağlık, güvenlik, teknik, sosyal güvenlik ve yasal gereksinimleri karşılayan
bir işyerini garanti etmelidirler. 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanununa
göre; işyerindeki risklerin ortadan kaldırılamadığı veya toplu korumaya yönelik
teknikler veya işin organizasyonunda kullanılan önlem, yöntem veya süreçlerle
yeterince azaltılamadığı durumlarda, Sağlık ve Güvenlik İşaretleri
Yönetmeliğinde yer aldığı şekliyle bu işaretleri bulundurur ve uygun yerlerde
kullanılması sağlanır.
Felsefi Yaklaşımla İş Sağlığı ve Güvenliği Çalışmaları
Genel bir tanımla felsefe farklı düşünürlerce
farklı şekillerde yapılmış olsa da en yaygın ve kapsayıcı biçimiyle şöyle ifade
edilebilir: Felsefe, varlık, bilgi, değer, akıl, zihin ve dil gibi temel
konular üzerine sistemli, eleştirel ve sorgulayıcı düşünme etkinliğidir.
Bu tanım, felsefenin hem bir düşünme biçimi
hem de bir araştırma alanı olduğunu vurgular. Felsefe, yalnızca cevaplar
aramakla kalmaz; aynı zamanda soruların doğasını, anlamını ve sınırlarını da
sorgular. Bu yönüyle bilimden, sanattan ve dinden ayrılır: çünkü kesinlikten
çok anlam arayışına, dogmadan çok eleştiriye dayanır.
Yeni
çağla birlikte felsefenin temel çalışma alanı bilim olmuş ve buna bağlı olarak
bilim felsefesi doğmuş, “gerçeği bütünü olarak değerlendirme” genel kabul
görmüştür.
Tarih
boyunca pek çok düşünce ve teori birbirinin karşıtı ya da destekleyicisi,
tamamlayıcısı olarak seyrini sürdürürken, 17. Yüzyıldan bugüne dek meydana
gelen düşünce hareketleri, Aydınlanma ve modernite ile birlikte insanlığın
gelişim seyrini bir anda var olandan çok daha farklı bir yöne kaydırmış, aydınlanmacı
karakteriyle modern düşüncenin gelişimini hızlandırmıştır.
Bu
yaklaşımla, İş sağlığı ve güvenliği eğitimi, disiplinler arası bilgi ve
uygulama gerektiren bir alandır. Bu eğitimler, hedef kitleye daha verimli ve
kalıcı bir öğrenme imkânı sağlamak için eğitim teknolojileri ile iş birliği
yapmayı gerektirir. İş sağlığı ve güvenliği eğitimi süreçleri, eğitim
teknolojisinin temel ögeleri açısından ele alınabilir. Bu temel ögeler,
öğrenmeye ilgi çekme, dikkatleri artırma ve yararlanıcıları aktif tutma gibi
faydaları sağlayabilir. Özellikle uygun disiplinle birlikte eğitim
teknolojilerinin kullanılması, iş sağlığı ve güvenliği eğitimlerinin etkili
oluşunu destekleyebilir. “Bu bağlamda, iş sağlığı ve güvenliği eğitimi
süreçlerinde eğitim teknolojilerini sistem bütünlüğü içinde uygulamak ve
yaratıcılık ile üretkenlik yeteneklerini ortaya çıkarmak için özel tasarımlar
önerilmektedir. İş
sağlığı ve güvenliği, bütün meslek gruplarında çalışan personelin anatomik,
ruhsal ve sosyal iyilik durumlarını en üst seviyeye ulaştırmak, bu seviyede
devamlılığını sağlamak, çalışan personelin mevcut olanaklar sebebiyle sağlık
durumlarının elverişsiz olmasını önlemek gerekçesiyle icra edilen faaliyetleri
ifade ettiği görülmektedir (ILO, 2009). İşin yapılması esnasında çalışma
ortamındaki fiziksel çevre şartları sebebiyle personelin karşılaştığı sağlık
problemleri ve mesleki risklerin bertaraf edilmesi veya en aza indirilmesi iş
sağlığı ve iş güvenliği olgusu ile sağlanmış olmaktadır.” [09]
Temel
olarak eğitim-öğretim süreçlerinde bireylerin; a- özgürleşmesi, b- doğa içinde
doğaya uyum içinde yetişmesi, c- yaşamın içinde gerçek deneyimlerle bilgi,
beceri ve tutumlar inşa etmesi ve d- sosyal, siyasal ve ekonomik sistemlerdeki
eşitsizliklerin nesnesi olmaktan çıkarılarak eğitim süreçlerinde eşitlik ilkesi
içinde eğitilmesi modern kitlesel eğitimin eleştirine karşı benimsenen
kuramsal ve uygulamalı eğitim modellerinin temel özellikleri olarak ön plana
çıkmıştır.
İş
sağlığı ve güvenliği, çalışanların iş yerinde karşılaşabilecekleri risklerden
korunmalarını ve sağlıklı bir çalışma ortamının sağlanmasını hedefleyen bir
disiplindir. Felsefi bir yaklaşımla ele alındığında, iş sağlığı ve güvenliği,
sadece yasal bir zorunluluk olmanın ötesinde, etik bir sorumluluk olarak da
görülebilir. Bu bağlamda, işverenlerin ve çalışanların, herkes için güvenli ve
sağlıklı bir çalışma ortamı oluşturma konusunda ortak bir sorumluluğu var
olduğunu hissetmeleri ve bilmeleridir. 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği
Yasası, iş yerlerinde, iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması ve mevcut sağlık
ve güvenlik şartlarının iyileştirilmesi için gerekli düzenlemeleri
içermektedir. Ayrıca, felsefesi yaklaşımla iş sağlığı ve güvenliği,
çalışanların sadece fiziksel değil, aynı zamanda psikolojik ve sosyal
ihtiyaçlarını da göz önünde bulundurmayı gerektirir. Bu, çalışma ortamının
iyileştirilmesi ve çalışanların refahının artırılması için bütüncül bir
yaklaşımı ifade eder. İş sağlığı ve güvenliği alanında yapılan çalışmalar,
sadece iş kazalarının ve meslek hastalıklarının önlenmesine değil, aynı zamanda
çalışanların genel yaşam kalitesinin yükseltilmesine de katkıda bulunur.
Albert
Camus’a göre absürt insanın anlamsız bir evrende anlam arayışı arasında ki
çelişkidir. Bu çelişki, insan da yabancılaşmaya, kaygı ve umutsuzluk gibi
duygulara yol açar. Bununla baş edebilmek veya mutsuzluğuna karşı, başkaldırı
kavramını sunmuştur. Başkaldırı kavramıyla, insan yaşamının değerli ve önemli
olduğunu göstermeye çalışan Camus, aynı zamanda başkaldırıyla, ölüme ve saçmaya
direnebileceğini göstermeye çalışmıştır. Yaşama nedeni denilen şey, aynı
zamanda çok güzel bir ölme nedenidir.
Çalışan,
fikir veya emek işçisi olsun, çalışanlar ‘Koşulların Kurbanları’ mıdır?
‘İnsan
yaşamının yarısını söylenmeyeni anlamakla, başını çevirmekle, susmakla geçer.’
“İnsan yaşamı, oyuncuyla dekoru arasındaki bu
kopma uyumsuzluk duygusunun ta kendisidir.” Derken,
Camus babasının vefatı sonrası yaşadıkları, iç dünyasında ki fırtınalı
düşüncelerinin ipuçlarını görebiliriz.
Amerika
Birleşik Devletin de ki Nevada Üniversitesin de Prof. Dr. Yunus Çengel; Prof.
Dr. Âdem Tatlı’nın, ‘İnsanlık Tarihi Boyunca Evrim’ isimli kitabında ki ‘Taktim’
bölümün de şunları söyler. “Bu kıymetli eseriyle, üniversiteye gelip derslerine
katılamayan geniş bir okuyucu kitlesini adeta bir zaman trenine bindirip
biyoloji biliminin gelişimini yerinde izlemek üzere 3 bin yıllık hazlı bir mazi
yolculuğuna çıkarmaktadır. Bu tren hareketine M.Ö. VIII. Yüz yılda din ile
bilimin henüz yapışık ikizler olduğu Antikçağ ’da başlar ve eski Yunan ve Roma
kültürlerinin hüküm sürdüğü bölgeleri dolaşır.” [10] Demekte.
İnsanoğlunun
ortaya çıkışından günümüze kadar en önemli ihtiyaçlarından biri yaşadığı
çevreyi ve doğayı anlama ve anlamlandırma becerileridir. Bilme, merak ve
öğrenme isteği, eğitilmeye ilişkin bireysel ve toplumsal farkındalık
oluşturmada önemli etkiler sağlayacağı düşünülmek kaçınılmaz olmalıdır.
Bu
da insana, yaşamında veya iş yaşamın da bir yere veya topluluğa aidiyet
duygusunun oluşmasını sağlayabilir. Aynı zamanda iş hayatı, kişinin
kazandığı başarı ve itibar ile birlikte kariyerinde üst basamaklara çıkmasını
sağlayabilir. İş yaşamında başarılı olmasında; farklı fikirler ve yenilikler
üretmek, başarı yüzdenizi artırabilir. Fikir üreten birinin ruh hali
pozitiftir. Düşündüğünüz fikirleri iş hayatında uygulamak, negatifliği
üzerinizden alarak iş hayatınıza canlılık katacaktır.
Kendinizi
sürekli geliştirmek, güçlü ve zayıf yönlerinizi bilerek onlara göre çalışmak
size öz güven sağlar. Yönünüzü belirlemek ve hedeflerinize ulaşmanıza yardımcı
olur. Proaktif olmak ve inisiyatif almak, başarınızı etkileyen önemli
faktörlerdendir. Proaktif olmak size iş hayatında bir adım önde olma
avantajını sağlar.
İş
yaşamında dengeyi sağlamak da önemlidir. Yoğun iş temposu ve sürekli değişen
beklentiler, birçok kişinin iş ve özel hayatını dengelemesini zorlaştırabilir.
Ancak iş yaşamında dengeyi sağlamak mümkündür ve bu dengeyi sağlamak
çalışanların performansını ve memnuniyetini artırabilir. İş ve özel hayat
arasında sağlanan bir denge, çalışanların daha mutlu ve daha verimli olmasına
yardımcı olabilir.
Bu
bağlamda toplumların gelecekleri gençleri için, ortak eğitim felsefesi olmalıdır.
Bu felsefi anlayışın, toplumun geçmiş hafızasının oluşturduğu birikimleri ile
gelecek anlayışının, bileşkesi olmalı, rasyonel akılcılığını korurken, akıl
dışı ve bilimsel olmayan, işlevselliğini kaybedenleri ayıklayarak, dinamik bir
süreci sağlamalıdır. Toplumlar, geleceği için ortak oluşturduğu veya
oluşturması gerekli düşüncelerini, nasıl, ne şekilde gerçekleştirebileceğinin
planlamasını da yapması gereklidir. Toplum yapısının iyi, sevecen, saygılı ve
bilgili olması ve buna benzer yapıların oluşmasını isteyebilir.
Okul
öncesi ve devamında ki eğimlerin, düşünülen yapının oluşmasını sağlayacak
yöntemleri de oluşturmalıdır. Kısaca şöyle demeliyiz. Bunların Felsefisi
olmalı, bu felsefi anlayış, toplumun geçmişten gelen birikimlerinin çözümlemesi
ile, iyi ve geliştirilebilir olanlarını korurken, çağ dışı kalmak ve
işlevselliğini kaybedenlerini ayıklayarak, dinamik bir süreci sağlamalıdır.
Toplumların eğitim felsefesi, hedeflenen veya oluşturulmak istenilen, toplumun
gelecek nesillerin, ‘nasıl bir insan toplumu yetiştirmeliyiz’ sorusuna cevap
verebilecek şekil de kurgulanmalıdır.
Doç.
Dr. Turan Akman ERKILIÇ (Ünite 1, 2, 3), Doç. Dr. Adnan BOYACI (Ünite 4), Prof.
Dr. Veysel SÖNMEZ (Ünite 5), T.C. Anadolu Üniversitesi Yayını No: 3661 ‘Eğitim
Felsefesi’ ünitesinde, Felsefe-Eğitim İlişkisi bölümünde yazdıklarına göre:
“Toplumlar var olma stratejilerini çağdaş eğitim felsefeleri ve eğitimle toplum
arasındaki ilişki dinamikleri çerçevesinde yeniden yapılandırırken, eğitimin ve
kuruluşların kültürel, çalışanların iş sağlı ve güvenliğinin felsefi anlamının,
değişimi gerçekleştirecek olan sistem yürütücüleri tarafından kavranması
yadsınamaz bir gereklilik” olduğunu kabullenmeliyiz.
“Felsefe
yaşama ve evrene karşı bir tavır alıştır diyerek, bireyin günlük yaşamda
kişiliğinde odaklaşan her tavır ve anlayışı temel düzeyle felsefe olarak
nitelendirmek olasıdır.
Felsefe
akılcı incelemeye ve yaratıcı düşünceye dayalı bir yöntemdir. Felsefe
olay ve olguların belirli bir sistematik içinde akılcı düşünme ilke ve
tekniklere dayandırılarak irdelenmesini amaçlar. Bu bağlamdaki felsefe artık
basit ve dar anlamda felsefeden farklıdır. Felsefe, insana birçok konuda doğru,
açık ve neden-sonuç ilişkileriyle delillere dayalı olarak düşünmeyi öğretir.
Felsefe
evren ve bütün hakkında belirli bir görüş elde etmeye çalışan bir çabadır. Felsefe
bireyin dünden bugüne kazandığı bilgi ve deneyim birikimi ile edindiklerinin
sistemleştirilmesine olanak verir. Bu süreç bir bakıma bireysel bir dünya
görüşünün oluşturulmasıdır. Ancak felsefe olay ve olgulara dar, tek yönlü bir
anlayışla değil; bütüncül bakmayı amaç edinir. Felsefe hem sorun hem de
sorunların çözümü hakkındaki kuramlardır. Felsefe köken olarak bilgiyi
ve bilgeliği sevmek, doğruluğu araştırmak, özgür düşünce ve eleştiriyle sağlam
bilgilere ulaşıp yaşamı buna göre düzenlemeyi amaçlar. Felsefe, kavramların
analizi, sentezi ve anlamlarının aydınlatılmasıdır. Felsefenin tanımının
yapılamayacağı, onun bir üst dil olduğu görüşü, genel kabul gören bir
anlayıştır. Felsefe bilimlere yol göstericilik yapar, yöntem önerir. Felsefenin
temel özelliklerinden biri de yol gösterici olup yöntem önermesidir.
21.
yüzyıl toplumları küreselleşme, siber iletişim ve bilgi ekonomisi gibi
değişkenlerin etkisi ile yapısal bir dönüşüm süreci içine girmiş; bu süreçte
eğitim ve okul merkezde tanımlanan ögeler gibi, kuruluşlar içinde önem kazanım olmuştur.
Bu düşünce kavramların sonucun da Kuruluşlar kendilerini küreselleşmenin
getirdiği değişimlere ayak uydurma cabalarını göstermişlerdir. Bu değişimler
şirketlerin tüm yapısallığında farkındalıkların oluşmasını nasıl, ne şekilde
yapmaları gerektiğini öğrenmişler ve uygulamışlardır. İlk yaptıkları nelerdir
dediğimizde: Ortak bir felsefi anlayışla Vizyon, Misyon ve Politikaları
belirlemeli. Kuruluşun Kültürü ve diğer kuruluşun faaliyetlerini bu
düzenlemeler içinde yapmalarını sağlamıştır.
Felsefi Yaklaşımla İş Sağlığı ve Güvenliği Kurulum Planlaması
İş
Sağlığı ve Güvenliğinde felsefi yaklaşımla, yönetim şeklini geliştirebilmek
için bağsı bilgilerin neler olduğunu ve bunların açıklamaları ile öğrenilmesi
gerekebilir olduğunu düşünmek gereklidir.
Kuruluşun
Güvenlik Kültürünü oluşturma, rasyonel akıl, düşünce, algılama, farklı
taraflardan bakabilme, bilgi, kültürel farklılıklar, çalışanların eğitimi ve
Stratejik Yönetim Sitemi ve Organizasyonu oluşturması için İnsan Kaynakları
Yönetimi’ni oluşturulmalıdır. Satın alma, üretim, pazarlama, depolama
süreçlerini oluşturarak, Prosedürler, Planlar, talimatlar, formları oluşturmalı
ve geri bildirim verme, soru sorma, soru sormanın anlamını bilme, çoklu
taraftarların bilgilerini dinleme, beyin fırtınası yapma, problemi belirleme,
nasıl ve ne gibi yöntemler ile çözülebileceğini bilmesi, çözüm sonucunu
uygulamaya koymak, uygulamaları denetlemekle (iç denetim), oluşan
yanlışlıkların değiştirilmesini sağlamaktır. Yeni çözümlemeleri uygulamak,
uygulamaları denetlemek (iç denetim), mesleki, iş güvenliği, şirket kültürü,
şirketin etik kuralları, pazarlama, finansal vs. gibi iç eğitimlerinin
verilmesini sağlamalıdır.
“Bilimsel
düşünce olsun felsefi düşünce olsun iş sağlığı ve güvenliğin de kendi
açılarından açıklamaya yönelirken onun derinliklerinde daha genel, daha
kavrayıcı, daha sezgisel ölçülerde kendi benzeyenlerini bulurlar.”
İnsan Nedir?
TDK sözlüğüne göre;
1-İsim, Toplum hâlinde bir kültür çevresinde
yaşayan, düşünme ve konuşma yeteneği olan, evreni bütün olarak kavrayabilen,
bulguları sonucunda değiştirebilen ve biçimlendirebilen canlıdır.
Âdemoğlu, âdem evladı (yani insan türünün
bireyi),
2-İsim,
mecaz Huy ve ahlak yönünden “üstün nitelikli kimse”;
adam. (Örneğin “ne kadar iyi bir insan” ifadesinde olduğu gibi).
Bu tanım, insanı yalnızca biyolojik bir varlık
olarak değil, aynı zamanda kültürel, zihinsel ve ahlaki yönleriyle de tanımlar.
İnsan, biyolojik olarak Homo sapiens türüne
ait, yüksek zekâ ve iki ayaklılık gibi özelliklerle karakterize edilen bir
primattır.
Biyolojik Özellikler
·
Zekâ: İnsanlar,
karmaşık düşünme, problem çözme ve dil kullanma yetenekleriyle diğer
canlılardan ayrılırlar.
·
İki Ayaklılık: İnsanlar,
dik yürüyebilen ve ellerini serbestçe kullanabilen birkaç türden biridir.
·
Beyin
Gelişimi: İnsan beyni, diğer primatlara göre daha büyük
ve karmaşıktır, bu da ileri düzeyde bilişsel yetenekler sağlar.
Sosyal ve Kültürel Özellikler
·
Toplumsal
Yapılar: İnsanlar, ailelerden devletlere kadar çeşitli
sosyal yapılar oluştururlar.
·
Dil ve
İletişim: Karmaşık diller geliştirmişlerdir ve bu
diller aracılığıyla bilgi ve kültür aktarımı yaparlar.
·
Teknoloji ve
Araçlar: İnsanlar, çeşitli araçlar ve teknolojiler
geliştirerek çevrelerini şekillendirme yeteneğine sahiptirler.
Felsefi ve Manevi Yönler
·
Kendini
Anlama: İnsanlar, kendi varlıklarını ve evrendeki
yerlerini sorgulayan tek türdür.
·
Ahlak ve
Etik: İnsanlar, doğru ve yanlış kavramlarını
geliştirmişlerdir ve bu kavramlar doğrultusunda toplumsal kurallar
oluştururlar.
İnsan, biyolojik, sosyal ve kültürel
yönleriyle son derece karmaşık ve çok yönlü bir varlıktır.
İnsan olarak, “siz pek çok şeysiniz. Her
şeyden önce bir bireysiniz. Birilerinin annesi veya babası olabilir ya da
olmayabilirsiniz, ama her durum da birilerinin çocuğusunuz. Biraz daha ayrıntı
vermeniz gerekse, kendinizi sözgelimi satıcılık yapan, hobi olarak saz çalan
veya orta sınıfa mensup bir Devlet memuru olarak tanımlayabilirsiniz. Dahası
belli bir ülkenin vatandaşı, şu etnisiteden veya bu ırktan olduğunuzu ekleyebilirsiniz.”
[11]
Amanda Rees, Charlotte Sleighi ‘İnsan
(Ne Olduğunu Biliyor muyuz?)’ kitabında ilk satıra şunları yazmakta: “Homo
sapiens kendi cinsi içinde hayatta kalan, bilinen tek tür, ancak Uluslararası
Doğal Hayatı ve Doğal Kaynakları Koruma Birliği’nin tehdit altında veya nesli
tükenmekte olan türleri kapsayan Kırmızı Listesi’nde “asgari endişe”
kategorisinde yer alıyor. Listenin yazarlarının işaret ettikleri gibi, “tür çok
geniş bir alana yayılmıştır, uyum sağlamaktadır, hâlâ artış göstermektedir ve
genel popülasyon azalmasına neden olacak büyük bir tehdit mevcut değildir”
fakat “bazı alt popülasyonlar hastalık, kuraklık, savaş, doğal afetler ve başka
etkenler sonucunda bölgesel azalmalar yaşıyor olabilir.” Diyerek devam
etmektedir.
Charles Darwin, ‘Türlerin Kökeni’
kitabın da ‘insan’ için, “Yeryüzünün birçok kesiminde yüzlek (TDK: Derin
olmayan, sığ, yüzeye yakın olan şeyler için kullanılır.
Eş anlamı “derinliksiz”) oluşumlarda (formation) taştan aletler
bulunduğundan beri bütün yerbilimciler barbar insanın çok eski bir çağda
yaşadığına inanmaktadırlar ve köpeği olsun evcilleştirmemiş barbar bir kavmin
bugünkü günde var olmadığını biliyoruz.” [12] demekte.
Mark Twain’in ‘İnsan Nedir?’ kitabının
son satırları şöyledir: “İnsan ırkının nelere göğüs gerebildiğine ve yine de
mutlu olabildiğine bakıyorum da benim insan ırkının önüne onun neşesini elinden
alabilecek yalın soğuk olgusal gerçekleri koyabileceğimi düşünerek bana fazlaca
paye veriyorsun. Hiçbir şey bunu başaramaz. Her şey denendi. Başarısız oldu.
Rica ederim, endişelenme.” [13]
Düşünce ve Düşünme Nedir? Farkı Nedir?
Hasan Âli Yücel Sosyal Bilimler Lisesi, Dünya
Felsefe Günün ‘Düşünmeyi Düşünmek Nedir?’ Özel Sayısı sayı-1, Kasım 2022
dergisinin kapağın da Oscar Wilde’n sözünü yazmışlar. “Düşünebilen her canlının
insan olması, insan olan herkesin düşünebildiği anlamına gelmez.”
Bu
söz Wilde’ın zekâ dolu üslubuyla insan doğası üzerine yaptığı derin bir
sorgulamayı yansıtır. Bu Cümle iki katmanlı bir anlam içermektedir. Öncelikle, Düşünmek
ile insan olmak arasındaki farktır.
Biyolojik
insan olmak, sadece fiziksel bir varoluş biçimidir; her insan düşünebilme
potansiyeline sahiptir. Ancak “düşünebilmek”, burada salt zihinsel işlem değil,
eleştirel düşünce, farkındalık ve ahlaki öz yargı üretme yetisi anlamında
kullanılmıştır.
Wilde
şunu ima etmektedir. İnsan olmanın düşünmeyi garantilemediğini, yani
çoğu zaman toplumun bireyleri hazır kalıplarla düşünmeden yaşadığını ifade
etmektedir.
Toplumsal
eleştiri de aydınlanma vurgusun da nelerin olduğuna baktığımız da “Aydınlanma
Felsefesi” nin ‘aklını kullanma cesareti’ çağrısını anımsatır. “Kendi
aklınla düşünmeye cesaret et!" tir. Immanuel Kant ve Aydınlanma
Çağı ile özdeşleşmiştir. Kant “Aydınlanma Nedir?” adlı denemesinde aydınlanma
çağının felsefesini bu deyiş ile özetlemiştir. (Kant’ın Sapere Aude!
ilkesi)
Wilde’a
göre, düşünen canlılar (örneğin bazı hayvanlar gibi) içgüdüsel ya da
doğal bir bilinçle hareket ederken, insan zihni çoğu zaman toplum,
alışkanlıklar ve otoriteler tarafından şekillendirilmiş kalıplarla
zincirlenmiştir. Bu da “insan” kimliğini taşımakla gerçek anlamda öz düşünce
sahibi olmak arasındaki uçurumu gösterir.
Varlık
ve kimlik perspektifin de “insan olmak” bir ontolojik kimlik, “düşünebilmek”
ise bir epistemolojik eylem gibi görülüyor.
Yani
Wilde insanı sadece bir varlık türü olarak değil, aynı zamanda kendi üzerine
düşünebilen, özgürlük bilinciyle hareket eden bir özne olarak tanımlamıştır.
Düşünce ya
da fikir, dünya modellerinin var oluşuna izin veren ve
böylece etkin olarak onların amaçlarına, planlarına, sonlarına ve arzularına
bağlı olan uğraştır. Kelimeler bilmeye, sezgiye, bilince,
idealarına ve imgeleme içeren benzer kavramların ve
süreçlerine başvurur.
- Uzay ve zamanın ötesinde,
öznenin dışında, kendiliğinden var olan, duyularla değil, yalnızca ruhen
algılanabilen asıl gerçeklik; mütalaa, fikir, ide, idea, mülahaza.
- Dış dünyanın insan zihnine
yansıması.
- niyet.
- mecaz- kaygı.
-
felsefe İlke, yönetici sav.
Sözlüklere
baktığımız da ‘düşünmek’ eylemi “Zihninde bir şey canlandırmak, elde
edilen bilgilere zihnî faaliyet uygulayarak düşünce meydana getirmek,
fikretmek; tefekkür etmek, aklından geçirmek, tasarlamak”; düşünce ise
“Zihnin bir şey hakkında edindiği düşünme ürünü olan kavram, fikir” olarak
tanımlanmaktadır
Düşüncenin
zihinsel bir faaliyet ve iç konuşma şekli olduğu konusunda önemli tespitler söz
konusudur. Düşüncenin ortaya konulmasına aracılık eden ve onu taşıyan dille
özdeş olarak görülmesi, düşünce tarihinde önemli taraftar bulmuş ve bu konuda
farklı düşünürler aynı noktada ortak bir fikir birliğine varmışlardır.
Wilhelm
von Humboldt, Prusyalı bir devlet adamı, bakanlık ve diplomatlık yanında
filozof, dilbilimci ve eğitimcidir. Modern üniversite eğitiminin kurucusu
olarak tanımlanmaktadır. Humboldt, Dilin insan zihninin yaratıcı yeteneğinin
sonucu ortaya çıktığını ve her dilin kullanıldığı topluluk için özel bir
mülkiyet anlamına geldiğini belirtir. Bu nedenle her dil kendi yapı, ses,
sözcük vb. özellikler ile diğer dillerden ayrılan bir kimliğe sahip olduğunu
söylemektedir.
Akademisyen, Biyolog, Sinirbilimci,
Araştırmacı, Eğitimci, Yazar, Prof. Dr. Sinan Canan, Habertürk televizyonun da ‘Düşünce
beyinde nasıl oluşur?’ konusunda ki acıkamasın şöyle izah ediyor. “Zihnimizde
o gezen, gezinen uçuşan ve bir türlü kontrol edemediğimiz çoğu zaman da bizi
rahatsız eden o örüntü, bu ürünü belki kalbin sesi gibi bir epif fenomen (duyularla
algılanabilen şey) orada sürdürülen bazı işlevler var. Beyin çok meşgul bir
organ, bu arada beyin o yoğun faaliyetleri sırasında, ileri yönelik olarak
sorun çözme adına birtakım algoritmaları işletiyor. Ben sizlerle konuşurken, size
bakıyorum ve konuşmamı izliyorum. Zihnimde bir sonraki kelimeyi nasıl
kurgulayacağımı, iki dakika sonra geleceğim sonuca bağlı olarak nasıl seçeceğime
dair ve bunların sonrası olacak şekline dair, en optimum şeyi yapabilmem, neye
bağlı, yapacağımı, benim hedefimi, üç aşağı beş yukarı belli olan konuyu bir
yere götüreceğimi, o gideceğim yerle şu anda ki ortamdaki ve zihnimdeki
malzemenin sayısız denemesini yapıyorum. Şöyle yapsam ne olur? Böyle yapsam ne
olur? Bu simülasyonlardan yüzde sekseni işe yaramaz ya da yanlış, kalan %10
20'si ha işe yarar gibi, bunlardan bir kısmı da tekrarlıyor. Benim zihnim diyor
ki şunu yaparsan daha güzel olur. Bu arada ben her kelimemde muhtemelen bunu yapıyorum.
Bu çok hızlı olan bir işlem. Günlük yaşamınız da aslında bir beden hareketi
kontrol sistemi olarak çalışan beynimizin esas işlevlerinden zorlu
işlevlerinden birisi. Yakın geleceği tahmin ederek ona dair simülasyonlar
üretmek ve ileri bildirimleri refleksler dediğimiz bir şeyler oluşturmak, bir
an sonra olacaklarla ilgili içinde ne yapayım ne edeyim gibi bakmak.”
Düşüncenin daha ‘sistematik’ bir tanımını
yapacak olursak öncelikle beyin ve zihin kavramlarını birbirinden
ayırmamız gerekir. Zihni, beyindeki biyolojik aktivitenin bir yansıma alanı
olarak görebiliriz. Bir başka deyişle zihin, somut olan beyinden beslenen,
soyut bir karalama tahtasıdır.
Bu noktada soyut ve somut kavramlarını da değerlendirmek
gerekir. Kısaca, somut bir nesneyi evrende var
olan soyutu ise evrende var olmayan diye tanımlayabiliriz. Bu tanıma
göre matematiksel anlamda üçgen soyut bir nesnedir. Üçgen, bir kalınlık
özelliği içermez. Kenarları sadece çizgiden ibarettir. Evrende bu özellikte bir
üçgenin olması, fizik yasaları gereğince, mümkün değildir. Diğer taraftan,
kolaylıkla somut nesne örneği verebiliriz (bir ağaç).
Bu tanımlara göre, bir düşünce, soyut bir nesnenin,
insanın zihninde oluşturduğu faaliyettir. Herhangi bir düşünce beyinde de
faaliyete neden olacaktır, biyolojik olarak. Fakat, bu faaliyet, bahsi geçen
düşüncenin bir parçası olarak nitelendirilmez. Düşünce, sadece zihinle
ilişkilendirilir.
Diğer yandan, somut bir nesnenin, insanın zihninde
oluşturduğu faaliyeti de algı diye nitelendirebiliriz. Aynı şekilde,
bir algının oluşmasında beynin rolü vardır, ama algı insanın zihninde oluşur. Bir
ağaca gözlerimizle bakar ve onu görürüz. Ağaç, bu bağlamda somut bir nesnedir.
Ağacı görürüz, ama görme işlemi (yani algılama) gözlerde olmaz, insanın
zihninde gerçekleşir. Tabii ki bu algının gerçekleşmesi için beyinde birçok
işlemden geçmesi gerekir. Aynı şekilde, bu örneksemeyi 5 duyumuza da uyarlayabiliriz.
Bir koku, bir renk zihindeki bir algıdır, somut bir şekilde tanımlanamaz.
Türk
Dil Kurumu Sözlüğüne göre:
- isim Düşünmek
işi; tefekkür:
- isim,
felsefe Duyum ve izlenimlerden, tasarımlardan ayrı olarak aklın
bağımsız ve kendine özgü durumu.
- isim,
felsefe Karşılaştırmalar yapma, ayırma, birleştirme, bağlantıları ve
biçimleri kavrama yetisi.
Düşünme,
bireyin öğrenme sürecinde kazandığı kavramlar, kullandığı imgeler, düşünce ve
hareketle, sözcük ve terimler gibi simgeler aracılığıyla gerçekleştirilen
zihinsel faaliyettir. Düşünme; çıkarsama, akıl yürütme, anımsama, kuşku
duyma, isteme, hissetme, anlama, kavrama gibi bilinçli bir biçimde
gerçekleştirdiğimiz zihinsel faaliyetlerin herhangi
birisidir. Düşünme ayrıca karşılaştırmalar yapar
Düşünme
hem algıya hem belleğe dayalıdır. Algının ve belleğin odağı bakımından bilişsel
ve duyuşsal boyutları vardır. Düşünme, genellikle bir problemle başlayan ve
çözümle sonuçlanan zihinsel bir süreçtir. Bu sürecin de yakınsak ve ıraksak
olmak üzere iki boyutu vardır. Düşünme, insana özgü olduğu varsayılan zihinsel
bir eylem olarak kabul edilebilir ve öğretilebilir bir beceridir. Düşünme,
kendisine bir şeyi konu eder. Bu bakımdan her düşünmenin bir içeriği vardır ve
bu içerik, düşünme eylemi sonunda "düşünce" adı verilen ürüne
dönüşür. Ama, analiz, sentez, bağlantı kurma ve kavram gibi işlemlerden
oluşanlar zihinsel süreçtir.
Temel araçları ve karakteristik özellikleri bakımından
bakıldığında "düşünme", bir şeyi aklından geçirmek, gözünün önüne
getirmek; eldeki bilgileri incelemek, sınıflamak, sıralamak, karşılaştırmak vb.
becerilerden yararlanarak düşünce üretmek; bir şeyle ilgilenmek ya da bir şey
hakkında tasalanmak, kaygılanmak; akletmek, karar vermek, muhakeme etmek,
tefekkür etmek, tasarlamak, farz etmek vb. eylemleri ifade eder.
Türk düşünür, yazar, şair, akademisyen ve çevirmen olarak
tanınan önemli bir entelektüel, Afşar Timuçin “Düşünce Tarihi- Gerçekçi
Düşüncenin Kaynakları-“ kitabın da
ki giriş bölümün de Düşünceyi tarif ederken: “Her
düşünce çabası gerçekliğin bilgisini öngörür. Düşünmek gerçekliğin ortasına
dalmaktır. Gerçekliğin dışında bir gerçeklik olamayacağına göre, bilgi
gerçekliğin bilgisi olacaktır. Her gerçek düşünce çabası konu ve yöntem ikilisi
üzerine temellenir. Konu ve yöntem belirgin değilse
düşünce de belirgin değildir. Düşünce dünyası tehlikelerle doludur. Gerçek
olanla gerçek olmayanı birbirine karıştırma tehlikesi her zaman vardır.
Gerçeklik görünen şey olmaktan çok görünebilen şeydir. Gerçeklik kaba
görünümleriyle aldatıcıdır. O en azından ilk bakışta ya da her bakışta
gördüğümüz şey değildir. Gerçeklikle
bağlantısı olmayan düşünce ya da nesnesi nesnel olmayan düşünce boş düşüncedir.
Gerçekliğe yönelmeyi bilmek gerekir, ona hem olabildiğince yakından hem belli
bir uzaklıktan bakmayı bilmek gerekir”. [14]
Diyor.
“GERÇEKLİK
[İng. reality; Fr. realite; Alm. rea/itaet). 1 En genel anlamı içinde, dış
dünyada
nesnel bir varoluşa sahip olan varlık, var olanların tümü, var olan şeylerin
bütünü; bilinçten, bilen insan zihninden bağımsız olarak var olan her şey”. [15]
TC.
S. Demirel Üniversitesi Teknik Eğitim Fakültesi Elektronik Bilgisayar Eğitimi
Bölümü Bilgisayar Sistemleri Öğretmenliği, ‘Düşünme ve Eleştirel Düşünme’,
Özel öğretim yöntemleri dersi araştırma projesi raporun da “Kant:
"düşünmek yargılamaktır”, İngiliz düşünürü J. Locke ise "bilincin
kendi üstüne dönerek kendi işlemleri hakkında bilgi edinmesi" olarak
açıklardı. Bu tanım iki katlı bir düşünmeyi yani düşünmenin düşünülmesini (Osmanlıca
teemmül, Fr. reflexion) anlatır ve normal düşünme olan (Osm. tefekkür,
Fr. Pensée) dan ayrılır. Bu düşünmeye "iç düşünme " adı da
verilir.
Aristoteles'e
göre düşünme, insanı hayvandan ayıran belirgin bir özniteliktir, usun bağımsız
ve
kendine özgü eylemidir, karşılaştırmalar yapma, ayırma, birleştirme,
bağlantıları ve biçimleri kavrama
yetisidir. Aristo'ya göre doğru düşünmenin kurallarını belirleyen bilim
mantıktır ve Aristoteles mantığında da 3 önemli kural vardır:
1-
Özdeşlik ilkesi: Her kavram kendi
kendisine özdeştir.
2-
Çelişmezlik ilkesi: Birbiri karsısına
konulmuş iki çelişik yargı, aynı zamanda doğru olamaz,
birinin yanlış olması gerekir.
3-
Üçüncünün olmazlığı ilkesi: Birbiri
karsısına konmuş iki çelişik yargı aynı zamanda yanlış
olamaz, birinin doğru olması gerekir. Bu 3 ilkeye bir dördüncü ilke de bazı
mantık bilimciler tarafından eklenmiştir.
4-
Yeterli neden ilkesi: Her yargının
mutlaka yeterli bir nedeni vardır.
John
Milton ‘Kayıp Cennet’ (Paradise Lost) kitabında 10 bin mısrayı aşkın
destanda cennete girme savaşı ve insanın cennetten kovulmasının ve Havva’nın
Doğa ile Diyalogu hikâyesini anlatırken: “Düşüncenin yerinde olan ve
kullanılan bir akıl, her zaman Cehennemi Cennet, Cenneti Cehennem yapabilir.”
Diyor.
Aristoteles’e göre düşünme, insanı
hayvandan ayıran belirgin bir özelliktir. Kişinin bağımsız ve kendine özgü
eylemidir. Karşılaştırmalar yapma, ayırma, birleştirme, bağlantıları ve
biçimleri kavrama yetisidir. Problemi çözmek ve kararları doğru bir şekilde
verebilmek için oldukça önemlidir. Seneca’ya göre, “Düşünmek, yaşamaktır.”
İnsanlar düşünme sürecini; bir sorunu çözmek, belirli amaçları gerçekleştirmek,
bilgi ve olayları anlamlandırmak ve karşılaşılan kişileri daha iyi tanımak için
bilinçli bir şekilde kullanır. Düşünme becerileri temel işlemler, problem
çözme, karar verme, eleştirel düşünme ve yaratıcı düşünme olmak üzere aşamalı
bir biçimde ele alınır. Temel işlemler; neden-sonuç ilişkilerini, benzetmeleri
ve ilişkileri belirleme, sınıflandırma ve nitelikleri belirleme olarak ele
alınır
Düşünmenin insanlara göre oldukça çeşitli biçimleri vardır.
İnce düşünme (hassas düşünmek, kimsenin düşünmeyeceği ayrıntıları düşünmek),
analitik düşünme, matematiksel düşünme, bilimsel düşünme vs. gibi. Ayrıca iyi
düşünmeden ve doğru düşünmeden (olumlu-pozitif düşünme) bahsedilir. İyi
düşünme, düşünme eyleminin titizlikle gerçekleştirildiğini ifade ederken, doğru
düşünme istendiği şekilde düşünmeyi ifade eder. Eğer bir kişiye “iyi düşün” deniyorsa,
“düşünme işlemini titizlikle gerçekleştir,” denmek isteniyordur. Eğer “doğru
düşün” deniyorsa, “düşünmenin bir doğru yolu vardır, o yolu kullan
demek” isteniyordur. Hepimizin işimizi yaparken doğru düşünmeyi yapmalıyız
diye diyebiliriz.
İnsanların an da için de yaptığınız her şey düşünme yöntemleri
tarafından belirlenir. İnsanların hissettiğiniz her şey ‘tüm duyguları’ düşünceleri
tarafından belirlenir. İstedikleri her şey ‘tüm arzuları’ düşünceleri
tarafından belirlenir. İnsanların düşünceniz gerçekçi değilse hayal kırıklıklarına
uğrayabilirler. Kişilerin düşünceleri haddinden fazla kötümserse bu durum kişilerin
keyiflendirmesi gereken pek çok şeyin farkındalığının reddine yol açabilir.
Dr. Richard Paul ve Dr. Linda Elder’in ‘Kritik Düşünce’
kitabında insanların, yaşam kalitelerini artırmanın en iyi yollarının nasıl
olabileceği konusunda ki fikirlerin açıklamasında şunları aktarmakta. “Düşüncenizin farkına
varmadığınız sürece, var olan zayıflığını düzeltme şansına sahip olamazsınız.
Düşünme eylemi bilinç dışı düzeyde ise var olan herhangi bir sorunu
göremezsiniz. Ve sorunu göremezseniz, onu değiştirme motivasyonuna da sahip
olamazsınız çünkü pek az insan, düşünme eyleminin hayatlarındaki güçlü rolünün
farkındadır ve yine çok azı düşüncelerini anlamlı bir şekilde yönetebilir. Çoğu
birey, pek çok yönden düşüncelerinin kurbanıdır; düşüncelerinden yardım almak
yerine onlar yüzünden incinir.” [16]
Felsefe
sadece dâhilerin değil aynı zamanda herkes tarafından dâhi olabileceği düşünülen
eksantrik düşünürleri de muhafaza eder. Yunanlı ve Çinli en eski filozoflar din
ve göreneklerin söylediği köklü açıklamalarla yetinmeyen, mantıklı gerekçeleri
olan cevapların peşindeki düşünürlerdi. Fikirlerini dünyaya sunan bir filozofun
tümden bir kabullenme yerine, "Evet, ama. . ." ya da "Farz
edelim ki. . ." diye başlayan yorumlarla karşılaşması muhtemeldir. Daha fazla tartışmayı veya tartışmaları ateşlemiş, yeni ve
taze düşüncelerin ortaya çıkmasını teşvik etmiştir
Düşünce,
daha sonradan bizi sonuca götürecek bir düşünceler dizisini inşa etmekte
kullanılabilecek ifadelerin gerçeğinin saptanmasına dayanır. Bugün bu bize
apaçık görünebilir ama akılcı bir tartışma inşa etme fikri felsefeyi ilk
filozoflardan önce mevcut olan batıl ve dini açıklamalardan ayırmaktaydı. Bu
düşünürlerin, fikirlerinin geçerliliğinden emin olmak için bir araç
geliştirmeleri gerekiyordu. Onların düşüncelerinden, zaman içinde yavaş yavaş
gelişen bir akıl yürütme tekniği olarak, mantık doğdu. Önceleri sadece bir
tartışmanın tutarlılığının olup olmadığını analiz etmek için yararlı bir gereç
olan mantık kurallar ve düzenler geliştirdi ve çok geçmeden giderek genişleyen
felsefe konularının başka bir dalı olarak kendi başına bir alan haline geldi
Ursula
K. Le Guin ‘in yorumlarıyla, ‘LAO TZU: TAO TE CHING Yol'a ve Yol ‘un Gücüne’
Dair kitabında zihnimiz de ki düşünceleri öğrenmenin yolunu bulmamızı ve bunu
bizim yapmamız sonucunda nelerin olabileceği anlatmakta. "Hepimizin
hayatlarımızı icat etmeyi, yapmayı, hayal etmeyi öğrenmemiz gerekir. Bize bu
becerilerin öğretilmesi gerekir; bunun nasıl yapılacağını gösterecek rehberler
gerekir. Bunu yapmazsak, hayatlarımızı başkaları bizim için yaparlar." [17]
Varlık
olarak insan, var olduğu andan itibaren, içinde bulunduğu çevre ve var oluş
sebebi hakkında düşünmüş ve düşünme eylemini de hala sürdürmektedir.
İnsanoğlunun düşünme özellik sonucunda felsefe, alanlarının sorgulamış olduğu
ilimlerin meydana çıkıp gelişim göstermesi mümkün kılınmıştır. Felsefeden,
kesin ve güvenilir, sadece uzanıp almanızın yeterli olacağı bir bilgiler
bütününü bekliyorsanız, yanılgıya düşmeniz kaçınılmazdır. Felsefe birçok konuda
insana doğru ve açık bir şekilde düşünebilmeyi öğretir.
Herakleitos’un
çağdaşı Elealı Parmenides’ın anlattıklarına bakarsak; sürekli akış sürecinde
olan evren anlayışına mantıksal olarak karşı çıkar. Ona göre asıl yanılgının,
doğaya bakarak varlığı anlamaktır. Doğa, deney dünyası, duyular aracılığıyla
bize sürekli değişim, çokluk içinde görünür. Bu sürekli değişim, çokluk
durumunda bulunan doğaya, deney dünyasına bakarak varlığın ne olduğunu
düşündüğümüzde kaçınılmaz olarak duyular bizi yanıltacak, varlığı kavramamızı
engelleyecektir. Varlığın kendisinin ne olduğu değil, varlığı meydana gelişini
sağlayan doğayı anlamalı ve doğaya uygun olan çözümleri geliştirerek uygulamaya
koymalıyız. Çözümün doğa da olduğunu daima hatırlamayız, diyerek
düşüncelerimizi bu yönde kullanmayı öğrenmemiz gerekliliğini
Martin
Heidegger ‘Düşünmek Nedir? 1951/52 Kış Dönemi Ders Notları’ kitabın da ilk
yazdığı: “Düşünmenin ne demek olduğunu ancak, bizzat kendimiz düşünürsek
anlayabiliriz. Böylesine bir çabanın muvaffakıyeti, düşünmeyi öğrenmek için
hazır olmamızı gerektirir. Düşünmeye muktedir olmak için, öğrenmenin ne
olduğunu öğrenmemiz gerekir. Ne var ki, bu öğrenmeye yanaşmamızla birlikte,
henüz düşünmeye gücü yeterli olamadığımızı da itiraf etmiş oluruz.” [18] 18 Sigmund
Freud, kaygının içgüdü ve dürtülerin bastırılmasının bir sonucu olarak ortaya
çıktığını öne sürer. Kuruluşlar da en kaygı verici olan, yöneticilerin daha
henüz düşünmemeleridir diyebiliriz. “Kaygı uyandıran, zamanımızda en
kaygı verici olan, bizim hala düşünmememizdir. Her kaygı verici olan, kendini
düşünülecek şey olarak sunar. Fakat bu sunuş daima, kaygı verici olan zatı
itibariyle hakkında düşünülmesi gereken şey ise oluşma, olma olarak bulur. O
kendini bize düşünülmesi gereken bir şey olarak sunandır.” [a.g.e]
İnsan
neden ve niçin kaygılanır veya kaygı hissine kapılır? Psikolojinin en önemli
alt dallarından biri olan psikanaliz biliminin kurucusu olan Freud’un söylediği;
bizlere genetik olarak gelen duygu. İnsanların yaşantılarının devamını
sağlamasının önemli duygularındandır. Kaygı duyduğunuz tehlikelere karşı, ’Ne?’
‘Nasıl?’ ‘Nerede? Gibi soruların cevaplarını, düşünerek devamlı doğru cevabı
bulmamız için de düşüncenin düşüncesine bağlıdır.
Kaygı
da nesne belirli değildir. Çoğunlukla gelecekte olabilecekler üzerine
düşünülerek varsayımlar oluşturulur ve bu varsayımlar üzerinden “kaygı” durumu
yaşanır. Kısaca kaygı, kaynağı belirsiz olan korkudur.
Çalışma
yaşamın içinde bu kadar bilgi ve yoğunluk içinde algının seçiciliğini artırarak
ve merak uyandırarak bilinçli soru sorma, araştırma ve paylaşımda bulunmanın
stratejik inceliklerini sistematik olarak vermektedir.
Kritik
düşünme, bilgiyi analiz etme, akıl yürütme ve değerlendirme süreçlerini içeren
bir düşünme biçimidir. Öğretimi, problemlerin tanımlanması ve analiz edilmesi,
öğretim yöntemleri ve sonuçların değerlendirilmesi gibi adımları
içerir. Eğitimde uygulanması, öğrencilerin bilgiyi sorgulamalarını ve
eleştirel bir şekilde düşünmelerini teşvik eder.
Adıyaman
Üniversitesi, Sosyal Bilimler Meslek Yüksek Okulu, Mülkiyet Koruma ve Güvenlik
Bölümü Yrd. Doç. Dr. Mehmet Murat Payam, ‘Düşünme Becerileri: Kritik Düşünme
ve Öğretimi’ isimli makalesinde: “Bilginin büyük bir hızla birikiyor,
değişiyor ve gelişmeler ışığında yeniden oluşturuluyor olması, bilgiyi bilen
değil öğrenmeyi bilen, bilgiye ulaşma ve yenilikler doğrultusunda kritik
düşünme yoluyla bilgiyi yeniden yapılandırma becerisine sahip bireyler
yetiştirmek gerekliliğini ortaya çıkarmıştır. Düşünme, içinde bulunulan durumu
anlayabilmek amacıyla yapılan aktif, amaca yönelik, organize zihinsel bir
süreçtir. Thomson düşünmeyi; anımsama, zihinde arayıp bulma, akıl yürütme,
sorun çözme ve eleştiriye yönelik “zihinsel süreç” olarak tanımlamaktadır.” [19]
Düşünme, farklı biçimlerde
gerçekleşebilir.
“Düşünen
Toplumsal Eğitim” ifadesi, yalnızca bireyin değil, toplumun da düşünsel
dönüşümünü hedefleyen bir eğitim anlayışını çağrıştırıyor. Bu kavram, eleştirel
düşünme, toplumsal farkındalık ve katılımcı yurttaşlık gibi değerleri merkeze
alan bir pedagojik yaklaşımı ima edebilir.
Kavramsal Çerçeve: “Eleştirel Pedagoji”:
Paulo Freire’nin etkisiyle şekillenen bu yaklaşım, eğitimi ezberden kurtarıp
sorgulayıcı ve dönüştürücü hale getirmeyi amaçlar. “Toplumsal Sermaye ve
Eğitim”: Bourdieu’nün “habitus”, “alan” ve “sembolik sermaye” kavramları,
eğitimin toplumsal eşitsizlikleri nasıl yeniden ürettiğini ya da
dönüştürebileceğini açıklar. “Eğitim ve Toplum İlişkisi”: Wilhelm
Dilthey’nin “eğitim, toplumun bir fonksiyonudur” görüşü, eğitimin toplumsal
yapılarla iç içe olduğunu vurgular.
Bu eğitimlerin uygulama alanları ise: “Sivil Toplum Temelli
Eğitim”: STK’lar aracılığıyla yürütülen toplumsal eğitim programları,
özellikle dezavantajlı gruplara ulaşmayı hedefler. “Yetişkin Eğitimi ve
Toplumsal Değişim”: Toplumun değişen ihtiyaçlarına göre şekillenen yetişkin
eğitimi, bireylerin toplumsal katılımını artırır. “Okulda Düşünme Kültürü”:
Öğretmen davranışları, öğrenme ortamları ve kuramlar (örneğin
yapılandırmacılık, hümanizm) eleştirel düşünmenin gelişimini destekler.
Felsefi ve sosyolojik temellerin de Emile
Durkheim Eğitimi toplumsal bütünleşmenin aracı olarak görür. John Dewey:
Eğitimi demokratik yaşamın temeli olarak tanımlar; deneyim ve etkileşim yoluyla
öğrenmeyi savunur. Modern Eleştiriler: Eğitim sistemlerinin mevcut iktidar
ilişkilerini yeniden üretme riski, eleştirel teorilerle sorgulanır.
Düşünen bir toplum oluşturmak için eğitimin
temelinde eleştirel düşünme, problem çözme, analiz ve yaratıcı
düşünme becerilerinin geliştirilmesi yer alır. İşte bu hedeflere ulaşmak
için bazı önemli adımlar:
1.
Eleştirel Düşünme Eğitimi: Çalışanların
bilgiyi sorgulama, analiz etme ve değerlendirme yetenekleri
kazandırılmalıdır. Bu, onların bilgiye karşı eleştirel bir tutum
geliştirmelerine yardımcı olur.
2.
Yaratıcı Düşünme: Çalışanlar bilinen
bilgileri kullanarak yeni fikirler ve çözümler üretmeleri teşvik
edilmelidir. Bu, karşılaştıkları sorunlara farklı perspektiflerden
yaklaşabilmelerini sağlar.
3.
Problem Çözme Becerileri: Çalışanların,
karşılaştıkları problemleri çok yönlü değerlendirme ve çözme yetenekleri
kazandırılmalıdır. Bu, onların karar verme kapasitelerini artırır.
4.
Analitik Düşünme: Bilgiyi parçalama ve
ilişkileri anlama yetenekleri geliştirilmelidir. Bu, çalışanların bilgiyi
daha derinlemesine anlamalarını sağlar.
5.
Sosyal ve Duygusal Öğrenme: Çalışanların
empati, iş birliği ve iletişim becerileri geliştirilmelidir. Bu, onların
toplumsal sorumluluklarını daha iyi anlamalarına yardımcı olur.
Bu adımlar, bireylerin kendi düşüncelerini
oluşturabilme ve ifade edebilme yeteneklerini geliştirir, böylece daha bilinçli
ve yenilikçi bir çalışanların temelleri atılmış olur.
Selçuk Üniversitesinden Metin
Akar. Meta Zihin Yapay Zekâ ve Zihin Felsefesi Dergisinde yayınlanan, Erhan
Demircioğlu’nun 'Makinedeki Hayalet: Zihin Felsefine Giriş' Adlı
Eserinin incelemesin de şunları yazıyor: “Felsefi düşüncenin ortaya çıkmasından
itibaren varlık, bilgi ve değerin doğasına dair birçok kuram ortaya atılmıştır.
Tüm kuramların ortak özelliği, hepsinin bir zihin ürünü olmasıdır.” [20]
Düşüncenin, algılamanın, belleğin, duygunun,
isteğin ve düşlemenin bazı bileşenlerinde görünür olan bilincin
ve zekânın kolektif görünüşlerini kapsar. Zihin bilinç akışı olarak
tanımlanabilir. İnsan beyninin bilinçli süreçlerin tümünü içerir. Ayrıca
bu sözcük kesin içeriklerde hayvanların bilinçli veya insanların
bilinçaltı düşüncelerinin çalışmasını içermek için kullanılır.
"Zihin" mantığın düşünce süreçlerine özellikle değinmek için sıklıkla
kullanılır.
Zihniniz
de ki düşüncenizin farkına varmadığınız sürece, var olan zayıflığınızı düzeltme
şansına sahip olamazsınız. Düşünme eyleminiz bilinç dışı düzeyde ise, var olan
herhangi bir sorunu da göremezsiniz. Genelde çoğu birey, pek çok yönden
düşüncelerinin kurbanı olmaktan da kaçınılmaz olur.
Doç.
Dr. Kamuran Gödelek T.C. Anadolu Üniversitesi (Yayını No: 2337) Açık
Öğretim Fakültesi Yayını (No: 1334) ‘Zihin Felsefesi’ ünitesin de
zihin kavramını için fikri: “Zihin denince akla ilk gelen şey onun fiziksel
olmayan bir şey, daha doğrusu düşünme kapasitesine sahip bir şey olduğudur.
Düşünme kapasitesine sahip olmak, bir zihin sahibi olmak için hem gerekli hem
de yeterli koşuldur, çünkü eğer bir şey varsa bu şey, düşünme kapasitesine
sahipse ya da bilinçli olma kapasitesine sahipse bunun mantıksal sonucu, hiç
değilse bir zihnin var olduğudur.” [21] Şayet bir şey var diyorsak bu şeyin,
düşünme ya da bilinçli olma kapasitesi yoksa olarak kabul ediyor veya diyorsak,
o zaman bu şey bir zihin değildir. Anlamında fikrinin olduğunu açıklıyor.
Zihnin
üç temel kapasiteye sahip olduğu, felsefi bir çerçevede, biliş, duygulanım ve
istenç olarak tanımlanabilir. “Biliş” (bilme)-düşünmek hem içsel
hem de dışsal bilgi kaynaklarını kapsayan, her türlü bilme edimini içerir. “Duygulanım”
(duygular)-hissetmek, bedensel duyumlar, duygular ve hislerin yanı sıra
kişilik özelliklerini de barındırır. “İstenç” (isteme)-arzulamak ise,
öznenin arzularını, güdülerini, kararlarını, niyetlerini ve eylemlerini içeren,
bir eyleyici olarak öznenin davranış özellikleridir. Ancak, zihinsel olguların
bu üç kapasiteyle sınırlı olmadığı ve daha karmaşık bir yapıya sahip olduğu da
vurgulanmalıdır. Örneğin, inanç gibi olguların hangi kapasiteye ait olduğu veya
duygusal bir deneyim olan pişmanlığın, biliş ve duygulanım arasındaki ilişkisi
gibi konular, zihnin basit bir sınıflandırmasının ötesinde düşünülmesi gereken
durumları ortaya koymaktadır.
Düşünce
Kavramı da: “Düşünme tamamen zihinsel bir eylemdir. Düşünme kavramı altında yer
alan eylemler oldukça geniştir. Düşünüp taşınma, umma, karar verme, imgeleme,
hatırlama, merak etme, ölçüp biçme, niyetlenme, inanma, inanmama, derin
düşünme, anlama, çıkarım yapma, öngörme, iç gözlem yapma hep düşünme kavramı
altında yer alan olgulardır.” [a.g.e]
Düşünmenin
büyük oranda dilde, bir dil aracılığıyla gerçekleştiği düşünülür. Bu dil Türkçe
veya kendi ana dilinde gibi konuşulan, günlük bir dil olabildiği gibi mantıksal
formüllerden oluşmuş yapay bir dil de olabilir.
Zihinsel
imgeler, düşünme sürecinde zihnimizde oluşturduğumuz ve algıladığımız
nesnelerin, olayların veya kavramların bilince yansıyan görüntüleridir. Bu
imgeler, zihnimizin içinde canlandırdığı bir tür film gibidir ve düşünme eylemi
sırasında kullanılır. Örneğin, "bayrak" kelimesini duyduğumuzda,
zihnimizde bayrağın bir imgesi belirir. Bu imgeler, düşünceyi somutlaştırmanın
ve soyut kavramları işlemenin bir yoludur. Ayrıca, zihinsel imgeler, bellekte
saklanabilir ve gerektiğinde yeniden canlandırılabilir, bu da onları öğrenme ve
hatırlama süreçlerinde önemli kılar. Zihinsel imgelerle düşünmek, içsel konuşma
yoluyla veya sessizce gerçekleşebilir ve bu, düşünme sürecinin temel bir
parçasıdır.
¾ Düşünme sırasında nesnelerin yerini tutan
semboller kullanılır.
¾ Semboller arası ilişkilerin doğru bir şekilde
kurulmasıyla anlamlandırma yapılır ve düşünme içerikleri bilgi hâline gelir.
¾ Bilgi, en sade biçimiyle düşünme sonucunda
elde edilen bir üründür. Her bilgi bir açıklamadır. Her açıklama, bir şeyin ne
olduğunu söylerken ne olmadığını da söylemeyi içerir.
¾ Düşünmenin sağladığı ayırt edebilme özelliği
insanın bilincini oluşturur. Bilinç, insanın kendisini ve dışındakileri fark
edebilmesidir.
¾ Bireyin bilinci üzerine düşünmesi ve
düşüncelerinde nelerin etkili olduğunu sorgulaması öz bilinç durumudur.
¾ Öz bilinç, sorgulayıcı zihin durumudur. Bilgi
edinmenin yanı sıra bilginin nasıl elde edileceğinin cevabını bulmaya ve tüm
bunların eleştirisini yapmaya çalışır.
¾ Hayal kurma, konuşma, dinleme, okuma ve yazma
gibi durumlar düşünmenin farklı biçimleridir.
¾ Düşünmeyle insan; var olan bilgilerini
birleştirir, onları çözümler ve anlamlı hâle getirir.
¾ İnsanın düşünmeyle ürettiklerine bakıldığında
düşünmenin yoğunluğu, şekli ve yönteminin bu ürünlerin ortaya çıkmasını ve
farklı düşüncelerin oluşmasını sağladığı görülür. Felsefe, bilim, sanat ve
teknoloji bu durumun en iyi örneklerindendir
Düşünme
“neyin düşünüldüğü” ve “ne düşündüğünü düşünme” olarak iki farklı anlamda ele
alınabilir. Düşünülen şeyin doğru ya da yanlış olmasına bağlı olarak, düşünme
de doğru ya da yanlış olabilir. Yani düşündüğüm şey doğruysa düşüncem doğrudur
ve düşündüğüm şey yanlışsa düşüncem de yanlıştır. Düşünmenin zihinsel imgeler
yoluyla da olduğu bilinmektedir.
“Sevgi
olmadan özgürlük olmaz; sevgi olmadan, özgürlük sadece fikirdir. Bu nedenle,
sadece, içsel
bağlılığı anlayan ve ondan kurtulanlar ve böylelikle sevginin ne olduğunu
bilenler için özgürlük söz konusudur.” [22]
Diyen Hindistanlı düşünür,
konuşmacı ve yazar Jiddu Krishnamurti. ‘Zihin ve düşünce üzerine’
kitabın da "Zihin bütünüyle dinginleştiğinde derin sulara değme
olanağı vardır.” [23] ‘Zihin ve Düşünce Üzerine’, koşullu düşünce ve
bütünüyle yaratıcı düşünce gücü arasındaki ayrımı vurgulayarak Krishnamurti
‘nin "Beynin içindeki geniş uzay içinde hayâl bile edilemeyecek bir
enerjin varlığını"[a.g.e] sorguluyor. Bu temel öğretiler ile ancak koşullu
düşünceden kaçarak, gerçek kişisel özgürlüğe ve mutluluğa erişebileceğimizi,
yalnızca bu bireysel değişim yoluyla ilişkilerimizdeki ve toplumumuzdaki
yaşamsal çelişkilerin azaltılabileceğini vurgulamaktadır.
Düşünme, bireyin öğrenme sürecinde kazandığı
kavramlar, kullandığı imgeler, düşünce ve hareketle, sözcük ve terimler gibi
simgeler aracılığıyla gerçekleştirilen zihinsel faaliyettir. Düşünme;
çıkarsama, akıl yürütme, anımsama, kuşku duyma, isteme, hissetme, anlama,
kavrama gibi bilinçli bir biçimde gerçekleştirdiğimiz zihinsel
faaliyetlerin herhangi birisidir. Düşünme ayrıca
karşılaştırmalar yapma, analiz, sentez (Çözümleme. Farklı şeylerin
bileşimleri veya karmaşası sonucu kimyasal, fiziksel, matematik ve dil
biliminde çok farklı anlam veya manaya gelen, nesnel veya nesneler durum), bağlantı
kurma ve kavram gibi işlemlerden oluşan zihinsel süreçtir.
Farabi,
düşünmeyi, insan zihninde gerçekleşen ve çeşitli aşamalardan oluşan psikolojik
bir süreç olarak algılar ve tanımlar. Ona göre, düşünce ile varlık arasındaki
ilişki, suretler yoluyla kurulur. Duyular aracılığıyla algılanan dış dünya
hakkındaki tekil bilgiler, doğru bilginin malzemesini teşkil eder ve bu
bilgiler, derin düşünme ve akıl yürütme yoluyla genel kavramlara ve yargılara
dönüştürülür. Farabi'nin epistemolojisi, nefis ve akıl kavramları üzerine
kuruludur ve bilginin, varlıkla olan bağını mantık yoluyla açıklamaya çalışır.
Bu anlayış, onun eserlerinde ve felsefesinde merkezi bir yer tutar ve İslam
düşünce tarihinde önemli bir yere sahiptir.
Düşünce,
düşünme sonucu ulaşılan, düşünmenin ürünü olan görüş, fikir, dış evrenin,
kişinin zihnine yansıması. Farabi, düşünmeyi bir “iç konuşma” olarak
tanımlamış, bu sebeple gramerin lisanın mantığı, mantığın da düşünmenin grameri
olduğunu ima etmiştir [İḥṣâʾü’l-ʿulûm]. İslam Ansiklopedisin de düşünmek
eylemi “Zihninde bir şey canlandırmak, elde edilen bilgilere zihnî faaliyet
uygulayarak düşünce meydana getirmek, fikretmek; tefekkür etmek, aklından
geçirmek, tasarlamak”; olarak tanımlanmaktadır.
Bazı
diğer sözlüklerde, “Düşünme eylemi, algılar, görüntü ve nesneler -imaj ve obje-,
kavramlar, dil, sembol ve işaretlerle gerçekleşir. Duyuların oluşturduğu
zihinsel izlenimler, onların tanınması, yorumlanması ve birbiriyle
ilişkilendirilmesi süreci, düşünmenin algıyla ilişkili yönüdür. Kimi zaman da
düşünmeyi görüntüler ve nesneler -imajlar
ve objeler- sağlar. Kavramlar ise düşünmeye konu olan
özne, nesne, olay ve olguların ortak özelliklerini temsil eden ana soyutlamalar
olarak değerlendirilebilir. Düşünme, zaman zaman gerçek görüntü ve nesnelerin
yanında onların yerine geçen semboller ve işaretler yoluyla da gerçekleşir.
Dilin içsel konuşma formu ise düşünme olarak değerlendirilebilir.”
Fransız
filozofu René Descartes’in ‘Yöntem Üzerine Konuşma’ isimli kitabında: “Tanrı
doğruyla yanlışı ayırt etmemiz için her birimize bir ışık vermiş olduğundan,
zamanı gelince onları incelemek için kendi yargı gücümü kullanmayı
düşünmeseydim, bir an bile başkalarının görüşleriyle yetinmek zorunda olduğuma
inanmazdım. Başkalarının görüşlerini izleyerek, varsa daha iyilerini bulmak
için, hiçbir fırsatı kaçırmadığıma inanabilseydim, tedirginlikten
kurtulmazdım.” [24] Descartes'ın sisteminin temel önermesi üzerinde
tartışmaların sürüp gittiği bir önermedir. Kitapta özellikle de bu söz,
rasyonalizmin temel taşı olarak kabul edilir. Akılcılık; usçuluk veya rasyonalizm olarak
da adlandırılan, bilginin doğruluğunun duyum ve deneyimle değil, düşüncede ve
zihinde temellendirilebileceğini öne süren felsefi bir görüştür.
Kant:
"düşünmek yargılamaktır", İngiliz düşünürü J. Locke ise
"bilincin kendi üstüne dönerek kendi işlemleri hakkında bilgi
edinmesi" [25] olarak açıkladı
Alman
yazar, filozof, gazeteci ve Alman Edebiyatının ilk önemli eleştirmeni,
Aydınlanma Çağı'nın önde gelen temsilcilerinden, Gotthold Ephraim Lessing, ‘Bilge
Nathan’ kitabının ön sözün de “Kuşku duymak düşünmek, düşünmek de var
olmaktır. Böylece Descartes aklı devreye sokan ünlü önermesini dile
getirmiştir: Düşünüyorum öyleyse varım! (CofJfto, ergo sum!) On sekizinci
yüzyılın özelliği ise aklı egemen kılan aydınlanmacı görüşlerin zirveye
ulaşmasıdır.” [26] Demektedir.
Bu
çağa ışık tutan ‘Etik İlkeler’ (dürüstlük, insan onuruna ve emeğine
saygı, özerklik, adalet, akademik özgürlük, sorumluluk, güven, güvenilirlik,
doğruluk, nesnellik, açıklık, özeleştiri, koruma, çevreye, doğaya ve canlı
hak-larına duyarlılık),
‘Eleştirel Akıl’, ‘sosyal etik’ (Bir kültürün veya bir topluluğun
geneli tarafından paylaşılan ahlaki değerler), (Latince) ‘hümanite’ (insan
doğası, medeniyet, nezaket) ve
hoşgörüdür. Kant'a göre aydınlanma, insanın, kendisinin suçlu olduğu bir reşit
olamama halinden kurtulması, başkasının yönetimi olmadan kendi aklını kullanma
yetisini göstermesidir.
Düşünme;
merak ve yönelmeyle başlar, ancak her düşünme doğruya yönelmez. Düşünmenin
yönelmesi kozmosa ve bilgiye yönelikse doğru bilgiye, eyleme yönelikse doğru
eyleme yönelmedir.
TDK
‘da Merak duygusu, herhangi bir şeyi öğrenmeye yönelik istek olarak
bilinmektedir.
Merak
etmek ise öğrenilmek istenen bir şeyin
bilinmemesi durumunda oluşan ve kişiyi araştırmaya yönelten bir duygu olarak
ifade edilebilir. Bu da merak etmek ne demek olduğunu anlatmaktadır. ‘Neden
merak ederiz?’ dersek, merak, canlıları yeni şeyler öğrenmeye (bilgiye
ulaşmamıza) yönlendiren bir histir. Sadece insanlar değil, pek çok başka
canlı türü de meraklıdır. İnsanlık tarihi boyunca merak ve sorgulama arzusu,
insanları kozmos içinde ki gizemlerini çözmeye ve kendilerinin ne olduğu, nasıl
ve nereden geldiğini anlamaya yönlendirmiştir. Bu anlamlı arayış, felsefi
düşüncenin ortaya çıkmasına ve gelişmesine zemin hazırlamıştır. Felsefi
düşüncenin merak, sorgulama, şüphe etme, eleştirel, tutarlı, sistemli,
evrensel, rasyonel, birikimli ve refleksif (elde edilen bilginin üzerine tekrar
düşünülmesi, eleştirilmesi ve değerlendirilmeye tabi tutulması) olma gibi
özellikleri vardır.
‘Düşünmek
ne demektir?’ sorusunu düşünme üzerine kavram belirlemeyi, tanımlamayı öne
alıp, bir şeyin başka bir şeyle uyumlu veya uygun olma durumunu dikkatlice
genişleterek, cevap verebilmek çok zordur. Aslında düşünce üzerine, ‘derin
düşünmemiz’ gerektiğini bilmeliyiz. Derin düşünme, inançların, önyargılı
fikirlerin ve hâkim görüşlerin ötesinde düşünmek demek. Gerçeğin ortaya
çıkabilmesi için yanlış inançlardan kurtulmak anlamına geliyor. Buna Kant’ın
dediği gibi “Bağımsız” düşünmek de diyebiliriz.
Bağımsız düşünme, bireyin dış etkilerden arınarak kendi iradesi ve bilgisi
doğrultusunda düşüncelerini oluşturması ve kararlarını alması sürecidir. Bu
kavram, özgürlük ve özerklik ile yakından ilişkili ve bireyin kendi
düşüncelerini özgürce ifade edebilmesi, dış baskılardan ve etkilerden bağımsız
olarak düşünebilmesi anlamına gelir. Bağımsız düşünme, aynı zamanda bireyin
bilgiye erişimini ve bu bilgiyi eleştirel bir şekilde değerlendirme yeteneğini
de içerir. Bu süreç, bireyin kendi deneyimlerinden, gözlemlerinden ve
öğreniminden elde ettiği bilgilerle kendi gerçekliğini ve dünya görüşünü
şekillendirmesini sağlar. Bağımsız düşünme, kişisel gelişimin yanı sıra
toplumsal ilerlemenin de temel taşlarından biri olarak kabul edilir ve
demokratik toplumların vazgeçilmez bir unsuru olarak görülür.
Derin düşünme, bireyin düşüncelerinin kalitesini ve derinliğini artırma
sürecidir. Bu süreç, yetersiz ve sığ düşünceleri daha destekleyici ve kapsamlı
düşüncelerle değiştirmeyi içerir. Derin düşünme, sadece düşünme şeklimizi
değiştirmekle kalmaz, aynı zamanda eleştirel düşünme becerilerini geliştirerek,
kanıtlara ve mantıklı akıl yürütmeye dayalı sonuçlar çıkarmamıza olanak tanır.
Bu yetenek, önyargılarımızı veya varsayımlarımızı sorgulamamızı ve daha
bilinçli kararlar almamızı sağlar. Derin düşünme, zihinsel etkinliklerimizi
daha anlamlı ve etkili hale getirerek, bizi daha yaratıcı ve yenilikçi
düşünmeye teşvik eder.
Düşünme de derinlik, ne anlama gelmektedir? Yeni düşünce ve
gerçekleri detaylı olarak incelemek, daha önce var olan bilgilerle
ilişkilendirmek ve fikirler arasında çeşitli bağlar kurmak. Mantıksal cevapları
içeren yapısal anlam ve manalarını, risk analizleriyle nasıl yapılması, neden
sonuç ilişkilerinde oluşabilecek hatalar, yanlışlar ve süreç içinde yanlış
yoldaki zorlukların neler olabileceği, eleştirel düşünceye açık ve çözümleri
ile verebilmelidir.
Eleştirel düşünmenin iç içe geçmiş üç bölümü şu şekilde
açıklayabiliriz: “Düşünmeyi analiz eder”, “düşünmeyi değerlendirir”
ve “düşünmeyi geliştirir”. Düşünmenizi parçalara ayırarak
çözümlemelisiniz. Düşünmeniz de ki zayıf yönleri bularak, her ne güçlü yanları
varsa onları da tanımlamalı ve son olarak, yaratıcı bir şekilde düşünmenizi
yeniden düzenleme yapmalısınız.
Eleştirel düşünceniz de yüksek standartlaşmanın olabilmesi
için; ne zaman geri çekilerek, istediğiniz standartları karşılayacağınızı bilmelisiniz.
Bunu yapabilmenin en pratik yolu da yüksek sesle düşüncelerinin açıkça
konuşmaktan geçmekte olduğunu bilmelisiniz. Yeterli görmediğiniz de farklı
araştırmalar ile bilgilerinizi kuvvetlendirerek, tekrarlamalar ile kuvvetli
sonuca ulaşabilirsiniz. Kendiniz gibi empati yaparak, tekrarlamalar ile
bıkmadan düşüncelerinizi, sonuç düşüncesi olarak ve gözlem ve denetime tabi
tutunuz. Sözcükler ile oluşan kavramların önemseyin, dikkate alın, yanlış
kullandığınız ve yanlış kararlar aldığınız da tekrar geriye dönüp o konu
hakkında düşünerek çözümlemenizi sebep sonuç ilişkisi içinde düşüncelerinizi
uygulamaya koymayı biliyor muzun?
İşimizde ve yaşamımız da ki oluşumuz (olgunlaşmamızın)
niteliğinde, öğrenme, düşüncemizin gelişim ve ustalık alanında, derinlik ne
demektir? Bir sanat ya da disiplin bağlamında derinliğin anlamı nedir? Önemli
olan, bizden ne yapmamızı gerektirmektedir ve derinliği tanımlayan ve
geliştirilmesi ile sonuca ulaşılmasında dikkate alınması gereken, temel
niteliklerden bazıları nelerdir, onları nasıl edinebiliriz?
İnsan
açık bir zihin haline ulaşmalıdır. Peki, nedir bu açık zihin (insanda
anlayış, kavrayış, algılama yetisi) hali? Hiçbir düşünce kalıbına
tutunmamaktır. Daha önceki felsefi, ideolojik, bilimsel, kadim dini düşünce
veya fikirlere sahip ya da aşina da olsa dahil olmaması demektir. Sadece
bilimsel ve rasyonel akıl ile, düşünce derinliğinde oluşturduğunuz fikirlere, akıl erdirme, anlama yeteneğine
ulaşmak, anlayabilmek, onu kavramaya, bir olguya, eriştirmesi, ona ulaşma ve
nasıl uygulamada kullanacağını bilmesidir.
Yeni fikir ve gerçekleri peşinen kabullenmek ve bu bilgileri
birbiriyle ilişkilendirmeden depolamak. Bunları nasıl ve ne şekilde
yapabiliriz?
Murtaza
Korlaelçi ‘Felsefe Dünyası’ Dergisi de ki Prof. Dr. Necati Öner’in Bilgi
Anlayışı yazısında, algılamanın nasıl ve ne olmasını şu şekilde anlatmakta) “Bir
şeyi algılama o şeyden haberdar olma ve anlamadır, bir bakıma o şeyin bilgisine
sahip olmadır. Ancak bu basit bilgi başkalarına aktarılamaz. “Algının asıl
bilgi halini alması, bir kavram içine sokulmasıyla olur.” [27]
Algılama,
felsefede, öznenin dış dünyadan gelen duyusal verileri bilincinde tasarladığı
süreç olarak tanımlanır. Bu süreç, duyular aracılığıyla edinilen ham verilerin,
önceki deneyimler ve anılarla birleştirilerek yorumlanmasını içerir. Felsefi
gelişim bağlamında algılama, Antik Yunan'dan beri insan bilgisinin temeli
olarak görülmüş ve bu konuda çeşitli düşünürler tarafından farklı teoriler öne
sürülmüştür. Örneğin, Empedokles duyuların doğrudan bilgi kaynağı olduğunu
savunurken, Platon duyusal bilginin yanıltıcı olabileceğini ve gerçek bilginin
akıl yoluyla ulaşılabileceğini ileri sürmüştür.
Ankara
Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Felsefe Bölümü, Bilgi Kuramı ders
notların da doğru bilgi açıklamasının tarifini: “Doğru Bilginin Kaynağı
Problemi: Bilginin kaynağı deney (im)dir. à (Empirizm), Bilginin kaynağı akıldır. à(Rasyonalizm), Bilginin kaynağı hem akıl hem deney
(im)dir. Bilginin Kaynağı sezgidir.
Doğru,
kesin ve sağlam bilgiyi ya da hakikati ne deney ne de akıl verebilir. Bu niteliklerdeki
bilgiyi ancak aracısız ve doğrudan bilmeyi içeren sezgi verebilir.
Akıl
ve deney bilgisi dolaylıdır, çünkü son noktada daima dille -terimlerle ve kavramlarla- ifade ve biçim bulur. Kavram ve terimlerin
kapsamı ile sınırlılık ve dolayıma dayalı olmak akıl ve deneyim bilgisini eksik
ve yetersiz bırakır. Sezgi terim ve kavrama ihtiyaç duymaz. Sezgi, aracısız,
doğrudan kavramadır. Buna bağlı olarak, sezgi bireyseldir ve bireyin öznel
yaşantısının dışına aktarılamaz. Diğer bir deyişle, dolayıma sokularak ifade
edilemez.” Diye
açıklamaktadır.
Modern
dönemde ise, algılama üzerine yapılan çalışmalar, psikoloji ve nörobilim
alanlarıyla iç içe geçmiş ve algının sadece duyusal değil, aynı zamanda
bilişsel ve duygusal süreçlerle de ilişkili olduğu anlaşılmıştır. Algılama,
bireyin çevresini anlamlandırma ve ona tepki verme yeteneği olarak da ele
alınabilir. Bu süreç, bireysel farklılıklar, beklentiler, önyargılar ve öğrenme
gibi faktörlerle şekillenir. Felsefenin algılama üzerine yaptığı vurgu, bireyin
dünyayı nasıl deneyimlediğinin ve bu deneyimlerin bilgiye nasıl dönüştüğünün
anlaşılmasında kritik bir rol oynar.
Düşünme,
insan için bilgiye ulaşma ve problem çözme gücü olarak öne çıkar. Düşünmeyi
kullanarak bilgi elde edebilir, karşılaştığımız problemleri çözebilir, merak
ettiğimiz pek çok konuyu anlayabiliriz.
Mantık ya
da eseme, bilginin yapısını inceleyen, doğru ile
yanlış arasındaki akıl yürütmenin ayrımını yapan
disiplindir, doğru düşüncenin aletidir. Önceleri
bir felsefe dalıyken daha sonra kendi başına bir ihtisas alanı
olmuştur. Matematik ve bilgisayar biliminin de parçası
haline gelmiştir. Bir disiplin olarak Aristoteles tarafından
kurulmuştur. Aristoteles ‘den etkilenen Farabi tarafından iki kısımda
kategorize edilmiştir. (Düşünce ve sonuç) İbn-i Sina geçicilik ve içerme
arasındaki ilişkiyi geliştirmiştir. Çağdaş zamanlar da Frege, Russell ve Wittgenstein önemli
katkılar yapmıştır.
Prof.
Dr. A. Kadir Cücen ‘Klâsik Mantık’ kitabında Mantık kelimesini
açıklarken; “Yunanca “logike” ve Arapça “nutk” (nutuk) kelimesinden
gelmektedir. Yunanca “logos” kelimesi, batı dillerindeki mantık kelimesi
“logic”e kaynaklık etmektedir. “Logos” ve “nutk”, akıl, akıl yürütme, yasa
doğru söz, düzen, ilke ve düşünme anlamına gelir. Bu anlamlarıyla mantık hem
düşünmeye -akıl ve akıl yürütmeye- hem de bu düşünmelerin dilsel ifadesine yani
doğru söze ya da konuşmaya karşılık gelir.
1.
Mantık, doğru ve
düzgün düşünme ya da tutarlı düşünmeye karşılık gelen bir düşünme türüne ve
tarzına verilen addır.
2.
Mantık, ikinci
anlamıyla, doğru düşünme tarzını kendisine konu edinen bilime verilen addır.
Başka bir söyleyişle, birinci anlamdaki mantık; mantıklı, doğru, tutarlı ve
düzgün düşünmektir. Bir bilim dalı olarak mantık, doğru ve düzgün düşünme
formlarını inceler. [28]
Farabi’nin
‘Mantığa Başlangıç Risalelerisin de İlimlerin Sınıflandırılması ve Mantık’
bölümünde: “Mantık, insanın, adeta doğuştan sahip olup doğruluğu ve kesinliği
konusunda hiçbir şüpheye düşmediği ‘bütün, parçasından büyüktür’, ‘her üç tek
sayıdır’ gibi (hiçbir deneye dayanmadan ve yalnızca akıl yoluyla elde edilen)
bilgiler dışında; ‘düşünce’ -fikir,
görüş-, ‘ayrıntılarıyla düşünme’, ‘çıkarım’ -kıyas-
ve ‘akıl yürütme’ -çıkarım-
yoluyla derinliğine kavramak, bu yüzden de yanılma ve yanlışa düşme ihtimali
bulunan konularda aklı güçlendiren ve hata yapmasını engelleyici kuralları
veren bir sanattır. İşlevi bakımından ele alındığında mantığın akıl ve düşünüp
taşınmak, mütalaa etmek, meseleyi enine boyuna araştırıp hüküm vermek ile
olan ilişkisini takip etmek ve doğru bir şekilde yapmaya çalışarak, dil
ve sözlerle olan ilişkisine benzer. Diğer yandan mantık ilminin
kuralları, bir bakıma, nesnelerin özelliklerini derinliğine kavrayarak,
duyuların hata yapıp yapmadığını kontrol etmede kullanılan ölçüler ile terazi,
cetvel ve pergel gibi ölçü aletlerine benzer.” [27]
Düşünmeyi Öğrenmede Soru Sormanın Anlamı Nedir?
Kişilere
soru sormak düşünmeyi harekete geçiren bir yöntem olarak kabul edilir.
İnsanların düşünmesi, düşünebilmesi, daha çok soru sorulması gerekliliğini
ortaya koyulması olarak düşünülebilir. İnsanın düşünmesi, bir konu üzerinde
soruların sorulmaya başlandığı andan itibaren zihinde hareketlilik, doğru,
yanlış veya söylenmeyecek cevapların oluşmasını sağlar.
“Eğiticinin
kendisi bizzat düşünceyi uyarıcı sorular üretmek zorundadır. Sorular düşünmeyi ateşleyici
nitelikte olmalıdır. Yüzeysel sorular, yüzeysel anlamaya yol açar ve öğrencinin
düşünmesini engeller. İnsanı bir yere götürmeyen sorular, ölü sorulardır; sonunda
zihni köreltir.” [30] Bülgan Tomaç, 2012 yılında ki ‘Maddeyi tanıyalım
ünitesinin eleştirel düşünme yöntemiyle öğretiminin öğrencilerin üst düzey
düşünme becerilerine etkisi’, Yüksek lisans tezinde, düşünmeyi nasıl
harekete geçirilebileceğini anlatmaya çalışmıştır.
Yüzeysel
sorular, derinlemesine düşünmeyi teşvik etmez ve kişilerin konuyu tam anlamıyla
kavramalarını engeller. İşte bu yüzden derinlemesine ve açık uçlu
sorular sormak çok önemlidir. Bu tür sorular, kişilerin çözümleme
yapmalarını, bağlantılar kurmalarını ve kendi fikirlerini geliştirmelerini insan
sağlar.
Örneğin,
“Bu konuyu nasıl daha iyi anlayabilirim?” veya “Bu bilginin gerçek
hayattaki uygulamaları nelerdir”? gibi sorular, kişilerin daha
derinlemesine düşünmelerine yardımcı olur. Bu tür sorular, sadece bilgiye
ulaşmayı değil, aynı zamanda bilgiyi anlamayı ve kullanmayı da teşvik eder.
Çağımızın en büyük düşünürlerinden. Cambridge
Eflatuncuları’ndan. Cambridge, Londra, Harvard ve Yale üniversitelerinde
matematik felsefesi, geometri, cebir ve felsefe dersleri veren Alfred North
Whitehead: "Genellemeler içinde düşünürüz, fakat ayrıntı içinde yaşarız.” [31] der.
Hayatın gerçekliklerine bakılırsa, katılmamak mümkün değil.
Bizler 'küçük' ya da 'önemsiz' olarak nitelediğimizi ve çok da ciddiye almadığımız
ayrıntılar, aslında yaşadığımız büyük sevinçlerin, büyük acıların kaynağıdır. Fark
edemesek de önemsemediğimiz ayrıntılar, hayatın akışını önemli derecede belirlemekte
olduğunu görebiliriz. Her şey gibi biz de süreçteyiz. Farkında olmasak da süreçte,
süreci yaşarken, birbirinden farklı gerçeklikleri deneyimleyerek geçiririz. Daha
çok genellemeler içinde genellemeleri yaşama çabası içindeyiz. Böyle bir çaba,
hayatın zenginliklerini kaçırmış çok sığ bir hayat sunar. Oysa her şey gibi biz
de süreçteyiz. Süreçte, süreci yaşarken, birbirinden farklı gerçeklikleri
deneyimlemek olduğumuzu bilmeliyiz.
Soru
sormak, düşünmeyi öğrenmenin en önemli araçlarından biridir. İşte bunun
nedenleri:
1.
Merak Uyandırır: Soru sormak, öğrenme
sürecini başlatır ve merakı tetikler. Merak, yeni bilgilerin keşfedilmesini
sağlar.
2.
Bilgiyi Derinleştirir: Sorular, mevcut
bilgiyi sorgulama ve derinlemesine anlama fırsatı sunar. Bu, yüzeysel bilginin
ötesine geçmeyi sağlar.
3.
Eleştirel Düşünmeyi Teşvik Eder: Sorular,
bilgiyi sorgulama ve analiz etme yeteneğini geliştirir. Bu, eleştirel düşünme
becerilerini güçlendirir.
4.
Problem Çözme Becerilerini Geliştirir:
Sorular, problemlere farklı açılardan yaklaşmayı ve yaratıcı çözümler üretmeyi
teşvik eder.
5.
İletişimi Güçlendirir: Sorular, etkili
iletişimi ve karşılıklı anlayışı artırır. Bu, sosyal ve duygusal öğrenmeyi
destekler.
6.
Öz Farkındalığı Artırır: Kendi
düşüncelerini ve inançlarını sorgulamak, bireyin kendini daha iyi tanımasına
yardımcı olur.
Soru
sormak, öğrenme sürecinin aktif bir parçası olmayı sağlar ve bireylerin daha
bilinçli ve eleştirel düşünmelerine katkıda bulunur.
Bilgi Nedir ve Nasıl Öğreniriz?
1.
İsim, İnsan
aklının erebileceği olgu, gerçek ve ilkelerin bütünü, bili, malumat
2.
Öğrenme,
araştırma veya gözlem yolu ile elde edilen gerçek, malumat, vukuf
3.
İnsan zekâsının
çalışması sonucu ortaya çıkan düşünce ürünü, malumat, vukuf
4.
Felsefe, Genel
olarak ve ilk sezi durumunda zihnin kavradığı temel düşünceler
5.
Bilim
6.
Bilişim, Kurallardan
yararlanarak kişinin veriye yönelttiği anlam
Oxford Sözlüğüne göre:
1.
İnsan aklının alabileceği gerçek, olgu ve ilkelerin tümüne verilen ad.
2.
Bir konu ya da iş konusunda öğrenilen ya da öğretilen şeyler.
Bilgi sorusunda “Bilgi nedir? Kaynakları var
mıdır? Varsa, nelerdir? Gerçek bilinebilir mi? Bilginin niteliği nedir? Doğru,
yanlış saçma belirsiz olabilir bilgi, nedir? Bilgi önsel (TDK göre sıfat,
felsefe Hiçbir
denemeye dayanmayan ve akıl yordamıyla bulunup ortaya konan, apriori) mi, yoksa
sonsal (deneyden
çıkan ve deneye bağlı olan (bilgi), aposteriori) mıdır?
Doğruluk değeri nedir? Mutlak -kesin, yüzde
yüz doğru- bilgi var
mıdır?” vb. sorular ele alınıp inceleyelim. Dikkat edilecek husus, doğrulama
yanlılığı ya da teyit yanlılığını, destekleyebilecek karar verilmemesi
gereklidir.
Bilginin çeşitli kaynakları vardır:
1.
Duyu
Algıları: Gözlem ve deneyim yoluyla elde edilen bilgiler.
2.
Akıl
Yürütme: Mantık ve akıl kullanılarak elde edilen bilgiler.
3.
Otorite:
Uzmanlar veya güvenilir kaynaklardan alınan bilgiler.
4.
İlham
ve Sezgi: İçsel farkındalık ve sezgiler yoluyla elde edilen bilgiler.
“Gerçek” Bilinebilir mi? "Gerçek" nedir ve insan zihni
ona ulaşabilir mi? Bu, felsefede
tartışmalı bir konudur. Realistler, gerçekliğin bilinebilir olduğunu
savunurken, İdealizm de ise Gerçek, zihnin bir ürünüdür. Septisizm -şüpheciler- bunun mümkün olmadığını öne
sürerler. Fenomenoloji (düşünsel bir metot ve felsefi bir akım
olarak değerlendiriliyor): felsefeciler, gerçek, öznenin deneyiminde ortaya
çıkar. Demekteler.
Türkiye’de bu soruya verilen yanıtlar genellikle İslam felsefesi, modern
bilim ve eleştirel düşünce ekseninde şekillenmekte.
Günümüzde birçok düşünür, gerçeğin mutlak değil, bağlamsal olduğunu
savunur. Bilimsel bilgi bile sürekli revize edilir; bu da gerçeğin sabit değil,
dinamik bir yapı olduğunu düşündürür.
“Bilim, mutlaklık iddiasında bulunmaz; çünkü mutlaklık tamam demektir,
bilim ise hep devam eder.”
Bilginin Niteliği: Bilgi, doğru, yanlış, saçma veya belirsiz
olabilir. Doğru bilgi, gerçeklikle uyumlu olan bilgidir. Yanlış bilgi,
gerçeklikle çelişir. Saçma bilgi, mantıksal tutarlılığı olmayan
bilgidir. Belirsiz bilgi ise kesinlik taşımayan bilgidir.
Bilgi Önsel (Apriori) mi, Sonsal (Aposteriori) midir?
Önsel Bilgi (Apriori): Deneyimden bağımsız olarak, akıl yoluyla elde edilen
bilgidir. Örneğin, matematiksel doğrular.
Sonsal Bilgi (Aposteriori): Deneyim ve gözlem yoluyla elde
edilen bilgidir. Örneğin, bilimsel bulgular.
Doğruluk Değeri: Bilginin doğruluk değeri, onun gerçeklikle ne kadar uyumlu olduğuna
bağlıdır. Mantıksal ve deneysel doğrulamalarla test edilebilir.
Mutlak Bilgi Var mıdır? Mutlak bilgi, kesin ve yüzde yüz doğru
bilgi anlamına gelir. Bu konuda farklı görüşler var. Bazı filozoflar, mutlak
bilginin mümkün olduğunu savunurken, diğerleri bunun imkânsız olduğunu öne
sürerler.
Bilgi ile öğrenme arasındaki bağlam hem
felsefi hem de pedagojik düzeyde oldukça zengin ve çok katmanlıdır. Kısaca
söylemek gerekirse: “Öğrenme, bilginin edinilme sürecidir”. “Bilgi
ise öğrenmenin hem sonucu hem de tetikleyicisidir”.
Bilgi toplum veya kuruluşlar da kişilerin,
öğrenme sürecine etkin olarak katılan, aslına uygun, doğru, gerçek kaynaklardan
öğrenen ve öğrendiklerini hayatında tatbik eden bireyler olarak
yetiştirilmeleri gerekmektedir. Eğitimlerin ise ezbere dayandığı, yetersiz ve
sadece bilgiyi aktardığı, sorgulamadığı, mantıklı ve kritik düşünen bireyler
yetiştirmekte yetersiz kaldığını herkesçe bilinen bir gerçektir.
TDK sözlüğüne göre öğrenmenin iki anlamı
vardır.
- Belli başlı konular ve olgular hakkında
bilgi sahibi olmak.
- Okuyarak, araştırma ve gözlem yaparak yeni
şeyler keşfetmek ve onları hafıza tutmak.
Psikanaliz
tarihinde yer alan kuramcılar arasında “Düşüncenin Gelişimi” üzerine
yoğunlaşan ilk psikanalist, Wilfred Ruprecht Bion ‘Tereddütlü düşünceler’
kitabın da “Bütün öğrenmenin temelini teşkil eden merak dürtüsünün bozulması
ve merak dürtüsünün dışa vurulmasını sağlayan mekanizmadan bebeğin mahrum
bırakılması normal gelişimi imkânsız hale getirir”. [32]
Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Bilgi
ve Belge Yönetimi Bölümü'nde öğretim üyesi, Doç. Dr. Malik Yılmaz’ın Gazi
Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi Dergisisin de yayınlana ‘Öğrenme ve bilgi
ilişkisi’ makalesinde ki yazısın da “Öğrenme; yeni bilgi ve davranışın
kazanılması ya da var olan davranışların değiştirilmesi sürecidir.
Öğrenme nedir sorusunu yanlış cevaplamak olarak nitelendirilir. Ayrıca
beyin temelli eğitimi açıklamak için 3 kelime kullanılabilir. Bunlar; katılım,
stratejiler ve ilkelerdir. Beyin temelli olarak ifade edilen kavram; beyin
hakkında doğru olan ilkelere dayalı stratejilerin katılımı ve devreye
girmesidir.” [33] Demektedir.
Öğrenme çeşitlerini açıklamak için öncelikle
“refleks” in tanımının ne olduğunu anlamalıyız. Günümüzde refleks, öğrenme
teorisi açısından temel kabul edilmekte ve “sinir sistemi tarafından aracılık
edilen ve uyarıya özgü olarak basit ve otomatik cevap” olarak açıklanmaktadır.
Doğru düşünmenin aracı olarak mantık, aynı
zamanda tutarlı düşünme, sistemli düşünme ve eleştirel düşünmeyi de beraberinde
getirmektedir. Mantık, kural ve ilkelerine uygun düşünme türü olan mantıksal
düşünme bu noktada ortaya çıkmaktadır. Mantıksal düşünme, çeşitli akıl yürütme
ilke ve kuralları ile doğru kararlar vermede, bir problem ile karşılaşıldığında
o probleme eleştirel ve akılcı yaklaşmada etkili olmakta ve sonuçta çözümlemeye
götürmekte olduğunu bilmeliyiz. Bu süreçler de düşüncenin en fazla ihtiyacı da
bilgi olmaktadır.
Bilgi, genellikle geçerliliği veya doğruluğu
varsayılacak şekilde mümkün olan en yüksek kesinlik derecesi ile karakterize
edilen, kişiler veya gruplar için mevcut olan bir dizi gerçek.
İnsan için bu kadar büyük bir önem
taşıyan bilgiyi, genellikle bilen ile bilinen veya özne ile nesne arasındaki
ilişkinin sonucunda ortaya çıkan ürün olarak tanımlanır. İnsan farklı yollarla,
farklı amaçlarlar var olanı tanımlar. Hangi yolla elde edilirse edilsin insan
kazandığı bilgi ile yetinmeyip sürekli bilgi elde etme yolundadır ve var olduğu
sürece bu çaba devam edecektir. İnsan, öğrenmek, bilgi edinmek ve bilim yapmak
için çeşitli kaynaklardan yararlanmış ve yararlanmaktadır.
Max
Karl Ernst Ludwig Planck, Alman fizikçi ve 1918 Nobel Fizik Ödülü sahibi olan,
Planck, Kuantum Kuramı ‘nı geliştirdi ve Termodinamik yasaları üzerine çalıştı.
Kendi adıyla bilinen Planck sabitini ve Planck ışınım yasasını buldu. Max
Planck, bilgi ve bilim için şöyle der; ‘Bir deney, bilimin doğaya sorduğu
bir sorudur. Bir ölçüm ise, doğanın soruya verdiği cevaptır.’
İnsan,
yapısı gereği, şüphe eder, soru sorar, merak eder. İnsan, ilgisini çeken her
şeyi anlamak; zihnine takılan her soruya cevap bulmak, kısaca “bilmek” ister.
İnsanın varlığını sürdürebilmesi, “bilme” sine bağlıdır. “Bilme” de ancak
“bilgi” ile gerçekleşebilir. İnsanın insanlığını gerçekleştirmesi de kültür ve
uygarlık yaratması da ancak bilgi ile mümkün olabilir.
Ankara
Üniversitesi Açık Ders Malzemelerin de Prof. Dr. Hasan Onat, ‘Bilgi, Bilim
ve Bilimsel Yöntem’, ders ünitesinde bilginin tanımı ve türleri bölümünde
bilginin tanımını şu şekilde açıklıyor: “Bilgi, kendi varlığının farkında
olan insanın, kendisini, kendi iç dünyasında ve etrafında olup bitenleri,
evreni anlama ve anlamlandırma çabasının sonucu olarak, bilinçlilik halini
doğuran bilme faaliyetini anlamlı kılan, bilme eyleminin karşılığı olan her
şeydir. Bilgi, en temelde, doğrudan insanın varlık yapısı ile ilgilidir; insan,
yaratılışı gereği, farkına vardığı her şeyi (varlık, olay, olgu, duygu,
düşünce…) anlamak, öğrenme, kaynağına, doğruluğuna inanmak ve imkanlar
ölçüsünde açıklamak ister.”
Bilgi,
genellikle geçerliliği veya doğruluğu varsayılacak şekilde mümkün olan en
yüksek kesinlik derecesi ile karakterize edilen, kişiler veya gruplar için
mevcut olan bir dizi gerçektir. Bu tanım, epistemoloji adı verilen dalın ilgi
alanına girer. Felsefenin temel disiplinlerinden biri olan epistemoloji ya da
bilgi kuramı esas olarak insan bilgisinin doğasını, kaynaklarını, ölçütlerini
sınırlarını, kavramlarını ve bilginin olanaklı olup olmadığını irdeler. Kısaca ''Bilgi
nedir?" sorusunu temele alan bilgi felsefesine, epistemoloji adı da
verilmektedir. Epistemoloji, bilginin doğası, kökenleri ve boyutlarıyla
ilgilenir. Bilgi elde etmek için algılama, akıl yürütme, hatırlama,
alıştırma ve eğitim gibi birçok yöntem vardır. İnsan çok boyutlu bir varlıktır
ve farklı amaçlara yönelik farklı bilgiler edinir. Gündelik bilgi, teknik
bilgi, dini bilgi, sanat bilgisi, bilimsel bilgi ve felsefi bilgi gibi. Farklı
türlerde bilgi mevcuttur:
Gündelik
Bilgi: Sadece duyu organları aracılığıyla
elde edilen bilgidir. Deneyimler, gözlemler ve tecrübeler bu bilginin temelini
oluşturur. Genel geçerliliği yoktur ve subjektiftir.
Teknik
Bilgi: Temel ihtiyaçları karşılamak ve
günlük yaşamı kolaylaştırmak amacıyla araç gereç yapımıyla ilgili bilgidir.
Gündelik bilgiye dayalı ve bilimsel verilere dayalı teknik bilgi olmak üzere
iki türü vardır.
Sanat
Bilgisi: Akıl yerine duyguya, coşkuya ve
sezgiye dayanır. Sanatçının ifade aracı farklıdır ve ses, renk ve maddeyi
kullanır.
Dini
Bilgi: Bir dine inananların koşulsuz kabul
ettiği bilgidir. Eleştirisi yapılamaz ve kesin imanla inanılır.
Bilimsel
Bilgi: Bilimsel yöntem ve akıl yürütmeyle
elde edilen bilgidir. Nedensellik ilkesini kullanarak olguları inceleyerek
hipotezler üretir ve deneylerle test eder.
Felsefi
Bilgi: Felsefe veya düşünbilim; varlık,
bilgi, değerler, gerçek, doğruluk, zihin ve dil gibi konularla ilgili soyut,
genel ve temel problemlere ilişkin yapılan sistematik çalışmalardır. Bilme
arzusu ve merak duygusu sonucunda ortaya çıkan düşünsel süreçleri içeren bilgi
türüdür.
Her
tür bilgi, farklı alanlarda insanların anlayışını, farkındalıklarını
zenginleştirir ve hayatlarının farklı yönlerini yenilikler ile aydınlatır
Bertrand
Russell söylediği bir söz var. “Ne kadar az bilirseniz, onu o kadar şiddetle
savunursunuz.” Bu konu hakkında sizlerin az bildiği, hatta hiçbir
bilginizin olmadığını anlamalısınız.
Senge
“Beşinci Disiplin” kitabın da örgütlerde tek bir kişinin yani tepe
yöneticisinin her şeyi öğrenerek diğerlerine tekrarlar ile öğretmesinin
örgütsel gelişim açısından yeterli olmadığını, aksine tüm örgüt üyelerinin
kapasitelerini sonuna kadar kullanarak örgütün amaçlarına hizmet etmelerini
vurgulamaktadır. “Öğrenen organizasyon meselesinin aslında her birimizle ilgili
olduğunu anlamasıdır. Öğrenen organizasyonlar kurarken varılacak bir hedef ya
da nihai aşama yoktur, sadece hayat boyu sürecek bir yolculuktan söz
edilebilir.” [34]
Avusturyalı
yazar, konuşmacı, danışman, öğretim üyesi ve yönetim bilimci Drucker’ın
sözlerini ise; “örgütlerin bilgiye dayanmak zorunda olduğunu ve bu örgütlerin
öğrenen ve öğreten örgütler olmalarının gerekliliğini ifade etmektedir.”
Küresel rekabet açısından örgütlerin en önemli sermayesi bilgidir. Bilgi
sürekli bir değişim içerisinde yenilenmekte güncellenmekte olduğunu söylerdir.
Bu sorular, filozofların yüzyıllardır tartıştığı ve hala tartışmaya devam
ettiği konulardır.
“Bilgi,
özellikle de ileri düzeyde bilgi, her zaman uzmanlaşmış bilgidir. Tek başına
hiçbir şey üretemez. Ama modern bir ticarî kuruluş, en büyük kuruluşlardan biri
olmasa bile, sayıları altmışa varan farklı bilgi alanını temsil eden yüksek
bilgi düzeyli on bin kadar insanı çalıştırabilir. Yönetim esaslarına göre
yürüyen bir ticarî teşebbüs olmadan, hiçbiri etkili olacak durum da değildir.”
[35]
Buradan
ne anlayabiliriz? Dersek. ‘Zeki olmak’ tek başına çok fayda
sağlayamayacağı, buna bir de ‘akıl’ dediğimiz olguyla yönlendirmeliyiz.
İnsanın
duyumsanabilir veya düşünülebilir olanlara dair sezgi, gözlem veya akıl yürütme
etkinlikleriyle
ulaştığı betimlemeler veya yaptığı belirlemeler ve kuşaktan kuşağa sürdürülen
bu tür aktarımlar (öğrenmeler) ‘bilgi’ olarak ifade edilebilir.
Bilgi kuramı olarak da bilinen bilgi felsefesi öncelikle bilme ve bilgi
fenomeni üzerine odaklanır. Bilgi felsefesinin konusunu daha iyi anlamak için
onun bazı ana problemlerine bakmak gerekir.
‘Ne
bilebilirim?’ sorusu, felsefe ve bilimin en değerli sorularından sayılan,
ayrıca felsefenin bilgi teorisi (epistemoloji) alanında önemli bir yer tutar.
Bu konuyla ilgili bazı temel noktalara batığımızda:
‘Bilginin
Doğası’; Bilgi nedir? Bilgi, doğrulanmış
inançlar mıdır yoksa daha fazlası mı?
‘Bilginin
Kaynağı’; Bilgiyi nasıl elde ederiz?
Duyularımız, akıl yürütme, sezgi veya başka yollarla mı?
‘Bilginin
Sınırları’; Ne kadar bilgiye sahip olabiliriz?
Bilginin sınırları var mıdır?
‘Bilginin
Doğruluğu’; Bir şeyin doğru olduğunu nasıl
bilebiliriz? Doğruluk kriterleri nelerdir? Kaynağı, üzerine düşünmeyi içerir.
Neyi
bilebilirim? Derken, insanın bilgiye olan açlığını ifade eder. İnsanlar merak
eder, öğrenmek ister ve bilgi sahibi olmak istedikleri konuları araştırır.
Bilgi, insanın kendini ve çevresini anlama ve çözme arzusunun bir yansımasıdır.
“Neyi bilebilirim?” sorusu, bilgi ve anlayışın sınırlarını keşfetmek için
harika bir başlangıç noktası olabilir. Bilgelik arayışı gerçekten derin ve
anlamlı bir yolculuk. Bu bağlamda, bilgelik peşinde olmanın birkaç önemli yönü
olabilir:
Kendini
Tanıma: Kendinizi ve sınırlarınızı tanımak,
bilgelik yolunda atılacak ilk adımdır. Kendi güçlü ve zayıf yönlerinizi bilmek,
daha bilinçli kararlar almanıza yardımcı olabilir.
Sürekli
Öğrenme: Bilgelik, sürekli öğrenme ve kendini
geliştirme sürecidir. Kitaplar okumak, yeni beceriler öğrenmek ve farklı bakış
açılarını keşfetmek bu sürecin bir parçasıdır.
Deneyimlerden
Öğrenme: Yaşadığınız deneyimlerden ders
çıkarmak, bilgelik kazanmanın önemli bir yoludur. Hatalarınızdan ve
başarılarınızdan öğrenmek, sizi daha bilge bir insan yapar.
Empati
ve Anlayış: Başkalarını
anlamak ve onlara empati göstermek, bilgelik yolunda önemli bir adımdır. İnsan
ilişkilerinde derin bir anlayış geliştirmek, daha bilgece kararlar almanıza
yardımcı olabilir.
Felsefi
Düşünce: Felsefi sorular sormak ve bu sorular
üzerinde düşünmek, bilgelik arayışında önemli bir rol oynar. “Neyi
bilebilirim?” sorusu, bilgi teorisi ve epistemoloji gibi felsefi alanlarda
derinlemesine düşünmeyi gerektirir.
Ne
yapmalıyım? Derken, insanın eyleme geçme isteğini ifadesi ile, insanların
hayatlarında kararlar alırken, hedefler belirler ve eyleme geçerler. Bu soru,
insanın kendi potansiyelini gerçekleştirmek için ne yapması gerektiğini
sorgulamasını sağlar.
Yapmam
gerekeni yaparsam ne umabilirim? Derken, insanın geleceğe dair
umutlarını ve ummaları, ile yaşarlar. İnsanlar umut eder, hayal kurar ve daha
iyi bir gelecek için umutlarını beslerler. Bu soru, insanın içindeki
iyimserliği ve geleceğe dair beklentilerini yansıtır. Kişiler yapmalarını gerekeni
dikkatlice değerlendirmeli ve olası sonuçları göz önünde bulundurmalıdır. Kanta
göre umut insan rasyonelliğinin zorunlu bir parçasıdır.
Immanuel Kant; kritik üçlemesi ile üç temel meselenin
cevabını arar. Salt Aklın Eleştirisi (1781): ‘Neyi
bilebilirim?’ sorusuna yanıt arar, konusu ‘Bilgi ve doğru’ dur.
Kant, epistemoloji ve metafizik
arasındaki yöntemi inceler. Bilgi ve nesnelerin çözümlemesini yaparak, duyusal
veri ile zihinsel formlar arasındaki ayrımı belirler. A priori (birinci, ilk, öncelikle)
(önsel) formlar, dünya algısını ve benliği şekillendirir. Pratik Aklın Eleştirisi (1788): ‘Ne yapmalıyım?’ sorusuna
yanıt arar, konusu ‘Ahlak ve İyi’ dir. Kant, ahlaki eylemlerin temelini
inceler ve ahlaki yükümlülükleri tartışır. Pratik Aklın Eleştirisi, çok
tartışılan bir sözün, “inanca yer açmak için bilgiyi kırmak zorunda kaldım”
diyen, Kant’ın ikinci eleştirisidir. Yargı Gücünün Eleştirisi (1790): ‘Yapmam
gerekeni yaparsam ne umabilirim’ sorusuna cevap arar, konusu ‘Güzel ve
Yüce’dir. Kant, estetik ve estetik yargıları analiz eder. Bu üç eser, Kant’ın felsefesinin temelini
oluşturur ve insanın ‘bilgi’, ‘ahlak’ ve ‘estetikle’ ilişkisini derinlemesine
inceler.
Ankara
Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi
Bölümü, Siyaset ve Sosyal Bilimler Anabilim Dalı öğretim görevlisi, Prof. Dr.
Filiz Zabcı, Birgün gazetesi web sitesinde ki 09.10.2020 tarihin de
güncellenen 'Neyi bilebilirim' ve 'çöküş senaryoları’ yazsında: “Neyi
bilebilirim bağlamında bir bilgelik peşinde olmak; yani düşünsel açıdan olgun
ve savunulabilir olanı anlayarak bunu pratik hayata aktarmak biricik
hedefimizdir.” Diyor.
Yıllardır
bilim insanlarının ortak bir karar vererek cevap verebilecekleri zorlandığı bir
sorundur. Bu zorluğun nedenleri: Bilim donmuş, dural (statik) bir konu
değil, sürekli ve artan bir hızla gelişen, değişen bir etkinliktir. Bilim
inceleme konusu ve yöntemi yönünden kapsamı ve sınırları kesinlikle belli bir
etkinlik değil, çok yönlü, sınırları yer yer belirsiz, karmaşık bir oluşumdur.
Bilgi
felsefesinin ele aldığı sorulardan biri, "kaç tür bilgi vardır? Sorusunu yanıtlamanın yollarından biri de
insanın etkinlik alanlarına bakmaktır. İnsanın etkinlik alanlarına bakarak
bilgi genellikle üç türe ayrılır: ‘gündelik bilgi, felsefe bilgisi, bilimin
bilgisi.’” [36]
Bilgi,
insanın çevresiyle kurduğu etkileşim ve bu etkileşimden elde ettiği anlam ve
veriler bütünü olarak tanımlanabilir. Felsefe tarihinde bilgi türleri, özne ile
nesne arasındaki ilişki biçimlerine göre çeşitlenir. Genel olarak altı temel
bilgi türü tanımlanır: Gündelik bilgi, kişisel tecrübeler ve gözlemlere dayalı
pratik bilgilerdir; dini bilgi, inanç sistemleri ve kutsal metinlerle
ilişkilendirilen bilgilerdir; teknik bilgi, alet ve gereç yapımı gibi pratik
uygulamalara yönelik bilgidir; sanatsal bilgi, estetik ve yaratıcılıkla ilgili
bilgilerdir. Bilimsel bilgi, deney ve gözlem yoluyla doğrulanabilen ve
genellenebilir bilgilerdir. Felsefi bilgi ise varlık, bilgi ve değerler üzerine
derin düşünce ve sorgulamaya dayalı bilgidir. Her bir bilgi türü, insanın
dünyayı anlama ve yorumlama biçimini yansıtır ve yaşamın farklı alanlarında
kendine özgü bir işlev görür.
Aristo'ya
göre bilim “Bir nesneyi var eden sebebi bilmektir.”
Einstein’a
göre bilim, “her türlü düzenden yoksun duyu verileri (algılar) ile mantıksal
olarak düzenli
düşünme arasında uygunluk sağlama çabasıdır.”
Celal Şengör’de “Bilim herhangi bir konuda varsayımlar üreten
ve bu varsayımları, gözlemle kontrol eden ve yanlışlanabilir bir düşünce
sistemidir.”
Celal Şengör ‘Bilgiyle Sohbet’ kitabın da ise, “Bilgi,
üreme sürecinin temelini oluşturduğu için canlıların ortaya çıkmasıyla birlikte
ortaya çıkmış bir zenginliktir.” [37]
Demekte.
Günümüzde
üretilen ürünün maddesi veya özelliğinde daha ziyade, taşıdığı fikirler ve
bilgi, çok daha fazla önemli bir değer ifade ediyor. Emek, para, kültür,
ekonomi, matematik hep bilginin içine gömülmektedirler.
Sadece
filozof değildi, aynı zamanda bir hukukçu, siyasetçi ve bir ampirist yani
deneyci olduğundan çevremizdeki dünyayı anlamak için deneyin ve deneyimin çok
önemli olduğunu savunucusu olan Francis Bacon, Ünlü İngiliz filozof David
Hume ’un deyişiyle, Francis Bacon dehasının büyüklüğünde ve tutumundaki
incelikli, insancıl nitelikten ötürü her çağda beğeniyle karşılanmıştır.
Bilginin gücünü vurguladığı Denemeler, bilim ve felsefeyi putlaştırılmış
kalıpların baskısından kurtarmak için yazdığı Novum Organum, ideal toplum
düzenini ele aldığı The New Atlantis başlıca eserlerindendir.
Bacon,
modern bilimin gelişmesinde büyük bir etkisi olan önemli bir isimdir. Bilimde
pratik deneylere odaklanılmasına yol açmış ancak kendisi, tüm bilimsel
gelişmeleri yönlendiren yaratıcı atılımların önemini göz ardı etmekle
eleştirilmiştir. “Deneyim, uzak ara en iyi kanıttır.” Bilimsel bilgi kendine dayalıdır. Yeni
yasalar keşfederek ve yeni icatları mümkün kılarak, istikrarlı ve kümülatif
olarak ilerler. İnsanların başka türlü yapılamayacak şeyleri yapmalarına olanak
sağlar.
“İnsan
doğayı anlar ve ona hükmeder. Bunu hem nesnelere hem de zihne bakarak yapar.
Anlamak hükmetmektir. Bilgi güçtür. Bilmek yapmaktır. İnsanın bilgilenmesi,
güçlenmesi demektir, zira cahillik bilgi araştırmasında sonuç alınmasına manidir.
Güç ile eş anlamlı olan bilgiyi elde etmek için doğanın kanunlarına uymak
gerekir. Zira bilginin kendisi güçtür.” [38] Bacon ‘Seçme
Aforizmalar’ kitabında,
bilginin kendisinin bir güç olduğunu söyler.
Bacon ‘Denemeler’
kitabında, “Tarih insanı bilge kılar, şiir iç zenginliği, matematik titizlik,
doğal bilimler derinlik, mantık ile söz söyleme sanatı ise tartışma yeteneği
kazandırır.” [39] diyor.
Bilginin
kaynağını hem akıl hem deney olarak kabul eden Kant, deney alanının ötesinde
kalan bir gerçekliğin bilgisinin bilimsel ve doğru bilgi olamayacağını öne
sürer. Kant’a göre bilen özne, kendisinden bağımsız olarak var olan nesnelerin
bilgisini, ancak kendinde var olan yapı çerçevesinde bilebilir. Bilgimiz,
deneylerimiz ve zihnimizin yapısıyla sınırlıdır. Diğer bir deyişle insan
bilgisi varlıkların bizim tarafımızdan bilinen yönü olan fenomenlerle (algılanabilen
şeylerle) sınırlıdır. Bizim tarafımızdan bilinmeyen numen alanını (Tanrı,
ruh, ölümsüzlük gibi) ise bilemeyiz çünkü numen alanı deneye konu edilemez.
Yani Kant’a göre biz varlıkları olduğu gibi değil, bize göründükleri hâliyle
bilebiliriz.
Filozof,
ekonomist ve tarihçi, “David Hume ‘un "kesin bilginin olanaksızlığı"
önermesini benimsediği ölçüde, kuşkuculuğu da geliştirir. Kuşkuculuk,
"bilginin olabilirliğinin koşullan nelerdir?" sorusunu irdeleyen
Kant'a göre, bazı "bireşimsel yargıların açıklanması" nedeniyle
önseldir (TDK; hiçbir denemeye dayanmayan ve akıl yordamıyla bulunup ortaya
konan; deneyden önce olan ‘apriori’)”. [40]
Demekte.
Doğru
ve gerekli bilginin, istenilen zamanda, yerde elde edilebilmesine, onun
gerektiği şekilde işlenebilmesine ve doğru amaçlar için kullanılabilmesine
bağlıdır.
Avrupa'daki
Roma etkisinin sona ermesi ve Karanlık Çağların ortaya çıkışı hakkında, Orta
Doğu ve Levant’taki Arap genişlemesinin önemini vurgulayan ve ‘Pirenne
Tezi’ olarak bilinen alternatif bir
şeyin doğruluğu, gerçekliği konusunda
inandırıcı belge ortaya koyan, Valon kökenli bir orta çağ tarih
yazarı Belçikalı Henri Pirenne tarafından yazılan, ilk kez
1937'de ölümünden sonra yayınlanan, ‘Hz. Muhammed ve Charlemagne’ ‘Hz. Muhammed ve Şarlman’ akademik bir
kitabın da çevirmen Mehmet Ali Kılıçbay, önsöz kısmında şöyle söyler; “Bilinmelidir
ki “hata” üretmek “doğru” üretmekten daha zor bir iştir, çünkü bir bilginin
yanlışlanabilir olması onun dogmatik olmadığının, eleştiriye açık olduğunun
kanıtıdır. “Doğru” üretilmesi ise, beyinlerin bir koza içine hapsedilmesi
anlamına gelmektedir. Her beynin kendi kozası içine.” [41] demektedir.
Orta
çağ felsefesinden etkilenen düşünceleriyle deneyci yaklaşımın kurucusu olan
John Locke'a göre düşüncede önemli olan us (TDK- Felsefede
us, düşünme yetisidir. Us, bir insanın eylemsel çabası ile ortaya çıkmış
olan bir güç olarak tanımlanır.)
ilkesine bağlanmadır. Locke'un bilgi
kuramının ana kavramı "TDK- düşünce" dir, bilgi tümüyle tasarımdan
oluşur. Locke'a göre tasarımda anlığa dış dünyadan izlenimler sağlayan, dış
dünyayı konu edinen tasarımları üreten duyum (sensation) ve iç duyum
(relection) olan deneysel iki kaynağı vardır. Locke, ‘İnsan anlığı üzerine
bir deneme’ kitabında ‘bilgi’ üzerine düşüncelerini şöyle sıralayabiliriz. “Bilgimiz
düşüncelerimizi aşamaz: Bilgi düşüncelerimiz arasındaki uyuşma ya da
uyuşmamanın algısı olduğuna göre, bundan şu sonucu çıkarabiliriz. Düşüncelerimi
olmadıkça bilgimiz de olmaz. Bilgimiz uyuşma ya da uyuşmamalarını algılamamızı
da aşamaz. Sezgisel bütün düşüncelerimizi ve bu düşünceler üzerine bildiğimiz
her şeyi kapsayan bir sezgisel bilgimiz olamaz.
Tanıtlamalı (deneye dayanılarak da yapılabilir ve doğa bilimlerinde kullanılan
yoldur) bilgimiz de hepsini kapsamaz. Duyusal bilgi öteki ikisinden daha dardır.
Bilgimizin kapsamının yalnızca şeylerin gerçekliğine göre değil
düşüncelerimizin kapsamına göre de daha dar olduğu açıktır. Düşüncelerimizle ilgili
olarak yaptığımız olumlama ya da olumsuzlamalar (Bir
düşünce ya da varlığın kendi kendisiyle özdeş kalmasına engel olan, onu
kendinden başka olmaya çeken yanı olumsuz yanıdır ki onun bu etkisine
olumsuzlama denir.) dört türe
indirgenebilir; özdeşlik, birlikte-varoluş, bağıntı ve gerçek varoluş. Özdeşlik ve başkalık yönünden
düşüncelerimizin uyuşma ya da uyuşmaması üzerine sezgisel bilgimizin kapsamı
düşüncemizin kendilerinin kapsamı kadardır. Nesnelerle ilgili bilgimizin en büyük ve en
önemli bölümü birlikte-var olmadan oluşmakla birlikte, bu yönden bilgimiz çok
dardır. Basit düşüncelerin büyük bölümü
arasındaki bağlantıyı bilemeyiz. Karmaşık nesne düşüncelerimizin kendilerinden
yapıldığı ve nesnelerle ilgili bilgilerimizi en çok kendilerinde kullandığımız
düşünceler, ikincil niteliklerin düşünceleridir ve bunların hepsi (gösterildiği
gibi) o nesnelerin küçük ve duyulmaz bölümlerinin birincil niteliklerinden,
eğer bunlardan değilse bizim kavrayışımızdan daha da uzakta kalan bir şeylerden
doğduğuna göre, bunlardan hangilerinin birbiriyle bir zorunlu birlik ya da
ayrışıklık içinde olduğunu bilemeyiz. İkincil
niteliklerle birincil nitelikler arasındaki bütün bağlantılar bilinemez. Birlikte-varoluşa
karşı-olma üzerine bilgimiz daha geniştir. Güçlerin birlikte-varoluşunun bilgisi de çok
dardır. Tinler (günümüzde bilinçte bulunan yaşantıların ya da
durumların kişinin benliğini oluşturarak kişiye ait olan duyumsal ve etik
özellikler olarak değerlendirilmektedir)
üzerindeki bilgimiz daha da dardır.” [42]
Bir
ülkenin akılcı eğitim sistemi, o ülkenin gelişimi ve büyümesi için hayati öneme
sahiptir. Eğitim, bireylerin bilgi ve becerilerini artırarak, toplumun genel
refahını ve ekonomik kalkınmasını destekler. Gelişmiş ülkelerdeki eğitim
sistemleri, genellikle bireysel yetenekleri ve yaratıcılığı teşvik ederken,
aynı zamanda toplumsal değerleri ve kültürel mirası korumayı hedefler. Bu
sistemler, öğrencilere sadece akademik bilgi sağlamakla kalmaz, aynı zamanda
eleştirel düşünme, problem çözme ve yaşam boyu öğrenme gibi beceriler
kazandırır. Eğitimde yenilikçi yaklaşımlar, teknolojiyi entegre etme, öğretmen
eğitimini güçlendirme ve eğitim materyallerini güncelleme yoluyla sürekli
gelişmelidir. Ayrıca, eğitimde fırsat eşitliği sağlamak, her bireyin
potansiyelini en iyi şekilde kullanabilmesi için önemlidir. Türkiye bağlamında,
uluslararası eğitim programları ve burslar, öğrencilere global bir perspektif
kazandırarak, ülkenin uluslararası alanda rekabet edebilirliğini artırabilir.
Yaşadığımız
21. yüzyılın en önemli gelişimin bilgi olacağı ve bu birlikteliğin oluşması,
ancak sürekli eğitimle sağlanabileceği gerçeğini kabullenmeliyiz. Bunun için,
bilginin her geçerli zaman içinde önem kazanmaktadır. Bilgiyi oluşturabilmek ve
ilk sahiplerinden olabilmek için, sağlam alt yapının oluşmasını sağlayacak,
eğitimli kişilerin çoğunlukta olması gereklidir. Bunun oluşmasını için,
Devletin yıllık planlamalarını yapmış ve uygulamaya koymuş olması gereklidir.
Gelecek 25-50-100 yıl içerisin de ‘Endüstriyel sanayi de çalışanların ne
tip ve ne gibi çeşitliliğe ihtiyaç duyulacağı, bunu nasıl yetiştirmeliyiz’
şeklinde soruların sorulduğunda, yapılması gerekenlerin yapılabilmesi için
öncelikle; geçmişte bu konu da bir politika oluşturulup oluşturulmadığı,
oluşturulmuş ise nasıl bir yetişmiş insan politikası oluşturulduğu ve
sonuçlarının ne olduğunu belirterek, ortaya konulmalıdır.
Eğitim,
genellikle örgün eğitim şeklinde algılanarak (okullarda yapılan öğretme-öğrenme
faaliyetlerini ifade eder). Eğitim, bireylerin bilgi, beceri ve tutumlarını
geliştirmelerine yardımcı olan sistematik bir süreçtir. Bu süreç, bireyin
doğumundan ölümüne kadar devam eden ve yaşam boyu öğrenme ilkesine dayanır.
Eğitimin temel amacı, bireylerin toplumda yerlerini alabilmeleri, kişiliklerini
geliştirebilmeleri ve toplumun kültürel ve sosyal değerlerini öğrenerek, bu
değerlere uyum sağlayabilmeleridir. Eğitim, formal ve informal (eğitimde informal öğrenme, okul dışında,
günlük yaşamda edinilen bilgi ve becerileri ifade eder.) olmak üzere iki ana türe ayrılır. Formal
eğitim, okullar ve eğitim kurumları tarafından verilen, programlı ve planlı
eğitimdir. İnformal eğitim ise, kişilerin günlük yaşantıları sırasında,
sistematik olmayan etkileşimlerden öğrendikleri bilgi ve becerilerdir. Eğitim,
aynı zamanda bireyin toplum içindeki uyumunu ve üretkenliğini artırmayı
hedefler, böylece toplumun kalkınmasına ve gelişmesine katkıda bulunur.
Akıl Nedir? Düşünceden Farkı Nedir?
“Akıl nedir? Aklın kuralları var mıdır? Varsa
nelerdir? Bu kurallar doğuştan mıdır, yoksa sonradan öğrenilme midir? Evrensel
ve genel geçerli midir? Göreceli ve değişken midir? Doğru düşünmenin kuralları
nelerdir? Akıl yürütme yolları var mıdır? Varsa bunlar nelerdir?” vb. soruları inceleyen felsefenin disiplin
alanlarından biridir.
İşte
bu yanıtlar da eğitim sistemini etkiler. Eğer doğuştandır derseniz öğretmen
öğrencinin aklını kullanmasını sağlayacak hedef ve davranışları sınıf ortamına
getirir ve dersi ona göre işler. Yoktur, derseniz bu kez öğrencinin her olgu ve
olaya göre kurallar bulup, o sorunu çözmesi istenir.
TDK
göre, Akıl ‘ın anlamı:
1. Düşünme,
anlama ve kavrama gücü; us:
2. Herhangi
bir konuda salık verilen yol:
3. Bir
şeyi başka bir şeyden ayırt etme gücü:
4.
ruh bilimi ► bellek
Akıl,
insanın düşünme, anlama, kavrama ve yargılama yetisidir. Felsefede, kavram
oluşturma ve bunlara göre hükmetme kapasitesi olarak tanımlanır. Akıl, bilgiyi
işleme, değerlendirme ve karar verme süreçlerinde önemli bir rol oynar.
Aklın
belirli kuralları ve ilkeleri vardır. Bu kurallar, doğru düşünme ve mantıklı
karar verme süreçlerini yönlendirir. Aklın bazı temel kurallar:
Mantık
Kuralları: Akıl yürütme süreçlerinde mantık
kuralları kullanılır. Bu kurallar, tutarlı ve geçerli argümanlar oluşturmayı
sağlar.
Nedensellik: Sebep-sonuç ilişkilerini anlamak ve bu
ilişkiler üzerinden yargılara varmak, aklın temel işlevlerinden biridir.
Tutarlılık: Düşüncelerin ve argümanların içsel
tutarlılığı önemlidir. Çelişkili düşünceler, mantıklı sonuçlara ulaşmayı
engeller.
Akıl
Doğuştan mı, Sonradan mı? Aklın kuralları ve işleyişi hem doğuştan gelen
yetenekler hem de sonradan öğrenilen bilgilerle şekillenir. İnsanlar doğuştan
belirli bilişsel yeteneklere sahip olsalar da eğitim ve deneyimle bu yetenekler
geliştirilir.
Akıl
Evrensel mi, Göreceli mi? Aklın bazı kuralları evrensel olarak kabul edilirken,
bazıları kültürel ve bireysel farklılıklara göre değişebilir. Örneğin, mantık
kuralları genellikle evrenseldir, ancak ahlaki yargılar ve değerler kültürel
olarak farklılık gösterebilir.
Doğru
Düşünmenin bazı temel Kuralları:
-Açık
ve Net Olma: Düşünceler ve argümanlar açık ve net bir şekilde ifade
edilmelidir.
-Kanıtlara
Dayanma: Yargılar ve kararlar, sağlam kanıtlara dayanmalıdır.
-Eleştirel
Düşünme: Bilgiyi sorgulama ve analiz etme yeteneği geliştirilmelidir.
Akıl
Yürütme Yolları Çeşitli Yöntemlerle Yapılabilir:
-Dedüksiyon:
Genel bir kuraldan özel bir sonuca ulaşma.
-Endüksiyon:
Özel gözlemlerden genel bir kural çıkarma.
-Analoji:
Benzer durumlar arasındaki ilişkileri kullanarak sonuç çıkarma.
“Felsefe,
evrenin sonsuzluğunu, dilin sınırlamaları açısından ifade etme çabasıdır.”
sözünü ‘Aklın İşlevi’ kitabında söyleyen, Whitehead aynı kitapta “Akıl,
tarihteki yaratıcı [originative] (özgün, yaratıcı, üretken) unsurun öz disiplinidir. Bu [yaratıcı] unsur,
Aklın faaliyetlerinden ayrı olarak, anarşiktir/düzensizliktir.” [44] diyor.
Süreç
felsefesinin öncüsü olan Alfred North Whitehead’in 1929 yılında Princeton
Üniversitesi’nde verdiği seminerlerin de aklın işlevini yaşam mücadelesinde üç
basamaklı bir merdivende yukarı doğru tırmanmak şeklinde olduğunu anlatır. Bu
da yaşamak, iyi yaşamak, daha iyi yaşamak. Bu tırmanışın olanağı ise,
Whitehead’e göre, Pratik Akyıl’dan özenle ayırdığı ve etkili bir şekilde
kullanılan Spekülatif Akyıl’a dayanıyor. Whitehead bu seminerlerinde hem
filozofları hem bilim insanlarını yöntemlerine fazla güvenmemeleri konusunda
uyarıyor, ‘zira insanlığın başına gelen en büyük felaketlerden bazıları iyi
bir yöntembilime sahip olanların dar kafalılığından kaynaklanmıştır’,
diyebilecek kadar açık sözler ile açıklıyor.
Akıl (Arapça)
ya da Us, felsefede kavram oluşturma ve bunlara göre
hükmetme kapasitesidir. Bugün Batı'da bu kavramı, büyük ölçüde ussal anlayışla yüzleştiren,
ancak algılamadan ayıran Alman filozof Immanuel Kant’ın etkisindedir.
Immanuel Kant'a göre aklın sınırları
şöyle çizilmiştir: "Akıl, fenomenlerin benzerliğinden kurallara varma
yeteneğidir." Başka bir yerde de "Akıl, kösnüllüğü kendi sınırlarını
genişletemeden kısıtlar" demektedir.
İnsan aklı
ve düşünce, birbirine bağlı ancak farklı kavramlardır. İşte aralarındaki temel
farklar:
İnsan Aklı:
o
Kapsamlı
Bir Sistem: İnsan aklı, düşünme, hissetme, algılama, hatırlama ve karar verme
gibi birçok bilişsel süreci içerir.
o
Bilinç
ve Bilinçaltı: Aklımız, bilinçli ve bilinçaltı süreçleri yönetir. Bilinçli
süreçler, farkında olduğumuz düşünceler ve kararları içerirken, bilinçaltı
süreçler otomatik olarak gerçekleşir.
o
Bilişsel
Kapasite: Aklımız, bilgiyi işleme, depolama ve geri çağırma kapasitesine
sahiptir. Bu, öğrenme ve hafıza gibi süreçleri içerir.
Düşünce:
o
Bilişsel
Bir Süreç: Düşünce, aklın bir işlevi olarak ortaya çıkar ve problem çözme,
analiz, planlama gibi zihinsel faaliyetleri kapsar.
o
Fikir
ve Kavramlar: Düşünceler, belirli bir konu veya durum hakkında oluşturduğumuz
fikirler ve kavramlardır.
o
Aktif
ve Pasif: Düşünceler, aktif olarak bir problemi çözmeye çalışırken veya pasif
olarak bir şeyler hayal ederken ortaya çıkabilir.
Özetle, insan aklı, düşünceyi de içeren geniş bir bilişsel
sistemdir. Düşünce ise, bu sistemin bir parçası olarak belirli zihinsel
faaliyetleri ifade eder.
Amerikalı filozof, toplum bilimci ve eğitimci John Dewey
‘Nasıl düşünürüz?’ kitabında Refleksif Düşünce Bir Zincirdir. Diyerek
devam ediyor. “Her yeni düşünce bir önceki düşünceden çıkmalı, sonraki düşünce
ise önceki düşünceye sırtını dayamalı ve ona göndermelidir. Refleksif
düşüncenin birbirini izleyen parçaları birbirinden doğar ve birbirini
destekler, yoksa karmakarışık biçimde doğup rastgele yok olmaz. Bu düşünme
ediminde her aşama, bir şeyden başka bir şeye doğru atılan yeni bir adımdır;
teknik bir deyişle, bu zincirde her aşama düşüncenin yeni bir uğrağıdır.” [45]
Rudolf Eisler'in kapsamlı tanımına
göreyse "Akıl [logos, epistêmê, intellectus,
intelligentia, ratio, entendement, understanding (işaret,
bilgi, anlayış, zekâ, akıl, niyet, anlayış)]
geniş kapsamıyla kösnüllüğün
karşısındaki zekâ olan düşünme gücüdür. Daha dar bir kapsamdaysa akıl, anlayış
karşısında ruhun bir bütün olarak anlama, (doğru) kavrama (soyutlama) hükme
varma kapasitesidir. Kısacası akıl, birbiriyle bağlantı kurarak kıyaslayan,
inceleyen düşünce ve anlama, yani kelimelerin ve kavramların manalarını bilme
yeteneği demektir. Akl-ı selim (bon sense) ise özel bir eğitim almadan normal
insanda doğal olarak mevcut olan, normal, metodik olmaktan uzak ve dolayısıyla
yanlış sonuçlara daha kolay varabilen kavrama ve hüküm verme gücüdür.” [46]
Klasik
mantık, akıl ilkeleri üzerine sistematize edilen iki değerli bir sistemdir.
Mantık ilkeleri
veya zihnin prensipleri olarak da adlandırılan akıl ilkeleri, mantığın kavram,
önerme, akıl
yürütme konularının işlevselliği için olmazsa olmaz, vazgeçilmez
koşullardandır. Kavram
oluşturmak, oluşturulan kavramlar arasında ilişkiler kurabilmek, yani esasında
düşünmek, akıl
ilkeleri ile olanaklıdır. Dolayısıyla kavram oluşturabilmek için bu kadar
önemli olan bu ilkeler,
önerme ve önermeler arası ilişkilerin kurulmasında da gerekli olmaktadır. Zira
kavramlar
önermeleri, önermeler ise akıl yürütmeleri teşkil etmektedir. Kısaca bir şey
beyaz diyebilmek için bu yolların kullanılması gereklidir.
Rene
Descartes, erken dönem çalışmalarından biri olan ‘Aklın Yönetimi İçin
Kurallar’ metninde, çalıştığı tüm bu alanları kapsayabilecek
sistemleştirilmiş bir düşünme biçimi çözümlemesini sunmaya çalıştı. Okuyucu
düşünürken, aklını nasıl kullanması gerektiğine dair bir kurallar manzumesi
verdi. Kişiyi, eğer aklını bu sistemleştirilmiş kurallara uygun kullanmaz ise
yapacağı işte ya da bilimde başarısız olacağı konusunda da uyardı.
Descartes
‘Aklın Yönetimi İçin Kurallar’ kitabın da yalnızca bilgiyi değil, kesin
ve doğru bilgiyi arayan herkesi ömründe en azından bir kez bunu nasıl
bulabileceği üzerine düşünmeye davet ediyor. Karmaşık görünen şeyleri
basitleştirmek, muğlâk olan şeyleri açıklığa kavuşturmak, doğruyu yanlıştan
ayırabilmek ve nihayet bizi kesin ve doğru bilgiye götürebilecek bütün insani
imkânları sonuna kadar kullanabilmek için aklımızı kullanmaktan başka bir
çaremiz olmadığını Descartes apaçık bir şekilde gösteriyor. Yazıldığı 17. yy.
dan bugüne kadar düşünmenin özellikle kendisiyle iştigal eden herkesi kendisine
çeken bu eser, sisli ve süslü kelimelerle bilgi kırıntılarını erişilmez dağlara
dönüştüren ve aklımızı adeta dumura uğratmaya adamış kişilere büyük bir alçakgönüllülük
ve sabırla hak ettikleri cevabı veriyor. Aklın Yönetimi İçin Kurallar açık,
yalın ve sistemli düşüncenin önemini vurgulamasının dışında zihni kapasitemizi
artıracak önemli ipuçları da sunuyor. Descartes ne düşündüğümüz kadar, nasıl
düşündüğümüzün de önemli olduğunu, bize her kuralda yeniden hatırlatıyor.
Descartes, düzenin ve ölçünün genel bilimi olarak “evrensel bilim” projesinden
de söz eder ve bu projeyi yalnızca hesaplanabilen değil, tüm soruların yanıtı
olarak görür. ‘Aklın Yönetimi İçin Kurallar’ kitabında 21 kuralı ve ne
olduğu konusunu da açıkladı.
- “Çalışmaların nihai amacı, aklı, karşısına
çıkan her şey üzerinde sağlam ve doğru yargılara
varacağı şekilde yönetmek olmalıdır.
- Sadece, zihnimizin hakkında kesin ve kuşku
götürmeyen bir bilgiye erişebileceği konularla meşgul
olmamız gerekir.
- İnceleme konumuz hakkında başkalarının
düşündüklerini ya da kendi kuşkularımızı değil, açık ve
seçik görebildiğimiz veya kesin olarak elde edebileceğimizi düşündüğümüz şeyi
araştırmamız
gerekir. Bilime ulaşmanın tek yolu budur.
- Gerçeğin araştırılmasında yöntemin
gerekliliği.
-
Tüm yöntem aklın birtakım gerçeklere varmak için çabasını yönlendirmek zorunda
olduğu
konuların sırasına ve konumuna dayanır. Bunu sürdürebilmek için güçlük içeren
ve muğlak
önermeleri aşamalı olarak daha basite indirgemek, sonra da bunların sezgisinden
hareket ederek
aynı şekilde diğer önermelerin bilgisine varmak gerekir.
- En basit şeyleri üstü kapalı olanlardan
ayırmak ve bu incelemeyi belli bir düzen içerisinde izlemek
için bazı gerçeklerden başka gerçekleri çıkardığımız her konu dizisinde, önce
en basit olanı bulmak
ve tüm diğer konuların bu en basit olandan az çok ya da eşit biçimde nasıl
uzaklaştıklarını anlamak
gerekir.
- Bilimi tamamlamak için amacımıza kesintisiz
ve düzenli bir düşünce hareketiyle bağlı olan tüm
konuları baştan sona incelemek, sonra da yöntemli bir sıralama içinde bunların
dökümünü yapmak
gerekir.
- Eğer aranılan şeyler dizisinde aklımızın
kusursuz bir şekilde anlayamadığı tek bir tanesi bile ortaya
çıkarsa orada durmak, bir sonrakini izlememek, boşuna yapılacak bir çalışmadan
kendini
alıkoymak gerekir.
- Aklın tüm güçleri en basit ve en önemsiz
şeylerin üzerine yöneltilmeli, gerçeği açıkça ve belirgin bir şekilde görme
alışkanlığı yerleşene kadar orada uzun zaman durulmalıdır
- Aklın pratiklik kazanması için, onu
başkalarının önceden keşfettikleri şeyleri yeniden bulmaya
eğitmek ve en sıradan hünerleri, özellikle de bunların oluş düzenini açıklayan
veya tasarlayan
hünerleri, yöntem aracılığıyla gözden geçirmek gerekir.
- Sezgi aracılığıyla bazı önermeleri fark
ettikten sonra, eğer bu önermelerden başka bir önerme
çıkarabiliyorsak, düşüncenin her hareketini onu bir an bile kesintiye
uğratmadan izlemek,
aralarındaki karşılıklı ilişkileri düşünmek ve her seferinde mümkün olan en
fazla sayıdaki ilişkiye
bir defada açık seçik akıl erdirmek yararlıdır; bilimimize daha fazla kesinlik
ve aklımıza daha fazla
uzam bahşetmenin yolu budur.
- Basit önermelere dair net bir sezgiye sahip
olmak, bilinenle arananı uygun bir şekilde kıyaslamak
ve bu şekilde aralarında kıyaslanması gereken konuları bulmak için zekânın,
hayal gücünün,
duyuların ve belleğin tüm kaynaklarından yararlanmak gerekir. İnsan için
donatılan yollardan
hiçbiri tek kelimeyle ihmal edilmemelidir
- Bir sorunun ne olduğunu tam olarak
anladığımız zaman, onu tüm yüzeysel kavramlardan
kurtarmak, en basite indirgemek, sıralama yoluyla mümkün olduğunca bölümlere
ayırmak gerekir.
- Aynı kural cisimlerin gerçek uzamına
uygulanmak zorunda olup, bu uzam yalın şekiller aracılığıyla
hayal gücünde tam olarak temsil edilmelidir; bu şekilde anlayış onu çok daha
açık
seçik kavrayacaktır.
- Aynı şekilde, bu şekilleri çizmek ve onları
dış duyulara sunmak, dikkatimizin sürekli sabitlenmesini
çabuklaştırmaya sıklıkla yardımcı olur.
- Dikkatimizi vermemizi gerektirmeyen konularla
karşılaştığımızda, sonuç çıkarmamız için gerekli
olsalar bile, onları karmaşık şekillerdense çok kısa sembollerle göstermek daha
iyidir. Böylelikle,
bir yanda belleğin kusurlarından kaynaklanan hatalara karşı bu korumalar
oluşur, diğer yanda
başka sonuçlar için hazır beklerken, şeyleri akılda tutmak için çaba gösteren
düşüncenin
dağılmasını engeller.
- Önerilen güçlüğü bilinen ve bilinmeyen
öğelerinin birkaçını soyutlayarak ve doğru bir yöntemle
birbirleriyle karşılıklı bağlarını izleyerek gözden geçirmek gerekir.
- Bunun için sadece dört işleme (toplama,
çıkarma, çarpma ve bölme) ihtiyaç vardır. Gereksiz yere
işleri karıştırmamak adına ve devamında daha kolay bir şekilde
uygulanabilecekleri için son
ikisinin yapılmasına çoğu zaman gerek yoktur.
- Güçlüğü baştan sona aşmak için bilinmeyen
öğelerin bilindiğini varsaydığımız ve iki farklı şekilde
ifade edilen ne kadar büyüklük varsa, bu yöntemle aranmalıdır. Bu yolla iki
eşit şey arasında bir o
kadarı kıyaslamaya sahip oluruz.
- Denklemleri bulduktan sonra, bölme işleminin
olduğu her aşamada, işlemleri çarpma işlemini
kullanmadan tamamlamalıyız.
- Bu türden birçok denklem varsa, onları
sürekli orantılı büyüklükler dizisi içinde, öğelerinin en
küçük sayıda basamakları işgal ettiği, kendisine göre bu öğelerin hazır
bulunmasının zorunlu
olduğu tek bir denkleme indirgemek gerekir.” [47]
John
Milton ‘Kayıp Cennet’ te (Paradise Lost) insanın cennetten kovulmasının
ve Havva’nın Doğa ile Diyalogu hikâyesini anlatımın da “Düşüncenin yerinde
olan ve kullanılan bir akılın”, kullanılması, Spekülatif akıl,
önermeleri tartışır ve inkâr edilemezliklerini savunur. Ancak bu alanda
kesin sonuçlara ulaşmak mümkün değildir. Bu tür düşünce, pratikle
ilgilenmeksizin sadece bilme ve açıklama amacı güden kurgudan yola çıkar.
Metafiziğin doğuşu da bu türden bir spekülatif düşünceye dayanmaktadır.
Kelimenin
kökenine baktığımız da www.etimolojiturkce.com web sitesinde, Spekülatif Kelime
Kökeni: Fransızca spéculation "1. gözetleme,
gözlemleme, fırsat kollama [esk.], 2. fiyat hareketlerinden yararlanmak
amacıyla alıp satma, 3. tahmin ve teori üzerinden akıl yürütme"
sözcüğünden alıntıdır. Fransızca sözcük Latince speculari
"gözetlemek" fiilinden +tion sonekiyle
türetilmiştir. Bu sözcük Latince speculum "gözetleme
yeri, bakanak" sözcüğünden türetilmiştir. Latince sözcük Latince specere,
spect- "bakmak, gözetlemek" fiilinden +ul+ sonekiyle
türetilmiştir. Latince fiil Hintavrupa Anadilinde aynı anlama
gelen yazılı örneği bulunmayan spek- kökünden türetilmiştir.”
Ayrıca, spekülatif kelimesi Türk Dil Kurumu’na göre “kurgusal”
ve “saptırıcı” anlamlarına gelmektedir. Yani, bu terim sadece felsefede değil,
genel anlamda da kullanılmaktadır.
İngiliz
matematikçi, mantıkçı, eğitimci ve filozof Alfred North Whitehead, "Aklın
İşlevi" adlı eserinde, akıl kavramını derinlemesine ele alır.
Whitehead, insan aklının işleyişini ve önemini anlamaya yönelik bir çaba
içindedir. Kitabın da akılın doğası, yetenekleri ve sınırları üzerine
düşünürken, aynı zamanda bilgi, deneyim ve mantık arasındaki ilişkileri de
inceler. Yaşam, organizmalar, işlev, anlık gerçeklik, etkileşim, doğa
düzeniyle ilgili kavramlar etrafında toplanan bir felsefi görüşü
desteklemiştir. Evrim ve kültür
sürecinde Aklın rolünü ve yerini sorguladığı “Aklın İşlevi” kitabında,
Aklın işlevini yaşam mücadelesinde hayatta kalmak, ya da salt yaşamak yeterli
değildir; yaşamak, iyi yaşamak ve daha iyi yaşamak gerekir anlayışını
savunmaktadır. İnsanoğlunun,
tüm işlevleriyle Aklın kendin gerçekleştirmesini engelleyen yaşamın
tekdüzeliğini karşı daha iyinin peşinde olacağı bir serüvenin adıdır. Zira
yaşamın anlamı, 'tekdüzeliğe' karşı yeni mükemmellikler arama anlamında
'serüven ‘dir. Tüm
yönleriyle Aklın işlevlerini yerine getiremediği, yani serüven siz bir insan
tam bir çürüme
içindedir. “Spekülatif Akıl, özünde yöntemle engellenmemiştir. Spekülatif Aklın
işlevi, sınırlı nedenlerin ötesindeki genel nedenlere erişmek; tüm
yöntemleri, ancak her yöntemi aşarak kavranabilecek bir doğada birbiriyle
eşgüdümlü olarak anlamaktır. Aklın işlevi, yaşam sanatını yükseltmektir.” [a.g.e]
“Spekülatif
Akıl, özünde yöntemle engellenmemiştir. Onun işlevi, sınırlı nedenlerin
ötesinde genel nedenlere tesir etmek, sadece bütün yöntemleri aşarak
kavranılacak şeylerin doğasında koordineli olarak bütün yöntemleri anlamaktır.
Bu sonsuz ideal (etik bağlamında, kişinin aktif olarak bir amaç olarak
izlediği ilke veya değerdir), insanoğlunun sınırlı zekasıyla asla elde
edilemez.” [a.g.e]
Bu
sorular, insanın bilgiye, eyleme ve umuda olan doğal ihtiyaçlarını yansıtır.
Her biri insanın düşünce dünyasının derinliklerin de anlamlı ve cevap bulmak
istediği temel sorulardır.
21.
yüzyıl içinde bulunduğumuz dönemde ki “bilgi çağında bilgi, gün geçtikçe ve
bilgiyi elde etmek kadar bilgiyi zihinsel süreçlerden geçirerek irdeleme durumu
da önem teşkil etmektedir. Bilginin baş döndürecek kadar hızlı değişimi ve
günlük hayatta insanların doğru yanlış birçok bilgiye maruz kalması,
kendilerine sunulan iddia ve önermeleri eleştiri süzgecinden geçirmeleri ve
mantıklı kararlar verme zorunluluğunu doğurmuştur. Bu mantıkla, insanların ‘ne’
düşündüklerinden çok, ‘nasıl’ düşündükleri üzerinde önem kazanmıştır. Bu sürece
bağlı olarak da insanların daha mantıklı ve bilinçli düşünebilmelerini
sağlayacak bir kavram olan ‘eleştirel düşünme becerisi’ gündeme gelmiştir.” [48]
Eleştirel
düşünce kişinin ne, neyi, nasıl ve kendi kontrolleri altında
gerçekleştirdikleri her türlü önyargının, basmakalıp fikrin ortaya konup
değerlendirildiği, farklı yönlerinin tartışıldığı, yaratıcı akılcı yürütme
yoluyla karar verirken, sorgulamalı, şüphecilikle, derinlemesine düşünülerek
çeşitli değerlendirmeler, fikirler ve davranışlar elde edilen bir düşünme
şeklidir. Karara varıldığından, sonucunun tahmin edici olabileceği sonucuna
ulaşacağını bilir. Eleştirel düşünme, bireylerin bilgilerin ya da iddiaların
doğruluğunu ve güvenirliğini kanıtladığı, sorguladığı, konular hakkında şüpheci
yaklaşım ile karar verirken farklı kriterlerden yararlandığı, okudukları ya da
duydukları şeyleri kabul etmeden önce delilleri ve kaynakları gözden geçirdiği,
çözümleme, sentez (bireşim) ve değerlendirme gibi üst düzey düşünme
becerilerini kullanıldığı bir süreçtir. Eleştirel düşünme, felsefe, psikoloji
ve eğitim disiplinlerinin kesişim noktasında yer alır ve bağımsız düşünce,
ölçülü kuşku ve gerçeğe yönelik arayışı içerir. Günümüzde, eleştirel düşünme
becerilerinin geliştirilmesi, bireylerin hem kişisel hem de profesyonel
hayatlarında karşılaştıkları zorluklarla başa çıkmalarında anahtar rol oynar.
“Kant ergin olamamanın nedenlerini sıralar ve
insanın ergin olamama durumundan (bağımlı olma durumundan) nasıl
çıkabildiğini anlamaya çalışırken bize anlamaya çalışır. Plan düşündüklerimizi,
düşüncelerin temel aşamalarını ortaya koymalıdır. Plan belirlenirken metindeki
bağlaçlardan yararlanılır, örneğin:
Böylelikle: Bu
biçimde, söylendiği gibi.
Hala, henüz: Bir
yineleme ve tamamlama düşüncesi bildirir.
Gerçekten de: Bir
açıklama, kanıtlama düşüncesi bildirir.
Örneğin: Bir
örnek verilir.
Aynı biçimde, bunun için: Öncekine
bağlı bir sonuç çıkarılır.
Ancak: Bir kısıtlama, düzeltme,
itiraz.
Çünkü: Bir açıklama düşüncesi
kapsar.
Oysa: Bir akıl yürütmenin özel bir
anına gönderir.
Öyleyse: Bir
sonuç, öncekine bağlı olarak bir çıkarsamaya varılır.” [49] İnsanın sorumlusu
olduğu küçüklüğünden çıkmasıdır. Küçüklük başka birinin yol-göstericiliği
olmadan, anlığını kullanma yetersizliğidir. Bu durumun sorumlusu da insanın
kendisinden başkası değildir.
‘Aydınlanma nedir?’ denildiğin de yanıt olarak
Kant, denemesinde şöyle der: “Aydınlanma, insanın kendi suçu ile düşmüş olduğu
bir ergin olmama durumundan kurtulmasıdır. Bu ergin olmayış durumu ise, insanın
kendi aklını bir başkasının kılavuzluğuna başvurmaksızın kullanamayışıdır. İşte
bu ergin olmayışa insan kendi suçu ile düşmüştür; bunun nedenini de aklın
kendisinde değil, fakat aklını başkasının kılavuzluğu ve yardımı olmaksızın
kullanmak kararlılığını ve yürekliliğini gösteremeyen insanda aramalıdır.
‘Aklını kullanma cesaretini göster!’ Sözü şimdi Aydınlanmanın parolası olmaktadır.”
[50] Bilim ve Gelecek dergisi de Afşar
Timuçin-Ali Timuçin- Ender Helvacıoğlu’nun ‘Aydınlanma nedir?’ yazısında,
Kant’ın aydınlanmacılığı hakkında ki düşünceleri için şöyle yazarlar. ‘Kant’ın aydınlanmacılığı siyasal hiçbir yönü
olmayan bir düşünme biçimidir. Kant devrim düşüncesine yabancıdır, hatta
karşıdır.’
Sapere aude (Latince: "Bilmeye cesaret
et!") İlk defa Horatius tarafından kullanılan Latince deyiş.
Horatius'un kullandığı haliyle ‘Dimidium facti qui coepit habet: sapere aude’
yani, "Kendi aklınla düşünmeye cesaret et!" tir.
Immanuel Kant ve Aydınlanma Çağı ile özdeşleşmiştir. Kant “Aydınlanma Nedir?”
adlı denemesinde aydınlanma çağının felsefesini bu deyiş ile özetlemiştir.
Kant kritik üçlemesi ile üç temel meselenin
cevabını arar. Salt Aklın Eleştirisi ‘Neyi bilebilirim?’ sorusuna yanıt
arar, konusu Bilgi ve Doğru’dur. Pratik Aklın Eleştirisi ‘Ne yapmalıyım?’
sorusuna yanıt arar, konusu Ahlak ve İyi’dir. Yargı Gücünün Eleştirisi, ‘Neyi
umabilirim?’ sorusuna cevap arar, konusu Güzel ve Yüce’dir.
Kant'ın önemli özelliği, ele aldığı sorunları
parçalara ayırarak, sorunu bütün yönleriyle, zıtlıkları ile, çelişkileriyle
inceleyip, kendi düşüncelerinin yönlendirdiği en tutarlı sonuca varmak, bunda
da kendine ödev ve en büyük görevi eleştiriye, bilginin doğrulunu yüklemektir.
Yoğun bir çalışma ortamına giren Kant, 1788’de ‘Pratik Usun Eleştirisi’
yapıtında “Bilginin duyarlık, anlık, us gibi temel yetilerin dışında yargılar,
kavramlar, usavurmalar başlıkları altında toplanan üç temel öğesi vardır.
Kant, burada, yargıyı öne almış, kesin bilgiye varmada onun önemini” konusu
üzerinde önemle durmuştur. [51]
John Dewey demokrasiye inanmış bir fikir
adamıdır. Bu bakımdan da öğrenim konusunda tesiri çok büyük olmuştur. Dewey,
bilginin eski alışılmış usullerle “her şeyi bilen” öğretmen tarafından
anlatılmasına karşıydı. Öğrencinin kendi denemeleriyle bilgi edinmesini daha
doğru buluyordu.
Dewey, eğitimin amacını çok yerinde olarak
şöyle dile getiriyor: “Çocuğa düşünmeyi öğretmek; ne düşüneceğini değil.” Şu
nokta üzerinde de dirençle duruyor: “Yaşam gelişmedir, oluştur; gelişme, büyüme
yaşamın kendisidir. Bunu eğitimde ki karşılıklarıyla söyleyecek olursak şöyle
diyebiliriz: 1) Eğitim işinin kendinden başka amacı yoktur, eğitim kendi
kendinin amacıdır; 2) eğitim işi durmaksızın yeniden düzenlenme, kurma, biçim
değiştirmedir.” [52]
Zihin ve
Bilinç, Merak ve Algılama
Zihin TDK göre: Arapça ẕihn
1. isim Canlının duygu ve
davranışlar dışındaki ruhsal süreç ve etkinliklerinin bütünü.
2. isim, ruh bilimi ► bellek
3. isim ► kavrayış
4. isim, mecaz ► kafa.
Bilinç TDK göre
1. isim İnsanın kendisini ve
çevresini tanıma yeteneği; şuur.
2. isim, mecaz Temel bilgi,
temel görüş.
3. isim,
ruh bilimi Algı ve bilgilerin zihinde duru ve aydınlık olarak izlenme
süreci; şuur.
Zihin ve bilinç, düşünme, algılama,
bellek, duygu ve isteğin birleşimlerinden oluşan karmaşık süreçlerdir. Zihin,
beynin bilinçli süreçlerinin tümünü içerir ve düşünce, algı, bellek gibi
bilişsel yetileri kapsar. Bilinç, insan deneyiminin en temel ve gizemli
yönlerinden biri, bizler tarafında da farkındalık, duygu, algı ve bilginin
merkezi olarak kabul edilir. Dikkat, bilincimizin belirli bir şeye yönelmesini
sağlar. Farkındalık, iç ve dış dünyamızı fark etme yeteneğimizdir. Aynı
zamanda, zihinsel süreçlerin farkında olma, düşünme, algılama ve bilinçli bir
şekilde hareket etme yeteneğini ifade eder.
Harvard Üniversitesinde John H. ve Elisabeth
A. Hobbs kürsüsünde Bilişsel Bilimler ve Eğitim Profesörü olan Howard Gardner, ‘Eğitilmemiş
Zihin’ kitabında “Eğitilmemiş zihin, tüm dünyada canlı ve kalıcı
niteliktedir. Gardner ‘a göre 5 tür zihin olduğunu söylemekte. Eğitilmemiş
Zihin, Sentezci Zihin, Yaratıcı Zihin, Saygılı Zihin, Etik Zihin.” [53]
Analitik felsefenin en önemli isimlerinden
olan John Searle’ün, zihin felsefesindeki tartışmaları sistematik biçimde ele
aldığı Zihin, 20. yüzyıldan günümüze uzanan dönemde zihin hakkındaki
kavrayışımız üzerinde etkili olmuş tüm önemli pozisyonları, argümanları ve
düşünce deneylerini aktarmakla kalmıyor; ayrıca bu fikirlerin kökenlerinin
Descartes ve Hume gibi Batı Felsefesindeki başat figürlere nasıl dayandığını da
gösteriyor. Searle’ün amacı, okura zihin felsefesi hakkında kendi başına
düşünebilmesini olanaklı kılacak düşünsel araçları sağlamak. Dolayısıyla kitap,
günümüzde merkezî öneme sahip olduğu kabul edilen zihin kavramı ve etrafındaki
entelektüel iklim hakkında bilgi edinmek isteyen her okur için eşsiz bir kaynak
konumunda.
Linkedin web sitesin, Tomorrow, merkeziyet siz
içerik üretim ve paylaşım platformu da "Disiplinli bir zihin mutluluğa,
disiplinsiz bir zihin ise acıya götürür." Dalai Lama at sözünü gördüm.
cafrande.org. Sitesinde 07/01/2020 tarihinde psikoloji bölümünde
yayınlanan, Jiddu Krishnamurti: Disiplinli bir zihin asla özgür bir zihin
değildir! Yazısın da “Disiplinli bir zihin asla özgür bir zihin değildir; ne de
baskı altındaki bir zihin özgür olmayı isteyebilir. Zihin ancak arzunun tüm
sürecini kavrayarak özgür olabilir. Disiplin her zaman zihni belli bir inanç ya
da düşünce sisteminin çatısı altındaki harekete hapseder, değil mi? Ve böyle
bir zihin asla zeki olma özgürlüğüne sahip değildir. Disiplin otoriteye itaati
getirir. Disiplin, işlevsel beceri talep eden bir toplum yapısı içinde hareket
etmeyi sağlar, ama kendi kapasitesine sahip zekâyı uyandırmaz. Hafıza sayesinde
kapasitesini artırmaktan başka bir şey yapmamış bir zihin bilgisayara benzer;
o her ne kadar şaşırtıcı derecede beceri ve doğrulukla çalışsa da yine de bir
makinedir. Otorite zihni belli bir yönde düşünmeye ikna edebilir. Fakat belli
çizgilerde veya öngörülmüş bir çıkarımla düşünmeye yönlendirilmek hiç de
düşünmek değildir; bu sadece insanın bir makine gibi çalışmasına benzer ki beraberinde
yılgınlığı ve diğer sefaletleri getirir, düşüncesizliği ve hoşnutsuzluğu
körükler.” Diyor. Bize kalan bunun hangisi doğru veya yanlışlığına karar vermek
diyebiliriz.
Metin Akar. Meta Zihin Yapay Zekâ ve Zihin
Felsefesi Dergisinde yayınlanan, Erhan Demircioğlu’nun 'Makinedeki Hayalet:
Zihin Felsefine Giriş' Adlı Eserinin incelemesin de anlatımına devam
ediyor: “Felsefi düşüncenin ortaya çıktığı andan itibaren ‘zihin nedir,’
‘doğası bilinebilir mi,’ ‘bedenle ne türden bir etkileşimi vardır,’ ‘evren
zihin ve madde şeklinde iki ayrı tözden mi oluşmaktadır,’ ‘zihnin bir şey
hakkında olması ne demektir,’ ‘bilinçli veya özbilinçli olmak ne demektir’
türündeki sorular düşünürlerin her devirde zihnini meşgul etmiştir ve etmeye
devam etmektedir.” [a.g.e]
Yıldız Teknik Üniversitesi, Eğitim Fakültesi,
Eğitim Bilimlerinden, Prof. Dr. Vefa Taşdelen ‘nin, ‘Zihin Durumları: Hafıza
ve İdrak’ makalesinde, insanın zihni için şöyle söylemekte: “Toplamak,
korumak ve muhafaza etmek anlamına gelen hafıza, insan zihninin en önemli
özelliklerinden biridir. Bilgilerini, izlenimlerini, deneyimlerini muhafaza
edebilmek, en önemli insani özelliklerden biridir.” [54]
Jean Piaget, çocuk gelişimi alanında
yaptığı çalışmalarla bilinen İsviçreli psikolog, Uluslararası Eğitim Bürosu
Direktörü olarak, 1934'te "yalnızca eğitim, toplumlarımızı olası bir
çöküşten kurtarabilir" diyen Piaget, çocukların eğitimine büyük önem
veriyordu. Bilişsel Gelişim Kuramının yaratıcısı olarak bilinen ve çocuğun
düşünce yapısı yetişkinliğe kadar bir dizi belli aşamalardan geçerek gelişir.
Bu süreçte çocuk sürekli olarak kendi gerçeklik algısını ve şemalarını yaratır.
Her aşamada bilgiyi entegre ederek zihinsel gelişimi sağlar. Gelişim kuramında,
hafızanın aktif hâle gelmesiyle “nesnenin sürekliliği” ortaya çıkar; nesneler
biçimsel olarak hafızada toplanmaya ve korunmaya başlar demektedir.
Piaget’ye göre bütün canlılar iki temel
işleyişi kalıtım ile geçirirler. Bunlar adaptasyon ve düzenleme
kavramlarıdır.
Düzenleme; davranış ve
düşünceleri düzenli bir sistem içine sokarak gruplaştırmak ve organize
etmektir.
Adaptasyon; birbirini
tamamlayan iki süreçten oluşur. Bunlar ise uyma ve özümleme
kavramlarıdır.
Özümleme; yeni bilgi
ve deneyimlere göre şemaların yeniden düzenlenmesi olarak tanımlanır.
Uyma; ise
elde edilen yeni bilgi ve deneyimlerle yeni şemaların oluşması olarak
tanımlanır.
Merak TDK göre: (mera: kı), Arapça merāḳ
1. isim Bir şeyi anlamak veya
öğrenmek için duyulan istek
2. isim Bir şeyi edinme,
yapma, bir şeyle uğraşma isteği
3. isim Düşkünlük, heves
4. isim Kaygı, tasa.
Algılama TDK göre: isim, ruh bilimi
Algılamak işi; idrak, idrak etme
Canlılık tarihini açıklamaya girişen en önemli
olay nedir diye sorsa biri, herhalde pek çok kişi evrim sürecinin keşfidir
diyecektir. Bu keşif nasıl oldu peki? Charles Darwin’in çeşitli türdeki
canlıların değişiminde olanları merak etmesi, farklı olanların bu farklılığının
kaynağını bulmaya çalışarak çabalaması ve ancak sadece merakla sınırlı
kalmadan, araştırma yöntemleriyle merakının peşine düşmesi büyük bir çığır
açıcı olay oldu. Merak, yeni bilgi ve deneyimlere olan ilgi ve öğrenme
isteğidir. İnsanların çevrelerini keşfetme ve anlama arzusu olarak
tanımlanabilir. Bu duygu, öğrenme ve keşfetme süreçlerini tetikler.
Algı, psikoloji ve bilişsel
bilimlerde duyusal bilginin alınması, yorumlanması, seçilmesi ve
düzenlenmesi anlamına gelir. Algı, duyu organlarının fiziksel
uyarılmasıyla oluşan sinir sistemindeki sinyallerden oluşur. Algılama,
çevremizden gelen duyusal bilgileri işleme ve anlamlandırma sürecidir. Bu
süreç, görme, işitme, dokunma, tatma ve koklama gibi duyularımız aracılığıyla
gerçekleşir.
Mantık Nedir?
Mantık, doğru düşünmeyi yanlış düşünmeden
ayıran kurallar sistemidir. Bilginin yapısını, doğru ile yanlış arasındaki
ayrımı ve akıl yürütmenin doğruluğunu araştırır. Mantık, felsefe,
matematik, bilgisayar bilimi gibi birçok alanda kullanılır ve doğru düşüncenin
temelini oluşturur. Örneğin, mantık devreleri bilgisayarların temel çalışma
prensiplerinden biridir.
Mantığın işlevleri ve faydaları:
1.
Doğru Akıl
Yürütme: Mantık, doğru düşünmeyi ve akıl yürütmeyi geliştirir.
2.
Analitik Düşünme:
Hukuk, siyaset, bilim gibi alanlarda analitik düşünme yeteneğini artırır.
3.
Hataları Giderme:
Yanlış düşünceleri tespit edip düzeltmeye yardımcı olur.
4.
Bilgi Çıkarımı:
Bilinen bilgilerden bilinmeyenleri çıkarma yeteneğini geliştirir.
5.
Net ve Anlaşılır
İletişim: Kavramlar ve önermeler arasındaki bağları netleştirerek iletişimi
daha anlaşılır kılar.
Mantık, günlük hayatta karşılaştığımız
yargılarda doğruyu bulmamıza yardımcı olur ve teknolojiden felsefeye kadar
geniş bir yelpazede uygulanır.
Aklın İlkeleri nereden gelmektedir? Aklın
ilkeleri hangi kaynakla insan zihninde yer almaktadır? Onları deney ve gözlem
yoluyla mı elde ediyoruz? Yoksa bu ilkeler tüm insanlarda ortak olmaları
nedeniyle doğuştan gelen ilkeler midir? Eğer doğuştan gelen ilkeler ise nasıl
olur da bazı filozofların dedikleri gibi (Aristoteles, Leibniz) aynı zamanda
varlığın ilkeleri de olmaktadırlar?
Mantık Derneği Yayınlarını tarafından Aralık
2017 yılında İstanbul
Üniversitesinden Yrd. Doç. Dr. Vedat
Kamer tarafından Yayıma Hazırlayanlar ‘VII. Mantık Çalıştayı Kitabın’ da
İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi, Felsefe Bölümü Yrd. Doç. Dr., Özgür Aktok ‘Carnap’ın
Heidegger Eleştirisi Haklı Mıydı? Ontoloji ile Mantık Arasındaki İlişki Üzerine
Düşünceler’ isimli makalesinde, “Felsefe için mantık, kuşkusuz özsel ve
vazgeçilemeyecek bir organon’dur (alet, araç, organ Aristoteles'in 6
ciltlik klasik mantık üzerine olan kitap serisi), ama mantığın da aslında
felsefenin içinden, felsefi bir sorgulamanın bağrından çıkıp geldiğini ve bir
tarihi olduğunu unutmamak gerekir. “Felsefe mi mantıktan önce gelir, mantık mı
felsefeden önce?” gibi bir sorunun kuşkusuz basit ve yüzeysel bir yanıtı
olamaz, ama mantığın felsefenin zorunlu koşulu olduğunu söylemek bir doğruyu
tespit etmekken, aynı zamanda yeterli koşulu da olduğunu söylemek, felsefeyi
bir anlamda mantığa “muhtaç” ve mantığın karşısında “çaresiz” bırakmak,
felsefenin şüpheci, eleştirel ve dogmalardan kaçınan doğasına aykırıdır.” [55]
Mantık her zaman için var olanların üzerine
bir düşünme biçimidir; her mantıksal düşünce, her mantık yasası, “bir şeyin
düşünülmesi” olarak mümkündür ve bu yüzden, varlığı zaten düşünmek, mantık için
mümkün değildir.
Bir kavramın niteliklerinin hepsini
belirtmeye “tanım”, Doğruluğu ispatsız olarak kabul edilen
önermelere “Aksiyom”, Doğruluğu ispatlanması gereken
önermelere “Teorem” denir. Teoremin ispatlanacak
kısmına “hüküm”, verilen kısmına ise “hipotez” adı verilir.
Kültürel Etkiler
Kültür
ise; bir milletin sahip olduğu maddî ve manevî değerlerin bütünüdür. Kültür,
toplumların kendilerine özgü olan ve gelecek nesillere aktardıkları maddi veya
manevi her şeyi ifade eder. İnsanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin
ölçüsünü gösteren bu araçlar, tarihsel ve toplumsal gelişme süreci içinde
yaratılan bütün değerleri kapsar. Kültür, bir toplumun kimliğini, geçmişini ve
geleceğine dair vizyonunu yansıtan yaşayan bir yapıdır.
Genellikle
bilginin kaynağı olarak uygulama benimsenir. Felsefe de ise "bilginin
kaynağı pratiktir" diyen Prof. Dr. Anıl Çeçen ‘Kültür ve Politika’
kitabın da 1996 yıllarında söylediği; “Kültürün tanımlanmasındaki güçlük, günümüzdeki
malzeme ve bilgilerin eksikliğinden çok insan toplumlarım ve uygarlığın
gelişmesinden ileri gelmektedir. Bugün için kültürün ne olduğu, uygarlığın mı
kültürü doğurduğu, yoksa kültürün mü uygarlığı doğurduğu gibi sorular
kesinlikle yanıtlanamamaktadır. Sosyologların kültürü geniş anlamda ele alarak,
"Kültür bir toplumun sanatını, mimarisini, müziğini, dansını, tiyatrosunu
ve yazınını belirtir." demelerine karşın bazı yazarlarda, kültürü daha dar
anlamda ele alarak, insanın beden ve zihninin değişmesiyle beraber; kültürü,
insanların konuşma, düşünme, dinlenme ve yaratma yeteneklerinin gelişmelerini
sağlayan toplumsal kuramların bütünüdür biçiminde açıklamaktadırlar. Kültür
insanların ürettikleri değerlerin bütünü olarak, doğanın karşısında insansal
bir düzen koyar. İnsan eylemsel gücü ile doğayı kendisine göre değiştirebilen tek
yaratıktır. İnsan doğayı üreterek kültürü meydana getirmiştir ve yaşamak için
zorunlu görevlerinin geliştirebileceği yepyeni bir doğa kurmuştur. İnsan
eylemsel çabasıyla ilkel doğadan ayrılarak kültür düzenini kurmuştur”. [56]
The
Percept web sitesin de danışmanlık ve proje yöneticiliği yapmakta olan İrem
Sokullu, Amsterdam’da İş ve Organizasyon Psikoloğu Paulina Linnenbank ile yaptığı
‘Kültürel Çeşitlilik ve Sosyal Gruplar’ isimli röportajda,
Linnenbank: “Ekip üyeleri kültürler hakkında bilgi sahibi olursa daha uyumlu
çalışırlar. Herkes kendi sınırları içinde kalırsa, ekibin ortaya çıkardığı
sonuç mono kültürel bir ekipten daha kötü olur. Sistem ve ekip yönlendirilir,
güçlü yanları üzerinde çalışırlarsa sonunda ortaya çıkardıkları sonuç daha iyi
ve yaratıcı olur.” Diyor.
İş
yerinde kültürel farklılıklar yenilikçilik, rekabette avantajlı, daha iyi
anlaşılır iletişim ve iş birliği gibi birçok alanda olumlu etkiler sağlaması
kaçınılmaz olmuştur. Kuruluş da ki kültürel farklılıkların değerlendirilmesiyle,
bunlardan güç alan bir iş ortamının oluşturması, başarılarını artırmalarına
yardımcı olacaktır. Dolayısı ile çeşitliliği kucaklayan ve kültürel
farklılıklarını bir güç olarak gören kuruluşlar, gelecekteki başarılarını da garantilemek
için önemli bir adım atmış olacaklardır.
Kültürel
farklılıkların, iş birliğine en önemli katkıları nelerdir?
Yaratıcılık
ve İnovasyon: Farklı kültürlerden insanların bir araya
gelmesi, yeni organizasyon sitem ve iş fikirlerin yeniliklerin ortaya çıkmasına
katkıda bulunabilir.
Çeşitlilik
ve Küresel Pazarlara Erişim:
Farklı kültürlere ait insanlar, küresel pazarlara erişimini, farklı müşteri
segmentlerine daha iyi hizmet verebilme potansiyeline sahip olabilirler. Bu da
iş birliği sürecinde rekabet avantajı sağlar.
Çeşitlilik
ve Küresel Pazarlara Erişim:
Farklı kültürlerden gelen çalışanlar,
iş yerinde çeşitlilik ile çalışanların farklılıkları anlama, hoşgörü ve saygı
gösterme becerilerini geliştirebilir. İş yerinde daha iyi bir iş birliği,
iletişim ve takım çalışması ortamı yaratmada etkili olarak, iş birliği, ekibe
olumlu geri dönüşler sağlayacak bir özellik sağlayabilir.
Problem
Çözme Yeteneği: Farklı kültürlerden gelen çalışanlar,
sorunları farklı açılardan değerlendirebilir ve çeşitli çözüm önerileri ortaya
çıkabilir. Kendilerine özgün kültürel bakış açıları, daha kapsamlı ve çeşitli
çözümler üretmeye olanak sahip olabilirler.
Kültürel
Öğrenme ve Anlayış: Birbirlerinden farklı
kültürlere sahip kişiler bir araya geldiğinde birbirlerinin kültürlerini
öğrenme ve anlama fırsatı bulurlar.
Bu da kültürel açıdan zengin bir çalışma ortamı sağlar ve çalışanlar arasında
hoşgörü, empati ve saygıyı artırabilir. Kültürel farkındalık, insanların dünya
görüşlerini genişletir ve aralarında daha iyi bir iletişim oluşmasına zemin
hazırlar.
Kuruluşlar
da kültürel farklılıkların varlığı; çeşitliliği, yaratıcılığı, inovasyonu,
küresel pazarlara erişimi, problem çözme yeteneğini, kültürel öğrenme ve
anlayışı artırabilir. Bu nedenle kuruluşların kültürel çeşitliliği teşvik
etmesi ve çalışanların farklı kültürel perspektiflere saygı duymasını sağlaması
önemli sayılabilir.
Kültürel
çeşitlilik iş yerinde yaratıcılığı hangi yönlerden etkiler? Kültürel
çeşitliliğin iş yerinde yaratıcılığı ve nasıl etkilediğiyle ilgili asıl önemli
noktalar nelerdir diye sorduğumuz da şu konu başlıklarını görebiliriz.
Farklı
Perspektifler: Çeşitli
kültürlere sahip olan insanlar farklı deneyimler, değerler ve bakış açılarıyla
bir araya gelir. Farklı bakış açıları, yenilikçi fikirlerin ortaya çıkmasına
katkıda bulunur. Farklı düşünen tarzlar ve yaklaşımlar, problemlere farklı
çözümler üretenleri bulmada ve yaratıcı düşünce süreçlerini teşvik etmede
önemli bir rol oynayabilir.
Bilgi
Paylaşımı: Farklı
kültürlerden gelen çalışanlar, farklı becerilere ve bilgiler sahiptir. Bu farkındalık,
kuruluşta bilgi paylaşımını ve öğrenme kültürünü teşvik edebilir. Farklı
deneyimlerden gelen çalışanlar, birbirlerinin bilgisinden fayda ve farkındalık
sağlayarak, yeni fikirlerin ortaya çıkmasına ve iş süreçlerinde yenilikçi
yaklaşımlar geliştirebilir.
Yaratıcı
Takım Çalışması: Çeşitli kültürel
geçmişlere sahip olan takımlar farklı bakış açılarına, farklı düşünce
süreçlerine ve çeşitli becerilere sahiptir. Bu, takımların yaratıcı sorun çözme
becerilerini geliştirmesine ve daha yenilikçi sonuçlar üretmesine yardımcı
olabilir. Çeşitli bir ekip, ortak hedeflere ulaşmak için farklı yetenekleri
birleştirebilir ve sinerji yaratır.
Küresel
Pazarlara Uyum: Birbirlerinden
farklı kültürlere sahip kişiler bir araya geldiğinde birbirlerinin
kültürlerini öğrenme ve anlama fırsatı bulurlar Farklı kültürlerden gelen
çalışanlar, çeşitli müşteri çeşitliğine ve pazarlara daha iyi anlayış ve
içgörüyle yaklaşabilir. Bu da ürün ve hizmetlerin küresel düzeyde daha
rekabetçi olmasına ve yenilikçi çözümler sunmasına verimliliğin artmasına
yardımcı olabilir.
Çeşitlilikteki
Zorlukların Üstesinden Gelme:
İletişim ve iş birliği zorlukları,
kültürel çeşitliliğin getireceği olumsuz sonuçlar arasında yer almasına öncülük
edebilir. Fakat bu zorluklar her zaman aşılabilir ve çalışanlar arasındaki
etkileşim ve iş birliği artabilir. Kültürler arası iletişim insanların empati
kurmasını, hoşgörüyü geliştirmesini ve çeşitlilikten kaynaklanan farklılıkları
değerlendirmesini sağlar.
İnovasyon
ve Rekabet Avantajı: Kültürel
çeşitliliğin yaratıcılığı desteklemesi, iş yerinde inovasyonu teşvik edebilir.
İnovasyon, rekabet avantajı elde etmek ve pazarda öne çıkmak için önemli bir
unsurdur. Bir araştırmaya göre, kültürel çeşitliliği olan şirketlerin daha
yenilikçi ve rekabetçi olduğu gözlemlenmiştir.
Problem
Çözme Yeteneği: Kuruluş
çalışmalarında problem çözme yeteneğini artırması da kültürüler çeşitliliğin
getirdiği sonuçlardan birisidir. Farklı kültürel arka planlara sahip
çalışanlar, farklı bilgiler ve becerilere sahip olabilir. Bu da daha çok
kapsamlı ve kesinleşebilecek etkili çözümlerin bulunmasına yol açabilir.
Kültürel
farkındalıklar, kuruluşlarda yaratıcılığı teşvik eden bir dizi faktörü içerir.
Farklı bakış açısı, bilgi paylaşımı, çeşitli takımların yaratıcılığı, küresel
pazarlara uyum ve çeşitlilikteki zorlukların üstesinden gelme iş yerinde
kültürel çeşitliliğin yaratıcı düşünceyi destekleyebileceği farklılar arasındadır.
Kuruluşlarda kültürel farkındalığı artırmak
için hangi yolları belirleyebiliriz?
Kuruluşlarda
kültürel farkındalığı artırmak için; çalışanlara için eğitim programları
düzenleyip bu programları, farklı kültürlerin değerlerini, inançlarını ve
davranışlarını anlamayı hedeflemelidir. Çalışan kişilerin, kendi kültürlerini
paylaşmalarına teşvik edilmesini sağlamak. Kültürel farkındalıkların farklı
kültürlere tanıtımını yapmak. Çalışanlar arasında birbirlerinin kültürlerine
dair anlayışı artırır. Farklı dilleri konuşan çalışanlara iletişimde yardımcı
olacak desteklerin, sağlanmasını gerçekleştirmek. Kuruluştaki oluşan veya
oluşabilecek politikalarında ve değer beyanlarında kültürel çeşitliliğe ve
hoşgörüye vurgu yapılmasını sağlayın. Kuruluşta
farklı kültürel geçmişlere sahip çalışanları bir araya getirerek ’Farkındalık
Kültürel Takımlar’ oluşturun; bu takımlar, farklı bakış açılarını ve
deneyimleri birleştirerek yaratıcılığı ve inovasyonu teşvik eder.
Kuruluşlar
kültürel farkındalıklarıyla beraber, ‘Örgüt Kültürü’ nü de oluşturarak
geliştirmelidir. Örgüt Kültürü kişinin örgütte kendini anlamlandırmasına fırsat
veren ve onun inanış, düşünüş ve davranış biçimini belirleyen normlar ve
değerler bütünüdür. Prof. Dr. Nilay Çabuk Kaya’nın ‘Örgütsel Sosyoloji’ anlatımında
‘Örgüt Kültürün’ nü tarifini şöyle açıklamakta: “Günümüzde
örgütler/kuruluşlar güçlü rekabet koşulları içindeler, rakiplerine karşı daha rekabetçi
olabilmek için, daha fazla verim elde edebilmek, hızlı gelişim ve değişim içine
olmaları gerekmektedir.” “Kuruluşlar, müşteri isteklerine odaklanmış bir
organizasyon yapısı oluşturma, düşük maliyet, hızlı ve kaliteli ürün üretme,
sürekli gelişme, teknolojiye ayak uydurma, denetlenmeye açık, gerekirse kökten
değişme için önceliklerini belirleyerek gelişiminin devamlılığın sürdürebilmesi
ve markalaşma girişimleri içinde olmalılar.” “Şirketin organizasyonu,
kuralları, standartları ve prosedürlerinin tanımlanması ve kişisel bilgiler
yerine kurumsal bilgilerin ve davranışların oluşturulmasıdır. Örgüt kültürü de kuruluşun
faaliyetlerini geliştirmesinde, değişime ve teknolojiye ayak uydurmasında, yapısal
değişim süresinde önemli ve esnek olması gereken bir faktördür.” [57]
Örgüt
kültürü, temel grupsal değerleri ve mesajları kapsar; grup üyelerine
paylaşılmış örgütsel
düşünce ve duyguları sunar. Eylemlere
süreklilik, örgütsel davranışlar da uyum sağlar, böylece örgütsel
iklimin ortaya çıkmasında önemli rol oynar.
Örgüt üyelerine farklı bir kimlik veren ve örgüte bağlanmalarına
yardımcı olan ve örgüt üyeleri tarafından paylaşılan iç değişkeleri
sunmaktadır. Kültür, insan etkileşimini geliştirir, ‘örgütsel kültür’ ü ise,
örgütün sembolik temellerini anlamamıza yardımcı olur.
Örgüt
Kültürünün bir başka sınıflandırılması: ‘Baskın-Alt Kültür’, ‘Güçlü
–Zayıf Kültür’ ve ‘Şebekeleşmiş-Çıkarcı-Toplumcu Kültür’
olarak belirlenebilir.
Örgüt
kültürü dendiğinde anlaşılan ve organizasyon üyeleri tarafından paylaşılan
temel değerler ‘baskın kültürü’ oluşturur.
‘Alt
kültür’ ise
organizasyonun bölümlerinde her bölümün kendi üyeleri arasında geçerli olan değerler
söz konusudur
Örgüt
Kültürün başlıca iki fonksiyonu vardır:
1-İç
bağlılığı kolaylaştırmak için kültür: Organizasyon üyelerine dil, ortak ifade
ve kavramları, kişilerin ve grupların organizasyondaki yerlerini, güç ve
statünün dağılımı, üyeler arası ilişkiler, ödül yaptırım sistemini ve Tüm
organizasyonel olaylara bir anlam veren işletmenin ideolojisini kapsar.
2-Dış
çevreye uyum sağlamada ise kültür: İşletmenin misyonunu ve stratejisini, Organizasyonun
amaçlarını ve bu amaçlara, ulaşmak için izlenecek yolları tanımlar.
İş Sağlığı ve
Güvenliğinde Kuruluş Kültürü ve Güvenlik Kültürü
İş
sağlığı ve güvenliğinde hedef; çalışma hayatında ve toplum genelin de ortak bir
‘Güvenlik Kültürü’ kavramının oluşturulmasıdır. ‘Güvenlik Kültürü’, kurumun
sağlık ve güvenlik programlarının, yeterliliğine, tarzına ve uygulamadaki
süreklilik ve ısrarlılığa, karar veren birey ve grupların, değer, tutum,
yetkinlik ve davranış biçimlerinin bir ürünüdür.
ILO
2003 global strateji Belgesi’nde güvenlik kültürü: Sağlıklı ve güvenli bir
çalışma ortamına sahip olma hakkına herkesin saygı gösterdiği, hak, sorumluluk
ve ödevlerin, önleme ilkelerine öncelik verilerek açıkça tanımlandığı bir
sistem içerisinde devlet, işveren ve işçilerin sağlıklı ve güvenli bir çalışma
ortamı oluşturulmasında, aktif olarak yer aldıkları bir anlayış olduğu
yazmaktadır.
İşletme
veya Kuruluş kültürü ve güvenlik kültürü oluşturulabilmesi için
- İş sağlığı ve güvenliğine bütünsel yaklaşım,
- İşyerinde risk önleme kültürü,
- Güvenlik kültürünün önemi ve günlük yaşamdaki
yeri,
- İSG’nin işletme yönetimindeki yeri,
- Güvenlik kültürünün oluşturulması ve devamının
sağlanması,
- Güvenlik kültürünün oluşturulmasında ulusal
kurum ve kuruluşlara düşen görevler,
- İSG temel prensipleri,
- Sağlıklı ve güvenli yaşam,
- İSG alanında yaşam boyu öğrenme.
Bu söylenen maddelerin genişletilerek
anlamlarının ne demek istediği ve neyin ve nasıl yapılması gerektiğini,
açıklamaları ile çalışanların eğitimlerinin sürekliliğine devam edilmesi
gereklidir.
İş
Sağlığı ve Güvenliğine Bütünsel Yaklaşım: İş Sağlığı ve Güvenliği çok bileşenli
bir bilim dalıdır. Aynı zamanda da birden fazla tarafın bir araya gelmesi ile
ortaya çıkar. Tarafların kimler olduğu iyi bilinmesi (Devlet- İşçi- İşveren- Kuruluş-
Diğer)
İşyerlerinde
Risk Önleme Kültürün de ‘İş Sağlığı ve Güvenliği Yönetimi’, yalnızca üst
yönetimin sorumluluğunda olmayıp, yöneticilerin, firma danışmanlarını ve İş
Sağlığı ve Güvenliği Uzmanları ile tüm çalışanları işin içine olmaları
gereklidir. Organizasyonel öncellikleri belirleyen üst yönetimden, bir kazayı
veya potansiyel tehlikeyi gözlemleyebilecek işçiye kadar, herkesi kapsar ve üstlenmesini
gerektirir. Etkin bir risk yönetimi kültürüne sahip olmak demek, insanların
içinde birlikte çalışabilecekleri ve herhangi bir kayıp olmadan önce potansiyel
problemleri tanıyabilecekleri ve bunları ortadan kaldırabilecekleri proaktif
bir yaklaşıma sahip olmalarını gerektirir. Etkin bir “İş Sağlığı ve Güvenliği
Risk Yönetim Kültürü” için herkesin buna aynı veya benzer gerekçelereler ile inanması
gerekir. İş emniyeti önceliği hakkında yönetimden gelen istikrar sinyalleri,
tehlikelerin ve risklerin kontrol edilmesi ve tanınması için önemlidir. Uygun
bir “İş Emniyeti Kültürü” nü başarmak için bir organizasyonun risklere karşı
sahip olacağı genel davranış biçiminin büyük önemi vardır.
Güvenlik
Kültürünün Önemi ve Günlük Yaşamdaki Yeri: İş kazaları, meslek hastalıkları ve
normal hastalıklar nedeniyle oluşan ekonomik kayıpları ortadan kaldırmak için
her şeyi zamanın akışına mı bırakalım, yoksa süreci kısaltmak için bir şeyler
mi yapalım? Bu soruya verilecek yanıt “bir şeyler yapmamız gerektiğidir”. Her
şeyden önce, birbirlerinin varlık nedeni olan işçi ve işverenin iş birliği
zemininde yapması gereken o kadar çok şey var ki. Ayrıca işçi ve işverenin, Devletin
konu ile ilgili birimleri ile iş birliği yapması ve koordineli çalışması
gereklidir.
Güvenlik
Kültürünün Oluşturulması ve Devamının Sağlanması için: İşçi sağlığı ve iş
güvenliği sorunlarının çözüme kavuşturulmasına yönelik önlemlerin
geliştirilmesi çalışmaları birçok bilim dalını yakından ilgilendirmektedir. Bu
çalışmaların temelini ise üretim sürecinin gereği olarak mühendislik bilgileri
oluşturmaktadır. Kimyasal madde, gürültü, titreşim, ısı, nem, radyasyon gibi
çeşitli etkenlerden oluşmaktadır.
İşçi
Sağlığı ve İş Güvenliği iyileştirilmesi ve devamlılığı için görevli olarak
Devlet, İşveren ve işçileriler (çalışanlar) kanun ve yönetmelikler tarafından
görevleri belirlenmiştir.
Devletin
Görevleri: İş
barışını sağlamak. İlgili
mevzuatı hazırlamak. Gönüllü katılımı desteklemek.
Denetim yapmak. Eğitim olanağı sağlamak, teknik
destek sağlamak ve danışmanlık yapmak.
İşverenin
Görevleri: İşyerini
kurmak ve işletmek. Sağlık ve güvenlik önlemlerini
almak. Çalışanların eğitimlerini sağlamak.
İşyerindeki riskler ve korunma konusunda çalışmalar
yapmak. Genel sağlık ve güvenlik eğitimi vermek.
İşyerinde sağlık ve güvenlik örgütlenmesi sağlamak. ‘İş Sağlığı ve Güvenliği Kurulu kurmak’. Yenilikleri ve gelişmeleri izlemek ve uygulamak. Diğer işverenlerle iş
birliği yapmak.
İşçilerin
Görevleri: Aletler ve malzemeyi “doğru” kullanmak. Kendisinin ve başkalarının sağlığını önemsemek. Sağlık ve güvenlik
kurallarına uymak. Tehlike durumlarını ilgililere
bildirmek. Hastalık ve kazaları ilgililere bildirmek. Bilme ve bilgi edinme hakkı
İş
Sağlığı ve Güvenliği Yönetim’ politikasının başarılı olması için yapılması gerekenler:
Devlet, işçi ve işverenin üçlü katılım sağlanmalı. Ulusal kalkınma hedefleri
ile uyumlu olmalı. İlgili mevzuat hazırlanmalı Kurumsal ve mali kaynak olmalı.
Taraflar ve toplum bilgilendirilmeli. Gönüllü katılım özendirilmeli ve Sürekli
gözden geçirilmelidir.
Güvenlik
kültürünün tanımı, literatürde çok farklı şekillerde dile getirilmektedir. Bu
tanımlar
incelendiğinde, ortaklık, önleme, korunma, maruziyet, değişim, algılama, inanç,
değer, tutum vb.
kavramların tüm tanımlarda ortak olduğu görmekteyiz. Kabul edilen tanımdan da
anlaşılacağı üzere,
güvenlik kültürü bütün işletmeyi kapsamakta ve işletmenin her bireyi tarafından
farklı seviyelerde
olsa bile anlaşılabilir olarak algılanmasıdır.
İş
kazaları, çoğunlukla risk unsuru taşıyan çalışma koşullarının birtakım
psiko-sosyal faktörler
nedeniyle, çalışanlar tarafından yeterince algılanamamasından kaynaklanmakta
olduğunu bilmeliyiz. Örgütlenmede ki yetersizlikler, etkin olmayan iletişim ve
eğitim eksikliği çalışanların güvensiz davranışlarda (bana bir şey olmaz
anlayışı) bulunmalarına yol açarken, mesleki ve günlük yaşamdan kaynaklanan
sorunların ortaya çıkardığı psikolojik gerilim de kaza riskini artırmaktadır.
Karmaşık bir yapıya sahip olan iş kazalarının meydan gelmesinde pek çok
faktörün etkisi bulunmakla birlikte, yaygın kanaat iş kazalarının önemli bir bölümünün
insan hatasına bağlı olduğunu unutmamalıyız.
Bu
işletmelerde ki ‘Alt Kültür’ neler olabilir dediğimizde: ‘Şirket veya
kuruluşun Kültürü’, ‘Güvenlik Kültürü’.
Şirket
veya Kuruluş kültürü; işletmeler ve tüm organizasyonlar, toplum kültürünün
birer alt kültürüdür. Her işletmenin kendine özgü hedefleri, bunlara
ulaşılmasını sağlayan kaynakları ve faaliyet yapısı vardır. Bunların etkisiyle,
aynı toplumun birer alt kültürü olan işletmelerin birbirinden farklı yapısal
özelliklere sahiptir. Bir şirketin/kuruluşu en alt seviyesindeki çalışanlardan
üst düzey yönetime kadar amaçları, düşünceleri, değerleri, davranışları ve
hedefleridir. Bir şirketin kültürü, çalışanların birbirleriyle iletişim ve
etkileşim kurma şeklini ve şirketin/kuruluşun karar verme şeklini tanımlar.
Şirket
kültürü de toplumsal kültür ile benzerdir. Bu çerçevede şirket kültürü; bir
kuruluşta ya da şirkette çalışanların birbirleriyle etkileşimlerini ve nasıl
etkileşimde bulunduklarını, birlikte nasıl çalıştıklarını belirleyen bir
kurumsal kültür terimidir.
Hangi
şirkette çalışmayı tercih edersiniz? Çalışanlarını önemseyen, iş süreçleri bir
değerler zinciri çerçevesinde oluşturulmuş ve çok uluslu bir şirkette mi, yoksa
çalışanları için değerler ve kültür belirlememiş bir şirket mi? Çalışanlar
genellikle, iş yapısı değerler üzerine kurulu şirketlerde daha mutludur.
İşlerinde daha az stres yaşarlar ve daha işbirlikçidirler.
Şirket
kültürü önemlidir; çünkü her organizasyonun temelini bir kültür oluşturur.
Güçlü bir kültür geliştirmiş şirketlerde çalışanlar, şirketin sahip olduğu en
kritik ve en değerli varlıktır. Şirket yönetimi, çalışanlarını korumanın
başarıya giden yolda önemli bir adım olduğunun farkındadır.
Şirket/Kuruluş
da ki çalışma ortamı, şirket/kuruluş misyonu, vizyonu, liderlik tarzı,
değerler, etik değerler, beklentiler ve hedefler dahil olmak üzere çeşitli
unsurları içermektedir. Şirket/Kuruluş kültürü, kurumların vizyon ve misyonunu
ortaya koyan değerler bütünü olarak ortaya çıkartır.
“Kültürün alt boyutu olarak
değerlendirildiğinde güvenlik kültürü; toplumda bireylerin güvenlik
gerekçesiyle oluşturulmuş kuralları benimseme, uygulama, geliştirme ve bu
kuralları sonraki nesillere aktarma süreci kastedilmektedir.
İş
kazalarının sonucunda veya meslek hastalığından doğacak doğrudan ve dolaylı
maliyetlerin önlenebilmesi ya da en aza indirgenebilmesi, işyeri yönetim
sisteminin en önemli parçalarından biri olan, ‘Pozitif Güvenlik Kültürüyle’ gerçekleştirilebilmektedir.
Pozitif güvenlik kültürü; organizasyonun yapısal tasarımına, işletim
prosedürlerine yön vermekte ve örgütte, iş kazalarının önlenmesine ve güvenlik
performansının iyileştirilmesine yardımcı olmaktadır. Bu durum giderek daha
fazla örgütün ortak değer, inanç ve normların kabul edildiği güvenlik kültürüne
önem vermeye itmiştir.” [58]
Güvenlik
kültürü; işçilerin tutumları ve davranışları
üzerine odaklanarak güvenli davranışı motive etmekte ve işçilerin çalıştıkları
işletmelerdeki risklerin farkında olmalarını sağlamayı, tehlikelerin sürekli
olarak gözetimini mümkün kılan bir norm geliştirmeyi amaçlamaktadır. Devamlılık
arz eden güvenlik uygulamalarının organizasyonda öncelikleriyle yansıtıldığı daimî
olan bir özelliktir.
Güvenlik
kültürü, bir kurum veya organizasyonda güvenlik ve sağlığı ön planda tutan
değerler, inançlar, tutumlar ve davranışların bütünüdür. Bu kültür,
çalışanların iş yerindeki risklerin farkında olmalarını ve güvenli davranışları
benimsemelerini sağlar.
Güvenlik
kültürünün oluşturulması ve sürdürülmesi için birkaç önemli adım vardır.
1-Üst
Yönetimin Taahhüdü: Üst yönetimin güvenlik konusundaki kararlılığı ve desteği,
güvenlik kültürünün temelini oluşturur.
2-Eğitim
ve Bilgilendirme: Çalışanların güvenlik konularında sürekli olarak eğitilmesi
ve bilgilendirilmesi gerekir.
3-İletişim
ve Katılım: Güvenlik konularında açık iletişim ve çalışanların katılımı teşvik
edilmelidir.
4-Sürekli
İyileştirme: Güvenlik uygulamaları sürekli olarak gözden geçirilmeli ve
iyileştirilmelidir.
İş
sağlığı ve güvenliği, öncelikler arasında kabul edilmelidir. İnsanlar riskler
konusundaki doğru algılamaları paylaşmalı, iş sağlığı ve güvenliğine ilişkin
aynı olumlu tutumları benimsemeliler. Bütün çalışanlar, iş güvenliğine
gerçekten inanmalı ve bu konudaki rolünün ne olduğunu bilmelidir. Denetleyiciler
ve yönetim arasında karşılıklı güven oluşmalıdır. İşletmedeki herkes, işletme
dışındaki insanlara, işyerindeki iş güvenliği risklerinden ve iş güvenliğine ilişkin
iyileştirmelerden serbestçe bahsedebilmeliler. Çalışanların, herhangi bir
suçlama ya da arkadaşları arasında küçük düşürülme korkusu olmadan olayları
rahatça rapor edebilmeliler ve iş güvenliğine ilişkin sorunlarını cesurca dile
getirebildiği adil bir kültürün mevcut olduğu inancında olmalılar. Olayları
rapor edenler cezalandırılmamalı, aksine teşvik edilmelilerdir. Kuruluş yönetimi
hem denetleyiciler hem de diğer çalışanlar, insanların hata yapabileceğine, iş
güvenliğinin öğrenilmesi ve geliştirilmesi için yapılan hataların ve meydana
gelen olayların rapor edilmesinin temel bir gereklilik olduğuna inanmalılar. Yürütülen
çalışmalar sırasında meydana gelen hatalara ilişkin soruşturmalar, sorunun kaynaklarını
teşhis etmeye, hataların tekrarlanmasını önlemeye ve bu konuda kime ne görev düştüğünü
belirlemelidir.
Eğitim
ve kültür günümüzde birbiriyle iç içe geçmiş vaziyette toplumun bilgili,
dinamik ve problemleri çözebilen bir yapıda olmasını sağlar. Her devlet, kendi
milletinin böyle olmasını arzu ettiğinden, var oluş felsefesi doğrultusunda bir
eğitim ve kültür politikası belirleyerek uygular.
Bu
anlayış ile, 1923yılın da Cumhuriyetin ilanından sonra Türkiye Cumhuriyeti
Devleti de yeni eğitim ve kültür politikaları benimsemiş ve bunları uygulamak
maksadıyla eğitim ve kültür alanında da bazı inkılâplar
gerçekleştirmiştir. “Atatürk İlkeleri ve
İnkılâp Tarihi, Genişletilmiş ve Güncellenmiş 18. baskısı, Eylül 2010 tarihinde,
Ankara, Okutman Yayıncılık tarafından yayınlana kitabın, s.208, ‘Eğitim ve
Kültür Alanında Yapılan İnkılaplar”, [59]
Türkiye
Cumhuriyeti'nin kuruluşundan bu yana, kültür anlayışı, Atatürk'ün "Türkiye
Cumhuriyeti'nin temeli kültürdür" sözüyle özetlenebilir. Bu felsefi
anlayış, toplumun her kesimine bilgi ve sanatın ulaştırılmasını, tarihi ve
kültürel mirasın korunup geliştirilmesini ve modern bilim anlayışının
benimsenmesini hedeflemiştir. Cumhuriyet dönemi boyunca, Türk kültürü, Atatürk'ün
modernleştirici reformlarıyla şekillenmiştir.
Immanuel
Kant’ın ‘Eğitim Üzerine’ kitabını çeviren Ahmet Aydoğan’ın sunuş yazında ki
yazdıkları beni çok etkiledi, bunun için sizlerle paylaşmak istedim. “Cumhuriyetle
birlikte bir eğitim reformuna giriştik ve eksikliklerini giderip onu her gün
biraz daha mükemmel hale getireceğimize, önce her zamanki aldırmazlık ve
umursamazlıkla yüzüstü bıraktık, ardından başka hiçbir alanda görülmeyen bir
işbirlikçilikle, kadük ve güdük hale getirdik. Mühendislikte yapılan hatanın
sonucu kısa zaman içinde alınır. Ama söz konusu olan insan ise eğer, yapılan
hatanın bedeli yıllar, hatta on yıllar sonra konur önünüze. Daha da kötüsü
bizim gibi hafızasız toplumlar, aradan geçen zaman nedeniyle, ödedikleri
bedelin neyin bedeli olduğunu da bilmezler.” [60]
Bu
felsefeden, 3 Kasım 2002 günü, Türkiye genel seçimleri ile iktidara gelen
partinin, Türkiye Cumhuriyeti’nin, ‘Eğitim ve Kültür Alanın’ da ki rasyonel
akılcı yönetimi anlayışını adım adım terk etmekte olduğunu görmekteyiz.
Dokuz
Eylül Üniversitesi, Fen Fakültesi Fizik Bölümü Öğretim Üyesi ve Yeni Kuşak Köy
Enstitülüler Derneği Genel Başkanı Prof. Dr. Kemal Kocabaş’ın ‘Köy
enstitüleri ve fen eğitimi’ makalesinde: “Yakın bir zamanda UNDP (Birleşmiş
Milletler Kalkınma Programı)’nın 2014 yılında hazırladığı ‘İnsani
Gelişmişlik Raporu’ yayınlandı. Bu rapora göre Türkiye, dünyanın 17. büyük
ekonomisine sahip iken insani gelişmişlik düzeyinde ise 69. sırada yer almakta”
[61] demekte.
Şöyle
düşünmeliyiz. Dünya ekonomisi alanın da 17. olmuşken insani gelişim alanında
niçin 69. sıradayız diye düşündüğümüzde, Devletin eğitim alanında eksik veya
yanlış kararları doğrultusunda aldığı, yönetme bicimi olmalıdır diyebiliriz.
Birleşmiş
Milletler Kalkınma Programı'nın (UNDP) İnsani Gelişme Endeksi raporlarına
baktığımız da 1990 ile 2022 yılları arasında, Türkiye’de, doğuşta beklenen
yaşam süresi 10,8 yıl, beklenen öğrenim süresi 10,8 yıl ve ortalama öğrenim
süresi 4,4 yıl olarak gözükmekte.
3
Kasım 2002 tarihinde ülkeyi, yönetmeye başlayan hükümet, 30 Haziran 2023
tarihinden günümüze kadar, 9 Milli Eğim Bakanı ile 6 yıl ile 1 yıl aranda görev
yapan bakanlar ile çalışmış. İş başına gelen tüm bakanlar eğim sisteminin
değişmesi gerektiği üzerinde aynı fikirde olmalarına rağmen, hepsi de kendi
ideolojik anlayışlarına göre sistemleri uygulamışlar. Bu kadar karmaşa sistemi
içinde Laiklik ve bilim olmadığını gördüğümüz de 69. sırada olmamızda
kaçınılmaz olmuştur. Cumhuriyet'in kurucusu, Mustafa Kemal Atatürk'ün 1938
Meclis açılış konuşmasından alıntılanan "Biz ilhamımızı gökten ve
gaipten değil, doğrudan doğruya hayattan almış bulunuyoruz." Demekle
neyi anlattığını düşünmek, en doğru olanıdır.
Olumlu
güvenlik kültürüne sahip işletmeler “öğrenen örgütler” olma eğilimindedirler. Geçmiş
deneyimlerinden dersler çıkarırlar ve gelecekte kendilerine yararlı olmasını sağlamak
üzere işletmeleri için gerekli iyileştirmeleri yaparlar. Çalışanlar, iş sağlığı
ve güvenliği eğitimini de içeren yüksek kalitede eğitimler alırlar. Çalışanlar
için iyi bir çalışma ortamı bulunur. İşgücü istikrarlı ve deneyimlidir,
çalışanların iş tatmini yüksektir. İşletme dış baskılara karşı sağlam bir tutum
sergiler.
İSG
Alanında Yaşam Boyu Öğrenme ve Eğitim
Kanun
No. 6331 Kabul Tarihi: 20/6/2012 tarihli kanunda aynı bırakılan,
değiştirilmeyen 4857 sayılı İş Yasası'nın 77. Maddesi ile AB direktifleri
doğrultusunda hazırlanan, "Çalışanların İş Sağlığı ve Güvenliği
Eğitimlerinin Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik" de çalışanlara
verilecek eğitimlerin konuları ve bu eğitimi kimlerin verebileceği
belirtilmiştir.
Çalışanların,
iş sağlığı ve güvenliği konularına farklı bir pencereden bakmalarını sağlayarak,
işyerlerinde sağlıklı ve güvenli bir çalışma ortamının oluşturulabilmesi için
iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili temel bilgileri edinmek, iş sağlığı ve
güvenliği ile ilgili mevzuatı tanımak ve işyerlerinde iş sağlığı ve güvenliği
açısından alınması gereken temel önlemleri öğrenmelerini ve öğrendiklerini,
derin düşüncelerine ile hem kendilerine, hem de birlikte çalıştıkları
arkadaşları ile birlikte, ‘Şirket Güvenlik Kültürü’ anlayışına uygun kuruluş
içinde öncelikle kişilerin, üretimin ve kuruluşun sağlığı ve güvenliğini için
gerekli çalışma ortamını sağlamalarını yapmaları için gerekli bilgi ve
olanakların sağlanması gereklidir.
Eğitim,
Türk Dil Kurumu’nun çevrimiçi sözlüğünde ise “çocukların ve gençlerin toplum
yaşayışında yerlerini almaları için gerekli bilgi, beceri ve anlayışları elde
etmelerine, kişiliklerini geliştirmelerine okul içinde veya dışında, doğrudan
veya dolaylı yardım etme ve terbiye” olarak tanımlanmıştır.
Eğitimi
“insanın yaşamı boyunca devam eden, bireye nasıl yaşaması gerektiğinin
öğretildiği, düşünme becerisinin geliştirildiği ve bu doğrultuda davranış
değişikliklerinin meydana getirildiği bir süreç” [62] olarak tanımlamaktadır.
Bir başka çalışmada, eğitimi toplumun tüm yaşam biçimi olarak betimleyen Prof.
Dr. Semra Ünal, Prof. Dr. Sefer Ada’nın, Eğitim Bilimine Giriş göre, eğitim
“bireyin toplumsallaştırılması amacıyla ev, okul ve bunların dışında cereyan
eden kişiliğin gelişim sürecidir”. Eğitimin insanın doğumundan ölümüne kadar
devam ettiğini vurgulayan Özan (2014, s.112) eğitimi kısaca “bireyin kendi
yaşantısında istenilen yönde davranış değiştirme süreci” [a.g.e] olarak ifade
etmektedir.
Öğretim,
Türk Dil Kurumu’nun çevrimiçi sözlüğünde “belli bir amaca göre gereken
bilgileri verme
işi; talim, tedrisat, öğrenmeyi kolaylaştıracak etkinlikleri düzenleme, bu
bağlamda gerekli olan araçları sağlama ve kılavuzluk etme” şeklinde tanımlanan
öğretim kavramı, her ne kadar günlük yaşamda eğitim kavramı ile eş anlamlı
olarak kullanılsa da aslında oldukça farklı bir anlam içermektedir.
Immanuel
Kant’ın ‘Eğitim Üzerine’ kitabın da 1. Bölüm Giriş Eğitim Üzerine eğim
için anlayışını şu şekilde tarif ediyor. “İnsan eğitime ihtiyaç duyan tek
varlıktır. Çünkü eğitimden biz ahlaki terbiye ile birlikte bakıp büyütmeyi (çocuğun
bakılıp doyurulması), umumi talim ve
terbiyeyi anlamalıyız. Buna göre insan birbiri ardı sıra
bebeklik [bakım ve beslenmeye muhtaç olma], çocukluk [talim ve terbiyeye muhtaç olma] ve talebelik [tahsil ve
irşada muhtaç olma] evrelerinden
geçer.” [63]
Türk
edebiyatının önemli isimlerinden Azeri kökenli, felsefeci, şair, yazar ve
çevirmen Prof. Dr. Afşar Timuçin, Eğitim Sohbetleri isimli kitabın da
“İnsanın öğretilmeye değil de öğrenmeye yatkın olduğunu biliyorum. Unutmak diye
bir şey olmasaydı belleğimiz çöp tenekesine dönerdi. Kötü eğitim de bilgi
yığmakla bellekleri çöp tenekesine döndüren eğitimdir. Eğitilen kişi işin özünü
kavramakla yükümlü olduğunu bilmeli ve her ağızdan çıkanı defterine ya da
belleğine geçirmeye çalışmamalıdır. Bellemek kötü öğrencinin ilkesidir.
Düşünmek de iyi öğrencinin ilkesidir.” “Eğitim bireyin ruhsal ve bedensel
anlamda gelişimine katkıda bulunma etkinliğidir, bireye özellikle bir kültür
adamı olarak kendini geliştirmesi konusunda yardım etme etkinliğidir. Bu
etkinlik bir yandan henüz yetişmekte olan bireyin yani çocuğun ya da gencin
kişiliğini geliştirmesine, dünyayla ilişkilerini en uygun koşullarda
kurabilmesine, daha genel anlamda dünyaya yerleşebilmesine, dünyaya
uyarlanabilmesine destek olmayı öngörür.” [64]
İnsan
bilgi denen şeyi bilincinde bütünleştirmeden belleğinde tutarsa boşuna hamallık
yapmış olur. Bu özümlenmemiş yük zamanla onda bilinç bozucu etkenlere
dönüşecektir.
Çalışan
eğitimi, çalışanların becerilerini geliştirmeye yönelik bir süreçtir.
Organizasyonel büyüme için gerekli olan düzenli ve özel bir çalışan gelişim
programı gerekebilir. Eğitim, istihdamın her aşamasında, tüm çalışanlar için
önemli, hızla değişen teknolojilere, çalışma ortamına ayak uydurabilmek, ayrıca
İş Sağlığı ve Güvenliği için, çalışan eğitimi gerekliliği vardır. Ayrıca bir
kişiyi bir görevden diğerine transfer ederken de gereklidir.
Kuruluşlar artık çalışanların yeteneklerini geliştirmelerine yardımcı olmak için profesyonel eğitim programlarına ihtiyaç duyuyorlar. Böyle eğitimlerin organizasyonel büyüme için gerekli ve faydalıdır. Profesyonel yaşamın farklı aşamalarında farklı eğitim biçimleri sağlanmalı, şirketler çalışanlarına sık sık eğitim vererek onların becerilerini geliştirmelidir. Gerektiğinde farklı eğitim türleri sunarak çalışanlar için mükemmel öğrenme deneyimleri sağlanmalıdır
|
“Öğrenme:
Öğrenme, bireyin yeni bilgi, becerileri ve tutum kazanmasıdır.
Öğrenme
konusu neden önemlidir?
Öğretimin
etkinliğinin, yeterliğinin ve çekiciliğinin artırılması için yapılan tüm
çalışmalar, temelde daha kalıcı bir öğrenme sağlanması amacıyla yapılmaktadır
ve öğrenme konusu bu nedenle önemlidir.
Öğrenme
- Basitten karmaşığa,
- Kolaydan zora,
- Somuttan soyuta,
- Yakın çevreden uzak çevreye doğru oluşur.
Somut
bilgiler daha kısa sürede kazanılır ve daha kolay öğrenilir.
Öğretim
Öğretim,
bireylerin belirli kazanımları öğrenmeleri için planlanan, kasıtlı ve
sistematik olarak uygulanan etkinliklerdir”.
Öğrenme
kavramıyla birlikte düşünüldüğünde, öğretim bir başkasının değişimi için
planlamaları öngörürken, öğrenme daha çok bireysel kazanımları
hedeflemektedir.” [65]
TDK
sözlüğüne göre öğrenmenin iki anlamı vardır: 1- Belli başlı konular ve
olgular hakkında bilgi sahibi olmak. 2- Okuyarak, araştırma ve gözlem yaparak
yeni şeyler keşfetmek ve onları hafıza tutmak. Öğrenme Nedir? Öğrenmek, daha
önce malumat sahibi olunmayan bir konu hakkında bilgi edinmektir.
TDK
sözlüğe göre Öğretim: Belli bir amaca göre gereken bilgileri verme işi, tedris,
tedrisat, talim, öğrenmeyi kolaylaştıracak etkinlikleri düzenleme, gereçleri
sağlama ve kılavuzluk etme işi. ✔İsim ▶Herhangi
bir meslek, sanat veya iş için gerekli bilgi, beceri ve alışkanlıkların elde
edilmesi amacıyla yapılan çalışma; tahsil.
Eğitim
-
“Tıpkı
öğrenme gibi, eğitim de bireyin bilgi, beceri ve tutumlarında değişikliğe yol
açan istendik değişim sürecidir.
-
Ancak eğitim
kelimesi daha genel kazanımları, içinde bulunulan toplumun beklentilerinin ve
kültürünü taşıyan değişiklikleri ifade eder.
-
Eğitim,
öğretimini kapsayan daha genel bir kavramdır.
Öğretim Teknolojileri
Öğrenme için
süreç ve kaynakları tasarlama, geliştirme, yönetme ve değerlendirme teorisi ve
uygulamasıdır”. [a.g.e]
Tasarlama |
Geliştirme e
e
|
Kullanma |
Yönetme |
Değerlendirme |
Gestalt
Kuramı işletmelerde eğitim aracı olarak etkili biçimde kullanılmakta olduğunu
biliyoruz. Bu kuram, bireylerin bilgiyi nasıl algıladıkları ve organize
ettikleri üzerine odaklanır; yani öğrenme sürecinde parçaları değil, bütünü
görmeye vurgu yapar. Bu yaklaşım, özellikle çalışan eğitimlerinde ve liderlik
gelişim programlarında oldukça işlevseldir.
Gestaltçılar
davranışı en ufak birime kadar ayırıp analiz eder davranışçı yaklaşıma karşı
çıkmış ve davranışın bütün olarak ele alınması gerektiğini savunmuşlardır.
Gestalt
psikolojisi ya da gestaltizm 1912’de Almanya Wertheimer ’in yazdığı bir makale
ile başlamış ve kuramının ilkelerini Wertheimer, Köhler ve Koffka tarafından
geliştirilmiştir. Bu kurama göre bütün parçaların
toplamından farklı bir anlam ifade eder ve birey, bütünü parçalarına
ayrıştırarak değil, bütünlük içinde algılar.
Gestalt
kuramı, herhangi bir durumda ayrı ayrı parçalara değil de bu parçaların
meydana getirdiği biçim ve örüntüye önem vermektedir. Gestalt
psikolojisi, hiçbir şeyin boşlukta cereyan etmediğini söyler. Her şey bir
zaman ve uzay ortamı içerisinde oluşmaktadır. Aynı zamanda o
ortamın etkisi altında anlam kazanır.
Gestalt
ilkeleri, bilişsel süreçler içerisinde algı ve algısal örgütlenme
konularına yoğunlaşan ilkelerdir. Kısaca kuram; bütün, onu oluşturan parçaların
toplamı değil, daha fazlasını temsil etmektedir. Algılama ve problem çözme
süreçleriyle ilgilenmek ve bu kuram da algı, bir örgütlenmedir. Öğrenme ile
ilgili görüşleri algılama çalışmalarına dayanmaktadır. Algıda örgütlenmenin de
ilkeleri bulunur.
İşletmelerde
Gestalt Kuramının eğitimde nasıl kullanılabiliriz?
1.
Problem
Çözme ve Karar Verme Eğitimleri:
Gestalt ilkeleri, çalışanların bir durumu parça parça değil, bütünsel olarak
değerlendirmesini teşvik eder. Bu da daha yaratıcı ve etkili çözümler
üretmelerine yardımcı olur.
2.
Algı ve
İletişim Becerileri: Şekil-zemin
ilişkisi, yakınlık ve benzerlik gibi ilkeler, çalışanların iletişimde hangi
unsurlara odaklandığını anlamalarına yardımcı olabilir. Bu da müşteri
ilişkileri ve ekip içi iletişimde farkındalık yaratır.
3.
Liderlik ve
Takım Dinamikleri: Gestalt
yaklaşımı, liderlerin ekip üyelerinin davranışlarını yalnızca bireysel eylemler
olarak değil, bağlam içinde değerlendirmesini sağlar. Bu da empatiyi ve etkili
liderliği destekler.
4.
Kurumsal
Değişim ve Uyum Süreçleri: Değişim
süreçlerinde çalışanların yeni yapıları anlamlandırabilmesi için bütünü
kavramaları gerekir. Gestalt ilkeleri, bu tür algısal yeniden yapılanmalarda
rehberlik edebilir.
Felsefe
hem bilimden hem de sanat, düşünce, etik vb. alanlardan elde ettiği bilgilerle
genellikle akıl yürütme yollarını kullanarak gerçeğin tümüne ulaşmaya
çalışır. Felsefede temellendirme vardır.
Yani ileri sürülen önermeler birbirleriyle çelişmez ve temele alınan önerme ya
da önermelerden belli bir akıl yürütme yoluyla çıkarılır. Hem felsefe hem de
bilim, bir süreçtir. Bu sürecin sonunda her ikisi de bilgi elde eder. Hem
bilimde hem de felsefede doğruya, elde edilen ve kullanılan bilgiye sürekli
eleştirel bir gözle bakılır. “Şüphelenmek” gerçeği araştırıp incelemede,
temellendirmede, yani ona ulaşmada önemli bir yol başlangıcı olur.
Eğitim
disiplinler arası bir bilimdir. Bu bağlamda her bilim dalının ve konu alanının
ve eğitimle doğrudan ilişkili olan psikoloji, ekonomi, hukuk, sosyoloji,
antropoloji, biyoloji, genetik, teknik vb. disiplinlerin bilgi ve yöntemleri
arasındaki bütünlüğün sağlanması gereklidir. Bunu ancak felsefe yapabilir.
Eğitim
ortamı demokratik olmalıdır. Herkes düşüncesini, görüşünü korkmadan söylemeli,
başkasınınkini de eleştirmelidir. Okul yönetimine öğrenci katılmalıdır. Görev
ve sorumluluk almalıdır. Yaptıklarının hesabını arkadaşlarına, velilere,
öğretmen ve yöneticilere vermelidir. Öğrenci istediği öğretmenden ders
alabilmeli, hatta onu seçebilmelidir.
Eğitimde
yalnız günlük yaşam değil, gelecek de düşünülmelidir. Bunun için olmuş ve
olabilecek her türlü olgu ve olaylar sınıf ortamına getirilmelidir. Her çeşit
ders esnek yetişeklerde yer almalıdır. Bu dersler içinde toplum ve doğa
bilimlerine ağırlık verilmelidir. Ayrıca sevgi, barış, kardeşlik, iş birliği,
dünya uygarlığı vb. değerler içerikte yer almalıdır. İçerikteki bilginin kesin
olmadığı, her an değişebileceği vurgulanmalıdır
Eğitimin
amacı insanı çok yönlü yetiştirmek, okullarda, kuruluşlar da doğa ve toplum
bilimlerine, iş ve teknik, beden eğitimi, sanat derslerin de doğa ile uyumlu
şekilde yaşamasına yer verilmelidir.
Dünyanın
neresinde çalışırsak çalışalım, iş hayatında hangi göreve atanırsak atanalım
veya o işi yürütmeye çalışalım, iş sağlığı ve güvenliğine yönelik yasal
düzenlemeler ile karşılaşırız. Yasal çerçevesinin farklı ülkelere göre, farklı ifade
şeklinde görebiliriz. Uzak Doğu ülkelerinden birinde, farklı değerler ve
gelenekler, bu çerçevenin oluşturulması ve uyumsuzluk durumunda cezalandırma
yöntemlerinin belirlenmesi için anahtar rol üstlenirken, bir Kuzey Avrupa
ülkesinde daha farklı bir üslup ve tarz ile karşılaşabiliriz.
Dünya
genelinde ki yasal çerçeveler, işverenlerden ve yöneticilerden; çalışanlar
için, sağlıklı ve güvenli bir çalışma ortamı ve koşulların sağlamalarını ve
sürdürdükleri faaliyetlerin, çalışanlara ve etkilenebilecek diğer üçüncü
kişilere zarar vermemesi şartını koşmaktadır. Yasal çerçevenin, söz konusu
ülkedeki etkinliği, o ülkede ki sağlık ve güvenlik kültürünün gelişiminde
önemli rol oynamaktadır.
Bu
temel gereklilik, bir mevzuat formuna dökülürken ülkeler iki temel yaklaşım
izlemekte. Bu bağlamda düzenleyici yaklaşımlar;
1.
Tarifleyici- Öngörücü yaklaşım,
2.
Hedef koyucu yaklaşım
Olarak
iki başlıkta irdeleniyor.
Tarifleyici-
Öngörücü Yaklaşım: Sağlıklı ve güvenli bir çalışma ortamı
yaratılması için, olan gereklilikleri mümkün olduğunca fazla detay içererek
uygulayıcıya aktaran düzenleyici yaklaşım türüdür. İşverenler gayet açık ifade
edilen bu bilgileri kolaylıkla edinirler ve uygulama çabasına girerler.
Dünyada,
‘Tarifleyici-Öngörücü Yaklaşımı’ başarılı olarak uygulayan ülkelerin başına
Amerika Birleşik Devletleri gelir. Mevzuat oldukça açıklayıcı ve işverenler
için oldukça iyi bir kılavuz
niteliğindedir.
Hedef
Koyucu Yaklaşım: Hedef koyucu
yaklaşım, güvenli bir çalışma ortamının yaratılması için neler yapılması
gerektiği yerine, ulaşılması hedeflenen nihai sonucu ele alır ve bu hedefe
ulaşılmasını şart koşar. Bu yaklaşım türünde uygulayıcı, hedeflenen performans
düzeyine ulaşabilmek için hangi özel gereklilikleri yerine getirmesi
gerektiğini, kendisi, yapacağı risk değerlendirmesi ile belirler.
Hedef
koyucu yaklaşımda, yasal düzenleyici, işverenlerin kendi çalışma sahalarındaki
özel tehlikelere odaklanarak ve referans alınabilecek kaynakları da ele alarak
kendi risklerini değerlendirip önlemler geliştirmesini şart kılar. Bu yaklaşım,
işverenlerin iş sağlığı ve güvenliği alanında teknik olarak kendilerini sürekli
olarak geliştirmesini ve yaptıkları iş ile ilgili teknik ve teknolojik
gelişmeleri yakından takip etmesini gerektirir. Tedbirlere, mevcut işyeri
koşullarında karar veren ve olumsuz senaryoda düşmenin gerçekleşmesi durumunda
sorumlu çoğu zaman işverendir.
Hedef
koyucu yaklaşımlar çoğu noktada işverenlere referans olması açısından ilgili
sektörel uygulama kılavuzlarına ve Avrupa normlarına atıflar yapmaktadır.
Dünyada
hedef koyucu yaklaşımı en iyi uygulayan ülkelerin başında Birleşik Krallık (Birleşik
Krallık; İngiltere, İskoçya, Galler ve diğer ülkelerden İrlanda Denizi ile
ayrılan Kuzey İrlanda olmak üzere dört kurucu ülkeden oluşur.) gelir.
Mevzuat, işverenler için hedefleri ortaya koyar, işverenler hedefe ulaşmak için
yapılacakları belirleyerek uygulama çabası içine girerler.
Ülkemizin
tarifleyici ve hedef koyucu yaklaşımın, ayrılmış bölümlerin birlikte
uygulandığı bir yasal düzenlemeye sahip olduğu söyleyebilir. Aslında bu durum,
tarifleyici yaklaşımdan hedef koyucu yaklaşıma geçişine yönelik, bir dönem
içinde olduğumuz şeklinde de yorumlanabilir.
Ülkemiz
yasal düzenlemelerinin yakın tarihine göz attığımızda; 1974 yılında yayınlanan
İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Tüzüğü’nün oldukça tarifleyici bir yapıda olduğunu
görürüz. Yine aynı yıl yayınlanan ve uzun yıllar yürürlükte kalan Yapı
İşlerinde İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Tüzüğü tarifleyici yapıda bir mevzuat
örneğidir.
T.C.
Çalışma ve Sosyal Güvelik Bakanlığı İş Sağlığı ve Güvenliği Araştırma ve
Geliştirme Enstitüsü sayfasında ki İSGÜM Tarihçesi yazınında: Konu ile ilgili
düzenlemeler 1936 yılında yasalaşan 3008 Sayılı İş Kanunu ile devam etmiş olup
1974 yılında yapılan değişiklikler 2003 yılına kadar kalıcı olmuştur. Bu
duraklama döneminde mevcut mevzuat iş sağlığı ve güvenliği alanında gelişen ve
değişen teknolojinin gereklerini karşılamada yetersiz kalmıştır. 2003 yılının
ikinci yarısında yasalaşan 4857 sayılı İş Kanunu ile iş sağlığı ve güvenliği
alanına yeni bir bakış açısı getirilmiştir. 20 Haziran 2012 tarihinde
6331sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu ile Avrupa Birliği Ülkeleri ne uyum
sağlamıştır.
Bu
Kanunun amacı; “işyerlerinde iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması ve mevcut
sağlık ve güvenlik şartlarının iyileştirilmesi için işveren ve çalışanların
görev, yetki, sorumluluk, hak ve yükümlülüklerini düzenlemektir.” [66]
Demektedir.
İş
sağlığı ve güvenliği, insanların iş yerinde güvenliği, sağlığı ve refahı ile
ilgilenen multidisipliner bir alan olarak kabul edilen yerdir. Bir iş sağlığı ve güvenliği programının
hedefi, güvenli ve sağlıklı bir iş ortamının oluşturulması, aynı zamanda iş
ortamından etkilenebilecek tüm genel halkı da korur. Küresel olarak, her on beş saniyede bir ölüme
karşılık gelebilecek şekilde, yılda 2,78 milyondan fazla insan işyeri kaynaklı
kazalar veya hastalıklar sonucunda hayatını kaybetmektedir. İşle ilgili olarak
yılda 374 milyon ölümcül olmayan yaralanma meydana gelmekte. Ayrıca her yıl 160
milyon yeni meslek hastalığı vakası ile 300 milyon ölümcül olmayan iş kazası
meydana gelmektedir. Mesleki yaralanma ve ölümlerin ekonomik yükünün her yıl
küresel gayri safi yurt içi hasılanın yaklaşık yüzde dördü olduğu
tahmin edilmektedir. Kara Avrupası hukuk düzeni ya da diğer bir
adla Kıta Avrupası hukuk sistemi geçerli olduğu ülkelerde, işverenler,
çalışanlarının güvenliğine makul ölçüde özen gösterme konusunda öteden beri
olagelen davranış hukuku yükümlülüğüne sahiptir. Ayrıca kanunlar, başka genel görevler
yükleyebilir, özel görevler getirebilir ve iş güvenliği konularını düzenleme
yetkisine sahip hükûmet organları tesis edebilir. Söz konusu hususların
ayrıntıları yargıdan yargıya değişiklik gösterebilmektedir.
Şirketlerde
İşçilerin sağlığı ve güvenliği konusunda sorumlu olan kişinin önceliğini neler
olmalı ki İSG konusunda ki çalışmalar da felsefi anlayış ile yaklaşabilsin.
Nicel araştırmalarda, hipotezi test etme (kuram doğrulama) önemlidir.
Gerçeklik, araştırılan değişkenler ve değişkenler arası ilişkiler açısından
kavramsallaştırılır. Nitel araştırmalar ise; bağlam ve sürece, yaşanan deneyime
duyarlıdır ve insan davranışlarına odaklanır.
İnsanların
doğuştan sahip olduğu evrensel nitelikte olan hakları, kısaca “İnsan Hakları”
dır. İnsanların herhangi bir işi yapma yetkisine hak, İnsanların hiçbir insana
zarar vermeden dilediği her şeyi yapabilmesine özgürlük denildiği özgür dünya
da yaşanması gereklidir.
Olmazsa
olmazlar! İnsan hakları evrensel beyannamesi, insan onurunu, hak ve
özgürlükleri, adalet ve barışı vazgeçilmez hale getirirken zorbalık ve baskıyı
yok etmeyi amaçlayarak, iyi bir yaşam düzeyinin, erkeklerle kadınların hak
eşitliğine olan inanç pekiştirerek, sağlanabileceğine vurgu yapmaktadır.
Çalışma
koşullarından ve üretim araçlarından kaynaklanan sağlık ve güvenlik
sorunlarının önlenmesi veya asgari seviyelere indirilmesi amacıyla,
işyerlerinde yapılan bilimsel, teknik ve tıbbi çalışmaların tümüne İş Sağlığı
ve Güvenliği faaliyetleri denir.
Sağlık:
Kişinin bedenen, fizikken; sosyal ve psikolojik yönden tam bir iyilik hali
olarak tanımlanıp, sosyal ve çalışma ortamı ile doğrudan ilişkilendirilmesidir.
Güvenlik
veya Güvenliği: Çalışanların, işletme iç ve dışı öngörülebilecek veya
öngörülemeyen iş kazaları, meslek hastalıklarına ve oluşabilecek tüm yapısal
veya yapısal olmayan doğa olayları riskine karşı koruyarak, ruh ve beden
bütünlüklerinin sağlanması amacıyla, işyerinde kaliteli verimin artması sonucu
için çalışanların ve üçüncü kişilerin, alınacak tedbirlerle, iş kazalarından
güvensiz, sağlıksız çalışma ortamından dolayı doğabilecek makine arızaları,
devre dışı kalmaları, patlama olayları, yangın, sabotaj ve doğal olaylar gibi
kişileri ve işletmeyi tehlikeye düşürebilecek durumları ortadan kaldırılmaya
yönelik alınan ve yapılan yapısal olan veya olmayan önlemlerdir.
İşyerinde
işin yürütülmesi ile ilgili olarak meydana gelen tehlikelerden, sağlığa zarar
verebilecek, şartlardan korunmak, iş güvenliğini sağlayarak, daha iyi bir iş
ortamı oluşturmak için yapılan sistemli ve bilimsel çalışmaları, akılcı derin
düşünme ile sağlanabileceğini unutmamalıyız.
İnsanlar,
hedeflerine tek başlarına varamadıkları için başkaları ile iş birliği içine
girerler, toplu olarak birlikte yaşarlar ve ihtiyaçlarını birlikte karşılarlar.
İnsanlar arasındaki karşılıklı bu ilişkiler, yönetim gerçeği ile yürütülür. Farklı
birimlerin ve kişilerin ortak hedeflere ulaşmak için bir araya gelmesini
sağlar. Organizasyon yönetiminde, tüm birimlerin ve kişilerin ortak hedefler
için bir araya gelmesi ve iş süreçlerinin koordine edilmesi önemlidir.
Organizasyon,
bir işi belirlemek, gruplandırmak ve insanların birlikte en etkin şekilde
çalışmasını sağlamak amacıyla ilişkiler kurma sürecidir. Organizasyon,
işlerin düzenlenmesi, görevlerin ve yetkilerin dağıtılması ve bunların hepsinin
tek bir amaca hizmet etmesini içerir. Yani, bir organizasyon, bir grup
insanın ya da bir sistemin amaçlarına ulaşmak için çabalarının koordinasyonunu
sağlayan bir yönetim aracıdır. Etkin bir organizasyon, işin verimli bir şekilde
yürütülmesini sağlar ve iş akışını yönetir.
Organizasyonların
girdileri olarak: İş gücü, sermaye, hammadde ve Yönetim Bilişim Sistemleri
(YBS), (insanlar, örgütler ve teknolojik
cihazlar arasındaki etkileşimi inceleyen ve bu etkileşimi en verimli düzeye
yükseltmeyi amaçlayan bir akademik disiplindir.)
YBS uzmanları, veri yönetimi, bilgi sistemleri tasarımı ve uygulamaları yapar.
Bu alanda teknolojiyi kullanarak insanlara yüksek kalitede hizmet vermek için
araştırmalar yürütürler.
Organizasyonun
girdileri ile şunlar yapılabilir. İş Bölümü ve Görev Tanımları, Koordinasyon,
Ortak Hedefler ve İlişkiler, Yetki ve Sorumluluk İlişkileri, İnsan Kaynakları
ve Yetenekler, İş Yeri ve Fiziksel Kaynaklar, Stratejik Planlama ve Hedef
Belirlemelerdir.
Yönetim, TDK na göre: Yönetmek işi, çekip çevirme,
idare.
Yönetim, amaçların etkili ve verimli bir şekilde
gerçekleştirilmesi için bir insan grubunda iş birliğini ve koordinasyonu
sağlamayı ve amaca ulaşma, başkalarına iş gördürmeye yönelik çalışmaların
tümünü ifade eder.
Yönetim, değişmekte olan çevre koşullarında kıt
kaynakları verimli şekilde kullanarak işletmenin amaçlarına etkin bir şekilde
ulaşmak için başkalarıyla iş birliği yapmaktır.
“Tarih boyunca insanlığın, yaşanan gelişmeler
sonucunda yönetim düşünce sisteminde oluşan bilgi birikimi, 19. YY sonlarına
doğru teoriler şeklinde sistemleştirilmeye başlanmıştır.” [67] Böylece rasyonel
akılcılık ve bilimsel çabalar, modern yönetim dönemini başlattığını
söyleyebiliriz.
Günümüz toplumsal yaşamında bireyler politikada,
yönetimde, eğitimde, sağlıkta, iletişimde, satın aldığı her türlü ürün ve
hizmetin kalitesini sorgulamakta ve devamlı olarak istediği hizmet ve ürün
kalitesi düzeyinin arttırılmasını beklemektedir. İnsanlar, bireylerarası
ilişkilerinde dahi dürüstlük, iyi karakterlik, bilgelik gibi insan kalitesini
belirleyen niteliklere sahip kişiler ile bir arada bulunmak isterler. Bu ve bunun
gibi nedenlerle, kalite her konuda önem taşımakta ve kalite çerçevesinin iyi
belirlenmesi gerekmektedir.
İşletmelerin gelişim süreçlerine bakıldığında kâr
edebilmenin ve sürdürülebilirliği sağlamanın temel
koşullarından birinin, rekabet edebilme gücünün sürekliliğini sağlamaktan
geçtiği görülmektedir. Rekabet gücünü elde etmenin temel şartlarından biri de
müşterilerin ihtiyaç, istek ve beklentilerine uygun olarak kaliteli ürün ve
hizmet üretimi sağlamaktır.
Günümüzün rekabetçi iş ortamında küreselleşme
olgusu da önemli gelişmelerin başlangıcını
oluşturmuştur. Ürettiğini yalnızca kendi sınırları içerisinde satan işletmeler,
küreselleşmenin getirdiği
değişim ve dinamizm ile birlikte yerini ulusal sınırların ötesine sürekli,
devamlı ve hızlı bir şekilde ürün
ve hizmet götüren işletmelere bırakmaya başlamıştır. Çokuluslu olarak
adlandırılan bu işletmelerle
birlikte rekabet uluslararası boyuta taşınmıştır
Joseph
Juran kalitenin endüstride kullanılan nokta terimlerini belirlemiştir: Müşteri
isteklerini tatmin eden özellikli ürünlerin derecelendirilmesidir. Genellikle
halkın potansiyel tatminini karşılayan ürünlerin sınıfının derecelendirilmesidir.
Tasarım veya şartnameye uyan özellikli ürünün derecesidir. Karşılaştırmalı
testlere dayalı, müşterilere eşit derecede olan rekabet ürünlerinin tercih
edilmesidir. Görünüm, performans, dayanıklılık vb. gibi ürünün özelliğini
ayıran derecelendirmedir. Yeterince sınıflandırma için özellikli olmayan genel
mükemmellik ifadesidir. Ürün kalitesini elde etmek için endüstride sorumlu olan
fonksiyonun ismidir. Bir işletmede kalite güvence bölümü gibi kalite ile ilgili
özel bölümün ismidir.
Dünya üzerinde yaşanan çağdaş rekabet koşulları,
üretim süreçlerinde teknolojik gelişmelerin sağladığı olanaklardan etkili ve
verimli bir biçimde yararlanarak hata ve kayıp oranlarını en düşük seviyeye indirmeyi
zorunlu kılmaktadır. Herhangi bir üretim sürecinde, iş sağlığı ve güvenliği
hata, kayıp oranlarını en aza indirmek, ancak teknolojik gelişmelerin de
desteğini alarak, çalışanların, üretimi, iş yerinin sağlığı ve güvenliğini,
müşterinin ihtiyaç ve beklentilerini olabildiğince karşılamayı hedeflemekle
mümkündür.
Yönetim sistemi, kuruluşun politikaları,
hedefleri ve bu hedeflere ulaşmak için süreçler oluşturmak için birbiriyle
ilişkili veya etkileşen elemanlarının kümesidir. Bunların yapılabilmesi için de
Yönetim sistemini belli kurallar ve standartlar ile belirmemeniz gereklidir.
Bunun için de ISO 9000 (Quality management systems), Toplam kalite yönetim
sistemin kurulları ve standartlarına uygun biçim de uygulamalısınız (belge almasanız da). Belge almak her
zaman kuruluş faydasınadır. Kuruluşunuzu kalite yönetim sistemi standard
ve/veya dokümanlar, uygulanması hazır hale getirdiğiniz de geçişiniz çok daha
kolay olabilir.
TKY bünyesindeki tüm çalışanların çalışmalara
katılımını sağlamak için kullanılan en önemli araç, “kalite çemberleridir”. Bu
bağlamda kalite çemberleri, iyileşmeler önermek ve bunları tartışmak için
genellikle çalışma saatleri dışında düzenli olarak toplanan, aynı çalışma
alanında görevli ve gönüllü iş gören gruplarıdır. Bu gruplar çalışmalarında
karşılaştıkları kalite, güvenlik, verimlilik, çalışma koşulları gibi
sorunlardan seçtiklerini incelemek ve çözümler üretmek için düzenli aralıklarla
toplanırlar. Üyeler belirli sorun çözme yöntemleri ile sorunlara çözüm
önerileri hazırlar, bu önerilerin geçerliliklerini belirler, üst yönetime düzenli
olarak bunları sunar ve sonuçlarını izlerler.
Saha Performans Yönetimi: Saha performans yönetimi
nedir denilince; konuşulan teorilerin pratikte nasıl çalıştığını
gözlemlenebileceği asıl alan çalışma sahadır. Belli bir faaliyet ya da bir
hizmetin sahada gerçekleşen halinin yönetilmesine de saha performans yönetimi
adı verilir. Sahadaki koşullar kısa zaman aralıklarında yüksek değişkenlik
göstermekte, bu değişkenliği yönetmek, etkili bir saha yönetimi olmadan oldukça
zordur. Çünkü sürekli yangın söndürmek için uğraşırken dışımız da ki dünyadaki
gelişmelerden geride kaldığımızı göremeyiz. Saha yönetimi yapısı kısaca,
organizasyonları her yeni günde tekrar yeni bir şeyleri keşfetmeye çalışmaktan
kurtarır.
Saha performans yönetimi diğer birçok yalın tekniği
bir arada kullanmayı ve hızlı, doğru karar vermeyi gerektiren bir çerçevedir.
Kuruluşların hedeflere bağlı gidişatını izlemek ve ölçmek için sürekli
çalışarak, etkin bir yönetim için hedef odaklı aksiyon alınmasını sağlar. Saha
yönetimini gerçekleştirmek için görsel kontrol panoları kullanılmalı, personel
arasındaki iletişimi güçlendirmek ve günlük verileri bir araya getirebilmek
için toplantılar düzenlenmeli, standart iş formları oluşturulmalı, sahada
gözlemler yapılmalı. Ancak bu şekilde sahada sürekli işleyen sıcak yönetim
mekanizmaları kurulmuş olur.
Felsefi
Yaklaşımla İş Salığı ve Güvenliği
2025Temmuz,
İzmir
Bu
çalışma, iş sağlığı ve güvenliği kavramını yalnızca pratik uygulamaların değil,
insanın etik sorumluluğu, varoluşsal değeri ve kamusal aklın bir gereği olarak
ele alır. Antik Yunan'dan Heidegger’e, Hobbes’tan günümüz etik teorilerine
kadar uzanan düşünce çizgisinde, çalışma yaşamının güvenliği bir "varlıkla
karşılaşma" biçimi olarak değerlendirilmiştir. Çalışan birey yalnızca
üretim sürecinin bir aracı değil, kendi amaçlarını taşıyan bir varlıktır. Bu
bağlamda İSG, teknik önlemler kadar, insan onuruna ve yaşam hakkına saygının da
bir göstergesidir. Felsefi yaklaşımla, güvenli bir çalışma ortamı yaratmak
yalnızca kazaları önleme değil, aynı zamanda adil, saygın ve anlamlı bir iş
yaşamı inşa etme iradesidir.
Bu eserin
yayın hakları Erdem Şeneroğlu aittir. Her hakkı saklıdır. Tanıtım için
yapılacak kısa alıntılar dışında yayıncının yazılı izni olmaksızın hiçbir yolla
çoğaltılamaz.
İÇİNDEKİLER
Genel İş
Sağlığı ve Güvenliği… say, 4
Çalışma hayatında oluşturulan kurallar, say,
4- 11
İş Sağlığı ve Güvenliği ’in de tarihsel
gelişim, say, 11- 15
Bölüm 2… say, 15- 16
Felsefi Yaklaşımla İş Sağlığı ve Güvenliği
Çalışmaları, say, 15, 18
Felsefi Yaklaşımla İş Sağlığı ve Güvenliği
Kurulum Planlaması, say. 18
İnsan Nedir? 18- 20
Düşünce ve Düşünme Nedir? Farkı Nedir? say.20- 22
Düşünme Nedir? say, 22- 26
Düşünen Toplumsal Eğitim, say, 26- 33
Düşünmeyi Öğrenmede Soru Sormanın Anlamı
Nedir? Say, 33- 34
Bilgi Nedir? Nasıl Öğreniriz? Say, 34- 38
Ne ve Neyi Bilebilirim? Say, 38- 40
Bilgi Güçtür, say, 40- 43
Akıl Nedir? Düşünceden Farkı Nedir? Say, 43-
45
Aklın Yönetim Kuralları, say, 45- 50
Zihin ve Bilinç, Merak ve Algılama, say, 50-
53
Mantık Nedir? Say, 53- 54
Kültürel Etkiler, say, 54- 56
Örgüt Kültürü, say, 56- 57
İş Sağlığı ve Güvenliğinde Kuruluş Kültürü ve
Güvenlik Kültürü, say, 57- 62
İSG Alanında Yaşam Boyu Öğrenme ve Eğitim,
say, 62- 65
Gestalt Kuramı, say, 65
İşletmelerde Gestalt Kuramının eğitimde nasıl
kullanılabiliriz? Say, 65, 69
Yönetim
Sistemi ve Yönetici, say…. 69, 73
Küreselleşme ve Bilgi Çağı Çerçevesinde
Gelişen ve Öne Çıkan Uygulamalar, say, 73- 74
Plan ve planlama, say, 74- 76
Stratejik Düşünme, Stratejik Planlama ve
Adımları, say, 76- 79
Stratejik Planlamanın temel aşamaları
nelerdir? Say, 79- 82
Standart ve Standardizasyon, say, 82- 84
İş Sağlığı ve Güvenliği, Planlama Adımları
say, 84- 85
İş Sağlığı ve Güvenliği Programı Geliştirme,
say, 85- 86
Kuruluşlarda Oluşabilecek Problemlerin
Çözümlenmesi, say, 86-87
Problem Çözme, Kök Neden Çözümlemesi, say, 87-
90
SCAT (Systematic Cause Analysis Technique)
sistemi say, 90- 95
Bölüm-3
Kuruluşta Sistem Kurulumu say, 95- 96
Politikalar, Prosedürler, Talimatlar, Formlar
ve 6S Endüstriyel Disiplin, say, 96- 98
Talimatlar, say, 98- 99
Form ve Kullanımı, say, 98- 100
6S Endüstriyel Disiplin, say, 100- 102
Risk nedir?
Neye Risk veya Riskli Diyebiliriz? Risk Değerlendirmesi Nedir? Say, 102- 107
İç Denetim, say, 107- 110
Sonuç, say, 110- 113
Kaynakça, say, 113- 117
Giriş
“Nasıl göreceğinizi öğrenirseniz, her şeyin birbiri ile nasıl
bağlantılı olduğunu anlayacaksınız.” Leonardo da Vinci [01]
Yazılı
tarih ve insanlığın, yeryüzü gezegenin de yaşama ve farklılığından beri
sorgulamaktan bıkmadan düşündüğü varlık mücadelesiyle devam etmiştir.
Büyük
patlama, evrenin en eski 13,8 milyar yıl önce tekillik noktası (bir
süreçle sonsuz küçüklük ve sıcaklıkta bir enerji topun) denilen bir noktadan, saniyenin akıl almaz
kesirleri içinde gerçekleşen (‘şişme’ süreciyle ışık hızının üzerinde bir
hızla) genişlediğini bilim dünyasında kabul
varsayan evrenin, evrimi kuramı ve geniş şekilde kabul
gören kozmolojik modeldir.
“Evrenin
yaşı ile, ışık hızını çarparak yapılan hesaplar da gözlemlenebilir evrenin
yarıçapı 46 milyar ışık yılı. Gözlemlenebilir evrende bulunan 2 trilyon
galaksi, yaklaşık 1022 yıldız (1 septilyon) yıldız ve tüm
gökcisimleri arasında kalan hidrojen ve helyumdan oluşan gaz bulutları, evrenin
sadece ve sadece normal maddeden oluşan yüzde 4,9’unu meydana getirdiği
üzerinde büyük çoğunluğun kabullenmesi, bildiğimiz bir gerçektir.
Yaklaşık
30 yıl öncesine kadar gökbilimciler, Pisagor’un evren için kullandığı kozmos,
görebildiğimiz ve algıladığımız nesleler ki ağaçlar, kayalar, insanı da meydana
getiren, gökbilim ve evrenbilim de baryonik karanlık madde, baryonlardan
oluşan karanlık madde olan, “baryonik” maddeden, yani “normal” maddeden,
meydana geldiğini düşünüyorlardı. Artık evrenin belirlenemeyen bir madde;
elektron, proton, nötronlardan farklı, başka bir madde ile dolu olduğu
biliniyor ve bizlere anlatıyorlar.
NASA
tarafından 2010 yılında, büyük patlamadan geriye kalan, kozmik mikrodalga
arka plan ışımasını ölçmek için, uzaya yollanmış bir uydu. Wilkinson
Mikrodalga Düzensizlik Sondası ve daha sonra Avrupa Uzay Ajansı’nın (ESA)
Planck uydu teleskobuyla yapılan gözlemlerle desteklenen verilere göre, evrenin
yalnızca yüzde 4,9’u atomlardan oluşan yıldızlar, gezegenler, asteroid,
kuyrukluyıldızlar ve diğer gökcisimlerini meydan getiren normal maddeden
oluşur.
Avrupa
Uzay Ajans’ın bilim adamlarından Jan Tauber bulguların şaşırtıcı olduğunu,
Büyük Patlama teorisi geçerliliğini koruyor ama genişleme kavramı Planck’ın
gönderdiği verilerle yeniden sorgulanabilir demekte.
Günümüz
bilim dünyasının ciddî bir saplantısı, her şeyin kaynağının madde veya onun
eşdeğeri enerji olduğu ön kabulüdür. Bu da günümüzün, belki de daha sonraki
yıllarda tartışılacak kavramlar olarak da devam edecektir. Evrenin büyük
patlama öncesi madde-enerjisinin kaynağı gibi, bu katmanların kaynağı
tartışmaları da felsefe ve teolojiye bırakmalıyız diye düşünmeliyiz.
İlk çağlarda beslenme, suya erişim, barınma gibi temel
ihtiyaçların sağlanması çerçevesinde kurulan kişisel güvenlik algısı, ilerleyen
süreçte insanların birlikte yaşamaya başlamasıyla beraber, farklı bir boyuta
kavuşarak toplumsal güvenlik ihtiyacı şeklinde genişledi. İlk Çağ’da yaşamın temel ihtiyaçlarına kavuşma
isteği doğrultusunda güvenliğini sağlamak amacıyla çeşitli önlemler alınmıştı. İnsanların ortak kurallar ve çıkarlar
etrafında yaşamasıyla birlikte tehdit olgusu değişti ve buna bağlı olarak da güvenlik
algısı çeşitlendi. Süreç içinde devletler güvenliği sağlayan baş aktör olurken,
güvenlik olgusunun günümüzde karşılaşılan tehditler karşısındaki konumu ancak 20.
ile 21. yüzyıl sonrası dönemde ortaya çıkan yeni güvenlik yaklaşımlarıyla temellendirilirmiştir.
Yazının bulunması, tarım ve ticaret, imparatorluk ve şehir devletleri,
İnançların gelişmesi, sınıfsal ayrımlar, felsefe ve bilimin gelişmesi, insanlığın dünyayı keşfetme, hayatlarını
düzenleme ve uygarlıklar inşa etme çabaları gösterdiği bir dönemdir. Başta
insanlar olmak üzere devlet, toplum, çevre, canlılar ve doğal kaynakların
güvenliğinin de göz önüne alınması amaçlandı. Bugün küresel ısınmadan, salgın
hastalıklara, enerji arzından doğal afetlere kadar güvenlik, çok geniş bir
alanda ihtiyaçlar piramidinin en tepesinde yerini bulmaya başladı. Güvenlik
kelimesinin evrimi nasıl gerçekleşti? Sorusunda; “Güvenlik” kelimesinin evrimi,
farklı alanlarda ve farklı dönemlerde ortaya çıkan ihtiyaçlar ve teknolojik
gelişmelerle şekillenmiştir. Güvenlik kavramının bazı önemli aşamaları:
Fiziksel Güvenlik, Bilgisayar Güvenliği, İnternet Çağı, Dijital Güvenlik ve
Bileşim Güvenliği tehditleri, kısaca “Güvenlik” kelimesi, zaman içinde
fiziksel, dijital ve kişisel alanlarda farklı anlamlar kazanmıştır.
Hayatımızın
merkezine yerleşen “sağlık, güvenlik, tehlike ve risk” gibi kelimelerin ne
anlam ifade ettiğini ve hangi amaçla kullanılması, insanların özel hayatlarında
ve çalıştıkları kuruluşlarda farklıklar içererek geliştirilmesi yolunu
açmıştır.
Bölüm
1
Genel
İş Sağlığı ve Güvenliği
Yeni
bir toplum kurma düşüncesinin gelişmesi, antik dönem toplum düzeninin, gelişen
üretim ilişkileri önünde engel oluşturmaya başlamasıyla mümkün olmuştur.
İnsanların her türlü üretim biçimi, tarih yaşamı içinde ileriye çıkışında,
insanlığın ve üretimin ilerlemesinde düzenleyici bir rol oynamıştır.
Feodal
düzen -toplumsal
hiyerarşinin toprak sahipliği ve kişisel bağlılık esaslarına göre organize
edildiği bir sistemdir-. Roma İmparatorluğu’nun barbar akınları sonucu
yıkılması sonunda farklılaşmıştır. Küçük köyde yaşayanlar, merkezi bir
otoritenin yokluğunda canından ve malından olma tehdidiyle karşı karşıya
kaldığından, büyük toprak sahiplerinin korumasını aramış ve bu amaçla beylerin
hizmetine girmişlerdir. Böylece merkezi hükümetin koruyamadığı topraklar, yerel
lordlar tarafından savunulmaya başlandı. Lordlar, koruma karşılığında
köylülerden hizmet ve vergi talep ederek topraklarını yönettiler. Böylece,
yerel savunma ve ekonomik ihtiyaçları karşılamak amacıyla feodal sistem
gelişti.
Feodal
sistemle yönetilen topraklarda 4 sınıf bulunmaktaydı. Soylular hiyerarşinin en
üstünde bulunan sınıftı. Sırasıyla rahipler, burjuvalar -işçi, köylü ya da soylu sınıfına dahil
olmayan, eğitim ve zenginlik yoluyla güç ve sosyal statü kazanan kentli kişiler- ve köylüler sınıflarından oluşmuştur. En az
hakka sahip olan sınıf da köylü sınıfından olanlardı.
Çalışma Hayatında
Oluşturulan Kurallar
İş
Sağlığı ve Güvenliği küresel boyutta bir sorundur. Bu sorunun halledilmesi için daha bilimsel,
kolay yoldan çözülebileceğini bilmek, bu işle uğraşanlarını memnun eder. ‘Felsefi düşünce’ ’nin bir başka deyişi derin düşünsel
sorgulamayı da merak edilerek, sorulan sorularla başladığı kabul edilir.
Kişinin yaşadığı küçük doğal çevreden çıkması, başka bir şeyi/şeyleri,
ilk önce zihninde hayal ederek canlandırması, hali hazırda mevcut olan şeylerle
hiçbir zaman yetinmemesi ve yeniyi araması… gibi özellikler, bütün bir insanlık
tarihindeki en büyük ve kökten değişimlerin ilk hareket noktası olmasını
istemez misiniz? Bu güçlü dürtü ve/veya duyguya kısaca “merak” denilmektedir.
Bilimdeki ve uygarlıkta ki gelişimlerin ve büyük değişimlerin temel kaynağı bu
güçlü duygulanımdır, sonsuz bir şekilde kaynayan merak etmedir.
Okuyacağınız
yazının oldukça uzun olduğu ve herkesin bildiği konuların tekrarı olarak
görebilirsiniz. Bu konuda haksız sayılmazsınız. Yazıyı okurken bakış açınızı
değiştirerek, farklı, “felsefi bakış” açılardan bakmayı denemelisiniz. Bunu
yapar ve zihninizde hayallerinizi canlandırırsanız, başka boyuta geçmişsiniz
demektir. Sizde bu olmuyorsa, bir takım bilgi ve gayret yoksunluğunda
bahsedilebilir. “Felsefi
bakış” açısı, birleştirici ve bütünleştirici bir yaklaşım verir bize. Belli
uzmanlık alanlarındaki bilginin diğer alanlardaki bilgilerle bağıntısını
kurmayı, belli alanlardaki bölük pörçük, karmaşık bilgi ve deneyimleri
bütünleştirmemizi sağlar. Yine felsefe, belli disiplinlerin ortaya koydukları
bilgilerden hareketle, insan ve doğa üstüne bütünlüklü bir yaklaşım ve düşünme
doğrultusu geliştirir. Biyolojiden canlıları öğrenirim, fizik ve kimya bana
maddenin yapısı ve değişimleri hakkında açıklamalar verir vs. gibi.
Prof.
Dr. Nejat Bozkurt, ‘Felsefe Işığıyla Arayışlar’ kitabında ‘Felsefe nedir’?
cevabın da şöyle der. “Felsefe nedir? İlk anlamı bilgelik sevgi demek. Bilgelik de bilgi peşine düşme, her türlü
bilgiyi elde etmeyi amaçlama, tüm bilgiye sahip olma yolunda olma anlamına
gelir. Bilge de bu yolda olan demektir. "Bilgi nedir?" sorusunu felsefe, "Bilgi,
özne (süje) ile nesne (obje) arasındaki ilişkinin ürünüdür" şeklinde
yanıtlar.” [02]
Takiyettin
Mengüşoğlu da ‘Felsefeye Giriş’ kitabın: “Felsefenin çeşitli sahalarına
ait olan bu problemler ele alınırken, felsefenin kendi tarihi ile olan
münasebeti de göz önünde bulunduruluyor; bu hem pozitif hem de negatif bir
karakter taşıyor. Negatif olduğu zaman bir hesaplaşma, pozitif olduğu zaman da
bu fikirlerden bir faydalanma şeklinde ortaya çıkıyor.” [03] demekte.
Yıldız
Teknik Üniversitesi, ‘Lisans Eğitimi’, ‘Felsefeye Giriş’ dersinde Prof.
Dr. Niyazi Kahveci, ‘DÜŞÜNMENİN ÖNEMİ’ “İnsan anlamdır. Anlam, felsefe ile
üretilir.” Dersinde, “Düşünme işlemi şöyledir: Veri alımı, analiz -sorgulama, eleştiri-, sentez -dönüştürme-, ürün; çıktı, atık atımı. Yani düşünme
işleminde de entropi -çoğunlukla bir sistemdeki rastgelelik ve
düzensizlik olarak tanımlaması-
vardır. Entropi; önce düzensizlik,
sonra da düzenlilik üretmektir. “Analiz-Çözümlemek”
düzensizlik, yani alınan verinin düzenini bozmaktır. “Sentez-Sonuca giden düşünme biçim” ise; düzenliliktir. Veri olarak alınan başka
malzemenin düzenini bozan kişi, o malzemeden aldığı özlerle kendi sentezini
yaparak kendisine özgü “Yeni düzen” üretir, demektedir.
Felsefeyle kendisini bilmeye yönelen insanın, bu bilgi ve
bilinçle birlikte, “kendisi olma” ya da yönelir. Bir bakıma kendini bilme,
kendi-olma olanağını sağlar insana. İnsanın kendisi olması, ancak kendini
bilmesiyle mümkündür. Bu ise ister istemez “insan nedir?” sorusu üzerinde
düşünmeye yol açar. İnsanın en önemli düşünme etkinliklerinden biri olan
felsefi bakış açısı, bu soruyla ilgili olarak da tarih boyunca önemli bir
birikim ortaya koymuş bulunmaktadır.
Bu
bağlamda biz de Felsefi düşünce, insanın varlık, bilgi, ahlak, zihin ve dil
gibi temel konular üzerine derinlemesine düşünmesi ve sorgulamasıdır. Bu
düşünce biçimi, genellikle merak, şüphecilik ve eleştirel sentezle karakterize
edilir.
Felsefi
düşünceyi gerçekleştirmek için bazı temel adımlar nelerdir diyerek sorgularsak:
-Merak ve Soru Sorma: Felsefi düşünce, merakla
başlar. Çevremizdeki dünya, varoluşumuz ve evren hakkında sorular sormak,
felsefi düşüncenin ilk adımıdır.
-Şüphecilik: Var olan bilgileri sorgulamak ve
doğruluğunu test etmek önemlidir. Bu, dogmatik olmaktan kaçınmayı ve açık
fikirli olmayı gerektirir. Bilgiyi olduğu gibi kabul edemeyiz. Bilgiyi yaratır
ya da biz veya başkaları tekrar keşfederler.
-Eleştirel Analiz: Fikirleri ve argümanları
mantıksal olarak analiz etmek, tutarlılıklarını ve geçerliliklerini
değerlendirmek gerekir.
-Nesnellik: Kişisel önyargılardan arınarak,
evrensel ve nesnel bir bakış açısıyla düşünmek önemlidir.
-Tutarlılık: Düşünceler arasında tutarlılık
sağlamak, çelişkilerden kaçınmak felsefi düşüncenin temelidir.
-Refleksif -bir
bağlamın neden ve sonuç ilişkisinin birbirini etkileme durumu- Olmak: Kendi düşüncelerimizi ve
varsayımlarımızı sürekli olarak gözden geçirmek ve eleştirmek gerekir.
‘Felsefi
düşünce’, bireyin kendini ve dünyayı daha derinlemesine anlamasına yardımcı
olur. İnsanın evreni, kendini, toplumu ve bilgiyi anlama ve sorgulama
çabasıdır. Bu düşünce biçimi, sıradan kabul edilen şeyleri bile sorgular;
“Neden böyle?”, “Gerçek nedir?”, “İyi olan nedir?” gibi temel sorularla başlar.
Bu süreç, düşüncelerin keskinleşmesini ve daha
anlamlı hale gelmesini sağlar.
Bu
anlatımların toplamında düşüncelerinizi, derinleştirebildiğiniz, neyin doğru
olup olmadığı ve yanlışlamaları ayıklayarak, doğru olan bilgiyi alma olanağına
erişebilirsiniz.
Şimdi
bilgilenmeye devam edebiliriz.
Sağlık:
Dünya Sağlık Örgütüne göre, sadece bireyin vücudunda hastalık ve sakatlığın
olmayışını değil, kişinin bedenen, ruhen ve sosyal yönden tam bir iyilik
halinde olmasını ifade etmektedir.
Dünya
sağlık örgütüne göre sağlığın 3 temel ölçütü:
1- Bedensel iyilik: Vücudu
oluşturan doku ve organlarda eksiklik, işlev bozukluğu,
mikrop taşıma gibi durumların olmaması hali.
2- Ruhsal iyilik: Yaşına uygun olarak
düşünebilen, düşündüklerini anlaşılır şekilde ifade edebilen, başkalarını
anlayabilen, yerinde ağlamasını ve gülmesini bilen, güçlüklerle mücadele
edebilen, koşullara uygun hareket edebilen, başarılarda mutlu olup
başarısızlıkları kabullenebilen, kendisiyle barışık olma hali.
3- Sosyal iyilik: Nerede, nasıl
davranacağını ve sorumluluklarını bilen, insanlarla iyi ilişkiler içinde olup
büyüğünü, küçüğünü severek hoşgörülü davranan, çevresiyle barışık olma halidir.
Amerikalı
psikolog Abraham Maslow tarafından 1943 yılında yayınlanmış bir
çalışmada ortaya atılmış ve sonrasında geliştirilmiş bir insan psikolojisi
teorisin de insanların belirli kategorilerdeki ihtiyaçlarını karşılamalarıyla,
kendi içlerinde bir hiyerarşi oluşturan daha 'üst ihtiyaçları’ tatmin etme
arayışına girdiklerini ve bireyin kişilik gelişiminin, o an için baskın olan
ihtiyaç kategorisinin niteliği tarafından belirlendiğini söz konusu etmektedir.
Birey, bir kategorideki ihtiyaçları tam olarak gideremeden bir üst düzeydeki
ihtiyaç kategorisine, dolayısıyla kişilik gelişme düzeyine geçemez. Maslow, kişinin
gereksinimleri şu şekilde belirlemiş.
-Fizyolojik gereksinimler (nefes alma, besin,
yemek, su, cinsellik, uyku, sağlıklı metabolizma -vücudun
hücrelerinde yiyeceği enerjiye dönüştüren kimyasal reaksiyonlar-,
boşaltım.)
-Güvenlik
gereksinimi (beden, iş, kaynak, ahlak, aile, sağlık ve mülkiyet güvenliği)
-Ait
olma, sevgi, sevecenlik gereksinimi (arkadaşlık, aile, cinsel mahremiyet)
-Saygınlık
gereksinimi (özsaygı, özgüven, başarı, başkalarına saygı duymak, başkaları
tarafından saygı duyulmak)
-Kendini
gerçekleştirme gereksinimi (erdemli, yaratıcı, içten, problem çözücü,
önyargısız ve hakikatleri kabul eder olmak)
Abraham
Maslow’un yukarı da belirtilen ünlü ihtiyaçlar hiyerarşisin de fiziksel
ihtiyaçlar olarak sağlıklıdan sonra gelen, güvenlik kavramının anlamı; Türk
Dil Kurumu'nun tanımına göre “toplum yaşamında yasal düzenin aksamadan
yürütülmesi, kişilerin korkusuzca yaşayabilmesi durumu, Emniyet’tir.” Oxford Sözlüğünden alınan tanıma göre ise, ‘tehlike
veya tehditten uzak olma durumudur.’
Günümüzde güvenlik, bireyin ve toplumun
“kimlik sürekliliği, anlam dünyası ve varoluşsal istikrarı” ile
ilişkilendirilir. Anthony Giddens’ın “ontolojik güvenlik” kavramı, bireyin
yalnızca fiziksel değil, psikolojik ve kültürel olarak da güvende hissetme ihtiyacına
işaret eder.
Güvenlik;
toplum yaşamında yasal düzenin aksamadan yürütülmesi, kişilerin korkusuzca
yaşayabilmesi durumudur
İnsan
güvenliği: Ulusal güvenlik, egemenlik ve insan hakları alanında ortaya çıkan
kavramsal bir sorunu belirten uluslararası ilişkiler terimidir. İnsan hakları
olarak da ifade edilebilir.
Güvenlik;
“dünyaya gelen her canlının öncelikli amacı varlığını korumak ve sürdürmektir.
Bir canlı
olarak insanlar için geçerli olan bu durum insanlardan meydana gelen devletler
için de geçerlidir. Varlığını korumak ve
sürdürmek güvenlik kavramının da özünü oluşturmaktadır.” [04] “Aynı kavram
farklı yerlerde; “birey, topluluk veya toplumun istenmeyen, beklenmeyen olay, durum
ve saldırılardan, maddi, yasal ve psikolojik araçlarla korunması”, “tehlikeden,
korkudan ve dehşetten uzak kalma durumu” olarak ya da “korku ve tehlikeden uzak
olma durumu ve hissi” biçiminde de tanımlanmaktadır.” [05]
“Güvende
olmak zarara karşı korunaklı durumda olmaktır. İngiliz dilbilimci, çevirmen ve
tarihçi Andrew Dalby’ye göre güvenlik terimi, kısmen her yerde bulunan ve
tehditten uzaklaşmak isteyen bir dizi yaygın isteği ifade etmektedir.
Wolfers'in yaptığı tanıma göre ise güvenlik kavramının iki yönü bulunmaktadır.
Buna göre ‘nesnel olarak sahip olunan değerlere ilişkin bir tehdidin
bulunmaması, öznel olarak ise bu değerlere ilişkin bir saldırı olacağı korkusu
bulunmamasıdır”. [06]
Richard
H. Ullman da “güvenlik tehdidini, bir devlette yerleşenlerin yaşam kalitesini
düşüren veya bir devletteki özel, hükümet dışı birimler (birey,
grup, şirket) ile hükümetlerin politika
tercihlerini daraltan tehdit” olarak tanımlar.” [07]
Princeton Üniversitesi Kamu ve
Uluslararası İlişkiler Enstitüsü üyesi olan Woodrow Wilson School İşleri’nde
Profesör, 1982-83 akademik yılını İleri Düzey Eğitim için ziyaretçi olarak
geçirdi. Harvard Koleji ve Massachusetts Teknoloji Enstitüsü Başkanı ve Üyesidir.
Ullman, International Security dergisinin 8.
cilt, 1. sayısında 1983 yılında yayımlanan “Güvenlik Yeniden Tanımlanıyor”
“Redefining Security” başlıklı makalesinde: Güvenlik mi? Neye karşı? Güvenliğin daha kapsamlı bir tanımına doğru
ilerlemenin bir yolu şu soruyu sormak olabilir: Daha fazlasını elde etmek için,
nelerden vazgeçmeye istekli olmalıyız, güvenlik ve diğer değerler arasındaki
ödünleşimleri nasıl değerlendiririz? Sorusu yerindedir. Çünkü bir devletin
sağlayabileceği tüm "mallar" arasında hiçbiri güvenlikten daha temel
değildir. Bu olmadan, 17. yüzyıl filozofu Thomas Hobbes'un sık sık alıntılanan
ama sonsuza dek hatırlamaya değer bir pasajda gözlemlediği gibi: Sanayiye yer
yoktur, çünkü meyvesi belirsizdir: ve sonuç olarak Yeryüzünün Kültürü,
Denizcilik veya Deniz yoluyla ithal edilebilecek metaların kullanımı yoktur,
ferah bir bina yok, çok fazla güç gerektiren şeyleri hareket ettirme ve çıkarma
talimatı yok, Dünya'nın yüzü hakkında bilgi yok. Zaman hesabı yok. Sanat yok.
Mektup yok. Toplum yok ve en kötüsü olan, sürekli korku ve şiddetli ölüm tehlikesi
ve insanın hayatı, yalnız, fakir, vahşi ve kısa. “Hobbes'a göre, güvenliğe
yönelik tehditlerin kendi ulusunun içinden mi yoksa dışından mı geldiği pek
önemli değildi. Bir kurban, onu öldüren kurşun, işgalci bir ordudan geliyorsa,
malına el koymaya çalışan bir komşu tarafından ateşlenirse ölüdür. Bir vatandaş
devlete bakar, bu nedenle her iki tür tehdide karşı da koruma sağlar. Hobbes
için güvenlik mutlak bir değerdi. Bunun karşılığında devlet, bir vatandaştan
kendi hayatını feda etmesi dışında haklı olarak her şeyi yapabilir, çünkü
hayatın korunması güvenliğin özüdür”. Bu bakımdan Hobbes aşırıydı. Çoğumuz için
güvenlik mutlak bir değer değildir. Güvenliği diğer değerlerle dengeleriz.
Hobbes'un da kabul ettiği gibi, güvenlik olmadan özgürlük -en güçlüsü hariç-
elbette bir aldatmacadır. Ancak, özgürlüğün avantajları için bazı
hissedilebilir güvenlik artışlarını takas etmeye hazırız. Hobbesçu bir seçim
yapmaya istekli olsaydık, sokaklarımız biraz daha güvenli olurdu ve zorunlu
askerlik, silahlı kuvvetlerimizin saflarını şişirirdi. Bu da toplumumuz ve bizim
de kendimizi çok daha düzenli hissedebileceğimize neden olurdu. Hemen hemen her
toplumda, bireyler ve gruplar, değiş tokuş ve güvenlik, özgürlük çağı
arasındaki en önemli konulardan biridir.
Thomas Hobbes’un en sık alıntılanan
ve hafızalara kazınan pasajı, Leviathan adlı eserinde yer alır. Bu
pasajda Hobbes, devletin olmadığı bir doğa durumunda insan yaşamının nasıl
olacağını şu çarpıcı ifadelerle betimler:
> “...ve insan hayatı yalnız,
yoksul, iğrenç, vahşi ve kısa olacaktır.”
Bu söz, Hobbes’un doğa durumunu
“herkesin herkesle savaşı” olarak tanımladığı bölümde geçer. Ona göre, merkezi
bir otorite -yani egemen bir devlet- olmadığında insanlar sürekli bir güvensizlik ve tehdit ortamında yaşar.
Bu nedenle bireyler, kendi güvenliklerini sağlamak için özgürlüklerinden
feragat ederek bir toplumsal sözleşme aracılığıyla egemen gücü oluştururlar.
“Devletin amacı; bireysel güvendir”.
Tomas Hobbes.
Güvenlik
kavramı da kimi hallerde insanların korkusuzca yaşayabilmelerini içeren pozitif
bir çağrışım, kimi zaman da otorite sahiplerinin güvenlik çağrısıyla olağanüstü
önlemleri almayı meşrulaştırmaya çalıştığı halleri yansıtan negatif bir
algıdır.
Kesinlikle
güvenlik, sadece bir amacı değil, aynı zamanda bir sonucu da ifade eder. Bu
bağlamda, güvenliği sağlamak için alınan önlemler hem bir hedefi
gerçekleştirmeyi amaçlar hem de olumsuz sonuçları önlemeyi hedefler. Yani
güvenlik, bir işlemi başarıyla tamamlamak kadar, olumsuz olayları engellemek
için de önemlidir.
Sosyal
bilimler alanının farklı disiplinlerinde insan olmanın tamamlayıcı
parçalarından ‘hayatta kalma ve sürdürebilme’ ile ilişkilendirilen temel bir
kavram olan güvenlik, kimi zaman bir ihtiyaç, kimi zaman bir dürtü veya içgüdü,
kimi zaman politik kavrayış olarak ele alınmaktadır.
Tehlike:
TDK göre: Büyük zarar veya yok olmaya yol açabilecek durum; muhatara. / Gerçekleşme
ihtimali bulunan fakat istenmeyen sakıncalı durum.
Tehlike:
Yaşam yerleri, çalışma ortamların da var olan ya da dışarıdan gelebilecek,
insanların, canlı varlıkların, yaşam yerlerini, çalışma yerlerini, çalışanları
zarara veya hasara uğratma potansiyeli olan olay olarak tanımlanmaktadır.
Tehlike: zararın; yaşam, sağlık,
mülkiyet ya da çevreyi tehdit etmesi durumudur. Tehlikeler zarar
risklerine göre teorik olarak, atıl veya potansiyel olarak
değerlendirilir; buna göre âtıl ya da potansiyel bir tehlike "aktif"
hale geldiğinde bu acil bir durum yaratabilir. Tehlikeli bir durum
gelip geçtikten sonra bir olay ''olarak'' adlandırılır. Tehlike ve
olma olasılığı riski oluşturur. Tehlike risklerinin tanımlanması bir
risk değerlendirmesinde ilk basamaktır. Burada dikkat edilmesi gereken nokta,
olayın henüz meydana gelmemiş olmasıdır.
Uyku
Durumu – Durum bir potansiyel tehlike sunar ama
kişi, mülkiyet veya çevre mevcut durumda etkilenmez.
Örneğin; bir yamaç toprak kayması potansiyeli ile tutarsız
olabilir ama yamacın altında veya üzerinde etkilenebilecek bir şey yoktur.
Zırhlı
– Kişi, mülk ve çevre zararın yolunda potansiyel
içindedir
Aktif
– Tehlikeyi kapsayan bir zararlı durum aslında meydana
gelmiştir. Genellikle bu “aktif tehlike” olarak değil, bir kaza, aciliyet,
vaka veya felaket olarak atfedilir.
Tehlike
genellikle altı tipten biri olarak belirlenir:
Fiziksel
Tehlikeler: Vücudun fiziksel zararına
veya yoğun strese neden olur. Fiziksel tehlikeler hem doğal hemen
de insani unsurlar olabilir.
Kimyasal
Tehlikeler: Vücut, mülk veya çevreye zarara
veya hasar görmesine neden olabilir maddelerdir. Kimyasal tehlikeler
hem doğal hemen de insani kökenli olabilir.
Biyolojik
Tehlikeler: İnsan
vücuduna zarar verebilir biyolojik ajanlardır. Bazı biyolojik ajanlar;
varisler, parazitler, bakteriler, yiyecek, mantar ve yabancı
toksinler olabilir.
Elektrikle
İlgili Tehlikeler: Elektrik enerjisi, insan hayatında oldukça
önemli bir yere sahiptir. Ancak bunun yanında iş kazalarının büyük bir kısmının
da gerçekleşme nedenidir. Yurdumuzda her yıl
meydana gelen iş kazalarının önemli bir kısmı elektrik akımından kaynaklı
elektrik çarpmalarıdır.
Psikolojik
Tehlikeler: Strese veya
stresli çevreye bağlı işin devamında yaratılır. Bir insan, strese
dayalı psikolojik rahatsızlıktan etkilendiğinde bir tehlike olabilir
veya bir insan alkol etkisinde, hastalıkta ve eğitim eksikliğinde de
tehlike olabilir.
Ergonomik
tehlike: Doğası gereği bir tehlike
bir insan hayatına, sağlığına, malına veya çevresine potansiyel olarak
zararlı olan şeyleri kapsar. Mevcut bulunan depolanan enerjinin, açığa
çıktığında hasara yol açması tehlikeyi tanımlamada anahtar kavramdır. Depolanan
enerji farklı biçimlerde meydana gelebilir: kimyasal, mekanik, termal, radyoaktif, elektrik vs.
Tehlikenin diğer sınıfı depolanan enerjinin salınmasını kapsamaz, daha çok
tehlikeli durumların mevcudiyetini kapsar. Örneğin: sınırlı çıkış boşluklar,
oksijeni tükenen atmosferi, sakar durumları, tekrarlayan hareketleri,
alçak asılmış ya da fırlayan nesneleri vb. içerir.
Tehlikeyi
sınıflandırmada çeşitli metotlar vardır fakat birçok sistem
tehlikenin kazaya dönüşme “olasılık” ı faktörünü ve eğer meydana gelmiş ise
kazanın “ciddiyet” inde ki bazı varyasyonları kullanır.
Olasılık
ve ciddiyeti sayısal oranlama (en olası ve en önemli olanı hedefleyerek)
ve bir diğerini karşılaştırmalı değer üretmek için çarpmak, hesaplamada yaygın
bir metottur.
Risk:
TDK göre; Zarara uğrama tehlikesi, riziko.
Risk;
tehlikeden kaynaklanan hasar veya zararın ifadesi olarak tanımlanmaktadır.
Tehlike meydana gelmiş ve bir zarar oluşmuştur. Burada dikkat edilmesi gereken
nokta ise olayın meydana gelmiş olmasıdır. Tehlike henüz gerçekleşmemiş,
gerçekleşmesi durumunda zarar veya hasar oluşumunun ifadesi iken; risk,
tehlikeden meydana gelen zararın ifadesidir.
Risk
= Hazard × Vulnerability / Capacity
Risk
= Tehlike x olasılık / kapasite
Bu
hesap tehlikenin hafifletilmesine ihtiyaç duyduğunu tanımlar. Oluşma
olasılığındaki düşük değer tehlikenin uyku durumunda olduğu anlamına gelir iken
yüksek değer aktif tehlikeyi işaret eder.
“Eğer
olay meydana geliyorsa ciddiyet” in önemli bir bileşeni “kime ciddiyet?” tir.
Farklı topluluklar kazalardan farklı şekilde etkilenebilirler. Örneğin;
bir patlama farklı topluluklarda patlamanın mesafesine göre oldukça
farklı etki gösterir. Aşırı basınç ve şarapnel etkisiyle
ölümden, zararlı gaz teneffüs etmeye (rüzgâr yönünde olan
insanlar için), yüksek sese maruz almaya kadarki aralıkta olası etki
aralığındadır.
Tehlikelerin
önceliklendirilmesi
Tehlike,
SMUG modeli kullanılarak tanımlanabilir ve önceliklendirilebilir. “SMUG
modeli aciliyet durumunda sunulan risklerin üzerinde tehlikenin
önceliklendirilmesi için bir anlam sunar-” SUMUK
metodu, iş sağlığı ve güvenliği alanında ‘patlama tehlikelerinin sistematik
olarak analiz edilmesi’ için kullanılan bir değerlendirme yaklaşımıdır”. SMUG modeli; ciddiyet, yönetilirdik,
aciliyet, büyüme için ayakta durur. Ayrıca çeşitli hastalık yayan virüsleri
oluşturur.
İş Sağlığı ve Güvenliği ’in de Tarihsel Gelişim
Dünya
da bu gelişimin tarihçesine baktığımızda:
- Sanayi Devrimi Dönemi,
- Günümüz Yaklaşımları şeklinde tanımlanabilir.
Sanayi
Devrimi öncesin de insanlar avcılık ve toplayıcılık yaparak yaşamlarını
sürdürmekteydi. Zaman içerisinde toprak işleme (tarım), güvenlik
kaygıları ve sosyal ihtiyaçlar nedeniyle insanların yerleşik hayata geçmesiyle
bir insanın bir başkası tarafından çalıştırılmaya başlaması, çalışma hayatına
ilişkin büyük bir dönüşümün başlangıcı olmuştur. Günümüzde, iş sağlığı ve
güvenliği konusu bağımsız bir bilim dalı haline gelmiştir. İş sağlığı ve güvenliği
konusu bugünkü noktasına ulaşıncaya kadar değişik aşamalardan geçmiştir.
Dünyada ve Türkiye’de sanayileşmenin aynı zamanlarda yaşanmamasına, bağlı
olarak iş sağlığı ve güvenliği konusunun tarihsel gelişimini dünyada iş sağlığı
ve güvenliğinin tarihsel gelişimi ve Türkiye’de iş sağlığı ve güvenliğinin
tarihsel gelişimi şeklinde farklı zamanlarda, toplumların ve devletlerin
ihtiyaçlarına göre düzenlendiğini görmekteyiz.
Sanayi
Devrimi Öncesi, “İş sağlığı ve
güvenliğinin tarihsel gelişimini incelendiğinde, iş sağlığı ve güvenliği ile
ilgili ilk yazılı kaynaklar Yunanlı düşünür Heredot’a kadar
dayandırılmaktadır. Çalışanların sağlığı ile yapılan iş arasındaki ilişkilerin
araştırılmasına ilk onun tarafından başlandığı ileri sürülmektedir. Ünlü
tarihçi ve düşünür Heredot, ilk kez çalışanların verimli olması için yüksek
enerjili besinlerle beslenmesi gerektiği üzerinde durmuştur. M.Ö. 2000’lerde;
Babil döneminde tarihin bilinen ilk yasalarından olan Hammurabi Kanunlarında
yer alan düzenlemelerle iş sağlığı ve iş güvenliğinin temellerinin atıldığı ve
işi yaptıranın, işin negatif sonuçlarından sorumlu kılındığı ilk hükümler
hayata geçirilmiştir. Roma ve Mısır uygarlıklarında altın gümüş ve kurşun
madenlerinde çalışma kollarının tanımlandığı bildirilmektedir. Georgius
Agricola, (M.S.1494-1555) Alman bilim insanı. İlk maden mühendisi ve
"Mineralojinin Babası" olarak tanınan ve madenciler ve onların
hastalıklarına ilişkin olarak gözlemlerini ilk yayınlayanlardandır. Paracelsus
(1493-1541) Madencilerin meslek hastalıkları ve korunma yolları hakkında kitap
yazmıştır. Bernardino Ramazzini (1633-1714) İtalyan bilim insanı. İşçi
sağlığının kurucusu olarak anılır.
Bilimsel
esaslara dayalı olarak iş sağlığı ve güvenliği konusunun ele alınması 17.
yüzyılda Bernardino Ramazzini tarafından gerçekleşmiştir. Uzun
incelemeler sonucu yazdığı meslek hastalıkları kitabı “De Morris Artificum
Diatriba” ile iş sağlığının kurucusu sayılmıştır. Kitabında, özellikle iş
kazalarının önlenmesi için işyerlerinde koruyucu güvenlik önlemlerinin
alınmasını önermiştir.
Sanayi
Devrimi Döneminde, tarihte bir kırılma noktası olan Sanayi Devrimi, insan ve
hayvan gücüne dayalı üretim tarzından, makine gücünün dayalı olduğu üretim
tarzına geçiş olarak tanımlanmış olup, dünyadaki en önemli olaylardan biri
olarak tarihe geçmiştir. 18. yüzyılın ilk yarısı içerisinde ilk olarak
İngiltere’de ortaya çıkan ‘Sanayi Devrimi’ ile üretim süreci büyük bir
değişime uğramıştır. Küçük zanaatkârlıkların atölyelere ve daha sonra gelişen
teknolojiyle birlikte, büyük makinelerin yer aldığı fabrika sistemine geçişi
ile üretilen mallar da artışlar gözlenmiştir. Buhar Gücü, Fabrikaların
kurulması, Makinaların ve kullanılan kimyasalların doğurduğu tehlikelerle,
çalışanların, sağlıksız koşullarda barınma, yetersiz beslenme, olumsuz tehlike
yaratacak şekilde oluşan, çalışma ve çevre koşulları, uzun süre çalışma
saatleri, aşırı yorgunluk, salgın hastalıkla, meydana gelen iş kazaları, meslek
hastalığı, çalışanın sağlığının bozulmasın da artışların oluşması kaçınılmaz
olmuştur.
Edwin
Chadwick, İngiltere'de hijyenik reformun ana mimarı ve hükümetin, çalışan
erkeklerin erken ölümlerini önlemek ve aynı zamanda ekonomik büyümeyi teşvik
etmek için acilen gerekli olan drenaj, konut koşulları ve su kaynağı
iyileştirme önlemlerine yatırım yapmasını istedi. 1848'de,
Parlamento, aşı ile hastalıkların önlenmesine, el yıkamaya, suyun
klorlanmasına, sokak temizliğini, çöp toplama ve kanalizasyon işlemlerini
kolaylaştırmak amacıyla Merkezi Sağlık Kurulu'nun oluşturulmasını sağlayan
bir ‘Halk Sağlığı Yasası’ çıkardı. Chadwick ayrıca ayrı
sistemler kullanarak yağmur suyunun ve kanalizasyonunun düzenlenmesini
savunarak, çalışan nüfusun sağlık durumunu ortaya koymak için hazırladığı
raporla, çevre ve barınma koşullarının insan sağlığı için önemine değinmesiyle,
çıkartılanı yasa ile biraz da olsa iyileşmesine öncü olmuştur.
İş
sağlığı ve güvenliği alanında bilimsel anlamdaki ilk gelişmeler İtalya’da
ortaya çıkmakla birlikte konunun gelişimi İngiltere’de olmuştur. 18. yüzyılın
ikinci yarısında İngiltere’de yaşanan Sanayi Devrimi ile üretimin niteliği
değişmiştir. Küçük zanaat mahiyetinde atölyelerde, elle yapılan üretimin yerini
yeni teknik buluşlara bağlı olarak makinelerle yapılan kitle üretim, seri
üretim almıştır. Üretim tekniklerinde meydana gelen gelişmeler sonucunda
işverene bağımlı ve ücret karşılığında çalışan işçi sınıfı fabrikalarda yeni
risklerle karşılaşmışlardır. Dolayısıyla, Sanayi Devrimi beraberinde yeni
sağlık ve güvenlik sorunlarını da getirmiştir. Bu dönemde çalışma sürelerinin
çok uzaması, çocuk işçilerin çalıştırılması ve çalışma şartlarının
ağırlaşmasına bağlı olarak devletin çalışma hayatına müdahale etmesi gündeme
gelmiştir.
Dünyada
olduğu gibi ülkemizde de iş sağlığı ve güvenliğinin tarihsel gelişimi çalışma
yaşamındaki gelişmelere bağlı olarak benzer aşamalardan geçmiştir. Osmanlı
İmparatorluğumda sanayileşmenin kendisini gösterdiği dönem olarak 16. ve 17.
yüzyıl esas alınmaktadır. İmparatorluğun ekonomik yönden güçlü olduğu dönemde
küçük el sanatları, çinicilik, dokumacılık ve gemi yapımı ağırlık taşımaktadır.
Osmanlı döneminde Ekonomik hayata yön veren örgütlenmeler ‘Esnaf kuruluşları
ve Loncalar’ şeklinde olmuştur. İş sağlığı ve güvenliği konusunda ilk
çalışmaların başladığı 1850 yıllarında Osmanlı İmparatorluğu’nda, ‘askeri
amaçlı’ üretimlerin yanı sıra, daha çok el tezgahlan olarak gelişmeye
başlayan ‘sanayileşme’, daha sonraları kömür ocakları ve madenler, demir
yolu yapımı, tütün işletmelerinin katılımı ile sürmüştür.
Ereğli
Havzası’ndaki kömür ocaklarında çalışan işçiler kısa sürede ‘meslek
hastalıklarına’ yakalanmışlar ve giderek artan ‘iş kazaların’
da ölümlü kazalar artmıştır. Ergani (Elâzığ, maden İlçesi) Bakır
işletmeleri, 1829 Ereğli’de kömür madeni bulunuşu bu iş kolunun tehlikeleri ve
işin devamlılığını sağlamaya yönelik düzenlemeler yapılmıştır. Dilaver Paşa
Nizamnamesi, dönemin padişahının onayından geçmemekle
birlikte Ereğli Kömür Havzası’nda uygulanmıştır. 1869 tarihinde yürürlüğe giren
Maadin Nizamnamesi ile birlikte, iş güvenliğine dair kurallara daha fazla yer
verilmiş ve Dilaver Paşa Nizamnamesinin eksikleri giderilmeye çalışılmıştır. Cumhuriyeti
Döneminde, İş Sağlığı ve Güvenliği, sanayileşme hareketi cumhuriyet döneminde
hızlanmıştır. Çalışma hayatına ilişkin iş sağlığı ve güvenliği alanında ciddi
yasal düzenlemeler yapılmıştır.
Sanayi
devrimi döneminde iş sağlığı ve güvenliği anlayışı ve yasaları aynı hızda
gelişmediği için, üretim süreçlerinde yaşanan insani kayıplar, üretim
sürecinin bir parçası gibi görülmüştür. Elbette yaşanan kazalardan da
işveren konumunda olan aile şirketleri (feodal yapıların varlığı) değil, çoğunlukla işçinin kendisi sorumlu tutulmuştur.
Bu yoğun, tehlikeli ve ağır çalışma şartları 19. yüzyılın ortalarına kadar kabullenilmiş,
sonrasında İtalya, İngiltere ve ardından tüm sanayileşmiş dünyada işçi sağlığı
ve güvenliği konusu bilimsel bir mesele haline gelmiştir.
Günümüz
Yaklaşımları, söz konusu dönemde işçi sağlığına dönük, tedavi edici yöntemler benimsenmiş
olup, ikinci dalga olarak isimleşen işçi sağlığı ve güvenliği konusundaki önlem
niteliğindeki uygulamaların gündeme gelmesi, 1900’lerin başlarında
gerçekleşebilmiştir. Üçüncü dalga ise 1980’lerde İskandinav bilim insanlarının ‘iş
stresi’, ‘psikolojik riskler’, ‘iş yükü’, ‘birey ve grup seviyelerinde
psikososyolojik ve iş organizasyonu’ gibi olguları araştırmaları ve
önleyici eylemlerin hedefi haline getirmesi sayesinde gerçekleşmiştir. Bu
dönemdeki bilimsel çalışmalar, iş tatmini ve iş motivasyonu konularını iş psikolojisi
ile birlikte değerlendirmiş, iş yaşamı için tam bir kalite öngörmüştür.
İş
Sağlığı ve Güvenliği konusunda Uluslararası kuruluşlar: Uluslararası Çalışma
Örgütü ya da ‘ILO’, ülkelerdeki çalışma yasalarında ve bu alana ilişkin uygulamalarda
standartları geliştirmek ve ileriye götürmek gibi bir amaçla 1919 yılında
kurulan kuruluştur. Merkezi İsviçre'nin Cenevre kentinde bulunmaktadır. Dünya
Sağlık Örgütü ‘WHO’, Birleşmiş Milletlere bağlı olan ve toplum sağlığıyla ilgili
uluslararası çalışmalar yapan örgüttür. 1945 yılında kurulmuştur. Hükümetler ve
meslek grupları ile iş birliği yapar. Avrupa’da ise ‘AVRUPA İŞ SAĞLIĞI VE
GÜVENLİĞİ AJANSI’ ‘OSHA-EU’ nın kuruluş amacı, Avrupa Birliğinde işyerlerinin
daha sağlıklı, güvenli ve üretken olmalarına katkıda bulunmaktır. Merkezi
İspanya’dadır.
İngiltere’de
yaşananlar ve yapılan düzenlemeler diğer ülkeler açısından da örnek olmuştur.
Almanya’da 1849, İsviçre’de 1840, Fransa’da 1841 ve Amerika Birleşik
Devletleri’nde (ABD) 1877 yılında iş sağlığı ve güvenliğiyle ilgili kanunlar çıkarılmıştır.
Türkiye’de
İş Sağlığı ve Güvenliğinin Tarihsel Gelişimi, Avrupa’da yaşanan Sanayi
Devrimi’nin koşullarının Osmanlı İmparatorluğu’nda oluşmaması nedeniyle aynı
dönemde Sanayi Devrimi yaşanmamıştır. Türkiye’de sanayileşme alanında
gecikmelere bağlı olarak iş sağlığı ve güvenliği alanında düzenlemeler
konusunda da gecikme yaşanmıştır. Türkiye’de iş sağlığı ve güvenliğinin
tarihsel gelişimini, kronoloji olarak Cumhuriyet’ten önceki dönem ve Cumhuriyet
dönemi şeklinde olmaktadır.
İş
Sağlığı: Güvenli çalışma uygulamalarını geliştirmek, bunlara uyumu
sağlamak ve belirli bir meslekte veya işyerinde istihdam edilenlerin sağlık ve
esenliğini korumak için çok disiplinli bir yaklaşım.
İş
Sağlığı ve Güvenliği, insanların iş yerinde güvenliği, sağlığı ve refahı ile
ilgilenen multidisipliner -farklı,
çoklu disiplinli- bir alandır.
İş
Sağlığı ve Güvenliği (işçi, üretim ve işyeri güvenliği): Herhangi bir iş
kolunda çalışanları ve üretimi, iş süreçleri boyuncu çalışma alanların da sağlık
ve güvenlik tedbirlerinin alınmasıdır.
6331
sayılı iş sağlığı ve güvenliği kanununa göre işveren, çalışanların işle ilgili
sağlık ve güvenliğini sağlamakla yükümlüdür. Kurumsal riskin kontrol edilmesi,
her kurum ve her işveren için zorunluluktur. Yükümlülüklerin yerine
getirilmemesi halinde hapis, ciddi para cezaları ve önemli
tazminat riskleri mevcuttur.
İş
Sağlığı ve Güvenliği (İSG): “İşyerinde işin yürütülmesi sırasında çeşitli
nedenlerden kaynaklanan sağlığa zarar verebilecek koşullardan korunmak ve
mevcut sağlık ve güvenlik şartlarının iyileştirilmesi için yapılan sistemli ve
bilimsel çalışmalardır. İş sağlığı ve güvenliğinin temelini oluşturan sağlık ve
güvenlik kavramları ise uluslararası organizasyonlar tarafından şu şekilde
tanımlanmıştır.” [08]
İş
sağlığı ve güvenliğinin temelini oluşturan sağlık ve güvenlik kavramları ise
uluslararası organizasyonlar tarafından şu şekilde tanımlanmıştır.
Dünya
Sağlık Örgütü’nün (WHO) yapmış olduğu tanıma göre sağlık; fiziksel, ruhsal ve
sosyal açılardan tam bir iyilik hali olarak tanımlanmaktadır. Daha açık bir
ifade ile bir bireyin sağlıklı olması demek sadece fiziki olarak değil hem
ruhsal hem de sosyal açılardan da tam bir iyilik hali demektir. Güvenlik
kavramı ölüm, meslek hastalığı, yaralanma, vücut bozukluğu, ekipman kaybı ve
çevre tahribatına neden olabilecek risklerin en aza indirildiği durumlar olarak
ifade edilir. İSG, çalışanların sağlık ve güvenliğini en üst seviyede
tutulmasını, üretimin veya hizmetin devamlılığını ve işletmenin acil durumlara
karşı hazırlıklı olmasını hedeflemekte ve odağına en önemli değer olan insanı
koymaktadır.
Kötü
iş sağlığı ve güvenliği uygulamalarının ekonomik maliyeti her yıl dünya gayri
safi hasılasının %4’üdür (http://www.ilo.org/global/topics/safety-and-health-at-work/lang-en/index.htm).
Bu nedende, nedenleri iş sağlığı ve güvenliğinin temel amacı, iş kazaları ve meslek
hastalıkları meydana gelmeden önce önlemektir. Bu şekilde, çalışanların hayatlarının
ve vücut bütünlüklerinin korunması amaçlanmaktadır. İş sağlığı ve güvenliğinin
amacını çalışanları korumak, üretim güvenliğini sağlamak ve işyeri güvenliğini
sağlamak olarak belirtebiliriz.
Çalışanları
Korumak: İş sağlığı ve güvenliğinin en önemli amacı, çalışanların hayatlarının
ve vücut bütünlüklerinin korunmasıdır. İş sağlığı ve güvenliği önlemleri
sayesinde çalışma ortamındaki risklerin tamamen ortadan kaldırılması veya en
aza indirilmesi yoluyla çalışanlar için tehlikelerden uzak ve sağlıkları
açısından uygun çalışma ortamı sağlanmaktadır.
Üretim
Güvenliğini Sağlamak: İşyerlerinde alınacak iş sağlığı ve güvenliği
önlemleriyle iş kazası veya meslek hastalığı sonucunda ortaya çıkabilecek
işgücü ve işgünü kayıpları azalacak, çalışanlar verimli çalışacaklardır.
Çalışanların daha verimli çalışmaları da işyerlerine ekonomik açıdan katkıda
bulunacaktır. İşyerinde üretimin düzenli bir şekilde yapılmasına bağlı olarak
üretim güvenliği gerçekleşecektir.
İşyeri
Güvenliğini Sağlamak: İşyerlerinde alınacak iş sağlığı ve güvenliği
önlemleriyle işyerlerinde kullanılan araç, gereç, makine, donanım ve tesisatta
işyerini tehlikeye düşürebilecek riskler ortadan kalkacaktır. Bu şekilde,
işyeri güvenliği sağlanmış olacaktır.
İlk
İş Kanunu 1936 yılında yürürlüğe girmiştir. O zamandan bu yana, 25 ila 30
yıllık aralıklarla kanun birkaç kez gözden geçirilmiş ve değiştirilmiştir.
Kanunun en son sürümü 2003 yılında hayata geçirilmiştir (No.4857; 2003) (İş
Kanunu). İş Kanunu’nda çalışma hayatının, iş akdi, asgari çalıştırma yaşı,
ücretler vb. genel koşulları tanımlanmıştır. İş Kanunu’nda, iş sağlığı ve
güvenliğine ayrılmış özel bir bölümü vardı. Bu bölümde, diğer hususlara
ilaveten, işverenin iş sağlığı ve güvenliğini tesis etmek için ilgili tüm
tedbirleri alma sorumluluğu ile çalışanın bu konudaki kurallara ve tedbirlere
uyma yükümlülüğü açıkça tanımlamıştı. Ülkemizde iş yaşamında sağlık ve
güvenliği sağlama konusundaki faaliyetler her ne kadar 2012 yılında 6331 sayılı
İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’nun yürürlüğe girmesiyle hayatımıza girmiş
olarak görünse de sağlık ve güvenlik kültürünün temelleri 1850’li yıllarda
atılmış ve özellikle son yıllarda gelişim göstermiştir.
Yasal
yükümlülükler ve kamu bilincinin artması sonucu, günümüzde kuruluşlar tüm
sağlık, güvenlik, teknik, sosyal güvenlik ve yasal gereksinimleri karşılayan
bir işyerini garanti etmelidirler. 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanununa
göre; işyerindeki risklerin ortadan kaldırılamadığı veya toplu korumaya yönelik
teknikler veya işin organizasyonunda kullanılan önlem, yöntem veya süreçlerle
yeterince azaltılamadığı durumlarda, Sağlık ve Güvenlik İşaretleri
Yönetmeliğinde yer aldığı şekliyle bu işaretleri bulundurur ve uygun yerlerde
kullanılması sağlanır.
Felsefi Yaklaşımla İş Sağlığı ve Güvenliği Çalışmaları
Genel bir tanımla felsefe farklı düşünürlerce
farklı şekillerde yapılmış olsa da en yaygın ve kapsayıcı biçimiyle şöyle ifade
edilebilir: Felsefe, varlık, bilgi, değer, akıl, zihin ve dil gibi temel
konular üzerine sistemli, eleştirel ve sorgulayıcı düşünme etkinliğidir.
Bu tanım, felsefenin hem bir düşünme biçimi
hem de bir araştırma alanı olduğunu vurgular. Felsefe, yalnızca cevaplar
aramakla kalmaz; aynı zamanda soruların doğasını, anlamını ve sınırlarını da
sorgular. Bu yönüyle bilimden, sanattan ve dinden ayrılır: çünkü kesinlikten
çok anlam arayışına, dogmadan çok eleştiriye dayanır.
Yeni
çağla birlikte felsefenin temel çalışma alanı bilim olmuş ve buna bağlı olarak
bilim felsefesi doğmuş, “gerçeği bütünü olarak değerlendirme” genel kabul
görmüştür.
Tarih
boyunca pek çok düşünce ve teori birbirinin karşıtı ya da destekleyicisi,
tamamlayıcısı olarak seyrini sürdürürken, 17. Yüzyıldan bugüne dek meydana
gelen düşünce hareketleri, Aydınlanma ve modernite ile birlikte insanlığın
gelişim seyrini bir anda var olandan çok daha farklı bir yöne kaydırmış, aydınlanmacı
karakteriyle modern düşüncenin gelişimini hızlandırmıştır.
Bu
yaklaşımla, İş sağlığı ve güvenliği eğitimi, disiplinler arası bilgi ve
uygulama gerektiren bir alandır. Bu eğitimler, hedef kitleye daha verimli ve
kalıcı bir öğrenme imkânı sağlamak için eğitim teknolojileri ile iş birliği
yapmayı gerektirir. İş sağlığı ve güvenliği eğitimi süreçleri, eğitim
teknolojisinin temel ögeleri açısından ele alınabilir. Bu temel ögeler,
öğrenmeye ilgi çekme, dikkatleri artırma ve yararlanıcıları aktif tutma gibi
faydaları sağlayabilir. Özellikle uygun disiplinle birlikte eğitim
teknolojilerinin kullanılması, iş sağlığı ve güvenliği eğitimlerinin etkili
oluşunu destekleyebilir. “Bu bağlamda, iş sağlığı ve güvenliği eğitimi
süreçlerinde eğitim teknolojilerini sistem bütünlüğü içinde uygulamak ve
yaratıcılık ile üretkenlik yeteneklerini ortaya çıkarmak için özel tasarımlar
önerilmektedir. İş
sağlığı ve güvenliği, bütün meslek gruplarında çalışan personelin anatomik,
ruhsal ve sosyal iyilik durumlarını en üst seviyeye ulaştırmak, bu seviyede
devamlılığını sağlamak, çalışan personelin mevcut olanaklar sebebiyle sağlık
durumlarının elverişsiz olmasını önlemek gerekçesiyle icra edilen faaliyetleri
ifade ettiği görülmektedir (ILO, 2009). İşin yapılması esnasında çalışma
ortamındaki fiziksel çevre şartları sebebiyle personelin karşılaştığı sağlık
problemleri ve mesleki risklerin bertaraf edilmesi veya en aza indirilmesi iş
sağlığı ve iş güvenliği olgusu ile sağlanmış olmaktadır.” [09]
Temel
olarak eğitim-öğretim süreçlerinde bireylerin; a- özgürleşmesi, b- doğa içinde
doğaya uyum içinde yetişmesi, c- yaşamın içinde gerçek deneyimlerle bilgi,
beceri ve tutumlar inşa etmesi ve d- sosyal, siyasal ve ekonomik sistemlerdeki
eşitsizliklerin nesnesi olmaktan çıkarılarak eğitim süreçlerinde eşitlik ilkesi
içinde eğitilmesi modern kitlesel eğitimin eleştirine karşı benimsenen
kuramsal ve uygulamalı eğitim modellerinin temel özellikleri olarak ön plana
çıkmıştır.
İş
sağlığı ve güvenliği, çalışanların iş yerinde karşılaşabilecekleri risklerden
korunmalarını ve sağlıklı bir çalışma ortamının sağlanmasını hedefleyen bir
disiplindir. Felsefi bir yaklaşımla ele alındığında, iş sağlığı ve güvenliği,
sadece yasal bir zorunluluk olmanın ötesinde, etik bir sorumluluk olarak da
görülebilir. Bu bağlamda, işverenlerin ve çalışanların, herkes için güvenli ve
sağlıklı bir çalışma ortamı oluşturma konusunda ortak bir sorumluluğu var
olduğunu hissetmeleri ve bilmeleridir. 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği
Yasası, iş yerlerinde, iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması ve mevcut sağlık
ve güvenlik şartlarının iyileştirilmesi için gerekli düzenlemeleri
içermektedir. Ayrıca, felsefesi yaklaşımla iş sağlığı ve güvenliği,
çalışanların sadece fiziksel değil, aynı zamanda psikolojik ve sosyal
ihtiyaçlarını da göz önünde bulundurmayı gerektirir. Bu, çalışma ortamının
iyileştirilmesi ve çalışanların refahının artırılması için bütüncül bir
yaklaşımı ifade eder. İş sağlığı ve güvenliği alanında yapılan çalışmalar,
sadece iş kazalarının ve meslek hastalıklarının önlenmesine değil, aynı zamanda
çalışanların genel yaşam kalitesinin yükseltilmesine de katkıda bulunur.
Albert
Camus’a göre absürt insanın anlamsız bir evrende anlam arayışı arasında ki
çelişkidir. Bu çelişki, insan da yabancılaşmaya, kaygı ve umutsuzluk gibi
duygulara yol açar. Bununla baş edebilmek veya mutsuzluğuna karşı, başkaldırı
kavramını sunmuştur. Başkaldırı kavramıyla, insan yaşamının değerli ve önemli
olduğunu göstermeye çalışan Camus, aynı zamanda başkaldırıyla, ölüme ve saçmaya
direnebileceğini göstermeye çalışmıştır. Yaşama nedeni denilen şey, aynı
zamanda çok güzel bir ölme nedenidir.
Çalışan,
fikir veya emek işçisi olsun, çalışanlar ‘Koşulların Kurbanları’ mıdır?
‘İnsan
yaşamının yarısını söylenmeyeni anlamakla, başını çevirmekle, susmakla geçer.’
“İnsan yaşamı, oyuncuyla dekoru arasındaki bu
kopma uyumsuzluk duygusunun ta kendisidir.” Derken,
Camus babasının vefatı sonrası yaşadıkları, iç dünyasında ki fırtınalı
düşüncelerinin ipuçlarını görebiliriz.
Amerika
Birleşik Devletin de ki Nevada Üniversitesin de Prof. Dr. Yunus Çengel; Prof.
Dr. Âdem Tatlı’nın, ‘İnsanlık Tarihi Boyunca Evrim’ isimli kitabında ki ‘Taktim’
bölümün de şunları söyler. “Bu kıymetli eseriyle, üniversiteye gelip derslerine
katılamayan geniş bir okuyucu kitlesini adeta bir zaman trenine bindirip
biyoloji biliminin gelişimini yerinde izlemek üzere 3 bin yıllık hazlı bir mazi
yolculuğuna çıkarmaktadır. Bu tren hareketine M.Ö. VIII. Yüz yılda din ile
bilimin henüz yapışık ikizler olduğu Antikçağ ’da başlar ve eski Yunan ve Roma
kültürlerinin hüküm sürdüğü bölgeleri dolaşır.” [10] Demekte.
İnsanoğlunun
ortaya çıkışından günümüze kadar en önemli ihtiyaçlarından biri yaşadığı
çevreyi ve doğayı anlama ve anlamlandırma becerileridir. Bilme, merak ve
öğrenme isteği, eğitilmeye ilişkin bireysel ve toplumsal farkındalık
oluşturmada önemli etkiler sağlayacağı düşünülmek kaçınılmaz olmalıdır.
Bu
da insana, yaşamında veya iş yaşamın da bir yere veya topluluğa aidiyet
duygusunun oluşmasını sağlayabilir. Aynı zamanda iş hayatı, kişinin
kazandığı başarı ve itibar ile birlikte kariyerinde üst basamaklara çıkmasını
sağlayabilir. İş yaşamında başarılı olmasında; farklı fikirler ve yenilikler
üretmek, başarı yüzdenizi artırabilir. Fikir üreten birinin ruh hali
pozitiftir. Düşündüğünüz fikirleri iş hayatında uygulamak, negatifliği
üzerinizden alarak iş hayatınıza canlılık katacaktır.
Kendinizi
sürekli geliştirmek, güçlü ve zayıf yönlerinizi bilerek onlara göre çalışmak
size öz güven sağlar. Yönünüzü belirlemek ve hedeflerinize ulaşmanıza yardımcı
olur. Proaktif olmak ve inisiyatif almak, başarınızı etkileyen önemli
faktörlerdendir. Proaktif olmak size iş hayatında bir adım önde olma
avantajını sağlar.
İş
yaşamında dengeyi sağlamak da önemlidir. Yoğun iş temposu ve sürekli değişen
beklentiler, birçok kişinin iş ve özel hayatını dengelemesini zorlaştırabilir.
Ancak iş yaşamında dengeyi sağlamak mümkündür ve bu dengeyi sağlamak
çalışanların performansını ve memnuniyetini artırabilir. İş ve özel hayat
arasında sağlanan bir denge, çalışanların daha mutlu ve daha verimli olmasına
yardımcı olabilir.
Bu
bağlamda toplumların gelecekleri gençleri için, ortak eğitim felsefesi olmalıdır.
Bu felsefi anlayışın, toplumun geçmiş hafızasının oluşturduğu birikimleri ile
gelecek anlayışının, bileşkesi olmalı, rasyonel akılcılığını korurken, akıl
dışı ve bilimsel olmayan, işlevselliğini kaybedenleri ayıklayarak, dinamik bir
süreci sağlamalıdır. Toplumlar, geleceği için ortak oluşturduğu veya
oluşturması gerekli düşüncelerini, nasıl, ne şekilde gerçekleştirebileceğinin
planlamasını da yapması gereklidir. Toplum yapısının iyi, sevecen, saygılı ve
bilgili olması ve buna benzer yapıların oluşmasını isteyebilir.
Okul
öncesi ve devamında ki eğimlerin, düşünülen yapının oluşmasını sağlayacak
yöntemleri de oluşturmalıdır. Kısaca şöyle demeliyiz. Bunların Felsefisi
olmalı, bu felsefi anlayış, toplumun geçmişten gelen birikimlerinin çözümlemesi
ile, iyi ve geliştirilebilir olanlarını korurken, çağ dışı kalmak ve
işlevselliğini kaybedenlerini ayıklayarak, dinamik bir süreci sağlamalıdır.
Toplumların eğitim felsefesi, hedeflenen veya oluşturulmak istenilen, toplumun
gelecek nesillerin, ‘nasıl bir insan toplumu yetiştirmeliyiz’ sorusuna cevap
verebilecek şekil de kurgulanmalıdır.
Doç.
Dr. Turan Akman ERKILIÇ (Ünite 1, 2, 3), Doç. Dr. Adnan BOYACI (Ünite 4), Prof.
Dr. Veysel SÖNMEZ (Ünite 5), T.C. Anadolu Üniversitesi Yayını No: 3661 ‘Eğitim
Felsefesi’ ünitesinde, Felsefe-Eğitim İlişkisi bölümünde yazdıklarına göre:
“Toplumlar var olma stratejilerini çağdaş eğitim felsefeleri ve eğitimle toplum
arasındaki ilişki dinamikleri çerçevesinde yeniden yapılandırırken, eğitimin ve
kuruluşların kültürel, çalışanların iş sağlı ve güvenliğinin felsefi anlamının,
değişimi gerçekleştirecek olan sistem yürütücüleri tarafından kavranması
yadsınamaz bir gereklilik” olduğunu kabullenmeliyiz.
“Felsefe
yaşama ve evrene karşı bir tavır alıştır diyerek, bireyin günlük yaşamda
kişiliğinde odaklaşan her tavır ve anlayışı temel düzeyle felsefe olarak
nitelendirmek olasıdır.
Felsefe
akılcı incelemeye ve yaratıcı düşünceye dayalı bir yöntemdir. Felsefe
olay ve olguların belirli bir sistematik içinde akılcı düşünme ilke ve
tekniklere dayandırılarak irdelenmesini amaçlar. Bu bağlamdaki felsefe artık
basit ve dar anlamda felsefeden farklıdır. Felsefe, insana birçok konuda doğru,
açık ve neden-sonuç ilişkileriyle delillere dayalı olarak düşünmeyi öğretir.
Felsefe
evren ve bütün hakkında belirli bir görüş elde etmeye çalışan bir çabadır. Felsefe
bireyin dünden bugüne kazandığı bilgi ve deneyim birikimi ile edindiklerinin
sistemleştirilmesine olanak verir. Bu süreç bir bakıma bireysel bir dünya
görüşünün oluşturulmasıdır. Ancak felsefe olay ve olgulara dar, tek yönlü bir
anlayışla değil; bütüncül bakmayı amaç edinir. Felsefe hem sorun hem de
sorunların çözümü hakkındaki kuramlardır. Felsefe köken olarak bilgiyi
ve bilgeliği sevmek, doğruluğu araştırmak, özgür düşünce ve eleştiriyle sağlam
bilgilere ulaşıp yaşamı buna göre düzenlemeyi amaçlar. Felsefe, kavramların
analizi, sentezi ve anlamlarının aydınlatılmasıdır. Felsefenin tanımının
yapılamayacağı, onun bir üst dil olduğu görüşü, genel kabul gören bir
anlayıştır. Felsefe bilimlere yol göstericilik yapar, yöntem önerir. Felsefenin
temel özelliklerinden biri de yol gösterici olup yöntem önermesidir.
21.
yüzyıl toplumları küreselleşme, siber iletişim ve bilgi ekonomisi gibi
değişkenlerin etkisi ile yapısal bir dönüşüm süreci içine girmiş; bu süreçte
eğitim ve okul merkezde tanımlanan ögeler gibi, kuruluşlar içinde önem kazanım olmuştur.
Bu düşünce kavramların sonucun da Kuruluşlar kendilerini küreselleşmenin
getirdiği değişimlere ayak uydurma cabalarını göstermişlerdir. Bu değişimler
şirketlerin tüm yapısallığında farkındalıkların oluşmasını nasıl, ne şekilde
yapmaları gerektiğini öğrenmişler ve uygulamışlardır. İlk yaptıkları nelerdir
dediğimizde: Ortak bir felsefi anlayışla Vizyon, Misyon ve Politikaları
belirlemeli. Kuruluşun Kültürü ve diğer kuruluşun faaliyetlerini bu
düzenlemeler içinde yapmalarını sağlamıştır.
Felsefi Yaklaşımla İş Sağlığı ve Güvenliği Kurulum Planlaması
İş
Sağlığı ve Güvenliğinde felsefi yaklaşımla, yönetim şeklini geliştirebilmek
için bağsı bilgilerin neler olduğunu ve bunların açıklamaları ile öğrenilmesi
gerekebilir olduğunu düşünmek gereklidir.
Kuruluşun
Güvenlik Kültürünü oluşturma, rasyonel akıl, düşünce, algılama, farklı
taraflardan bakabilme, bilgi, kültürel farklılıklar, çalışanların eğitimi ve
Stratejik Yönetim Sitemi ve Organizasyonu oluşturması için İnsan Kaynakları
Yönetimi’ni oluşturulmalıdır. Satın alma, üretim, pazarlama, depolama
süreçlerini oluşturarak, Prosedürler, Planlar, talimatlar, formları oluşturmalı
ve geri bildirim verme, soru sorma, soru sormanın anlamını bilme, çoklu
taraftarların bilgilerini dinleme, beyin fırtınası yapma, problemi belirleme,
nasıl ve ne gibi yöntemler ile çözülebileceğini bilmesi, çözüm sonucunu
uygulamaya koymak, uygulamaları denetlemekle (iç denetim), oluşan
yanlışlıkların değiştirilmesini sağlamaktır. Yeni çözümlemeleri uygulamak,
uygulamaları denetlemek (iç denetim), mesleki, iş güvenliği, şirket kültürü,
şirketin etik kuralları, pazarlama, finansal vs. gibi iç eğitimlerinin
verilmesini sağlamalıdır.
“Bilimsel
düşünce olsun felsefi düşünce olsun iş sağlığı ve güvenliğin de kendi
açılarından açıklamaya yönelirken onun derinliklerinde daha genel, daha
kavrayıcı, daha sezgisel ölçülerde kendi benzeyenlerini bulurlar.”
İnsan Nedir?
TDK sözlüğüne göre;
1-İsim, Toplum hâlinde bir kültür çevresinde
yaşayan, düşünme ve konuşma yeteneği olan, evreni bütün olarak kavrayabilen,
bulguları sonucunda değiştirebilen ve biçimlendirebilen canlıdır.
Âdemoğlu, âdem evladı (yani insan türünün
bireyi),
2-İsim,
mecaz Huy ve ahlak yönünden “üstün nitelikli kimse”;
adam. (Örneğin “ne kadar iyi bir insan” ifadesinde olduğu gibi).
Bu tanım, insanı yalnızca biyolojik bir varlık
olarak değil, aynı zamanda kültürel, zihinsel ve ahlaki yönleriyle de tanımlar.
İnsan, biyolojik olarak Homo sapiens türüne
ait, yüksek zekâ ve iki ayaklılık gibi özelliklerle karakterize edilen bir
primattır.
Biyolojik Özellikler
·
Zekâ: İnsanlar,
karmaşık düşünme, problem çözme ve dil kullanma yetenekleriyle diğer
canlılardan ayrılırlar.
·
İki Ayaklılık: İnsanlar,
dik yürüyebilen ve ellerini serbestçe kullanabilen birkaç türden biridir.
·
Beyin
Gelişimi: İnsan beyni, diğer primatlara göre daha büyük
ve karmaşıktır, bu da ileri düzeyde bilişsel yetenekler sağlar.
Sosyal ve Kültürel Özellikler
·
Toplumsal
Yapılar: İnsanlar, ailelerden devletlere kadar çeşitli
sosyal yapılar oluştururlar.
·
Dil ve
İletişim: Karmaşık diller geliştirmişlerdir ve bu
diller aracılığıyla bilgi ve kültür aktarımı yaparlar.
·
Teknoloji ve
Araçlar: İnsanlar, çeşitli araçlar ve teknolojiler
geliştirerek çevrelerini şekillendirme yeteneğine sahiptirler.
Felsefi ve Manevi Yönler
·
Kendini
Anlama: İnsanlar, kendi varlıklarını ve evrendeki
yerlerini sorgulayan tek türdür.
·
Ahlak ve
Etik: İnsanlar, doğru ve yanlış kavramlarını
geliştirmişlerdir ve bu kavramlar doğrultusunda toplumsal kurallar
oluştururlar.
İnsan, biyolojik, sosyal ve kültürel
yönleriyle son derece karmaşık ve çok yönlü bir varlıktır.
İnsan olarak, “siz pek çok şeysiniz. Her
şeyden önce bir bireysiniz. Birilerinin annesi veya babası olabilir ya da
olmayabilirsiniz, ama her durum da birilerinin çocuğusunuz. Biraz daha ayrıntı
vermeniz gerekse, kendinizi sözgelimi satıcılık yapan, hobi olarak saz çalan
veya orta sınıfa mensup bir Devlet memuru olarak tanımlayabilirsiniz. Dahası
belli bir ülkenin vatandaşı, şu etnisiteden veya bu ırktan olduğunuzu ekleyebilirsiniz.”
[11]
Amanda Rees, Charlotte Sleighi ‘İnsan
(Ne Olduğunu Biliyor muyuz?)’ kitabında ilk satıra şunları yazmakta: “Homo
sapiens kendi cinsi içinde hayatta kalan, bilinen tek tür, ancak Uluslararası
Doğal Hayatı ve Doğal Kaynakları Koruma Birliği’nin tehdit altında veya nesli
tükenmekte olan türleri kapsayan Kırmızı Listesi’nde “asgari endişe”
kategorisinde yer alıyor. Listenin yazarlarının işaret ettikleri gibi, “tür çok
geniş bir alana yayılmıştır, uyum sağlamaktadır, hâlâ artış göstermektedir ve
genel popülasyon azalmasına neden olacak büyük bir tehdit mevcut değildir”
fakat “bazı alt popülasyonlar hastalık, kuraklık, savaş, doğal afetler ve başka
etkenler sonucunda bölgesel azalmalar yaşıyor olabilir.” Diyerek devam
etmektedir.
Charles Darwin, ‘Türlerin Kökeni’
kitabın da ‘insan’ için, “Yeryüzünün birçok kesiminde yüzlek (TDK: Derin
olmayan, sığ, yüzeye yakın olan şeyler için kullanılır.
Eş anlamı “derinliksiz”) oluşumlarda (formation) taştan aletler
bulunduğundan beri bütün yerbilimciler barbar insanın çok eski bir çağda
yaşadığına inanmaktadırlar ve köpeği olsun evcilleştirmemiş barbar bir kavmin
bugünkü günde var olmadığını biliyoruz.” [12] demekte.
Mark Twain’in ‘İnsan Nedir?’ kitabının
son satırları şöyledir: “İnsan ırkının nelere göğüs gerebildiğine ve yine de
mutlu olabildiğine bakıyorum da benim insan ırkının önüne onun neşesini elinden
alabilecek yalın soğuk olgusal gerçekleri koyabileceğimi düşünerek bana fazlaca
paye veriyorsun. Hiçbir şey bunu başaramaz. Her şey denendi. Başarısız oldu.
Rica ederim, endişelenme.” [13]
Düşünce ve Düşünme Nedir? Farkı Nedir?
Hasan Âli Yücel Sosyal Bilimler Lisesi, Dünya
Felsefe Günün ‘Düşünmeyi Düşünmek Nedir?’ Özel Sayısı sayı-1, Kasım 2022
dergisinin kapağın da Oscar Wilde’n sözünü yazmışlar. “Düşünebilen her canlının
insan olması, insan olan herkesin düşünebildiği anlamına gelmez.”
Bu
söz Wilde’ın zekâ dolu üslubuyla insan doğası üzerine yaptığı derin bir
sorgulamayı yansıtır. Bu Cümle iki katmanlı bir anlam içermektedir. Öncelikle, Düşünmek
ile insan olmak arasındaki farktır.
Biyolojik
insan olmak, sadece fiziksel bir varoluş biçimidir; her insan düşünebilme
potansiyeline sahiptir. Ancak “düşünebilmek”, burada salt zihinsel işlem değil,
eleştirel düşünce, farkındalık ve ahlaki öz yargı üretme yetisi anlamında
kullanılmıştır.
Wilde
şunu ima etmektedir. İnsan olmanın düşünmeyi garantilemediğini, yani
çoğu zaman toplumun bireyleri hazır kalıplarla düşünmeden yaşadığını ifade
etmektedir.
Toplumsal
eleştiri de aydınlanma vurgusun da nelerin olduğuna baktığımız da “Aydınlanma
Felsefesi” nin ‘aklını kullanma cesareti’ çağrısını anımsatır. “Kendi
aklınla düşünmeye cesaret et!" tir. Immanuel Kant ve Aydınlanma
Çağı ile özdeşleşmiştir. Kant “Aydınlanma Nedir?” adlı denemesinde aydınlanma
çağının felsefesini bu deyiş ile özetlemiştir. (Kant’ın Sapere Aude!
ilkesi)
Wilde’a
göre, düşünen canlılar (örneğin bazı hayvanlar gibi) içgüdüsel ya da
doğal bir bilinçle hareket ederken, insan zihni çoğu zaman toplum,
alışkanlıklar ve otoriteler tarafından şekillendirilmiş kalıplarla
zincirlenmiştir. Bu da “insan” kimliğini taşımakla gerçek anlamda öz düşünce
sahibi olmak arasındaki uçurumu gösterir.
Varlık
ve kimlik perspektifin de “insan olmak” bir ontolojik kimlik, “düşünebilmek”
ise bir epistemolojik eylem gibi görülüyor.
Yani
Wilde insanı sadece bir varlık türü olarak değil, aynı zamanda kendi üzerine
düşünebilen, özgürlük bilinciyle hareket eden bir özne olarak tanımlamıştır.
Düşünce ya
da fikir, dünya modellerinin var oluşuna izin veren ve
böylece etkin olarak onların amaçlarına, planlarına, sonlarına ve arzularına
bağlı olan uğraştır. Kelimeler bilmeye, sezgiye, bilince,
idealarına ve imgeleme içeren benzer kavramların ve
süreçlerine başvurur.
- Uzay ve zamanın ötesinde,
öznenin dışında, kendiliğinden var olan, duyularla değil, yalnızca ruhen
algılanabilen asıl gerçeklik; mütalaa, fikir, ide, idea, mülahaza.
- Dış dünyanın insan zihnine
yansıması.
- niyet.
- mecaz- kaygı.
-
felsefe İlke, yönetici sav.
Sözlüklere
baktığımız da ‘düşünmek’ eylemi “Zihninde bir şey canlandırmak, elde
edilen bilgilere zihnî faaliyet uygulayarak düşünce meydana getirmek,
fikretmek; tefekkür etmek, aklından geçirmek, tasarlamak”; düşünce ise
“Zihnin bir şey hakkında edindiği düşünme ürünü olan kavram, fikir” olarak
tanımlanmaktadır
Düşüncenin
zihinsel bir faaliyet ve iç konuşma şekli olduğu konusunda önemli tespitler söz
konusudur. Düşüncenin ortaya konulmasına aracılık eden ve onu taşıyan dille
özdeş olarak görülmesi, düşünce tarihinde önemli taraftar bulmuş ve bu konuda
farklı düşünürler aynı noktada ortak bir fikir birliğine varmışlardır.
Wilhelm
von Humboldt, Prusyalı bir devlet adamı, bakanlık ve diplomatlık yanında
filozof, dilbilimci ve eğitimcidir. Modern üniversite eğitiminin kurucusu
olarak tanımlanmaktadır. Humboldt, Dilin insan zihninin yaratıcı yeteneğinin
sonucu ortaya çıktığını ve her dilin kullanıldığı topluluk için özel bir
mülkiyet anlamına geldiğini belirtir. Bu nedenle her dil kendi yapı, ses,
sözcük vb. özellikler ile diğer dillerden ayrılan bir kimliğe sahip olduğunu
söylemektedir.
Akademisyen, Biyolog, Sinirbilimci,
Araştırmacı, Eğitimci, Yazar, Prof. Dr. Sinan Canan, Habertürk televizyonun da ‘Düşünce
beyinde nasıl oluşur?’ konusunda ki acıkamasın şöyle izah ediyor. “Zihnimizde
o gezen, gezinen uçuşan ve bir türlü kontrol edemediğimiz çoğu zaman da bizi
rahatsız eden o örüntü, bu ürünü belki kalbin sesi gibi bir epif fenomen (duyularla
algılanabilen şey) orada sürdürülen bazı işlevler var. Beyin çok meşgul bir
organ, bu arada beyin o yoğun faaliyetleri sırasında, ileri yönelik olarak
sorun çözme adına birtakım algoritmaları işletiyor. Ben sizlerle konuşurken, size
bakıyorum ve konuşmamı izliyorum. Zihnimde bir sonraki kelimeyi nasıl
kurgulayacağımı, iki dakika sonra geleceğim sonuca bağlı olarak nasıl seçeceğime
dair ve bunların sonrası olacak şekline dair, en optimum şeyi yapabilmem, neye
bağlı, yapacağımı, benim hedefimi, üç aşağı beş yukarı belli olan konuyu bir
yere götüreceğimi, o gideceğim yerle şu anda ki ortamdaki ve zihnimdeki
malzemenin sayısız denemesini yapıyorum. Şöyle yapsam ne olur? Böyle yapsam ne
olur? Bu simülasyonlardan yüzde sekseni işe yaramaz ya da yanlış, kalan %10
20'si ha işe yarar gibi, bunlardan bir kısmı da tekrarlıyor. Benim zihnim diyor
ki şunu yaparsan daha güzel olur. Bu arada ben her kelimemde muhtemelen bunu yapıyorum.
Bu çok hızlı olan bir işlem. Günlük yaşamınız da aslında bir beden hareketi
kontrol sistemi olarak çalışan beynimizin esas işlevlerinden zorlu
işlevlerinden birisi. Yakın geleceği tahmin ederek ona dair simülasyonlar
üretmek ve ileri bildirimleri refleksler dediğimiz bir şeyler oluşturmak, bir
an sonra olacaklarla ilgili içinde ne yapayım ne edeyim gibi bakmak.”
Düşüncenin daha ‘sistematik’ bir tanımını
yapacak olursak öncelikle beyin ve zihin kavramlarını birbirinden
ayırmamız gerekir. Zihni, beyindeki biyolojik aktivitenin bir yansıma alanı
olarak görebiliriz. Bir başka deyişle zihin, somut olan beyinden beslenen,
soyut bir karalama tahtasıdır.
Bu noktada soyut ve somut kavramlarını da değerlendirmek
gerekir. Kısaca, somut bir nesneyi evrende var
olan soyutu ise evrende var olmayan diye tanımlayabiliriz. Bu tanıma
göre matematiksel anlamda üçgen soyut bir nesnedir. Üçgen, bir kalınlık
özelliği içermez. Kenarları sadece çizgiden ibarettir. Evrende bu özellikte bir
üçgenin olması, fizik yasaları gereğince, mümkün değildir. Diğer taraftan,
kolaylıkla somut nesne örneği verebiliriz (bir ağaç).
Bu tanımlara göre, bir düşünce, soyut bir nesnenin,
insanın zihninde oluşturduğu faaliyettir. Herhangi bir düşünce beyinde de
faaliyete neden olacaktır, biyolojik olarak. Fakat, bu faaliyet, bahsi geçen
düşüncenin bir parçası olarak nitelendirilmez. Düşünce, sadece zihinle
ilişkilendirilir.
Diğer yandan, somut bir nesnenin, insanın zihninde
oluşturduğu faaliyeti de algı diye nitelendirebiliriz. Aynı şekilde,
bir algının oluşmasında beynin rolü vardır, ama algı insanın zihninde oluşur. Bir
ağaca gözlerimizle bakar ve onu görürüz. Ağaç, bu bağlamda somut bir nesnedir.
Ağacı görürüz, ama görme işlemi (yani algılama) gözlerde olmaz, insanın
zihninde gerçekleşir. Tabii ki bu algının gerçekleşmesi için beyinde birçok
işlemden geçmesi gerekir. Aynı şekilde, bu örneksemeyi 5 duyumuza da uyarlayabiliriz.
Bir koku, bir renk zihindeki bir algıdır, somut bir şekilde tanımlanamaz.
Türk
Dil Kurumu Sözlüğüne göre:
- isim Düşünmek
işi; tefekkür:
- isim,
felsefe Duyum ve izlenimlerden, tasarımlardan ayrı olarak aklın
bağımsız ve kendine özgü durumu.
- isim,
felsefe Karşılaştırmalar yapma, ayırma, birleştirme, bağlantıları ve
biçimleri kavrama yetisi.
Düşünme,
bireyin öğrenme sürecinde kazandığı kavramlar, kullandığı imgeler, düşünce ve
hareketle, sözcük ve terimler gibi simgeler aracılığıyla gerçekleştirilen
zihinsel faaliyettir. Düşünme; çıkarsama, akıl yürütme, anımsama, kuşku
duyma, isteme, hissetme, anlama, kavrama gibi bilinçli bir biçimde
gerçekleştirdiğimiz zihinsel faaliyetlerin herhangi
birisidir. Düşünme ayrıca karşılaştırmalar yapar
Düşünme
hem algıya hem belleğe dayalıdır. Algının ve belleğin odağı bakımından bilişsel
ve duyuşsal boyutları vardır. Düşünme, genellikle bir problemle başlayan ve
çözümle sonuçlanan zihinsel bir süreçtir. Bu sürecin de yakınsak ve ıraksak
olmak üzere iki boyutu vardır. Düşünme, insana özgü olduğu varsayılan zihinsel
bir eylem olarak kabul edilebilir ve öğretilebilir bir beceridir. Düşünme,
kendisine bir şeyi konu eder. Bu bakımdan her düşünmenin bir içeriği vardır ve
bu içerik, düşünme eylemi sonunda "düşünce" adı verilen ürüne
dönüşür. Ama, analiz, sentez, bağlantı kurma ve kavram gibi işlemlerden
oluşanlar zihinsel süreçtir.
Temel araçları ve karakteristik özellikleri bakımından
bakıldığında "düşünme", bir şeyi aklından geçirmek, gözünün önüne
getirmek; eldeki bilgileri incelemek, sınıflamak, sıralamak, karşılaştırmak vb.
becerilerden yararlanarak düşünce üretmek; bir şeyle ilgilenmek ya da bir şey
hakkında tasalanmak, kaygılanmak; akletmek, karar vermek, muhakeme etmek,
tefekkür etmek, tasarlamak, farz etmek vb. eylemleri ifade eder.
Türk düşünür, yazar, şair, akademisyen ve çevirmen olarak
tanınan önemli bir entelektüel, Afşar Timuçin “Düşünce Tarihi- Gerçekçi
Düşüncenin Kaynakları-“ kitabın da
ki giriş bölümün de Düşünceyi tarif ederken: “Her
düşünce çabası gerçekliğin bilgisini öngörür. Düşünmek gerçekliğin ortasına
dalmaktır. Gerçekliğin dışında bir gerçeklik olamayacağına göre, bilgi
gerçekliğin bilgisi olacaktır. Her gerçek düşünce çabası konu ve yöntem ikilisi
üzerine temellenir. Konu ve yöntem belirgin değilse
düşünce de belirgin değildir. Düşünce dünyası tehlikelerle doludur. Gerçek
olanla gerçek olmayanı birbirine karıştırma tehlikesi her zaman vardır.
Gerçeklik görünen şey olmaktan çok görünebilen şeydir. Gerçeklik kaba
görünümleriyle aldatıcıdır. O en azından ilk bakışta ya da her bakışta
gördüğümüz şey değildir. Gerçeklikle
bağlantısı olmayan düşünce ya da nesnesi nesnel olmayan düşünce boş düşüncedir.
Gerçekliğe yönelmeyi bilmek gerekir, ona hem olabildiğince yakından hem belli
bir uzaklıktan bakmayı bilmek gerekir”. [14]
Diyor.
“GERÇEKLİK
[İng. reality; Fr. realite; Alm. rea/itaet). 1 En genel anlamı içinde, dış
dünyada
nesnel bir varoluşa sahip olan varlık, var olanların tümü, var olan şeylerin
bütünü; bilinçten, bilen insan zihninden bağımsız olarak var olan her şey”. [15]
TC.
S. Demirel Üniversitesi Teknik Eğitim Fakültesi Elektronik Bilgisayar Eğitimi
Bölümü Bilgisayar Sistemleri Öğretmenliği, ‘Düşünme ve Eleştirel Düşünme’,
Özel öğretim yöntemleri dersi araştırma projesi raporun da “Kant:
"düşünmek yargılamaktır”, İngiliz düşünürü J. Locke ise "bilincin
kendi üstüne dönerek kendi işlemleri hakkında bilgi edinmesi" olarak
açıklardı. Bu tanım iki katlı bir düşünmeyi yani düşünmenin düşünülmesini (Osmanlıca
teemmül, Fr. reflexion) anlatır ve normal düşünme olan (Osm. tefekkür,
Fr. Pensée) dan ayrılır. Bu düşünmeye "iç düşünme " adı da
verilir.
Aristoteles'e
göre düşünme, insanı hayvandan ayıran belirgin bir özniteliktir, usun bağımsız
ve
kendine özgü eylemidir, karşılaştırmalar yapma, ayırma, birleştirme,
bağlantıları ve biçimleri kavrama
yetisidir. Aristo'ya göre doğru düşünmenin kurallarını belirleyen bilim
mantıktır ve Aristoteles mantığında da 3 önemli kural vardır:
1-
Özdeşlik ilkesi: Her kavram kendi
kendisine özdeştir.
2-
Çelişmezlik ilkesi: Birbiri karsısına
konulmuş iki çelişik yargı, aynı zamanda doğru olamaz,
birinin yanlış olması gerekir.
3-
Üçüncünün olmazlığı ilkesi: Birbiri
karsısına konmuş iki çelişik yargı aynı zamanda yanlış
olamaz, birinin doğru olması gerekir. Bu 3 ilkeye bir dördüncü ilke de bazı
mantık bilimciler tarafından eklenmiştir.
4-
Yeterli neden ilkesi: Her yargının
mutlaka yeterli bir nedeni vardır.
John
Milton ‘Kayıp Cennet’ (Paradise Lost) kitabında 10 bin mısrayı aşkın
destanda cennete girme savaşı ve insanın cennetten kovulmasının ve Havva’nın
Doğa ile Diyalogu hikâyesini anlatırken: “Düşüncenin yerinde olan ve
kullanılan bir akıl, her zaman Cehennemi Cennet, Cenneti Cehennem yapabilir.”
Diyor.
Aristoteles’e göre düşünme, insanı
hayvandan ayıran belirgin bir özelliktir. Kişinin bağımsız ve kendine özgü
eylemidir. Karşılaştırmalar yapma, ayırma, birleştirme, bağlantıları ve
biçimleri kavrama yetisidir. Problemi çözmek ve kararları doğru bir şekilde
verebilmek için oldukça önemlidir. Seneca’ya göre, “Düşünmek, yaşamaktır.”
İnsanlar düşünme sürecini; bir sorunu çözmek, belirli amaçları gerçekleştirmek,
bilgi ve olayları anlamlandırmak ve karşılaşılan kişileri daha iyi tanımak için
bilinçli bir şekilde kullanır. Düşünme becerileri temel işlemler, problem
çözme, karar verme, eleştirel düşünme ve yaratıcı düşünme olmak üzere aşamalı
bir biçimde ele alınır. Temel işlemler; neden-sonuç ilişkilerini, benzetmeleri
ve ilişkileri belirleme, sınıflandırma ve nitelikleri belirleme olarak ele
alınır
Düşünmenin insanlara göre oldukça çeşitli biçimleri vardır.
İnce düşünme (hassas düşünmek, kimsenin düşünmeyeceği ayrıntıları düşünmek),
analitik düşünme, matematiksel düşünme, bilimsel düşünme vs. gibi. Ayrıca iyi
düşünmeden ve doğru düşünmeden (olumlu-pozitif düşünme) bahsedilir. İyi
düşünme, düşünme eyleminin titizlikle gerçekleştirildiğini ifade ederken, doğru
düşünme istendiği şekilde düşünmeyi ifade eder. Eğer bir kişiye “iyi düşün” deniyorsa,
“düşünme işlemini titizlikle gerçekleştir,” denmek isteniyordur. Eğer “doğru
düşün” deniyorsa, “düşünmenin bir doğru yolu vardır, o yolu kullan
demek” isteniyordur. Hepimizin işimizi yaparken doğru düşünmeyi yapmalıyız
diye diyebiliriz.
İnsanların an da için de yaptığınız her şey düşünme yöntemleri
tarafından belirlenir. İnsanların hissettiğiniz her şey ‘tüm duyguları’ düşünceleri
tarafından belirlenir. İstedikleri her şey ‘tüm arzuları’ düşünceleri
tarafından belirlenir. İnsanların düşünceniz gerçekçi değilse hayal kırıklıklarına
uğrayabilirler. Kişilerin düşünceleri haddinden fazla kötümserse bu durum kişilerin
keyiflendirmesi gereken pek çok şeyin farkındalığının reddine yol açabilir.
Dr. Richard Paul ve Dr. Linda Elder’in ‘Kritik Düşünce’
kitabında insanların, yaşam kalitelerini artırmanın en iyi yollarının nasıl
olabileceği konusunda ki fikirlerin açıklamasında şunları aktarmakta. “Düşüncenizin farkına
varmadığınız sürece, var olan zayıflığını düzeltme şansına sahip olamazsınız.
Düşünme eylemi bilinç dışı düzeyde ise var olan herhangi bir sorunu
göremezsiniz. Ve sorunu göremezseniz, onu değiştirme motivasyonuna da sahip
olamazsınız çünkü pek az insan, düşünme eyleminin hayatlarındaki güçlü rolünün
farkındadır ve yine çok azı düşüncelerini anlamlı bir şekilde yönetebilir. Çoğu
birey, pek çok yönden düşüncelerinin kurbanıdır; düşüncelerinden yardım almak
yerine onlar yüzünden incinir.” [16]
Felsefe
sadece dâhilerin değil aynı zamanda herkes tarafından dâhi olabileceği düşünülen
eksantrik düşünürleri de muhafaza eder. Yunanlı ve Çinli en eski filozoflar din
ve göreneklerin söylediği köklü açıklamalarla yetinmeyen, mantıklı gerekçeleri
olan cevapların peşindeki düşünürlerdi. Fikirlerini dünyaya sunan bir filozofun
tümden bir kabullenme yerine, "Evet, ama. . ." ya da "Farz
edelim ki. . ." diye başlayan yorumlarla karşılaşması muhtemeldir. Daha fazla tartışmayı veya tartışmaları ateşlemiş, yeni ve
taze düşüncelerin ortaya çıkmasını teşvik etmiştir
Düşünce,
daha sonradan bizi sonuca götürecek bir düşünceler dizisini inşa etmekte
kullanılabilecek ifadelerin gerçeğinin saptanmasına dayanır. Bugün bu bize
apaçık görünebilir ama akılcı bir tartışma inşa etme fikri felsefeyi ilk
filozoflardan önce mevcut olan batıl ve dini açıklamalardan ayırmaktaydı. Bu
düşünürlerin, fikirlerinin geçerliliğinden emin olmak için bir araç
geliştirmeleri gerekiyordu. Onların düşüncelerinden, zaman içinde yavaş yavaş
gelişen bir akıl yürütme tekniği olarak, mantık doğdu. Önceleri sadece bir
tartışmanın tutarlılığının olup olmadığını analiz etmek için yararlı bir gereç
olan mantık kurallar ve düzenler geliştirdi ve çok geçmeden giderek genişleyen
felsefe konularının başka bir dalı olarak kendi başına bir alan haline geldi
Ursula
K. Le Guin ‘in yorumlarıyla, ‘LAO TZU: TAO TE CHING Yol'a ve Yol ‘un Gücüne’
Dair kitabında zihnimiz de ki düşünceleri öğrenmenin yolunu bulmamızı ve bunu
bizim yapmamız sonucunda nelerin olabileceği anlatmakta. "Hepimizin
hayatlarımızı icat etmeyi, yapmayı, hayal etmeyi öğrenmemiz gerekir. Bize bu
becerilerin öğretilmesi gerekir; bunun nasıl yapılacağını gösterecek rehberler
gerekir. Bunu yapmazsak, hayatlarımızı başkaları bizim için yaparlar." [17]
Varlık
olarak insan, var olduğu andan itibaren, içinde bulunduğu çevre ve var oluş
sebebi hakkında düşünmüş ve düşünme eylemini de hala sürdürmektedir.
İnsanoğlunun düşünme özellik sonucunda felsefe, alanlarının sorgulamış olduğu
ilimlerin meydana çıkıp gelişim göstermesi mümkün kılınmıştır. Felsefeden,
kesin ve güvenilir, sadece uzanıp almanızın yeterli olacağı bir bilgiler
bütününü bekliyorsanız, yanılgıya düşmeniz kaçınılmazdır. Felsefe birçok konuda
insana doğru ve açık bir şekilde düşünebilmeyi öğretir.
Herakleitos’un
çağdaşı Elealı Parmenides’ın anlattıklarına bakarsak; sürekli akış sürecinde
olan evren anlayışına mantıksal olarak karşı çıkar. Ona göre asıl yanılgının,
doğaya bakarak varlığı anlamaktır. Doğa, deney dünyası, duyular aracılığıyla
bize sürekli değişim, çokluk içinde görünür. Bu sürekli değişim, çokluk
durumunda bulunan doğaya, deney dünyasına bakarak varlığın ne olduğunu
düşündüğümüzde kaçınılmaz olarak duyular bizi yanıltacak, varlığı kavramamızı
engelleyecektir. Varlığın kendisinin ne olduğu değil, varlığı meydana gelişini
sağlayan doğayı anlamalı ve doğaya uygun olan çözümleri geliştirerek uygulamaya
koymalıyız. Çözümün doğa da olduğunu daima hatırlamayız, diyerek
düşüncelerimizi bu yönde kullanmayı öğrenmemiz gerekliliğini
Martin
Heidegger ‘Düşünmek Nedir? 1951/52 Kış Dönemi Ders Notları’ kitabın da ilk
yazdığı: “Düşünmenin ne demek olduğunu ancak, bizzat kendimiz düşünürsek
anlayabiliriz. Böylesine bir çabanın muvaffakıyeti, düşünmeyi öğrenmek için
hazır olmamızı gerektirir. Düşünmeye muktedir olmak için, öğrenmenin ne
olduğunu öğrenmemiz gerekir. Ne var ki, bu öğrenmeye yanaşmamızla birlikte,
henüz düşünmeye gücü yeterli olamadığımızı da itiraf etmiş oluruz.” [18] 18 Sigmund
Freud, kaygının içgüdü ve dürtülerin bastırılmasının bir sonucu olarak ortaya
çıktığını öne sürer. Kuruluşlar da en kaygı verici olan, yöneticilerin daha
henüz düşünmemeleridir diyebiliriz. “Kaygı uyandıran, zamanımızda en
kaygı verici olan, bizim hala düşünmememizdir. Her kaygı verici olan, kendini
düşünülecek şey olarak sunar. Fakat bu sunuş daima, kaygı verici olan zatı
itibariyle hakkında düşünülmesi gereken şey ise oluşma, olma olarak bulur. O
kendini bize düşünülmesi gereken bir şey olarak sunandır.” [a.g.e]
İnsan
neden ve niçin kaygılanır veya kaygı hissine kapılır? Psikolojinin en önemli
alt dallarından biri olan psikanaliz biliminin kurucusu olan Freud’un söylediği;
bizlere genetik olarak gelen duygu. İnsanların yaşantılarının devamını
sağlamasının önemli duygularındandır. Kaygı duyduğunuz tehlikelere karşı, ’Ne?’
‘Nasıl?’ ‘Nerede? Gibi soruların cevaplarını, düşünerek devamlı doğru cevabı
bulmamız için de düşüncenin düşüncesine bağlıdır.
Kaygı
da nesne belirli değildir. Çoğunlukla gelecekte olabilecekler üzerine
düşünülerek varsayımlar oluşturulur ve bu varsayımlar üzerinden “kaygı” durumu
yaşanır. Kısaca kaygı, kaynağı belirsiz olan korkudur.
Çalışma
yaşamın içinde bu kadar bilgi ve yoğunluk içinde algının seçiciliğini artırarak
ve merak uyandırarak bilinçli soru sorma, araştırma ve paylaşımda bulunmanın
stratejik inceliklerini sistematik olarak vermektedir.
Kritik
düşünme, bilgiyi analiz etme, akıl yürütme ve değerlendirme süreçlerini içeren
bir düşünme biçimidir. Öğretimi, problemlerin tanımlanması ve analiz edilmesi,
öğretim yöntemleri ve sonuçların değerlendirilmesi gibi adımları
içerir. Eğitimde uygulanması, öğrencilerin bilgiyi sorgulamalarını ve
eleştirel bir şekilde düşünmelerini teşvik eder.
Adıyaman
Üniversitesi, Sosyal Bilimler Meslek Yüksek Okulu, Mülkiyet Koruma ve Güvenlik
Bölümü Yrd. Doç. Dr. Mehmet Murat Payam, ‘Düşünme Becerileri: Kritik Düşünme
ve Öğretimi’ isimli makalesinde: “Bilginin büyük bir hızla birikiyor,
değişiyor ve gelişmeler ışığında yeniden oluşturuluyor olması, bilgiyi bilen
değil öğrenmeyi bilen, bilgiye ulaşma ve yenilikler doğrultusunda kritik
düşünme yoluyla bilgiyi yeniden yapılandırma becerisine sahip bireyler
yetiştirmek gerekliliğini ortaya çıkarmıştır. Düşünme, içinde bulunulan durumu
anlayabilmek amacıyla yapılan aktif, amaca yönelik, organize zihinsel bir
süreçtir. Thomson düşünmeyi; anımsama, zihinde arayıp bulma, akıl yürütme,
sorun çözme ve eleştiriye yönelik “zihinsel süreç” olarak tanımlamaktadır.” [19]
Düşünme, farklı biçimlerde
gerçekleşebilir.
“Düşünen
Toplumsal Eğitim” ifadesi, yalnızca bireyin değil, toplumun da düşünsel
dönüşümünü hedefleyen bir eğitim anlayışını çağrıştırıyor. Bu kavram, eleştirel
düşünme, toplumsal farkındalık ve katılımcı yurttaşlık gibi değerleri merkeze
alan bir pedagojik yaklaşımı ima edebilir.
Kavramsal Çerçeve: “Eleştirel Pedagoji”:
Paulo Freire’nin etkisiyle şekillenen bu yaklaşım, eğitimi ezberden kurtarıp
sorgulayıcı ve dönüştürücü hale getirmeyi amaçlar. “Toplumsal Sermaye ve
Eğitim”: Bourdieu’nün “habitus”, “alan” ve “sembolik sermaye” kavramları,
eğitimin toplumsal eşitsizlikleri nasıl yeniden ürettiğini ya da
dönüştürebileceğini açıklar. “Eğitim ve Toplum İlişkisi”: Wilhelm
Dilthey’nin “eğitim, toplumun bir fonksiyonudur” görüşü, eğitimin toplumsal
yapılarla iç içe olduğunu vurgular.
Bu eğitimlerin uygulama alanları ise: “Sivil Toplum Temelli
Eğitim”: STK’lar aracılığıyla yürütülen toplumsal eğitim programları,
özellikle dezavantajlı gruplara ulaşmayı hedefler. “Yetişkin Eğitimi ve
Toplumsal Değişim”: Toplumun değişen ihtiyaçlarına göre şekillenen yetişkin
eğitimi, bireylerin toplumsal katılımını artırır. “Okulda Düşünme Kültürü”:
Öğretmen davranışları, öğrenme ortamları ve kuramlar (örneğin
yapılandırmacılık, hümanizm) eleştirel düşünmenin gelişimini destekler.
Felsefi ve sosyolojik temellerin de Emile
Durkheim Eğitimi toplumsal bütünleşmenin aracı olarak görür. John Dewey:
Eğitimi demokratik yaşamın temeli olarak tanımlar; deneyim ve etkileşim yoluyla
öğrenmeyi savunur. Modern Eleştiriler: Eğitim sistemlerinin mevcut iktidar
ilişkilerini yeniden üretme riski, eleştirel teorilerle sorgulanır.
Düşünen bir toplum oluşturmak için eğitimin
temelinde eleştirel düşünme, problem çözme, analiz ve yaratıcı
düşünme becerilerinin geliştirilmesi yer alır. İşte bu hedeflere ulaşmak
için bazı önemli adımlar:
1.
Eleştirel Düşünme Eğitimi: Çalışanların
bilgiyi sorgulama, analiz etme ve değerlendirme yetenekleri
kazandırılmalıdır. Bu, onların bilgiye karşı eleştirel bir tutum
geliştirmelerine yardımcı olur.
2.
Yaratıcı Düşünme: Çalışanlar bilinen
bilgileri kullanarak yeni fikirler ve çözümler üretmeleri teşvik
edilmelidir. Bu, karşılaştıkları sorunlara farklı perspektiflerden
yaklaşabilmelerini sağlar.
3.
Problem Çözme Becerileri: Çalışanların,
karşılaştıkları problemleri çok yönlü değerlendirme ve çözme yetenekleri
kazandırılmalıdır. Bu, onların karar verme kapasitelerini artırır.
4.
Analitik Düşünme: Bilgiyi parçalama ve
ilişkileri anlama yetenekleri geliştirilmelidir. Bu, çalışanların bilgiyi
daha derinlemesine anlamalarını sağlar.
5.
Sosyal ve Duygusal Öğrenme: Çalışanların
empati, iş birliği ve iletişim becerileri geliştirilmelidir. Bu, onların
toplumsal sorumluluklarını daha iyi anlamalarına yardımcı olur.
Bu adımlar, bireylerin kendi düşüncelerini
oluşturabilme ve ifade edebilme yeteneklerini geliştirir, böylece daha bilinçli
ve yenilikçi bir çalışanların temelleri atılmış olur.
Selçuk Üniversitesinden Metin
Akar. Meta Zihin Yapay Zekâ ve Zihin Felsefesi Dergisinde yayınlanan, Erhan
Demircioğlu’nun 'Makinedeki Hayalet: Zihin Felsefine Giriş' Adlı
Eserinin incelemesin de şunları yazıyor: “Felsefi düşüncenin ortaya çıkmasından
itibaren varlık, bilgi ve değerin doğasına dair birçok kuram ortaya atılmıştır.
Tüm kuramların ortak özelliği, hepsinin bir zihin ürünü olmasıdır.” [20]
Düşüncenin, algılamanın, belleğin, duygunun,
isteğin ve düşlemenin bazı bileşenlerinde görünür olan bilincin
ve zekânın kolektif görünüşlerini kapsar. Zihin bilinç akışı olarak
tanımlanabilir. İnsan beyninin bilinçli süreçlerin tümünü içerir. Ayrıca
bu sözcük kesin içeriklerde hayvanların bilinçli veya insanların
bilinçaltı düşüncelerinin çalışmasını içermek için kullanılır.
"Zihin" mantığın düşünce süreçlerine özellikle değinmek için sıklıkla
kullanılır.
Zihniniz
de ki düşüncenizin farkına varmadığınız sürece, var olan zayıflığınızı düzeltme
şansına sahip olamazsınız. Düşünme eyleminiz bilinç dışı düzeyde ise, var olan
herhangi bir sorunu da göremezsiniz. Genelde çoğu birey, pek çok yönden
düşüncelerinin kurbanı olmaktan da kaçınılmaz olur.
Doç.
Dr. Kamuran Gödelek T.C. Anadolu Üniversitesi (Yayını No: 2337) Açık
Öğretim Fakültesi Yayını (No: 1334) ‘Zihin Felsefesi’ ünitesin de
zihin kavramını için fikri: “Zihin denince akla ilk gelen şey onun fiziksel
olmayan bir şey, daha doğrusu düşünme kapasitesine sahip bir şey olduğudur.
Düşünme kapasitesine sahip olmak, bir zihin sahibi olmak için hem gerekli hem
de yeterli koşuldur, çünkü eğer bir şey varsa bu şey, düşünme kapasitesine
sahipse ya da bilinçli olma kapasitesine sahipse bunun mantıksal sonucu, hiç
değilse bir zihnin var olduğudur.” [21] Şayet bir şey var diyorsak bu şeyin,
düşünme ya da bilinçli olma kapasitesi yoksa olarak kabul ediyor veya diyorsak,
o zaman bu şey bir zihin değildir. Anlamında fikrinin olduğunu açıklıyor.
Zihnin
üç temel kapasiteye sahip olduğu, felsefi bir çerçevede, biliş, duygulanım ve
istenç olarak tanımlanabilir. “Biliş” (bilme)-düşünmek hem içsel
hem de dışsal bilgi kaynaklarını kapsayan, her türlü bilme edimini içerir. “Duygulanım”
(duygular)-hissetmek, bedensel duyumlar, duygular ve hislerin yanı sıra
kişilik özelliklerini de barındırır. “İstenç” (isteme)-arzulamak ise,
öznenin arzularını, güdülerini, kararlarını, niyetlerini ve eylemlerini içeren,
bir eyleyici olarak öznenin davranış özellikleridir. Ancak, zihinsel olguların
bu üç kapasiteyle sınırlı olmadığı ve daha karmaşık bir yapıya sahip olduğu da
vurgulanmalıdır. Örneğin, inanç gibi olguların hangi kapasiteye ait olduğu veya
duygusal bir deneyim olan pişmanlığın, biliş ve duygulanım arasındaki ilişkisi
gibi konular, zihnin basit bir sınıflandırmasının ötesinde düşünülmesi gereken
durumları ortaya koymaktadır.
Düşünce
Kavramı da: “Düşünme tamamen zihinsel bir eylemdir. Düşünme kavramı altında yer
alan eylemler oldukça geniştir. Düşünüp taşınma, umma, karar verme, imgeleme,
hatırlama, merak etme, ölçüp biçme, niyetlenme, inanma, inanmama, derin
düşünme, anlama, çıkarım yapma, öngörme, iç gözlem yapma hep düşünme kavramı
altında yer alan olgulardır.” [a.g.e]
Düşünmenin
büyük oranda dilde, bir dil aracılığıyla gerçekleştiği düşünülür. Bu dil Türkçe
veya kendi ana dilinde gibi konuşulan, günlük bir dil olabildiği gibi mantıksal
formüllerden oluşmuş yapay bir dil de olabilir.
Zihinsel
imgeler, düşünme sürecinde zihnimizde oluşturduğumuz ve algıladığımız
nesnelerin, olayların veya kavramların bilince yansıyan görüntüleridir. Bu
imgeler, zihnimizin içinde canlandırdığı bir tür film gibidir ve düşünme eylemi
sırasında kullanılır. Örneğin, "bayrak" kelimesini duyduğumuzda,
zihnimizde bayrağın bir imgesi belirir. Bu imgeler, düşünceyi somutlaştırmanın
ve soyut kavramları işlemenin bir yoludur. Ayrıca, zihinsel imgeler, bellekte
saklanabilir ve gerektiğinde yeniden canlandırılabilir, bu da onları öğrenme ve
hatırlama süreçlerinde önemli kılar. Zihinsel imgelerle düşünmek, içsel konuşma
yoluyla veya sessizce gerçekleşebilir ve bu, düşünme sürecinin temel bir
parçasıdır.
¾ Düşünme sırasında nesnelerin yerini tutan
semboller kullanılır.
¾ Semboller arası ilişkilerin doğru bir şekilde
kurulmasıyla anlamlandırma yapılır ve düşünme içerikleri bilgi hâline gelir.
¾ Bilgi, en sade biçimiyle düşünme sonucunda
elde edilen bir üründür. Her bilgi bir açıklamadır. Her açıklama, bir şeyin ne
olduğunu söylerken ne olmadığını da söylemeyi içerir.
¾ Düşünmenin sağladığı ayırt edebilme özelliği
insanın bilincini oluşturur. Bilinç, insanın kendisini ve dışındakileri fark
edebilmesidir.
¾ Bireyin bilinci üzerine düşünmesi ve
düşüncelerinde nelerin etkili olduğunu sorgulaması öz bilinç durumudur.
¾ Öz bilinç, sorgulayıcı zihin durumudur. Bilgi
edinmenin yanı sıra bilginin nasıl elde edileceğinin cevabını bulmaya ve tüm
bunların eleştirisini yapmaya çalışır.
¾ Hayal kurma, konuşma, dinleme, okuma ve yazma
gibi durumlar düşünmenin farklı biçimleridir.
¾ Düşünmeyle insan; var olan bilgilerini
birleştirir, onları çözümler ve anlamlı hâle getirir.
¾ İnsanın düşünmeyle ürettiklerine bakıldığında
düşünmenin yoğunluğu, şekli ve yönteminin bu ürünlerin ortaya çıkmasını ve
farklı düşüncelerin oluşmasını sağladığı görülür. Felsefe, bilim, sanat ve
teknoloji bu durumun en iyi örneklerindendir
Düşünme
“neyin düşünüldüğü” ve “ne düşündüğünü düşünme” olarak iki farklı anlamda ele
alınabilir. Düşünülen şeyin doğru ya da yanlış olmasına bağlı olarak, düşünme
de doğru ya da yanlış olabilir. Yani düşündüğüm şey doğruysa düşüncem doğrudur
ve düşündüğüm şey yanlışsa düşüncem de yanlıştır. Düşünmenin zihinsel imgeler
yoluyla da olduğu bilinmektedir.
“Sevgi
olmadan özgürlük olmaz; sevgi olmadan, özgürlük sadece fikirdir. Bu nedenle,
sadece, içsel
bağlılığı anlayan ve ondan kurtulanlar ve böylelikle sevginin ne olduğunu
bilenler için özgürlük söz konusudur.” [22]
Diyen Hindistanlı düşünür,
konuşmacı ve yazar Jiddu Krishnamurti. ‘Zihin ve düşünce üzerine’
kitabın da "Zihin bütünüyle dinginleştiğinde derin sulara değme
olanağı vardır.” [23] ‘Zihin ve Düşünce Üzerine’, koşullu düşünce ve
bütünüyle yaratıcı düşünce gücü arasındaki ayrımı vurgulayarak Krishnamurti
‘nin "Beynin içindeki geniş uzay içinde hayâl bile edilemeyecek bir
enerjin varlığını"[a.g.e] sorguluyor. Bu temel öğretiler ile ancak koşullu
düşünceden kaçarak, gerçek kişisel özgürlüğe ve mutluluğa erişebileceğimizi,
yalnızca bu bireysel değişim yoluyla ilişkilerimizdeki ve toplumumuzdaki
yaşamsal çelişkilerin azaltılabileceğini vurgulamaktadır.
Düşünme, bireyin öğrenme sürecinde kazandığı
kavramlar, kullandığı imgeler, düşünce ve hareketle, sözcük ve terimler gibi
simgeler aracılığıyla gerçekleştirilen zihinsel faaliyettir. Düşünme;
çıkarsama, akıl yürütme, anımsama, kuşku duyma, isteme, hissetme, anlama,
kavrama gibi bilinçli bir biçimde gerçekleştirdiğimiz zihinsel
faaliyetlerin herhangi birisidir. Düşünme ayrıca
karşılaştırmalar yapma, analiz, sentez (Çözümleme. Farklı şeylerin
bileşimleri veya karmaşası sonucu kimyasal, fiziksel, matematik ve dil
biliminde çok farklı anlam veya manaya gelen, nesnel veya nesneler durum), bağlantı
kurma ve kavram gibi işlemlerden oluşan zihinsel süreçtir.
Farabi,
düşünmeyi, insan zihninde gerçekleşen ve çeşitli aşamalardan oluşan psikolojik
bir süreç olarak algılar ve tanımlar. Ona göre, düşünce ile varlık arasındaki
ilişki, suretler yoluyla kurulur. Duyular aracılığıyla algılanan dış dünya
hakkındaki tekil bilgiler, doğru bilginin malzemesini teşkil eder ve bu
bilgiler, derin düşünme ve akıl yürütme yoluyla genel kavramlara ve yargılara
dönüştürülür. Farabi'nin epistemolojisi, nefis ve akıl kavramları üzerine
kuruludur ve bilginin, varlıkla olan bağını mantık yoluyla açıklamaya çalışır.
Bu anlayış, onun eserlerinde ve felsefesinde merkezi bir yer tutar ve İslam
düşünce tarihinde önemli bir yere sahiptir.
Düşünce,
düşünme sonucu ulaşılan, düşünmenin ürünü olan görüş, fikir, dış evrenin,
kişinin zihnine yansıması. Farabi, düşünmeyi bir “iç konuşma” olarak
tanımlamış, bu sebeple gramerin lisanın mantığı, mantığın da düşünmenin grameri
olduğunu ima etmiştir [İḥṣâʾü’l-ʿulûm]. İslam Ansiklopedisin de düşünmek
eylemi “Zihninde bir şey canlandırmak, elde edilen bilgilere zihnî faaliyet
uygulayarak düşünce meydana getirmek, fikretmek; tefekkür etmek, aklından
geçirmek, tasarlamak”; olarak tanımlanmaktadır.
Bazı
diğer sözlüklerde, “Düşünme eylemi, algılar, görüntü ve nesneler -imaj ve obje-,
kavramlar, dil, sembol ve işaretlerle gerçekleşir. Duyuların oluşturduğu
zihinsel izlenimler, onların tanınması, yorumlanması ve birbiriyle
ilişkilendirilmesi süreci, düşünmenin algıyla ilişkili yönüdür. Kimi zaman da
düşünmeyi görüntüler ve nesneler -imajlar
ve objeler- sağlar. Kavramlar ise düşünmeye konu olan
özne, nesne, olay ve olguların ortak özelliklerini temsil eden ana soyutlamalar
olarak değerlendirilebilir. Düşünme, zaman zaman gerçek görüntü ve nesnelerin
yanında onların yerine geçen semboller ve işaretler yoluyla da gerçekleşir.
Dilin içsel konuşma formu ise düşünme olarak değerlendirilebilir.”
Fransız
filozofu René Descartes’in ‘Yöntem Üzerine Konuşma’ isimli kitabında: “Tanrı
doğruyla yanlışı ayırt etmemiz için her birimize bir ışık vermiş olduğundan,
zamanı gelince onları incelemek için kendi yargı gücümü kullanmayı
düşünmeseydim, bir an bile başkalarının görüşleriyle yetinmek zorunda olduğuma
inanmazdım. Başkalarının görüşlerini izleyerek, varsa daha iyilerini bulmak
için, hiçbir fırsatı kaçırmadığıma inanabilseydim, tedirginlikten
kurtulmazdım.” [24] Descartes'ın sisteminin temel önermesi üzerinde
tartışmaların sürüp gittiği bir önermedir. Kitapta özellikle de bu söz,
rasyonalizmin temel taşı olarak kabul edilir. Akılcılık; usçuluk veya rasyonalizm olarak
da adlandırılan, bilginin doğruluğunun duyum ve deneyimle değil, düşüncede ve
zihinde temellendirilebileceğini öne süren felsefi bir görüştür.
Kant:
"düşünmek yargılamaktır", İngiliz düşünürü J. Locke ise
"bilincin kendi üstüne dönerek kendi işlemleri hakkında bilgi
edinmesi" [25] olarak açıkladı
Alman
yazar, filozof, gazeteci ve Alman Edebiyatının ilk önemli eleştirmeni,
Aydınlanma Çağı'nın önde gelen temsilcilerinden, Gotthold Ephraim Lessing, ‘Bilge
Nathan’ kitabının ön sözün de “Kuşku duymak düşünmek, düşünmek de var
olmaktır. Böylece Descartes aklı devreye sokan ünlü önermesini dile
getirmiştir: Düşünüyorum öyleyse varım! (CofJfto, ergo sum!) On sekizinci
yüzyılın özelliği ise aklı egemen kılan aydınlanmacı görüşlerin zirveye
ulaşmasıdır.” [26] Demektedir.
Bu
çağa ışık tutan ‘Etik İlkeler’ (dürüstlük, insan onuruna ve emeğine
saygı, özerklik, adalet, akademik özgürlük, sorumluluk, güven, güvenilirlik,
doğruluk, nesnellik, açıklık, özeleştiri, koruma, çevreye, doğaya ve canlı
hak-larına duyarlılık),
‘Eleştirel Akıl’, ‘sosyal etik’ (Bir kültürün veya bir topluluğun
geneli tarafından paylaşılan ahlaki değerler), (Latince) ‘hümanite’ (insan
doğası, medeniyet, nezaket) ve
hoşgörüdür. Kant'a göre aydınlanma, insanın, kendisinin suçlu olduğu bir reşit
olamama halinden kurtulması, başkasının yönetimi olmadan kendi aklını kullanma
yetisini göstermesidir.
Düşünme;
merak ve yönelmeyle başlar, ancak her düşünme doğruya yönelmez. Düşünmenin
yönelmesi kozmosa ve bilgiye yönelikse doğru bilgiye, eyleme yönelikse doğru
eyleme yönelmedir.
TDK
‘da Merak duygusu, herhangi bir şeyi öğrenmeye yönelik istek olarak
bilinmektedir.
Merak
etmek ise öğrenilmek istenen bir şeyin
bilinmemesi durumunda oluşan ve kişiyi araştırmaya yönelten bir duygu olarak
ifade edilebilir. Bu da merak etmek ne demek olduğunu anlatmaktadır. ‘Neden
merak ederiz?’ dersek, merak, canlıları yeni şeyler öğrenmeye (bilgiye
ulaşmamıza) yönlendiren bir histir. Sadece insanlar değil, pek çok başka
canlı türü de meraklıdır. İnsanlık tarihi boyunca merak ve sorgulama arzusu,
insanları kozmos içinde ki gizemlerini çözmeye ve kendilerinin ne olduğu, nasıl
ve nereden geldiğini anlamaya yönlendirmiştir. Bu anlamlı arayış, felsefi
düşüncenin ortaya çıkmasına ve gelişmesine zemin hazırlamıştır. Felsefi
düşüncenin merak, sorgulama, şüphe etme, eleştirel, tutarlı, sistemli,
evrensel, rasyonel, birikimli ve refleksif (elde edilen bilginin üzerine tekrar
düşünülmesi, eleştirilmesi ve değerlendirilmeye tabi tutulması) olma gibi
özellikleri vardır.
‘Düşünmek
ne demektir?’ sorusunu düşünme üzerine kavram belirlemeyi, tanımlamayı öne
alıp, bir şeyin başka bir şeyle uyumlu veya uygun olma durumunu dikkatlice
genişleterek, cevap verebilmek çok zordur. Aslında düşünce üzerine, ‘derin
düşünmemiz’ gerektiğini bilmeliyiz. Derin düşünme, inançların, önyargılı
fikirlerin ve hâkim görüşlerin ötesinde düşünmek demek. Gerçeğin ortaya
çıkabilmesi için yanlış inançlardan kurtulmak anlamına geliyor. Buna Kant’ın
dediği gibi “Bağımsız” düşünmek de diyebiliriz.
Bağımsız düşünme, bireyin dış etkilerden arınarak kendi iradesi ve bilgisi
doğrultusunda düşüncelerini oluşturması ve kararlarını alması sürecidir. Bu
kavram, özgürlük ve özerklik ile yakından ilişkili ve bireyin kendi
düşüncelerini özgürce ifade edebilmesi, dış baskılardan ve etkilerden bağımsız
olarak düşünebilmesi anlamına gelir. Bağımsız düşünme, aynı zamanda bireyin
bilgiye erişimini ve bu bilgiyi eleştirel bir şekilde değerlendirme yeteneğini
de içerir. Bu süreç, bireyin kendi deneyimlerinden, gözlemlerinden ve
öğreniminden elde ettiği bilgilerle kendi gerçekliğini ve dünya görüşünü
şekillendirmesini sağlar. Bağımsız düşünme, kişisel gelişimin yanı sıra
toplumsal ilerlemenin de temel taşlarından biri olarak kabul edilir ve
demokratik toplumların vazgeçilmez bir unsuru olarak görülür.
Derin düşünme, bireyin düşüncelerinin kalitesini ve derinliğini artırma
sürecidir. Bu süreç, yetersiz ve sığ düşünceleri daha destekleyici ve kapsamlı
düşüncelerle değiştirmeyi içerir. Derin düşünme, sadece düşünme şeklimizi
değiştirmekle kalmaz, aynı zamanda eleştirel düşünme becerilerini geliştirerek,
kanıtlara ve mantıklı akıl yürütmeye dayalı sonuçlar çıkarmamıza olanak tanır.
Bu yetenek, önyargılarımızı veya varsayımlarımızı sorgulamamızı ve daha
bilinçli kararlar almamızı sağlar. Derin düşünme, zihinsel etkinliklerimizi
daha anlamlı ve etkili hale getirerek, bizi daha yaratıcı ve yenilikçi
düşünmeye teşvik eder.
Düşünme de derinlik, ne anlama gelmektedir? Yeni düşünce ve
gerçekleri detaylı olarak incelemek, daha önce var olan bilgilerle
ilişkilendirmek ve fikirler arasında çeşitli bağlar kurmak. Mantıksal cevapları
içeren yapısal anlam ve manalarını, risk analizleriyle nasıl yapılması, neden
sonuç ilişkilerinde oluşabilecek hatalar, yanlışlar ve süreç içinde yanlış
yoldaki zorlukların neler olabileceği, eleştirel düşünceye açık ve çözümleri
ile verebilmelidir.
Eleştirel düşünmenin iç içe geçmiş üç bölümü şu şekilde
açıklayabiliriz: “Düşünmeyi analiz eder”, “düşünmeyi değerlendirir”
ve “düşünmeyi geliştirir”. Düşünmenizi parçalara ayırarak
çözümlemelisiniz. Düşünmeniz de ki zayıf yönleri bularak, her ne güçlü yanları
varsa onları da tanımlamalı ve son olarak, yaratıcı bir şekilde düşünmenizi
yeniden düzenleme yapmalısınız.
Eleştirel düşünceniz de yüksek standartlaşmanın olabilmesi
için; ne zaman geri çekilerek, istediğiniz standartları karşılayacağınızı bilmelisiniz.
Bunu yapabilmenin en pratik yolu da yüksek sesle düşüncelerinin açıkça
konuşmaktan geçmekte olduğunu bilmelisiniz. Yeterli görmediğiniz de farklı
araştırmalar ile bilgilerinizi kuvvetlendirerek, tekrarlamalar ile kuvvetli
sonuca ulaşabilirsiniz. Kendiniz gibi empati yaparak, tekrarlamalar ile
bıkmadan düşüncelerinizi, sonuç düşüncesi olarak ve gözlem ve denetime tabi
tutunuz. Sözcükler ile oluşan kavramların önemseyin, dikkate alın, yanlış
kullandığınız ve yanlış kararlar aldığınız da tekrar geriye dönüp o konu
hakkında düşünerek çözümlemenizi sebep sonuç ilişkisi içinde düşüncelerinizi
uygulamaya koymayı biliyor muzun?
İşimizde ve yaşamımız da ki oluşumuz (olgunlaşmamızın)
niteliğinde, öğrenme, düşüncemizin gelişim ve ustalık alanında, derinlik ne
demektir? Bir sanat ya da disiplin bağlamında derinliğin anlamı nedir? Önemli
olan, bizden ne yapmamızı gerektirmektedir ve derinliği tanımlayan ve
geliştirilmesi ile sonuca ulaşılmasında dikkate alınması gereken, temel
niteliklerden bazıları nelerdir, onları nasıl edinebiliriz?
İnsan
açık bir zihin haline ulaşmalıdır. Peki, nedir bu açık zihin (insanda
anlayış, kavrayış, algılama yetisi) hali? Hiçbir düşünce kalıbına
tutunmamaktır. Daha önceki felsefi, ideolojik, bilimsel, kadim dini düşünce
veya fikirlere sahip ya da aşina da olsa dahil olmaması demektir. Sadece
bilimsel ve rasyonel akıl ile, düşünce derinliğinde oluşturduğunuz fikirlere, akıl erdirme, anlama yeteneğine
ulaşmak, anlayabilmek, onu kavramaya, bir olguya, eriştirmesi, ona ulaşma ve
nasıl uygulamada kullanacağını bilmesidir.
Yeni fikir ve gerçekleri peşinen kabullenmek ve bu bilgileri
birbiriyle ilişkilendirmeden depolamak. Bunları nasıl ve ne şekilde
yapabiliriz?
Murtaza
Korlaelçi ‘Felsefe Dünyası’ Dergisi de ki Prof. Dr. Necati Öner’in Bilgi
Anlayışı yazısında, algılamanın nasıl ve ne olmasını şu şekilde anlatmakta) “Bir
şeyi algılama o şeyden haberdar olma ve anlamadır, bir bakıma o şeyin bilgisine
sahip olmadır. Ancak bu basit bilgi başkalarına aktarılamaz. “Algının asıl
bilgi halini alması, bir kavram içine sokulmasıyla olur.” [27]
Algılama,
felsefede, öznenin dış dünyadan gelen duyusal verileri bilincinde tasarladığı
süreç olarak tanımlanır. Bu süreç, duyular aracılığıyla edinilen ham verilerin,
önceki deneyimler ve anılarla birleştirilerek yorumlanmasını içerir. Felsefi
gelişim bağlamında algılama, Antik Yunan'dan beri insan bilgisinin temeli
olarak görülmüş ve bu konuda çeşitli düşünürler tarafından farklı teoriler öne
sürülmüştür. Örneğin, Empedokles duyuların doğrudan bilgi kaynağı olduğunu
savunurken, Platon duyusal bilginin yanıltıcı olabileceğini ve gerçek bilginin
akıl yoluyla ulaşılabileceğini ileri sürmüştür.
Ankara
Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Felsefe Bölümü, Bilgi Kuramı ders
notların da doğru bilgi açıklamasının tarifini: “Doğru Bilginin Kaynağı
Problemi: Bilginin kaynağı deney (im)dir. à (Empirizm), Bilginin kaynağı akıldır. à(Rasyonalizm), Bilginin kaynağı hem akıl hem deney
(im)dir. Bilginin Kaynağı sezgidir.
Doğru,
kesin ve sağlam bilgiyi ya da hakikati ne deney ne de akıl verebilir. Bu niteliklerdeki
bilgiyi ancak aracısız ve doğrudan bilmeyi içeren sezgi verebilir.
Akıl
ve deney bilgisi dolaylıdır, çünkü son noktada daima dille -terimlerle ve kavramlarla- ifade ve biçim bulur. Kavram ve terimlerin
kapsamı ile sınırlılık ve dolayıma dayalı olmak akıl ve deneyim bilgisini eksik
ve yetersiz bırakır. Sezgi terim ve kavrama ihtiyaç duymaz. Sezgi, aracısız,
doğrudan kavramadır. Buna bağlı olarak, sezgi bireyseldir ve bireyin öznel
yaşantısının dışına aktarılamaz. Diğer bir deyişle, dolayıma sokularak ifade
edilemez.” Diye
açıklamaktadır.
Modern
dönemde ise, algılama üzerine yapılan çalışmalar, psikoloji ve nörobilim
alanlarıyla iç içe geçmiş ve algının sadece duyusal değil, aynı zamanda
bilişsel ve duygusal süreçlerle de ilişkili olduğu anlaşılmıştır. Algılama,
bireyin çevresini anlamlandırma ve ona tepki verme yeteneği olarak da ele
alınabilir. Bu süreç, bireysel farklılıklar, beklentiler, önyargılar ve öğrenme
gibi faktörlerle şekillenir. Felsefenin algılama üzerine yaptığı vurgu, bireyin
dünyayı nasıl deneyimlediğinin ve bu deneyimlerin bilgiye nasıl dönüştüğünün
anlaşılmasında kritik bir rol oynar.
Düşünme,
insan için bilgiye ulaşma ve problem çözme gücü olarak öne çıkar. Düşünmeyi
kullanarak bilgi elde edebilir, karşılaştığımız problemleri çözebilir, merak
ettiğimiz pek çok konuyu anlayabiliriz.
Mantık ya
da eseme, bilginin yapısını inceleyen, doğru ile
yanlış arasındaki akıl yürütmenin ayrımını yapan
disiplindir, doğru düşüncenin aletidir. Önceleri
bir felsefe dalıyken daha sonra kendi başına bir ihtisas alanı
olmuştur. Matematik ve bilgisayar biliminin de parçası
haline gelmiştir. Bir disiplin olarak Aristoteles tarafından
kurulmuştur. Aristoteles ‘den etkilenen Farabi tarafından iki kısımda
kategorize edilmiştir. (Düşünce ve sonuç) İbn-i Sina geçicilik ve içerme
arasındaki ilişkiyi geliştirmiştir. Çağdaş zamanlar da Frege, Russell ve Wittgenstein önemli
katkılar yapmıştır.
Prof.
Dr. A. Kadir Cücen ‘Klâsik Mantık’ kitabında Mantık kelimesini
açıklarken; “Yunanca “logike” ve Arapça “nutk” (nutuk) kelimesinden
gelmektedir. Yunanca “logos” kelimesi, batı dillerindeki mantık kelimesi
“logic”e kaynaklık etmektedir. “Logos” ve “nutk”, akıl, akıl yürütme, yasa
doğru söz, düzen, ilke ve düşünme anlamına gelir. Bu anlamlarıyla mantık hem
düşünmeye -akıl ve akıl yürütmeye- hem de bu düşünmelerin dilsel ifadesine yani
doğru söze ya da konuşmaya karşılık gelir.
1.
Mantık, doğru ve
düzgün düşünme ya da tutarlı düşünmeye karşılık gelen bir düşünme türüne ve
tarzına verilen addır.
2.
Mantık, ikinci
anlamıyla, doğru düşünme tarzını kendisine konu edinen bilime verilen addır.
Başka bir söyleyişle, birinci anlamdaki mantık; mantıklı, doğru, tutarlı ve
düzgün düşünmektir. Bir bilim dalı olarak mantık, doğru ve düzgün düşünme
formlarını inceler. [28]
Farabi’nin
‘Mantığa Başlangıç Risalelerisin de İlimlerin Sınıflandırılması ve Mantık’
bölümünde: “Mantık, insanın, adeta doğuştan sahip olup doğruluğu ve kesinliği
konusunda hiçbir şüpheye düşmediği ‘bütün, parçasından büyüktür’, ‘her üç tek
sayıdır’ gibi (hiçbir deneye dayanmadan ve yalnızca akıl yoluyla elde edilen)
bilgiler dışında; ‘düşünce’ -fikir,
görüş-, ‘ayrıntılarıyla düşünme’, ‘çıkarım’ -kıyas-
ve ‘akıl yürütme’ -çıkarım-
yoluyla derinliğine kavramak, bu yüzden de yanılma ve yanlışa düşme ihtimali
bulunan konularda aklı güçlendiren ve hata yapmasını engelleyici kuralları
veren bir sanattır. İşlevi bakımından ele alındığında mantığın akıl ve düşünüp
taşınmak, mütalaa etmek, meseleyi enine boyuna araştırıp hüküm vermek ile
olan ilişkisini takip etmek ve doğru bir şekilde yapmaya çalışarak, dil
ve sözlerle olan ilişkisine benzer. Diğer yandan mantık ilminin
kuralları, bir bakıma, nesnelerin özelliklerini derinliğine kavrayarak,
duyuların hata yapıp yapmadığını kontrol etmede kullanılan ölçüler ile terazi,
cetvel ve pergel gibi ölçü aletlerine benzer.” [27]
Düşünmeyi Öğrenmede Soru Sormanın Anlamı Nedir?
Kişilere
soru sormak düşünmeyi harekete geçiren bir yöntem olarak kabul edilir.
İnsanların düşünmesi, düşünebilmesi, daha çok soru sorulması gerekliliğini
ortaya koyulması olarak düşünülebilir. İnsanın düşünmesi, bir konu üzerinde
soruların sorulmaya başlandığı andan itibaren zihinde hareketlilik, doğru,
yanlış veya söylenmeyecek cevapların oluşmasını sağlar.
“Eğiticinin
kendisi bizzat düşünceyi uyarıcı sorular üretmek zorundadır. Sorular düşünmeyi ateşleyici
nitelikte olmalıdır. Yüzeysel sorular, yüzeysel anlamaya yol açar ve öğrencinin
düşünmesini engeller. İnsanı bir yere götürmeyen sorular, ölü sorulardır; sonunda
zihni köreltir.” [30] Bülgan Tomaç, 2012 yılında ki ‘Maddeyi tanıyalım
ünitesinin eleştirel düşünme yöntemiyle öğretiminin öğrencilerin üst düzey
düşünme becerilerine etkisi’, Yüksek lisans tezinde, düşünmeyi nasıl
harekete geçirilebileceğini anlatmaya çalışmıştır.
Yüzeysel
sorular, derinlemesine düşünmeyi teşvik etmez ve kişilerin konuyu tam anlamıyla
kavramalarını engeller. İşte bu yüzden derinlemesine ve açık uçlu
sorular sormak çok önemlidir. Bu tür sorular, kişilerin çözümleme
yapmalarını, bağlantılar kurmalarını ve kendi fikirlerini geliştirmelerini insan
sağlar.
Örneğin,
“Bu konuyu nasıl daha iyi anlayabilirim?” veya “Bu bilginin gerçek
hayattaki uygulamaları nelerdir”? gibi sorular, kişilerin daha
derinlemesine düşünmelerine yardımcı olur. Bu tür sorular, sadece bilgiye
ulaşmayı değil, aynı zamanda bilgiyi anlamayı ve kullanmayı da teşvik eder.
Çağımızın en büyük düşünürlerinden. Cambridge
Eflatuncuları’ndan. Cambridge, Londra, Harvard ve Yale üniversitelerinde
matematik felsefesi, geometri, cebir ve felsefe dersleri veren Alfred North
Whitehead: "Genellemeler içinde düşünürüz, fakat ayrıntı içinde yaşarız.” [31] der.
Hayatın gerçekliklerine bakılırsa, katılmamak mümkün değil.
Bizler 'küçük' ya da 'önemsiz' olarak nitelediğimizi ve çok da ciddiye almadığımız
ayrıntılar, aslında yaşadığımız büyük sevinçlerin, büyük acıların kaynağıdır. Fark
edemesek de önemsemediğimiz ayrıntılar, hayatın akışını önemli derecede belirlemekte
olduğunu görebiliriz. Her şey gibi biz de süreçteyiz. Farkında olmasak da süreçte,
süreci yaşarken, birbirinden farklı gerçeklikleri deneyimleyerek geçiririz. Daha
çok genellemeler içinde genellemeleri yaşama çabası içindeyiz. Böyle bir çaba,
hayatın zenginliklerini kaçırmış çok sığ bir hayat sunar. Oysa her şey gibi biz
de süreçteyiz. Süreçte, süreci yaşarken, birbirinden farklı gerçeklikleri
deneyimlemek olduğumuzu bilmeliyiz.
Soru
sormak, düşünmeyi öğrenmenin en önemli araçlarından biridir. İşte bunun
nedenleri:
1.
Merak Uyandırır: Soru sormak, öğrenme
sürecini başlatır ve merakı tetikler. Merak, yeni bilgilerin keşfedilmesini
sağlar.
2.
Bilgiyi Derinleştirir: Sorular, mevcut
bilgiyi sorgulama ve derinlemesine anlama fırsatı sunar. Bu, yüzeysel bilginin
ötesine geçmeyi sağlar.
3.
Eleştirel Düşünmeyi Teşvik Eder: Sorular,
bilgiyi sorgulama ve analiz etme yeteneğini geliştirir. Bu, eleştirel düşünme
becerilerini güçlendirir.
4.
Problem Çözme Becerilerini Geliştirir:
Sorular, problemlere farklı açılardan yaklaşmayı ve yaratıcı çözümler üretmeyi
teşvik eder.
5.
İletişimi Güçlendirir: Sorular, etkili
iletişimi ve karşılıklı anlayışı artırır. Bu, sosyal ve duygusal öğrenmeyi
destekler.
6.
Öz Farkındalığı Artırır: Kendi
düşüncelerini ve inançlarını sorgulamak, bireyin kendini daha iyi tanımasına
yardımcı olur.
Soru
sormak, öğrenme sürecinin aktif bir parçası olmayı sağlar ve bireylerin daha
bilinçli ve eleştirel düşünmelerine katkıda bulunur.
Bilgi Nedir ve Nasıl Öğreniriz?
1.
İsim, İnsan
aklının erebileceği olgu, gerçek ve ilkelerin bütünü, bili, malumat
2.
Öğrenme,
araştırma veya gözlem yolu ile elde edilen gerçek, malumat, vukuf
3.
İnsan zekâsının
çalışması sonucu ortaya çıkan düşünce ürünü, malumat, vukuf
4.
Felsefe, Genel
olarak ve ilk sezi durumunda zihnin kavradığı temel düşünceler
5.
Bilim
6.
Bilişim, Kurallardan
yararlanarak kişinin veriye yönelttiği anlam
Oxford Sözlüğüne göre:
1.
İnsan aklının alabileceği gerçek, olgu ve ilkelerin tümüne verilen ad.
2.
Bir konu ya da iş konusunda öğrenilen ya da öğretilen şeyler.
Bilgi sorusunda “Bilgi nedir? Kaynakları var
mıdır? Varsa, nelerdir? Gerçek bilinebilir mi? Bilginin niteliği nedir? Doğru,
yanlış saçma belirsiz olabilir bilgi, nedir? Bilgi önsel (TDK göre sıfat,
felsefe Hiçbir
denemeye dayanmayan ve akıl yordamıyla bulunup ortaya konan, apriori) mi, yoksa
sonsal (deneyden
çıkan ve deneye bağlı olan (bilgi), aposteriori) mıdır?
Doğruluk değeri nedir? Mutlak -kesin, yüzde
yüz doğru- bilgi var
mıdır?” vb. sorular ele alınıp inceleyelim. Dikkat edilecek husus, doğrulama
yanlılığı ya da teyit yanlılığını, destekleyebilecek karar verilmemesi
gereklidir.
Bilginin çeşitli kaynakları vardır:
1.
Duyu
Algıları: Gözlem ve deneyim yoluyla elde edilen bilgiler.
2.
Akıl
Yürütme: Mantık ve akıl kullanılarak elde edilen bilgiler.
3.
Otorite:
Uzmanlar veya güvenilir kaynaklardan alınan bilgiler.
4.
İlham
ve Sezgi: İçsel farkındalık ve sezgiler yoluyla elde edilen bilgiler.
“Gerçek” Bilinebilir mi? "Gerçek" nedir ve insan zihni
ona ulaşabilir mi? Bu, felsefede
tartışmalı bir konudur. Realistler, gerçekliğin bilinebilir olduğunu
savunurken, İdealizm de ise Gerçek, zihnin bir ürünüdür. Septisizm -şüpheciler- bunun mümkün olmadığını öne
sürerler. Fenomenoloji (düşünsel bir metot ve felsefi bir akım
olarak değerlendiriliyor): felsefeciler, gerçek, öznenin deneyiminde ortaya
çıkar. Demekteler.
Türkiye’de bu soruya verilen yanıtlar genellikle İslam felsefesi, modern
bilim ve eleştirel düşünce ekseninde şekillenmekte.
Günümüzde birçok düşünür, gerçeğin mutlak değil, bağlamsal olduğunu
savunur. Bilimsel bilgi bile sürekli revize edilir; bu da gerçeğin sabit değil,
dinamik bir yapı olduğunu düşündürür.
“Bilim, mutlaklık iddiasında bulunmaz; çünkü mutlaklık tamam demektir,
bilim ise hep devam eder.”
Bilginin Niteliği: Bilgi, doğru, yanlış, saçma veya belirsiz
olabilir. Doğru bilgi, gerçeklikle uyumlu olan bilgidir. Yanlış bilgi,
gerçeklikle çelişir. Saçma bilgi, mantıksal tutarlılığı olmayan
bilgidir. Belirsiz bilgi ise kesinlik taşımayan bilgidir.
Bilgi Önsel (Apriori) mi, Sonsal (Aposteriori) midir?
Önsel Bilgi (Apriori): Deneyimden bağımsız olarak, akıl yoluyla elde edilen
bilgidir. Örneğin, matematiksel doğrular.
Sonsal Bilgi (Aposteriori): Deneyim ve gözlem yoluyla elde
edilen bilgidir. Örneğin, bilimsel bulgular.
Doğruluk Değeri: Bilginin doğruluk değeri, onun gerçeklikle ne kadar uyumlu olduğuna
bağlıdır. Mantıksal ve deneysel doğrulamalarla test edilebilir.
Mutlak Bilgi Var mıdır? Mutlak bilgi, kesin ve yüzde yüz doğru
bilgi anlamına gelir. Bu konuda farklı görüşler var. Bazı filozoflar, mutlak
bilginin mümkün olduğunu savunurken, diğerleri bunun imkânsız olduğunu öne
sürerler.
Bilgi ile öğrenme arasındaki bağlam hem
felsefi hem de pedagojik düzeyde oldukça zengin ve çok katmanlıdır. Kısaca
söylemek gerekirse: “Öğrenme, bilginin edinilme sürecidir”. “Bilgi
ise öğrenmenin hem sonucu hem de tetikleyicisidir”.
Bilgi toplum veya kuruluşlar da kişilerin,
öğrenme sürecine etkin olarak katılan, aslına uygun, doğru, gerçek kaynaklardan
öğrenen ve öğrendiklerini hayatında tatbik eden bireyler olarak
yetiştirilmeleri gerekmektedir. Eğitimlerin ise ezbere dayandığı, yetersiz ve
sadece bilgiyi aktardığı, sorgulamadığı, mantıklı ve kritik düşünen bireyler
yetiştirmekte yetersiz kaldığını herkesçe bilinen bir gerçektir.
TDK sözlüğüne göre öğrenmenin iki anlamı
vardır.
- Belli başlı konular ve olgular hakkında
bilgi sahibi olmak.
- Okuyarak, araştırma ve gözlem yaparak yeni
şeyler keşfetmek ve onları hafıza tutmak.
Psikanaliz
tarihinde yer alan kuramcılar arasında “Düşüncenin Gelişimi” üzerine
yoğunlaşan ilk psikanalist, Wilfred Ruprecht Bion ‘Tereddütlü düşünceler’
kitabın da “Bütün öğrenmenin temelini teşkil eden merak dürtüsünün bozulması
ve merak dürtüsünün dışa vurulmasını sağlayan mekanizmadan bebeğin mahrum
bırakılması normal gelişimi imkânsız hale getirir”. [32]
Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Bilgi
ve Belge Yönetimi Bölümü'nde öğretim üyesi, Doç. Dr. Malik Yılmaz’ın Gazi
Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi Dergisisin de yayınlana ‘Öğrenme ve bilgi
ilişkisi’ makalesinde ki yazısın da “Öğrenme; yeni bilgi ve davranışın
kazanılması ya da var olan davranışların değiştirilmesi sürecidir.
Öğrenme nedir sorusunu yanlış cevaplamak olarak nitelendirilir. Ayrıca
beyin temelli eğitimi açıklamak için 3 kelime kullanılabilir. Bunlar; katılım,
stratejiler ve ilkelerdir. Beyin temelli olarak ifade edilen kavram; beyin
hakkında doğru olan ilkelere dayalı stratejilerin katılımı ve devreye
girmesidir.” [33] Demektedir.
Öğrenme çeşitlerini açıklamak için öncelikle
“refleks” in tanımının ne olduğunu anlamalıyız. Günümüzde refleks, öğrenme
teorisi açısından temel kabul edilmekte ve “sinir sistemi tarafından aracılık
edilen ve uyarıya özgü olarak basit ve otomatik cevap” olarak açıklanmaktadır.
Doğru düşünmenin aracı olarak mantık, aynı
zamanda tutarlı düşünme, sistemli düşünme ve eleştirel düşünmeyi de beraberinde
getirmektedir. Mantık, kural ve ilkelerine uygun düşünme türü olan mantıksal
düşünme bu noktada ortaya çıkmaktadır. Mantıksal düşünme, çeşitli akıl yürütme
ilke ve kuralları ile doğru kararlar vermede, bir problem ile karşılaşıldığında
o probleme eleştirel ve akılcı yaklaşmada etkili olmakta ve sonuçta çözümlemeye
götürmekte olduğunu bilmeliyiz. Bu süreçler de düşüncenin en fazla ihtiyacı da
bilgi olmaktadır.
Bilgi, genellikle geçerliliği veya doğruluğu
varsayılacak şekilde mümkün olan en yüksek kesinlik derecesi ile karakterize
edilen, kişiler veya gruplar için mevcut olan bir dizi gerçek.
İnsan için bu kadar büyük bir önem
taşıyan bilgiyi, genellikle bilen ile bilinen veya özne ile nesne arasındaki
ilişkinin sonucunda ortaya çıkan ürün olarak tanımlanır. İnsan farklı yollarla,
farklı amaçlarlar var olanı tanımlar. Hangi yolla elde edilirse edilsin insan
kazandığı bilgi ile yetinmeyip sürekli bilgi elde etme yolundadır ve var olduğu
sürece bu çaba devam edecektir. İnsan, öğrenmek, bilgi edinmek ve bilim yapmak
için çeşitli kaynaklardan yararlanmış ve yararlanmaktadır.
Max
Karl Ernst Ludwig Planck, Alman fizikçi ve 1918 Nobel Fizik Ödülü sahibi olan,
Planck, Kuantum Kuramı ‘nı geliştirdi ve Termodinamik yasaları üzerine çalıştı.
Kendi adıyla bilinen Planck sabitini ve Planck ışınım yasasını buldu. Max
Planck, bilgi ve bilim için şöyle der; ‘Bir deney, bilimin doğaya sorduğu
bir sorudur. Bir ölçüm ise, doğanın soruya verdiği cevaptır.’
İnsan,
yapısı gereği, şüphe eder, soru sorar, merak eder. İnsan, ilgisini çeken her
şeyi anlamak; zihnine takılan her soruya cevap bulmak, kısaca “bilmek” ister.
İnsanın varlığını sürdürebilmesi, “bilme” sine bağlıdır. “Bilme” de ancak
“bilgi” ile gerçekleşebilir. İnsanın insanlığını gerçekleştirmesi de kültür ve
uygarlık yaratması da ancak bilgi ile mümkün olabilir.
Ankara
Üniversitesi Açık Ders Malzemelerin de Prof. Dr. Hasan Onat, ‘Bilgi, Bilim
ve Bilimsel Yöntem’, ders ünitesinde bilginin tanımı ve türleri bölümünde
bilginin tanımını şu şekilde açıklıyor: “Bilgi, kendi varlığının farkında
olan insanın, kendisini, kendi iç dünyasında ve etrafında olup bitenleri,
evreni anlama ve anlamlandırma çabasının sonucu olarak, bilinçlilik halini
doğuran bilme faaliyetini anlamlı kılan, bilme eyleminin karşılığı olan her
şeydir. Bilgi, en temelde, doğrudan insanın varlık yapısı ile ilgilidir; insan,
yaratılışı gereği, farkına vardığı her şeyi (varlık, olay, olgu, duygu,
düşünce…) anlamak, öğrenme, kaynağına, doğruluğuna inanmak ve imkanlar
ölçüsünde açıklamak ister.”
Bilgi,
genellikle geçerliliği veya doğruluğu varsayılacak şekilde mümkün olan en
yüksek kesinlik derecesi ile karakterize edilen, kişiler veya gruplar için
mevcut olan bir dizi gerçektir. Bu tanım, epistemoloji adı verilen dalın ilgi
alanına girer. Felsefenin temel disiplinlerinden biri olan epistemoloji ya da
bilgi kuramı esas olarak insan bilgisinin doğasını, kaynaklarını, ölçütlerini
sınırlarını, kavramlarını ve bilginin olanaklı olup olmadığını irdeler. Kısaca ''Bilgi
nedir?" sorusunu temele alan bilgi felsefesine, epistemoloji adı da
verilmektedir. Epistemoloji, bilginin doğası, kökenleri ve boyutlarıyla
ilgilenir. Bilgi elde etmek için algılama, akıl yürütme, hatırlama,
alıştırma ve eğitim gibi birçok yöntem vardır. İnsan çok boyutlu bir varlıktır
ve farklı amaçlara yönelik farklı bilgiler edinir. Gündelik bilgi, teknik
bilgi, dini bilgi, sanat bilgisi, bilimsel bilgi ve felsefi bilgi gibi. Farklı
türlerde bilgi mevcuttur:
Gündelik
Bilgi: Sadece duyu organları aracılığıyla
elde edilen bilgidir. Deneyimler, gözlemler ve tecrübeler bu bilginin temelini
oluşturur. Genel geçerliliği yoktur ve subjektiftir.
Teknik
Bilgi: Temel ihtiyaçları karşılamak ve
günlük yaşamı kolaylaştırmak amacıyla araç gereç yapımıyla ilgili bilgidir.
Gündelik bilgiye dayalı ve bilimsel verilere dayalı teknik bilgi olmak üzere
iki türü vardır.
Sanat
Bilgisi: Akıl yerine duyguya, coşkuya ve
sezgiye dayanır. Sanatçının ifade aracı farklıdır ve ses, renk ve maddeyi
kullanır.
Dini
Bilgi: Bir dine inananların koşulsuz kabul
ettiği bilgidir. Eleştirisi yapılamaz ve kesin imanla inanılır.
Bilimsel
Bilgi: Bilimsel yöntem ve akıl yürütmeyle
elde edilen bilgidir. Nedensellik ilkesini kullanarak olguları inceleyerek
hipotezler üretir ve deneylerle test eder.
Felsefi
Bilgi: Felsefe veya düşünbilim; varlık,
bilgi, değerler, gerçek, doğruluk, zihin ve dil gibi konularla ilgili soyut,
genel ve temel problemlere ilişkin yapılan sistematik çalışmalardır. Bilme
arzusu ve merak duygusu sonucunda ortaya çıkan düşünsel süreçleri içeren bilgi
türüdür.
Her
tür bilgi, farklı alanlarda insanların anlayışını, farkındalıklarını
zenginleştirir ve hayatlarının farklı yönlerini yenilikler ile aydınlatır
Bertrand
Russell söylediği bir söz var. “Ne kadar az bilirseniz, onu o kadar şiddetle
savunursunuz.” Bu konu hakkında sizlerin az bildiği, hatta hiçbir
bilginizin olmadığını anlamalısınız.
Senge
“Beşinci Disiplin” kitabın da örgütlerde tek bir kişinin yani tepe
yöneticisinin her şeyi öğrenerek diğerlerine tekrarlar ile öğretmesinin
örgütsel gelişim açısından yeterli olmadığını, aksine tüm örgüt üyelerinin
kapasitelerini sonuna kadar kullanarak örgütün amaçlarına hizmet etmelerini
vurgulamaktadır. “Öğrenen organizasyon meselesinin aslında her birimizle ilgili
olduğunu anlamasıdır. Öğrenen organizasyonlar kurarken varılacak bir hedef ya
da nihai aşama yoktur, sadece hayat boyu sürecek bir yolculuktan söz
edilebilir.” [34]
Avusturyalı
yazar, konuşmacı, danışman, öğretim üyesi ve yönetim bilimci Drucker’ın
sözlerini ise; “örgütlerin bilgiye dayanmak zorunda olduğunu ve bu örgütlerin
öğrenen ve öğreten örgütler olmalarının gerekliliğini ifade etmektedir.”
Küresel rekabet açısından örgütlerin en önemli sermayesi bilgidir. Bilgi
sürekli bir değişim içerisinde yenilenmekte güncellenmekte olduğunu söylerdir.
Bu sorular, filozofların yüzyıllardır tartıştığı ve hala tartışmaya devam
ettiği konulardır.
“Bilgi,
özellikle de ileri düzeyde bilgi, her zaman uzmanlaşmış bilgidir. Tek başına
hiçbir şey üretemez. Ama modern bir ticarî kuruluş, en büyük kuruluşlardan biri
olmasa bile, sayıları altmışa varan farklı bilgi alanını temsil eden yüksek
bilgi düzeyli on bin kadar insanı çalıştırabilir. Yönetim esaslarına göre
yürüyen bir ticarî teşebbüs olmadan, hiçbiri etkili olacak durum da değildir.”
[35]
Buradan
ne anlayabiliriz? Dersek. ‘Zeki olmak’ tek başına çok fayda
sağlayamayacağı, buna bir de ‘akıl’ dediğimiz olguyla yönlendirmeliyiz.
İnsanın
duyumsanabilir veya düşünülebilir olanlara dair sezgi, gözlem veya akıl yürütme
etkinlikleriyle
ulaştığı betimlemeler veya yaptığı belirlemeler ve kuşaktan kuşağa sürdürülen
bu tür aktarımlar (öğrenmeler) ‘bilgi’ olarak ifade edilebilir.
Bilgi kuramı olarak da bilinen bilgi felsefesi öncelikle bilme ve bilgi
fenomeni üzerine odaklanır. Bilgi felsefesinin konusunu daha iyi anlamak için
onun bazı ana problemlerine bakmak gerekir.
‘Ne
bilebilirim?’ sorusu, felsefe ve bilimin en değerli sorularından sayılan,
ayrıca felsefenin bilgi teorisi (epistemoloji) alanında önemli bir yer tutar.
Bu konuyla ilgili bazı temel noktalara batığımızda:
‘Bilginin
Doğası’; Bilgi nedir? Bilgi, doğrulanmış
inançlar mıdır yoksa daha fazlası mı?
‘Bilginin
Kaynağı’; Bilgiyi nasıl elde ederiz?
Duyularımız, akıl yürütme, sezgi veya başka yollarla mı?
‘Bilginin
Sınırları’; Ne kadar bilgiye sahip olabiliriz?
Bilginin sınırları var mıdır?
‘Bilginin
Doğruluğu’; Bir şeyin doğru olduğunu nasıl
bilebiliriz? Doğruluk kriterleri nelerdir? Kaynağı, üzerine düşünmeyi içerir.
Neyi
bilebilirim? Derken, insanın bilgiye olan açlığını ifade eder. İnsanlar merak
eder, öğrenmek ister ve bilgi sahibi olmak istedikleri konuları araştırır.
Bilgi, insanın kendini ve çevresini anlama ve çözme arzusunun bir yansımasıdır.
“Neyi bilebilirim?” sorusu, bilgi ve anlayışın sınırlarını keşfetmek için
harika bir başlangıç noktası olabilir. Bilgelik arayışı gerçekten derin ve
anlamlı bir yolculuk. Bu bağlamda, bilgelik peşinde olmanın birkaç önemli yönü
olabilir:
Kendini
Tanıma: Kendinizi ve sınırlarınızı tanımak,
bilgelik yolunda atılacak ilk adımdır. Kendi güçlü ve zayıf yönlerinizi bilmek,
daha bilinçli kararlar almanıza yardımcı olabilir.
Sürekli
Öğrenme: Bilgelik, sürekli öğrenme ve kendini
geliştirme sürecidir. Kitaplar okumak, yeni beceriler öğrenmek ve farklı bakış
açılarını keşfetmek bu sürecin bir parçasıdır.
Deneyimlerden
Öğrenme: Yaşadığınız deneyimlerden ders
çıkarmak, bilgelik kazanmanın önemli bir yoludur. Hatalarınızdan ve
başarılarınızdan öğrenmek, sizi daha bilge bir insan yapar.
Empati
ve Anlayış: Başkalarını
anlamak ve onlara empati göstermek, bilgelik yolunda önemli bir adımdır. İnsan
ilişkilerinde derin bir anlayış geliştirmek, daha bilgece kararlar almanıza
yardımcı olabilir.
Felsefi
Düşünce: Felsefi sorular sormak ve bu sorular
üzerinde düşünmek, bilgelik arayışında önemli bir rol oynar. “Neyi
bilebilirim?” sorusu, bilgi teorisi ve epistemoloji gibi felsefi alanlarda
derinlemesine düşünmeyi gerektirir.
Ne
yapmalıyım? Derken, insanın eyleme geçme isteğini ifadesi ile, insanların
hayatlarında kararlar alırken, hedefler belirler ve eyleme geçerler. Bu soru,
insanın kendi potansiyelini gerçekleştirmek için ne yapması gerektiğini
sorgulamasını sağlar.
Yapmam
gerekeni yaparsam ne umabilirim? Derken, insanın geleceğe dair
umutlarını ve ummaları, ile yaşarlar. İnsanlar umut eder, hayal kurar ve daha
iyi bir gelecek için umutlarını beslerler. Bu soru, insanın içindeki
iyimserliği ve geleceğe dair beklentilerini yansıtır. Kişiler yapmalarını gerekeni
dikkatlice değerlendirmeli ve olası sonuçları göz önünde bulundurmalıdır. Kanta
göre umut insan rasyonelliğinin zorunlu bir parçasıdır.
Immanuel Kant; kritik üçlemesi ile üç temel meselenin
cevabını arar. Salt Aklın Eleştirisi (1781): ‘Neyi
bilebilirim?’ sorusuna yanıt arar, konusu ‘Bilgi ve doğru’ dur.
Kant, epistemoloji ve metafizik
arasındaki yöntemi inceler. Bilgi ve nesnelerin çözümlemesini yaparak, duyusal
veri ile zihinsel formlar arasındaki ayrımı belirler. A priori (birinci, ilk, öncelikle)
(önsel) formlar, dünya algısını ve benliği şekillendirir. Pratik Aklın Eleştirisi (1788): ‘Ne yapmalıyım?’ sorusuna
yanıt arar, konusu ‘Ahlak ve İyi’ dir. Kant, ahlaki eylemlerin temelini
inceler ve ahlaki yükümlülükleri tartışır. Pratik Aklın Eleştirisi, çok
tartışılan bir sözün, “inanca yer açmak için bilgiyi kırmak zorunda kaldım”
diyen, Kant’ın ikinci eleştirisidir. Yargı Gücünün Eleştirisi (1790): ‘Yapmam
gerekeni yaparsam ne umabilirim’ sorusuna cevap arar, konusu ‘Güzel ve
Yüce’dir. Kant, estetik ve estetik yargıları analiz eder. Bu üç eser, Kant’ın felsefesinin temelini
oluşturur ve insanın ‘bilgi’, ‘ahlak’ ve ‘estetikle’ ilişkisini derinlemesine
inceler.
Ankara
Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi
Bölümü, Siyaset ve Sosyal Bilimler Anabilim Dalı öğretim görevlisi, Prof. Dr.
Filiz Zabcı, Birgün gazetesi web sitesinde ki 09.10.2020 tarihin de
güncellenen 'Neyi bilebilirim' ve 'çöküş senaryoları’ yazsında: “Neyi
bilebilirim bağlamında bir bilgelik peşinde olmak; yani düşünsel açıdan olgun
ve savunulabilir olanı anlayarak bunu pratik hayata aktarmak biricik
hedefimizdir.” Diyor.
Yıllardır
bilim insanlarının ortak bir karar vererek cevap verebilecekleri zorlandığı bir
sorundur. Bu zorluğun nedenleri: Bilim donmuş, dural (statik) bir konu
değil, sürekli ve artan bir hızla gelişen, değişen bir etkinliktir. Bilim
inceleme konusu ve yöntemi yönünden kapsamı ve sınırları kesinlikle belli bir
etkinlik değil, çok yönlü, sınırları yer yer belirsiz, karmaşık bir oluşumdur.
Bilgi
felsefesinin ele aldığı sorulardan biri, "kaç tür bilgi vardır? Sorusunu yanıtlamanın yollarından biri de
insanın etkinlik alanlarına bakmaktır. İnsanın etkinlik alanlarına bakarak
bilgi genellikle üç türe ayrılır: ‘gündelik bilgi, felsefe bilgisi, bilimin
bilgisi.’” [36]
Bilgi,
insanın çevresiyle kurduğu etkileşim ve bu etkileşimden elde ettiği anlam ve
veriler bütünü olarak tanımlanabilir. Felsefe tarihinde bilgi türleri, özne ile
nesne arasındaki ilişki biçimlerine göre çeşitlenir. Genel olarak altı temel
bilgi türü tanımlanır: Gündelik bilgi, kişisel tecrübeler ve gözlemlere dayalı
pratik bilgilerdir; dini bilgi, inanç sistemleri ve kutsal metinlerle
ilişkilendirilen bilgilerdir; teknik bilgi, alet ve gereç yapımı gibi pratik
uygulamalara yönelik bilgidir; sanatsal bilgi, estetik ve yaratıcılıkla ilgili
bilgilerdir. Bilimsel bilgi, deney ve gözlem yoluyla doğrulanabilen ve
genellenebilir bilgilerdir. Felsefi bilgi ise varlık, bilgi ve değerler üzerine
derin düşünce ve sorgulamaya dayalı bilgidir. Her bir bilgi türü, insanın
dünyayı anlama ve yorumlama biçimini yansıtır ve yaşamın farklı alanlarında
kendine özgü bir işlev görür.
Aristo'ya
göre bilim “Bir nesneyi var eden sebebi bilmektir.”
Einstein’a
göre bilim, “her türlü düzenden yoksun duyu verileri (algılar) ile mantıksal
olarak düzenli
düşünme arasında uygunluk sağlama çabasıdır.”
Celal Şengör’de “Bilim herhangi bir konuda varsayımlar üreten
ve bu varsayımları, gözlemle kontrol eden ve yanlışlanabilir bir düşünce
sistemidir.”
Celal Şengör ‘Bilgiyle Sohbet’ kitabın da ise, “Bilgi,
üreme sürecinin temelini oluşturduğu için canlıların ortaya çıkmasıyla birlikte
ortaya çıkmış bir zenginliktir.” [37]
Demekte.
Günümüzde
üretilen ürünün maddesi veya özelliğinde daha ziyade, taşıdığı fikirler ve
bilgi, çok daha fazla önemli bir değer ifade ediyor. Emek, para, kültür,
ekonomi, matematik hep bilginin içine gömülmektedirler.
Sadece
filozof değildi, aynı zamanda bir hukukçu, siyasetçi ve bir ampirist yani
deneyci olduğundan çevremizdeki dünyayı anlamak için deneyin ve deneyimin çok
önemli olduğunu savunucusu olan Francis Bacon, Ünlü İngiliz filozof David
Hume ’un deyişiyle, Francis Bacon dehasının büyüklüğünde ve tutumundaki
incelikli, insancıl nitelikten ötürü her çağda beğeniyle karşılanmıştır.
Bilginin gücünü vurguladığı Denemeler, bilim ve felsefeyi putlaştırılmış
kalıpların baskısından kurtarmak için yazdığı Novum Organum, ideal toplum
düzenini ele aldığı The New Atlantis başlıca eserlerindendir.
Bacon,
modern bilimin gelişmesinde büyük bir etkisi olan önemli bir isimdir. Bilimde
pratik deneylere odaklanılmasına yol açmış ancak kendisi, tüm bilimsel
gelişmeleri yönlendiren yaratıcı atılımların önemini göz ardı etmekle
eleştirilmiştir. “Deneyim, uzak ara en iyi kanıttır.” Bilimsel bilgi kendine dayalıdır. Yeni
yasalar keşfederek ve yeni icatları mümkün kılarak, istikrarlı ve kümülatif
olarak ilerler. İnsanların başka türlü yapılamayacak şeyleri yapmalarına olanak
sağlar.
“İnsan
doğayı anlar ve ona hükmeder. Bunu hem nesnelere hem de zihne bakarak yapar.
Anlamak hükmetmektir. Bilgi güçtür. Bilmek yapmaktır. İnsanın bilgilenmesi,
güçlenmesi demektir, zira cahillik bilgi araştırmasında sonuç alınmasına manidir.
Güç ile eş anlamlı olan bilgiyi elde etmek için doğanın kanunlarına uymak
gerekir. Zira bilginin kendisi güçtür.” [38] Bacon ‘Seçme
Aforizmalar’ kitabında,
bilginin kendisinin bir güç olduğunu söyler.
Bacon ‘Denemeler’
kitabında, “Tarih insanı bilge kılar, şiir iç zenginliği, matematik titizlik,
doğal bilimler derinlik, mantık ile söz söyleme sanatı ise tartışma yeteneği
kazandırır.” [39] diyor.
Bilginin
kaynağını hem akıl hem deney olarak kabul eden Kant, deney alanının ötesinde
kalan bir gerçekliğin bilgisinin bilimsel ve doğru bilgi olamayacağını öne
sürer. Kant’a göre bilen özne, kendisinden bağımsız olarak var olan nesnelerin
bilgisini, ancak kendinde var olan yapı çerçevesinde bilebilir. Bilgimiz,
deneylerimiz ve zihnimizin yapısıyla sınırlıdır. Diğer bir deyişle insan
bilgisi varlıkların bizim tarafımızdan bilinen yönü olan fenomenlerle (algılanabilen
şeylerle) sınırlıdır. Bizim tarafımızdan bilinmeyen numen alanını (Tanrı,
ruh, ölümsüzlük gibi) ise bilemeyiz çünkü numen alanı deneye konu edilemez.
Yani Kant’a göre biz varlıkları olduğu gibi değil, bize göründükleri hâliyle
bilebiliriz.
Filozof,
ekonomist ve tarihçi, “David Hume ‘un "kesin bilginin olanaksızlığı"
önermesini benimsediği ölçüde, kuşkuculuğu da geliştirir. Kuşkuculuk,
"bilginin olabilirliğinin koşullan nelerdir?" sorusunu irdeleyen
Kant'a göre, bazı "bireşimsel yargıların açıklanması" nedeniyle
önseldir (TDK; hiçbir denemeye dayanmayan ve akıl yordamıyla bulunup ortaya
konan; deneyden önce olan ‘apriori’)”. [40]
Demekte.
Doğru
ve gerekli bilginin, istenilen zamanda, yerde elde edilebilmesine, onun
gerektiği şekilde işlenebilmesine ve doğru amaçlar için kullanılabilmesine
bağlıdır.
Avrupa'daki
Roma etkisinin sona ermesi ve Karanlık Çağların ortaya çıkışı hakkında, Orta
Doğu ve Levant’taki Arap genişlemesinin önemini vurgulayan ve ‘Pirenne
Tezi’ olarak bilinen alternatif bir
şeyin doğruluğu, gerçekliği konusunda
inandırıcı belge ortaya koyan, Valon kökenli bir orta çağ tarih
yazarı Belçikalı Henri Pirenne tarafından yazılan, ilk kez
1937'de ölümünden sonra yayınlanan, ‘Hz. Muhammed ve Charlemagne’ ‘Hz. Muhammed ve Şarlman’ akademik bir
kitabın da çevirmen Mehmet Ali Kılıçbay, önsöz kısmında şöyle söyler; “Bilinmelidir
ki “hata” üretmek “doğru” üretmekten daha zor bir iştir, çünkü bir bilginin
yanlışlanabilir olması onun dogmatik olmadığının, eleştiriye açık olduğunun
kanıtıdır. “Doğru” üretilmesi ise, beyinlerin bir koza içine hapsedilmesi
anlamına gelmektedir. Her beynin kendi kozası içine.” [41] demektedir.
Orta
çağ felsefesinden etkilenen düşünceleriyle deneyci yaklaşımın kurucusu olan
John Locke'a göre düşüncede önemli olan us (TDK- Felsefede
us, düşünme yetisidir. Us, bir insanın eylemsel çabası ile ortaya çıkmış
olan bir güç olarak tanımlanır.)
ilkesine bağlanmadır. Locke'un bilgi
kuramının ana kavramı "TDK- düşünce" dir, bilgi tümüyle tasarımdan
oluşur. Locke'a göre tasarımda anlığa dış dünyadan izlenimler sağlayan, dış
dünyayı konu edinen tasarımları üreten duyum (sensation) ve iç duyum
(relection) olan deneysel iki kaynağı vardır. Locke, ‘İnsan anlığı üzerine
bir deneme’ kitabında ‘bilgi’ üzerine düşüncelerini şöyle sıralayabiliriz. “Bilgimiz
düşüncelerimizi aşamaz: Bilgi düşüncelerimiz arasındaki uyuşma ya da
uyuşmamanın algısı olduğuna göre, bundan şu sonucu çıkarabiliriz. Düşüncelerimi
olmadıkça bilgimiz de olmaz. Bilgimiz uyuşma ya da uyuşmamalarını algılamamızı
da aşamaz. Sezgisel bütün düşüncelerimizi ve bu düşünceler üzerine bildiğimiz
her şeyi kapsayan bir sezgisel bilgimiz olamaz.
Tanıtlamalı (deneye dayanılarak da yapılabilir ve doğa bilimlerinde kullanılan
yoldur) bilgimiz de hepsini kapsamaz. Duyusal bilgi öteki ikisinden daha dardır.
Bilgimizin kapsamının yalnızca şeylerin gerçekliğine göre değil
düşüncelerimizin kapsamına göre de daha dar olduğu açıktır. Düşüncelerimizle ilgili
olarak yaptığımız olumlama ya da olumsuzlamalar (Bir
düşünce ya da varlığın kendi kendisiyle özdeş kalmasına engel olan, onu
kendinden başka olmaya çeken yanı olumsuz yanıdır ki onun bu etkisine
olumsuzlama denir.) dört türe
indirgenebilir; özdeşlik, birlikte-varoluş, bağıntı ve gerçek varoluş. Özdeşlik ve başkalık yönünden
düşüncelerimizin uyuşma ya da uyuşmaması üzerine sezgisel bilgimizin kapsamı
düşüncemizin kendilerinin kapsamı kadardır. Nesnelerle ilgili bilgimizin en büyük ve en
önemli bölümü birlikte-var olmadan oluşmakla birlikte, bu yönden bilgimiz çok
dardır. Basit düşüncelerin büyük bölümü
arasındaki bağlantıyı bilemeyiz. Karmaşık nesne düşüncelerimizin kendilerinden
yapıldığı ve nesnelerle ilgili bilgilerimizi en çok kendilerinde kullandığımız
düşünceler, ikincil niteliklerin düşünceleridir ve bunların hepsi (gösterildiği
gibi) o nesnelerin küçük ve duyulmaz bölümlerinin birincil niteliklerinden,
eğer bunlardan değilse bizim kavrayışımızdan daha da uzakta kalan bir şeylerden
doğduğuna göre, bunlardan hangilerinin birbiriyle bir zorunlu birlik ya da
ayrışıklık içinde olduğunu bilemeyiz. İkincil
niteliklerle birincil nitelikler arasındaki bütün bağlantılar bilinemez. Birlikte-varoluşa
karşı-olma üzerine bilgimiz daha geniştir. Güçlerin birlikte-varoluşunun bilgisi de çok
dardır. Tinler (günümüzde bilinçte bulunan yaşantıların ya da
durumların kişinin benliğini oluşturarak kişiye ait olan duyumsal ve etik
özellikler olarak değerlendirilmektedir)
üzerindeki bilgimiz daha da dardır.” [42]
Bir
ülkenin akılcı eğitim sistemi, o ülkenin gelişimi ve büyümesi için hayati öneme
sahiptir. Eğitim, bireylerin bilgi ve becerilerini artırarak, toplumun genel
refahını ve ekonomik kalkınmasını destekler. Gelişmiş ülkelerdeki eğitim
sistemleri, genellikle bireysel yetenekleri ve yaratıcılığı teşvik ederken,
aynı zamanda toplumsal değerleri ve kültürel mirası korumayı hedefler. Bu
sistemler, öğrencilere sadece akademik bilgi sağlamakla kalmaz, aynı zamanda
eleştirel düşünme, problem çözme ve yaşam boyu öğrenme gibi beceriler
kazandırır. Eğitimde yenilikçi yaklaşımlar, teknolojiyi entegre etme, öğretmen
eğitimini güçlendirme ve eğitim materyallerini güncelleme yoluyla sürekli
gelişmelidir. Ayrıca, eğitimde fırsat eşitliği sağlamak, her bireyin
potansiyelini en iyi şekilde kullanabilmesi için önemlidir. Türkiye bağlamında,
uluslararası eğitim programları ve burslar, öğrencilere global bir perspektif
kazandırarak, ülkenin uluslararası alanda rekabet edebilirliğini artırabilir.
Yaşadığımız
21. yüzyılın en önemli gelişimin bilgi olacağı ve bu birlikteliğin oluşması,
ancak sürekli eğitimle sağlanabileceği gerçeğini kabullenmeliyiz. Bunun için,
bilginin her geçerli zaman içinde önem kazanmaktadır. Bilgiyi oluşturabilmek ve
ilk sahiplerinden olabilmek için, sağlam alt yapının oluşmasını sağlayacak,
eğitimli kişilerin çoğunlukta olması gereklidir. Bunun oluşmasını için,
Devletin yıllık planlamalarını yapmış ve uygulamaya koymuş olması gereklidir.
Gelecek 25-50-100 yıl içerisin de ‘Endüstriyel sanayi de çalışanların ne
tip ve ne gibi çeşitliliğe ihtiyaç duyulacağı, bunu nasıl yetiştirmeliyiz’
şeklinde soruların sorulduğunda, yapılması gerekenlerin yapılabilmesi için
öncelikle; geçmişte bu konu da bir politika oluşturulup oluşturulmadığı,
oluşturulmuş ise nasıl bir yetişmiş insan politikası oluşturulduğu ve
sonuçlarının ne olduğunu belirterek, ortaya konulmalıdır.
Eğitim,
genellikle örgün eğitim şeklinde algılanarak (okullarda yapılan öğretme-öğrenme
faaliyetlerini ifade eder). Eğitim, bireylerin bilgi, beceri ve tutumlarını
geliştirmelerine yardımcı olan sistematik bir süreçtir. Bu süreç, bireyin
doğumundan ölümüne kadar devam eden ve yaşam boyu öğrenme ilkesine dayanır.
Eğitimin temel amacı, bireylerin toplumda yerlerini alabilmeleri, kişiliklerini
geliştirebilmeleri ve toplumun kültürel ve sosyal değerlerini öğrenerek, bu
değerlere uyum sağlayabilmeleridir. Eğitim, formal ve informal (eğitimde informal öğrenme, okul dışında,
günlük yaşamda edinilen bilgi ve becerileri ifade eder.) olmak üzere iki ana türe ayrılır. Formal
eğitim, okullar ve eğitim kurumları tarafından verilen, programlı ve planlı
eğitimdir. İnformal eğitim ise, kişilerin günlük yaşantıları sırasında,
sistematik olmayan etkileşimlerden öğrendikleri bilgi ve becerilerdir. Eğitim,
aynı zamanda bireyin toplum içindeki uyumunu ve üretkenliğini artırmayı
hedefler, böylece toplumun kalkınmasına ve gelişmesine katkıda bulunur.
Akıl Nedir? Düşünceden Farkı Nedir?
“Akıl nedir? Aklın kuralları var mıdır? Varsa
nelerdir? Bu kurallar doğuştan mıdır, yoksa sonradan öğrenilme midir? Evrensel
ve genel geçerli midir? Göreceli ve değişken midir? Doğru düşünmenin kuralları
nelerdir? Akıl yürütme yolları var mıdır? Varsa bunlar nelerdir?” vb. soruları inceleyen felsefenin disiplin
alanlarından biridir.
İşte
bu yanıtlar da eğitim sistemini etkiler. Eğer doğuştandır derseniz öğretmen
öğrencinin aklını kullanmasını sağlayacak hedef ve davranışları sınıf ortamına
getirir ve dersi ona göre işler. Yoktur, derseniz bu kez öğrencinin her olgu ve
olaya göre kurallar bulup, o sorunu çözmesi istenir.
TDK
göre, Akıl ‘ın anlamı:
1. Düşünme,
anlama ve kavrama gücü; us:
2. Herhangi
bir konuda salık verilen yol:
3. Bir
şeyi başka bir şeyden ayırt etme gücü:
4.
ruh bilimi ► bellek
Akıl,
insanın düşünme, anlama, kavrama ve yargılama yetisidir. Felsefede, kavram
oluşturma ve bunlara göre hükmetme kapasitesi olarak tanımlanır. Akıl, bilgiyi
işleme, değerlendirme ve karar verme süreçlerinde önemli bir rol oynar.
Aklın
belirli kuralları ve ilkeleri vardır. Bu kurallar, doğru düşünme ve mantıklı
karar verme süreçlerini yönlendirir. Aklın bazı temel kurallar:
Mantık
Kuralları: Akıl yürütme süreçlerinde mantık
kuralları kullanılır. Bu kurallar, tutarlı ve geçerli argümanlar oluşturmayı
sağlar.
Nedensellik: Sebep-sonuç ilişkilerini anlamak ve bu
ilişkiler üzerinden yargılara varmak, aklın temel işlevlerinden biridir.
Tutarlılık: Düşüncelerin ve argümanların içsel
tutarlılığı önemlidir. Çelişkili düşünceler, mantıklı sonuçlara ulaşmayı
engeller.
Akıl
Doğuştan mı, Sonradan mı? Aklın kuralları ve işleyişi hem doğuştan gelen
yetenekler hem de sonradan öğrenilen bilgilerle şekillenir. İnsanlar doğuştan
belirli bilişsel yeteneklere sahip olsalar da eğitim ve deneyimle bu yetenekler
geliştirilir.
Akıl
Evrensel mi, Göreceli mi? Aklın bazı kuralları evrensel olarak kabul edilirken,
bazıları kültürel ve bireysel farklılıklara göre değişebilir. Örneğin, mantık
kuralları genellikle evrenseldir, ancak ahlaki yargılar ve değerler kültürel
olarak farklılık gösterebilir.
Doğru
Düşünmenin bazı temel Kuralları:
-Açık
ve Net Olma: Düşünceler ve argümanlar açık ve net bir şekilde ifade
edilmelidir.
-Kanıtlara
Dayanma: Yargılar ve kararlar, sağlam kanıtlara dayanmalıdır.
-Eleştirel
Düşünme: Bilgiyi sorgulama ve analiz etme yeteneği geliştirilmelidir.
Akıl
Yürütme Yolları Çeşitli Yöntemlerle Yapılabilir:
-Dedüksiyon:
Genel bir kuraldan özel bir sonuca ulaşma.
-Endüksiyon:
Özel gözlemlerden genel bir kural çıkarma.
-Analoji:
Benzer durumlar arasındaki ilişkileri kullanarak sonuç çıkarma.
“Felsefe,
evrenin sonsuzluğunu, dilin sınırlamaları açısından ifade etme çabasıdır.”
sözünü ‘Aklın İşlevi’ kitabında söyleyen, Whitehead aynı kitapta “Akıl,
tarihteki yaratıcı [originative] (özgün, yaratıcı, üretken) unsurun öz disiplinidir. Bu [yaratıcı] unsur,
Aklın faaliyetlerinden ayrı olarak, anarşiktir/düzensizliktir.” [44] diyor.
Süreç
felsefesinin öncüsü olan Alfred North Whitehead’in 1929 yılında Princeton
Üniversitesi’nde verdiği seminerlerin de aklın işlevini yaşam mücadelesinde üç
basamaklı bir merdivende yukarı doğru tırmanmak şeklinde olduğunu anlatır. Bu
da yaşamak, iyi yaşamak, daha iyi yaşamak. Bu tırmanışın olanağı ise,
Whitehead’e göre, Pratik Akyıl’dan özenle ayırdığı ve etkili bir şekilde
kullanılan Spekülatif Akyıl’a dayanıyor. Whitehead bu seminerlerinde hem
filozofları hem bilim insanlarını yöntemlerine fazla güvenmemeleri konusunda
uyarıyor, ‘zira insanlığın başına gelen en büyük felaketlerden bazıları iyi
bir yöntembilime sahip olanların dar kafalılığından kaynaklanmıştır’,
diyebilecek kadar açık sözler ile açıklıyor.
Akıl (Arapça)
ya da Us, felsefede kavram oluşturma ve bunlara göre
hükmetme kapasitesidir. Bugün Batı'da bu kavramı, büyük ölçüde ussal anlayışla yüzleştiren,
ancak algılamadan ayıran Alman filozof Immanuel Kant’ın etkisindedir.
Immanuel Kant'a göre aklın sınırları
şöyle çizilmiştir: "Akıl, fenomenlerin benzerliğinden kurallara varma
yeteneğidir." Başka bir yerde de "Akıl, kösnüllüğü kendi sınırlarını
genişletemeden kısıtlar" demektedir.
İnsan aklı
ve düşünce, birbirine bağlı ancak farklı kavramlardır. İşte aralarındaki temel
farklar:
İnsan Aklı:
o
Kapsamlı
Bir Sistem: İnsan aklı, düşünme, hissetme, algılama, hatırlama ve karar verme
gibi birçok bilişsel süreci içerir.
o
Bilinç
ve Bilinçaltı: Aklımız, bilinçli ve bilinçaltı süreçleri yönetir. Bilinçli
süreçler, farkında olduğumuz düşünceler ve kararları içerirken, bilinçaltı
süreçler otomatik olarak gerçekleşir.
o
Bilişsel
Kapasite: Aklımız, bilgiyi işleme, depolama ve geri çağırma kapasitesine
sahiptir. Bu, öğrenme ve hafıza gibi süreçleri içerir.
Düşünce:
o
Bilişsel
Bir Süreç: Düşünce, aklın bir işlevi olarak ortaya çıkar ve problem çözme,
analiz, planlama gibi zihinsel faaliyetleri kapsar.
o
Fikir
ve Kavramlar: Düşünceler, belirli bir konu veya durum hakkında oluşturduğumuz
fikirler ve kavramlardır.
o
Aktif
ve Pasif: Düşünceler, aktif olarak bir problemi çözmeye çalışırken veya pasif
olarak bir şeyler hayal ederken ortaya çıkabilir.
Özetle, insan aklı, düşünceyi de içeren geniş bir bilişsel
sistemdir. Düşünce ise, bu sistemin bir parçası olarak belirli zihinsel
faaliyetleri ifade eder.
Amerikalı filozof, toplum bilimci ve eğitimci John Dewey
‘Nasıl düşünürüz?’ kitabında Refleksif Düşünce Bir Zincirdir. Diyerek
devam ediyor. “Her yeni düşünce bir önceki düşünceden çıkmalı, sonraki düşünce
ise önceki düşünceye sırtını dayamalı ve ona göndermelidir. Refleksif
düşüncenin birbirini izleyen parçaları birbirinden doğar ve birbirini
destekler, yoksa karmakarışık biçimde doğup rastgele yok olmaz. Bu düşünme
ediminde her aşama, bir şeyden başka bir şeye doğru atılan yeni bir adımdır;
teknik bir deyişle, bu zincirde her aşama düşüncenin yeni bir uğrağıdır.” [45]
Rudolf Eisler'in kapsamlı tanımına
göreyse "Akıl [logos, epistêmê, intellectus,
intelligentia, ratio, entendement, understanding (işaret,
bilgi, anlayış, zekâ, akıl, niyet, anlayış)]
geniş kapsamıyla kösnüllüğün
karşısındaki zekâ olan düşünme gücüdür. Daha dar bir kapsamdaysa akıl, anlayış
karşısında ruhun bir bütün olarak anlama, (doğru) kavrama (soyutlama) hükme
varma kapasitesidir. Kısacası akıl, birbiriyle bağlantı kurarak kıyaslayan,
inceleyen düşünce ve anlama, yani kelimelerin ve kavramların manalarını bilme
yeteneği demektir. Akl-ı selim (bon sense) ise özel bir eğitim almadan normal
insanda doğal olarak mevcut olan, normal, metodik olmaktan uzak ve dolayısıyla
yanlış sonuçlara daha kolay varabilen kavrama ve hüküm verme gücüdür.” [46]
Klasik
mantık, akıl ilkeleri üzerine sistematize edilen iki değerli bir sistemdir.
Mantık ilkeleri
veya zihnin prensipleri olarak da adlandırılan akıl ilkeleri, mantığın kavram,
önerme, akıl
yürütme konularının işlevselliği için olmazsa olmaz, vazgeçilmez
koşullardandır. Kavram
oluşturmak, oluşturulan kavramlar arasında ilişkiler kurabilmek, yani esasında
düşünmek, akıl
ilkeleri ile olanaklıdır. Dolayısıyla kavram oluşturabilmek için bu kadar
önemli olan bu ilkeler,
önerme ve önermeler arası ilişkilerin kurulmasında da gerekli olmaktadır. Zira
kavramlar
önermeleri, önermeler ise akıl yürütmeleri teşkil etmektedir. Kısaca bir şey
beyaz diyebilmek için bu yolların kullanılması gereklidir.
Rene
Descartes, erken dönem çalışmalarından biri olan ‘Aklın Yönetimi İçin
Kurallar’ metninde, çalıştığı tüm bu alanları kapsayabilecek
sistemleştirilmiş bir düşünme biçimi çözümlemesini sunmaya çalıştı. Okuyucu
düşünürken, aklını nasıl kullanması gerektiğine dair bir kurallar manzumesi
verdi. Kişiyi, eğer aklını bu sistemleştirilmiş kurallara uygun kullanmaz ise
yapacağı işte ya da bilimde başarısız olacağı konusunda da uyardı.
Descartes
‘Aklın Yönetimi İçin Kurallar’ kitabın da yalnızca bilgiyi değil, kesin
ve doğru bilgiyi arayan herkesi ömründe en azından bir kez bunu nasıl
bulabileceği üzerine düşünmeye davet ediyor. Karmaşık görünen şeyleri
basitleştirmek, muğlâk olan şeyleri açıklığa kavuşturmak, doğruyu yanlıştan
ayırabilmek ve nihayet bizi kesin ve doğru bilgiye götürebilecek bütün insani
imkânları sonuna kadar kullanabilmek için aklımızı kullanmaktan başka bir
çaremiz olmadığını Descartes apaçık bir şekilde gösteriyor. Yazıldığı 17. yy.
dan bugüne kadar düşünmenin özellikle kendisiyle iştigal eden herkesi kendisine
çeken bu eser, sisli ve süslü kelimelerle bilgi kırıntılarını erişilmez dağlara
dönüştüren ve aklımızı adeta dumura uğratmaya adamış kişilere büyük bir alçakgönüllülük
ve sabırla hak ettikleri cevabı veriyor. Aklın Yönetimi İçin Kurallar açık,
yalın ve sistemli düşüncenin önemini vurgulamasının dışında zihni kapasitemizi
artıracak önemli ipuçları da sunuyor. Descartes ne düşündüğümüz kadar, nasıl
düşündüğümüzün de önemli olduğunu, bize her kuralda yeniden hatırlatıyor.
Descartes, düzenin ve ölçünün genel bilimi olarak “evrensel bilim” projesinden
de söz eder ve bu projeyi yalnızca hesaplanabilen değil, tüm soruların yanıtı
olarak görür. ‘Aklın Yönetimi İçin Kurallar’ kitabında 21 kuralı ve ne
olduğu konusunu da açıkladı.
- “Çalışmaların nihai amacı, aklı, karşısına
çıkan her şey üzerinde sağlam ve doğru yargılara
varacağı şekilde yönetmek olmalıdır.
- Sadece, zihnimizin hakkında kesin ve kuşku
götürmeyen bir bilgiye erişebileceği konularla meşgul
olmamız gerekir.
- İnceleme konumuz hakkında başkalarının
düşündüklerini ya da kendi kuşkularımızı değil, açık ve
seçik görebildiğimiz veya kesin olarak elde edebileceğimizi düşündüğümüz şeyi
araştırmamız
gerekir. Bilime ulaşmanın tek yolu budur.
- Gerçeğin araştırılmasında yöntemin
gerekliliği.
-
Tüm yöntem aklın birtakım gerçeklere varmak için çabasını yönlendirmek zorunda
olduğu
konuların sırasına ve konumuna dayanır. Bunu sürdürebilmek için güçlük içeren
ve muğlak
önermeleri aşamalı olarak daha basite indirgemek, sonra da bunların sezgisinden
hareket ederek
aynı şekilde diğer önermelerin bilgisine varmak gerekir.
- En basit şeyleri üstü kapalı olanlardan
ayırmak ve bu incelemeyi belli bir düzen içerisinde izlemek
için bazı gerçeklerden başka gerçekleri çıkardığımız her konu dizisinde, önce
en basit olanı bulmak
ve tüm diğer konuların bu en basit olandan az çok ya da eşit biçimde nasıl
uzaklaştıklarını anlamak
gerekir.
- Bilimi tamamlamak için amacımıza kesintisiz
ve düzenli bir düşünce hareketiyle bağlı olan tüm
konuları baştan sona incelemek, sonra da yöntemli bir sıralama içinde bunların
dökümünü yapmak
gerekir.
- Eğer aranılan şeyler dizisinde aklımızın
kusursuz bir şekilde anlayamadığı tek bir tanesi bile ortaya
çıkarsa orada durmak, bir sonrakini izlememek, boşuna yapılacak bir çalışmadan
kendini
alıkoymak gerekir.
- Aklın tüm güçleri en basit ve en önemsiz
şeylerin üzerine yöneltilmeli, gerçeği açıkça ve belirgin bir şekilde görme
alışkanlığı yerleşene kadar orada uzun zaman durulmalıdır
- Aklın pratiklik kazanması için, onu
başkalarının önceden keşfettikleri şeyleri yeniden bulmaya
eğitmek ve en sıradan hünerleri, özellikle de bunların oluş düzenini açıklayan
veya tasarlayan
hünerleri, yöntem aracılığıyla gözden geçirmek gerekir.
- Sezgi aracılığıyla bazı önermeleri fark
ettikten sonra, eğer bu önermelerden başka bir önerme
çıkarabiliyorsak, düşüncenin her hareketini onu bir an bile kesintiye
uğratmadan izlemek,
aralarındaki karşılıklı ilişkileri düşünmek ve her seferinde mümkün olan en
fazla sayıdaki ilişkiye
bir defada açık seçik akıl erdirmek yararlıdır; bilimimize daha fazla kesinlik
ve aklımıza daha fazla
uzam bahşetmenin yolu budur.
- Basit önermelere dair net bir sezgiye sahip
olmak, bilinenle arananı uygun bir şekilde kıyaslamak
ve bu şekilde aralarında kıyaslanması gereken konuları bulmak için zekânın,
hayal gücünün,
duyuların ve belleğin tüm kaynaklarından yararlanmak gerekir. İnsan için
donatılan yollardan
hiçbiri tek kelimeyle ihmal edilmemelidir
- Bir sorunun ne olduğunu tam olarak
anladığımız zaman, onu tüm yüzeysel kavramlardan
kurtarmak, en basite indirgemek, sıralama yoluyla mümkün olduğunca bölümlere
ayırmak gerekir.
- Aynı kural cisimlerin gerçek uzamına
uygulanmak zorunda olup, bu uzam yalın şekiller aracılığıyla
hayal gücünde tam olarak temsil edilmelidir; bu şekilde anlayış onu çok daha
açık
seçik kavrayacaktır.
- Aynı şekilde, bu şekilleri çizmek ve onları
dış duyulara sunmak, dikkatimizin sürekli sabitlenmesini
çabuklaştırmaya sıklıkla yardımcı olur.
- Dikkatimizi vermemizi gerektirmeyen konularla
karşılaştığımızda, sonuç çıkarmamız için gerekli
olsalar bile, onları karmaşık şekillerdense çok kısa sembollerle göstermek daha
iyidir. Böylelikle,
bir yanda belleğin kusurlarından kaynaklanan hatalara karşı bu korumalar
oluşur, diğer yanda
başka sonuçlar için hazır beklerken, şeyleri akılda tutmak için çaba gösteren
düşüncenin
dağılmasını engeller.
- Önerilen güçlüğü bilinen ve bilinmeyen
öğelerinin birkaçını soyutlayarak ve doğru bir yöntemle
birbirleriyle karşılıklı bağlarını izleyerek gözden geçirmek gerekir.
- Bunun için sadece dört işleme (toplama,
çıkarma, çarpma ve bölme) ihtiyaç vardır. Gereksiz yere
işleri karıştırmamak adına ve devamında daha kolay bir şekilde
uygulanabilecekleri için son
ikisinin yapılmasına çoğu zaman gerek yoktur.
- Güçlüğü baştan sona aşmak için bilinmeyen
öğelerin bilindiğini varsaydığımız ve iki farklı şekilde
ifade edilen ne kadar büyüklük varsa, bu yöntemle aranmalıdır. Bu yolla iki
eşit şey arasında bir o
kadarı kıyaslamaya sahip oluruz.
- Denklemleri bulduktan sonra, bölme işleminin
olduğu her aşamada, işlemleri çarpma işlemini
kullanmadan tamamlamalıyız.
- Bu türden birçok denklem varsa, onları
sürekli orantılı büyüklükler dizisi içinde, öğelerinin en
küçük sayıda basamakları işgal ettiği, kendisine göre bu öğelerin hazır
bulunmasının zorunlu
olduğu tek bir denkleme indirgemek gerekir.” [47]
John
Milton ‘Kayıp Cennet’ te (Paradise Lost) insanın cennetten kovulmasının
ve Havva’nın Doğa ile Diyalogu hikâyesini anlatımın da “Düşüncenin yerinde
olan ve kullanılan bir akılın”, kullanılması, Spekülatif akıl,
önermeleri tartışır ve inkâr edilemezliklerini savunur. Ancak bu alanda
kesin sonuçlara ulaşmak mümkün değildir. Bu tür düşünce, pratikle
ilgilenmeksizin sadece bilme ve açıklama amacı güden kurgudan yola çıkar.
Metafiziğin doğuşu da bu türden bir spekülatif düşünceye dayanmaktadır.
Kelimenin
kökenine baktığımız da www.etimolojiturkce.com web sitesinde, Spekülatif Kelime
Kökeni: Fransızca spéculation "1. gözetleme,
gözlemleme, fırsat kollama [esk.], 2. fiyat hareketlerinden yararlanmak
amacıyla alıp satma, 3. tahmin ve teori üzerinden akıl yürütme"
sözcüğünden alıntıdır. Fransızca sözcük Latince speculari
"gözetlemek" fiilinden +tion sonekiyle
türetilmiştir. Bu sözcük Latince speculum "gözetleme
yeri, bakanak" sözcüğünden türetilmiştir. Latince sözcük Latince specere,
spect- "bakmak, gözetlemek" fiilinden +ul+ sonekiyle
türetilmiştir. Latince fiil Hintavrupa Anadilinde aynı anlama
gelen yazılı örneği bulunmayan spek- kökünden türetilmiştir.”
Ayrıca, spekülatif kelimesi Türk Dil Kurumu’na göre “kurgusal”
ve “saptırıcı” anlamlarına gelmektedir. Yani, bu terim sadece felsefede değil,
genel anlamda da kullanılmaktadır.
İngiliz
matematikçi, mantıkçı, eğitimci ve filozof Alfred North Whitehead, "Aklın
İşlevi" adlı eserinde, akıl kavramını derinlemesine ele alır.
Whitehead, insan aklının işleyişini ve önemini anlamaya yönelik bir çaba
içindedir. Kitabın da akılın doğası, yetenekleri ve sınırları üzerine
düşünürken, aynı zamanda bilgi, deneyim ve mantık arasındaki ilişkileri de
inceler. Yaşam, organizmalar, işlev, anlık gerçeklik, etkileşim, doğa
düzeniyle ilgili kavramlar etrafında toplanan bir felsefi görüşü
desteklemiştir. Evrim ve kültür
sürecinde Aklın rolünü ve yerini sorguladığı “Aklın İşlevi” kitabında,
Aklın işlevini yaşam mücadelesinde hayatta kalmak, ya da salt yaşamak yeterli
değildir; yaşamak, iyi yaşamak ve daha iyi yaşamak gerekir anlayışını
savunmaktadır. İnsanoğlunun,
tüm işlevleriyle Aklın kendin gerçekleştirmesini engelleyen yaşamın
tekdüzeliğini karşı daha iyinin peşinde olacağı bir serüvenin adıdır. Zira
yaşamın anlamı, 'tekdüzeliğe' karşı yeni mükemmellikler arama anlamında
'serüven ‘dir. Tüm
yönleriyle Aklın işlevlerini yerine getiremediği, yani serüven siz bir insan
tam bir çürüme
içindedir. “Spekülatif Akıl, özünde yöntemle engellenmemiştir. Spekülatif Aklın
işlevi, sınırlı nedenlerin ötesindeki genel nedenlere erişmek; tüm
yöntemleri, ancak her yöntemi aşarak kavranabilecek bir doğada birbiriyle
eşgüdümlü olarak anlamaktır. Aklın işlevi, yaşam sanatını yükseltmektir.” [a.g.e]
“Spekülatif
Akıl, özünde yöntemle engellenmemiştir. Onun işlevi, sınırlı nedenlerin
ötesinde genel nedenlere tesir etmek, sadece bütün yöntemleri aşarak
kavranılacak şeylerin doğasında koordineli olarak bütün yöntemleri anlamaktır.
Bu sonsuz ideal (etik bağlamında, kişinin aktif olarak bir amaç olarak
izlediği ilke veya değerdir), insanoğlunun sınırlı zekasıyla asla elde
edilemez.” [a.g.e]
Bu
sorular, insanın bilgiye, eyleme ve umuda olan doğal ihtiyaçlarını yansıtır.
Her biri insanın düşünce dünyasının derinliklerin de anlamlı ve cevap bulmak
istediği temel sorulardır.
21.
yüzyıl içinde bulunduğumuz dönemde ki “bilgi çağında bilgi, gün geçtikçe ve
bilgiyi elde etmek kadar bilgiyi zihinsel süreçlerden geçirerek irdeleme durumu
da önem teşkil etmektedir. Bilginin baş döndürecek kadar hızlı değişimi ve
günlük hayatta insanların doğru yanlış birçok bilgiye maruz kalması,
kendilerine sunulan iddia ve önermeleri eleştiri süzgecinden geçirmeleri ve
mantıklı kararlar verme zorunluluğunu doğurmuştur. Bu mantıkla, insanların ‘ne’
düşündüklerinden çok, ‘nasıl’ düşündükleri üzerinde önem kazanmıştır. Bu sürece
bağlı olarak da insanların daha mantıklı ve bilinçli düşünebilmelerini
sağlayacak bir kavram olan ‘eleştirel düşünme becerisi’ gündeme gelmiştir.” [48]
Eleştirel
düşünce kişinin ne, neyi, nasıl ve kendi kontrolleri altında
gerçekleştirdikleri her türlü önyargının, basmakalıp fikrin ortaya konup
değerlendirildiği, farklı yönlerinin tartışıldığı, yaratıcı akılcı yürütme
yoluyla karar verirken, sorgulamalı, şüphecilikle, derinlemesine düşünülerek
çeşitli değerlendirmeler, fikirler ve davranışlar elde edilen bir düşünme
şeklidir. Karara varıldığından, sonucunun tahmin edici olabileceği sonucuna
ulaşacağını bilir. Eleştirel düşünme, bireylerin bilgilerin ya da iddiaların
doğruluğunu ve güvenirliğini kanıtladığı, sorguladığı, konular hakkında şüpheci
yaklaşım ile karar verirken farklı kriterlerden yararlandığı, okudukları ya da
duydukları şeyleri kabul etmeden önce delilleri ve kaynakları gözden geçirdiği,
çözümleme, sentez (bireşim) ve değerlendirme gibi üst düzey düşünme
becerilerini kullanıldığı bir süreçtir. Eleştirel düşünme, felsefe, psikoloji
ve eğitim disiplinlerinin kesişim noktasında yer alır ve bağımsız düşünce,
ölçülü kuşku ve gerçeğe yönelik arayışı içerir. Günümüzde, eleştirel düşünme
becerilerinin geliştirilmesi, bireylerin hem kişisel hem de profesyonel
hayatlarında karşılaştıkları zorluklarla başa çıkmalarında anahtar rol oynar.
“Kant ergin olamamanın nedenlerini sıralar ve
insanın ergin olamama durumundan (bağımlı olma durumundan) nasıl
çıkabildiğini anlamaya çalışırken bize anlamaya çalışır. Plan düşündüklerimizi,
düşüncelerin temel aşamalarını ortaya koymalıdır. Plan belirlenirken metindeki
bağlaçlardan yararlanılır, örneğin:
Böylelikle: Bu
biçimde, söylendiği gibi.
Hala, henüz: Bir
yineleme ve tamamlama düşüncesi bildirir.
Gerçekten de: Bir
açıklama, kanıtlama düşüncesi bildirir.
Örneğin: Bir
örnek verilir.
Aynı biçimde, bunun için: Öncekine
bağlı bir sonuç çıkarılır.
Ancak: Bir kısıtlama, düzeltme,
itiraz.
Çünkü: Bir açıklama düşüncesi
kapsar.
Oysa: Bir akıl yürütmenin özel bir
anına gönderir.
Öyleyse: Bir
sonuç, öncekine bağlı olarak bir çıkarsamaya varılır.” [49] İnsanın sorumlusu
olduğu küçüklüğünden çıkmasıdır. Küçüklük başka birinin yol-göstericiliği
olmadan, anlığını kullanma yetersizliğidir. Bu durumun sorumlusu da insanın
kendisinden başkası değildir.
‘Aydınlanma nedir?’ denildiğin de yanıt olarak
Kant, denemesinde şöyle der: “Aydınlanma, insanın kendi suçu ile düşmüş olduğu
bir ergin olmama durumundan kurtulmasıdır. Bu ergin olmayış durumu ise, insanın
kendi aklını bir başkasının kılavuzluğuna başvurmaksızın kullanamayışıdır. İşte
bu ergin olmayışa insan kendi suçu ile düşmüştür; bunun nedenini de aklın
kendisinde değil, fakat aklını başkasının kılavuzluğu ve yardımı olmaksızın
kullanmak kararlılığını ve yürekliliğini gösteremeyen insanda aramalıdır.
‘Aklını kullanma cesaretini göster!’ Sözü şimdi Aydınlanmanın parolası olmaktadır.”
[50] Bilim ve Gelecek dergisi de Afşar
Timuçin-Ali Timuçin- Ender Helvacıoğlu’nun ‘Aydınlanma nedir?’ yazısında,
Kant’ın aydınlanmacılığı hakkında ki düşünceleri için şöyle yazarlar. ‘Kant’ın aydınlanmacılığı siyasal hiçbir yönü
olmayan bir düşünme biçimidir. Kant devrim düşüncesine yabancıdır, hatta
karşıdır.’
Sapere aude (Latince: "Bilmeye cesaret
et!") İlk defa Horatius tarafından kullanılan Latince deyiş.
Horatius'un kullandığı haliyle ‘Dimidium facti qui coepit habet: sapere aude’
yani, "Kendi aklınla düşünmeye cesaret et!" tir.
Immanuel Kant ve Aydınlanma Çağı ile özdeşleşmiştir. Kant “Aydınlanma Nedir?”
adlı denemesinde aydınlanma çağının felsefesini bu deyiş ile özetlemiştir.
Kant kritik üçlemesi ile üç temel meselenin
cevabını arar. Salt Aklın Eleştirisi ‘Neyi bilebilirim?’ sorusuna yanıt
arar, konusu Bilgi ve Doğru’dur. Pratik Aklın Eleştirisi ‘Ne yapmalıyım?’
sorusuna yanıt arar, konusu Ahlak ve İyi’dir. Yargı Gücünün Eleştirisi, ‘Neyi
umabilirim?’ sorusuna cevap arar, konusu Güzel ve Yüce’dir.
Kant'ın önemli özelliği, ele aldığı sorunları
parçalara ayırarak, sorunu bütün yönleriyle, zıtlıkları ile, çelişkileriyle
inceleyip, kendi düşüncelerinin yönlendirdiği en tutarlı sonuca varmak, bunda
da kendine ödev ve en büyük görevi eleştiriye, bilginin doğrulunu yüklemektir.
Yoğun bir çalışma ortamına giren Kant, 1788’de ‘Pratik Usun Eleştirisi’
yapıtında “Bilginin duyarlık, anlık, us gibi temel yetilerin dışında yargılar,
kavramlar, usavurmalar başlıkları altında toplanan üç temel öğesi vardır.
Kant, burada, yargıyı öne almış, kesin bilgiye varmada onun önemini” konusu
üzerinde önemle durmuştur. [51]
John Dewey demokrasiye inanmış bir fikir
adamıdır. Bu bakımdan da öğrenim konusunda tesiri çok büyük olmuştur. Dewey,
bilginin eski alışılmış usullerle “her şeyi bilen” öğretmen tarafından
anlatılmasına karşıydı. Öğrencinin kendi denemeleriyle bilgi edinmesini daha
doğru buluyordu.
Dewey, eğitimin amacını çok yerinde olarak
şöyle dile getiriyor: “Çocuğa düşünmeyi öğretmek; ne düşüneceğini değil.” Şu
nokta üzerinde de dirençle duruyor: “Yaşam gelişmedir, oluştur; gelişme, büyüme
yaşamın kendisidir. Bunu eğitimde ki karşılıklarıyla söyleyecek olursak şöyle
diyebiliriz: 1) Eğitim işinin kendinden başka amacı yoktur, eğitim kendi
kendinin amacıdır; 2) eğitim işi durmaksızın yeniden düzenlenme, kurma, biçim
değiştirmedir.” [52]
Zihin ve
Bilinç, Merak ve Algılama
Zihin TDK göre: Arapça ẕihn
1. isim Canlının duygu ve
davranışlar dışındaki ruhsal süreç ve etkinliklerinin bütünü.
2. isim, ruh bilimi ► bellek
3. isim ► kavrayış
4. isim, mecaz ► kafa.
Bilinç TDK göre
1. isim İnsanın kendisini ve
çevresini tanıma yeteneği; şuur.
2. isim, mecaz Temel bilgi,
temel görüş.
3. isim,
ruh bilimi Algı ve bilgilerin zihinde duru ve aydınlık olarak izlenme
süreci; şuur.
Zihin ve bilinç, düşünme, algılama,
bellek, duygu ve isteğin birleşimlerinden oluşan karmaşık süreçlerdir. Zihin,
beynin bilinçli süreçlerinin tümünü içerir ve düşünce, algı, bellek gibi
bilişsel yetileri kapsar. Bilinç, insan deneyiminin en temel ve gizemli
yönlerinden biri, bizler tarafında da farkındalık, duygu, algı ve bilginin
merkezi olarak kabul edilir. Dikkat, bilincimizin belirli bir şeye yönelmesini
sağlar. Farkındalık, iç ve dış dünyamızı fark etme yeteneğimizdir. Aynı
zamanda, zihinsel süreçlerin farkında olma, düşünme, algılama ve bilinçli bir
şekilde hareket etme yeteneğini ifade eder.
Harvard Üniversitesinde John H. ve Elisabeth
A. Hobbs kürsüsünde Bilişsel Bilimler ve Eğitim Profesörü olan Howard Gardner, ‘Eğitilmemiş
Zihin’ kitabında “Eğitilmemiş zihin, tüm dünyada canlı ve kalıcı
niteliktedir. Gardner ‘a göre 5 tür zihin olduğunu söylemekte. Eğitilmemiş
Zihin, Sentezci Zihin, Yaratıcı Zihin, Saygılı Zihin, Etik Zihin.” [53]
Analitik felsefenin en önemli isimlerinden
olan John Searle’ün, zihin felsefesindeki tartışmaları sistematik biçimde ele
aldığı Zihin, 20. yüzyıldan günümüze uzanan dönemde zihin hakkındaki
kavrayışımız üzerinde etkili olmuş tüm önemli pozisyonları, argümanları ve
düşünce deneylerini aktarmakla kalmıyor; ayrıca bu fikirlerin kökenlerinin
Descartes ve Hume gibi Batı Felsefesindeki başat figürlere nasıl dayandığını da
gösteriyor. Searle’ün amacı, okura zihin felsefesi hakkında kendi başına
düşünebilmesini olanaklı kılacak düşünsel araçları sağlamak. Dolayısıyla kitap,
günümüzde merkezî öneme sahip olduğu kabul edilen zihin kavramı ve etrafındaki
entelektüel iklim hakkında bilgi edinmek isteyen her okur için eşsiz bir kaynak
konumunda.
Linkedin web sitesin, Tomorrow, merkeziyet siz
içerik üretim ve paylaşım platformu da "Disiplinli bir zihin mutluluğa,
disiplinsiz bir zihin ise acıya götürür." Dalai Lama at sözünü gördüm.
cafrande.org. Sitesinde 07/01/2020 tarihinde psikoloji bölümünde
yayınlanan, Jiddu Krishnamurti: Disiplinli bir zihin asla özgür bir zihin
değildir! Yazısın da “Disiplinli bir zihin asla özgür bir zihin değildir; ne de
baskı altındaki bir zihin özgür olmayı isteyebilir. Zihin ancak arzunun tüm
sürecini kavrayarak özgür olabilir. Disiplin her zaman zihni belli bir inanç ya
da düşünce sisteminin çatısı altındaki harekete hapseder, değil mi? Ve böyle
bir zihin asla zeki olma özgürlüğüne sahip değildir. Disiplin otoriteye itaati
getirir. Disiplin, işlevsel beceri talep eden bir toplum yapısı içinde hareket
etmeyi sağlar, ama kendi kapasitesine sahip zekâyı uyandırmaz. Hafıza sayesinde
kapasitesini artırmaktan başka bir şey yapmamış bir zihin bilgisayara benzer;
o her ne kadar şaşırtıcı derecede beceri ve doğrulukla çalışsa da yine de bir
makinedir. Otorite zihni belli bir yönde düşünmeye ikna edebilir. Fakat belli
çizgilerde veya öngörülmüş bir çıkarımla düşünmeye yönlendirilmek hiç de
düşünmek değildir; bu sadece insanın bir makine gibi çalışmasına benzer ki beraberinde
yılgınlığı ve diğer sefaletleri getirir, düşüncesizliği ve hoşnutsuzluğu
körükler.” Diyor. Bize kalan bunun hangisi doğru veya yanlışlığına karar vermek
diyebiliriz.
Metin Akar. Meta Zihin Yapay Zekâ ve Zihin
Felsefesi Dergisinde yayınlanan, Erhan Demircioğlu’nun 'Makinedeki Hayalet:
Zihin Felsefine Giriş' Adlı Eserinin incelemesin de anlatımına devam
ediyor: “Felsefi düşüncenin ortaya çıktığı andan itibaren ‘zihin nedir,’
‘doğası bilinebilir mi,’ ‘bedenle ne türden bir etkileşimi vardır,’ ‘evren
zihin ve madde şeklinde iki ayrı tözden mi oluşmaktadır,’ ‘zihnin bir şey
hakkında olması ne demektir,’ ‘bilinçli veya özbilinçli olmak ne demektir’
türündeki sorular düşünürlerin her devirde zihnini meşgul etmiştir ve etmeye
devam etmektedir.” [a.g.e]
Yıldız Teknik Üniversitesi, Eğitim Fakültesi,
Eğitim Bilimlerinden, Prof. Dr. Vefa Taşdelen ‘nin, ‘Zihin Durumları: Hafıza
ve İdrak’ makalesinde, insanın zihni için şöyle söylemekte: “Toplamak,
korumak ve muhafaza etmek anlamına gelen hafıza, insan zihninin en önemli
özelliklerinden biridir. Bilgilerini, izlenimlerini, deneyimlerini muhafaza
edebilmek, en önemli insani özelliklerden biridir.” [54]
Jean Piaget, çocuk gelişimi alanında
yaptığı çalışmalarla bilinen İsviçreli psikolog, Uluslararası Eğitim Bürosu
Direktörü olarak, 1934'te "yalnızca eğitim, toplumlarımızı olası bir
çöküşten kurtarabilir" diyen Piaget, çocukların eğitimine büyük önem
veriyordu. Bilişsel Gelişim Kuramının yaratıcısı olarak bilinen ve çocuğun
düşünce yapısı yetişkinliğe kadar bir dizi belli aşamalardan geçerek gelişir.
Bu süreçte çocuk sürekli olarak kendi gerçeklik algısını ve şemalarını yaratır.
Her aşamada bilgiyi entegre ederek zihinsel gelişimi sağlar. Gelişim kuramında,
hafızanın aktif hâle gelmesiyle “nesnenin sürekliliği” ortaya çıkar; nesneler
biçimsel olarak hafızada toplanmaya ve korunmaya başlar demektedir.
Piaget’ye göre bütün canlılar iki temel
işleyişi kalıtım ile geçirirler. Bunlar adaptasyon ve düzenleme
kavramlarıdır.
Düzenleme; davranış ve
düşünceleri düzenli bir sistem içine sokarak gruplaştırmak ve organize
etmektir.
Adaptasyon; birbirini
tamamlayan iki süreçten oluşur. Bunlar ise uyma ve özümleme
kavramlarıdır.
Özümleme; yeni bilgi
ve deneyimlere göre şemaların yeniden düzenlenmesi olarak tanımlanır.
Uyma; ise
elde edilen yeni bilgi ve deneyimlerle yeni şemaların oluşması olarak
tanımlanır.
Merak TDK göre: (mera: kı), Arapça merāḳ
1. isim Bir şeyi anlamak veya
öğrenmek için duyulan istek
2. isim Bir şeyi edinme,
yapma, bir şeyle uğraşma isteği
3. isim Düşkünlük, heves
4. isim Kaygı, tasa.
Algılama TDK göre: isim, ruh bilimi
Algılamak işi; idrak, idrak etme
Canlılık tarihini açıklamaya girişen en önemli
olay nedir diye sorsa biri, herhalde pek çok kişi evrim sürecinin keşfidir
diyecektir. Bu keşif nasıl oldu peki? Charles Darwin’in çeşitli türdeki
canlıların değişiminde olanları merak etmesi, farklı olanların bu farklılığının
kaynağını bulmaya çalışarak çabalaması ve ancak sadece merakla sınırlı
kalmadan, araştırma yöntemleriyle merakının peşine düşmesi büyük bir çığır
açıcı olay oldu. Merak, yeni bilgi ve deneyimlere olan ilgi ve öğrenme
isteğidir. İnsanların çevrelerini keşfetme ve anlama arzusu olarak
tanımlanabilir. Bu duygu, öğrenme ve keşfetme süreçlerini tetikler.
Algı, psikoloji ve bilişsel
bilimlerde duyusal bilginin alınması, yorumlanması, seçilmesi ve
düzenlenmesi anlamına gelir. Algı, duyu organlarının fiziksel
uyarılmasıyla oluşan sinir sistemindeki sinyallerden oluşur. Algılama,
çevremizden gelen duyusal bilgileri işleme ve anlamlandırma sürecidir. Bu
süreç, görme, işitme, dokunma, tatma ve koklama gibi duyularımız aracılığıyla
gerçekleşir.
Mantık Nedir?
Mantık, doğru düşünmeyi yanlış düşünmeden
ayıran kurallar sistemidir. Bilginin yapısını, doğru ile yanlış arasındaki
ayrımı ve akıl yürütmenin doğruluğunu araştırır. Mantık, felsefe,
matematik, bilgisayar bilimi gibi birçok alanda kullanılır ve doğru düşüncenin
temelini oluşturur. Örneğin, mantık devreleri bilgisayarların temel çalışma
prensiplerinden biridir.
Mantığın işlevleri ve faydaları:
1.
Doğru Akıl
Yürütme: Mantık, doğru düşünmeyi ve akıl yürütmeyi geliştirir.
2.
Analitik Düşünme:
Hukuk, siyaset, bilim gibi alanlarda analitik düşünme yeteneğini artırır.
3.
Hataları Giderme:
Yanlış düşünceleri tespit edip düzeltmeye yardımcı olur.
4.
Bilgi Çıkarımı:
Bilinen bilgilerden bilinmeyenleri çıkarma yeteneğini geliştirir.
5.
Net ve Anlaşılır
İletişim: Kavramlar ve önermeler arasındaki bağları netleştirerek iletişimi
daha anlaşılır kılar.
Mantık, günlük hayatta karşılaştığımız
yargılarda doğruyu bulmamıza yardımcı olur ve teknolojiden felsefeye kadar
geniş bir yelpazede uygulanır.
Aklın İlkeleri nereden gelmektedir? Aklın
ilkeleri hangi kaynakla insan zihninde yer almaktadır? Onları deney ve gözlem
yoluyla mı elde ediyoruz? Yoksa bu ilkeler tüm insanlarda ortak olmaları
nedeniyle doğuştan gelen ilkeler midir? Eğer doğuştan gelen ilkeler ise nasıl
olur da bazı filozofların dedikleri gibi (Aristoteles, Leibniz) aynı zamanda
varlığın ilkeleri de olmaktadırlar?
Mantık Derneği Yayınlarını tarafından Aralık
2017 yılında İstanbul
Üniversitesinden Yrd. Doç. Dr. Vedat
Kamer tarafından Yayıma Hazırlayanlar ‘VII. Mantık Çalıştayı Kitabın’ da
İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi, Felsefe Bölümü Yrd. Doç. Dr., Özgür Aktok ‘Carnap’ın
Heidegger Eleştirisi Haklı Mıydı? Ontoloji ile Mantık Arasındaki İlişki Üzerine
Düşünceler’ isimli makalesinde, “Felsefe için mantık, kuşkusuz özsel ve
vazgeçilemeyecek bir organon’dur (alet, araç, organ Aristoteles'in 6
ciltlik klasik mantık üzerine olan kitap serisi), ama mantığın da aslında
felsefenin içinden, felsefi bir sorgulamanın bağrından çıkıp geldiğini ve bir
tarihi olduğunu unutmamak gerekir. “Felsefe mi mantıktan önce gelir, mantık mı
felsefeden önce?” gibi bir sorunun kuşkusuz basit ve yüzeysel bir yanıtı
olamaz, ama mantığın felsefenin zorunlu koşulu olduğunu söylemek bir doğruyu
tespit etmekken, aynı zamanda yeterli koşulu da olduğunu söylemek, felsefeyi
bir anlamda mantığa “muhtaç” ve mantığın karşısında “çaresiz” bırakmak,
felsefenin şüpheci, eleştirel ve dogmalardan kaçınan doğasına aykırıdır.” [55]
Mantık her zaman için var olanların üzerine
bir düşünme biçimidir; her mantıksal düşünce, her mantık yasası, “bir şeyin
düşünülmesi” olarak mümkündür ve bu yüzden, varlığı zaten düşünmek, mantık için
mümkün değildir.
Bir kavramın niteliklerinin hepsini
belirtmeye “tanım”, Doğruluğu ispatsız olarak kabul edilen
önermelere “Aksiyom”, Doğruluğu ispatlanması gereken
önermelere “Teorem” denir. Teoremin ispatlanacak
kısmına “hüküm”, verilen kısmına ise “hipotez” adı verilir.
Kültürel Etkiler
Kültür
ise; bir milletin sahip olduğu maddî ve manevî değerlerin bütünüdür. Kültür,
toplumların kendilerine özgü olan ve gelecek nesillere aktardıkları maddi veya
manevi her şeyi ifade eder. İnsanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin
ölçüsünü gösteren bu araçlar, tarihsel ve toplumsal gelişme süreci içinde
yaratılan bütün değerleri kapsar. Kültür, bir toplumun kimliğini, geçmişini ve
geleceğine dair vizyonunu yansıtan yaşayan bir yapıdır.
Genellikle
bilginin kaynağı olarak uygulama benimsenir. Felsefe de ise "bilginin
kaynağı pratiktir" diyen Prof. Dr. Anıl Çeçen ‘Kültür ve Politika’
kitabın da 1996 yıllarında söylediği; “Kültürün tanımlanmasındaki güçlük, günümüzdeki
malzeme ve bilgilerin eksikliğinden çok insan toplumlarım ve uygarlığın
gelişmesinden ileri gelmektedir. Bugün için kültürün ne olduğu, uygarlığın mı
kültürü doğurduğu, yoksa kültürün mü uygarlığı doğurduğu gibi sorular
kesinlikle yanıtlanamamaktadır. Sosyologların kültürü geniş anlamda ele alarak,
"Kültür bir toplumun sanatını, mimarisini, müziğini, dansını, tiyatrosunu
ve yazınını belirtir." demelerine karşın bazı yazarlarda, kültürü daha dar
anlamda ele alarak, insanın beden ve zihninin değişmesiyle beraber; kültürü,
insanların konuşma, düşünme, dinlenme ve yaratma yeteneklerinin gelişmelerini
sağlayan toplumsal kuramların bütünüdür biçiminde açıklamaktadırlar. Kültür
insanların ürettikleri değerlerin bütünü olarak, doğanın karşısında insansal
bir düzen koyar. İnsan eylemsel gücü ile doğayı kendisine göre değiştirebilen tek
yaratıktır. İnsan doğayı üreterek kültürü meydana getirmiştir ve yaşamak için
zorunlu görevlerinin geliştirebileceği yepyeni bir doğa kurmuştur. İnsan
eylemsel çabasıyla ilkel doğadan ayrılarak kültür düzenini kurmuştur”. [56]
The
Percept web sitesin de danışmanlık ve proje yöneticiliği yapmakta olan İrem
Sokullu, Amsterdam’da İş ve Organizasyon Psikoloğu Paulina Linnenbank ile yaptığı
‘Kültürel Çeşitlilik ve Sosyal Gruplar’ isimli röportajda,
Linnenbank: “Ekip üyeleri kültürler hakkında bilgi sahibi olursa daha uyumlu
çalışırlar. Herkes kendi sınırları içinde kalırsa, ekibin ortaya çıkardığı
sonuç mono kültürel bir ekipten daha kötü olur. Sistem ve ekip yönlendirilir,
güçlü yanları üzerinde çalışırlarsa sonunda ortaya çıkardıkları sonuç daha iyi
ve yaratıcı olur.” Diyor.
İş
yerinde kültürel farklılıklar yenilikçilik, rekabette avantajlı, daha iyi
anlaşılır iletişim ve iş birliği gibi birçok alanda olumlu etkiler sağlaması
kaçınılmaz olmuştur. Kuruluş da ki kültürel farklılıkların değerlendirilmesiyle,
bunlardan güç alan bir iş ortamının oluşturması, başarılarını artırmalarına
yardımcı olacaktır. Dolayısı ile çeşitliliği kucaklayan ve kültürel
farklılıklarını bir güç olarak gören kuruluşlar, gelecekteki başarılarını da garantilemek
için önemli bir adım atmış olacaklardır.
Kültürel
farklılıkların, iş birliğine en önemli katkıları nelerdir?
Yaratıcılık
ve İnovasyon: Farklı kültürlerden insanların bir araya
gelmesi, yeni organizasyon sitem ve iş fikirlerin yeniliklerin ortaya çıkmasına
katkıda bulunabilir.
Çeşitlilik
ve Küresel Pazarlara Erişim:
Farklı kültürlere ait insanlar, küresel pazarlara erişimini, farklı müşteri
segmentlerine daha iyi hizmet verebilme potansiyeline sahip olabilirler. Bu da
iş birliği sürecinde rekabet avantajı sağlar.
Çeşitlilik
ve Küresel Pazarlara Erişim:
Farklı kültürlerden gelen çalışanlar,
iş yerinde çeşitlilik ile çalışanların farklılıkları anlama, hoşgörü ve saygı
gösterme becerilerini geliştirebilir. İş yerinde daha iyi bir iş birliği,
iletişim ve takım çalışması ortamı yaratmada etkili olarak, iş birliği, ekibe
olumlu geri dönüşler sağlayacak bir özellik sağlayabilir.
Problem
Çözme Yeteneği: Farklı kültürlerden gelen çalışanlar,
sorunları farklı açılardan değerlendirebilir ve çeşitli çözüm önerileri ortaya
çıkabilir. Kendilerine özgün kültürel bakış açıları, daha kapsamlı ve çeşitli
çözümler üretmeye olanak sahip olabilirler.
Kültürel
Öğrenme ve Anlayış: Birbirlerinden farklı
kültürlere sahip kişiler bir araya geldiğinde birbirlerinin kültürlerini
öğrenme ve anlama fırsatı bulurlar.
Bu da kültürel açıdan zengin bir çalışma ortamı sağlar ve çalışanlar arasında
hoşgörü, empati ve saygıyı artırabilir. Kültürel farkındalık, insanların dünya
görüşlerini genişletir ve aralarında daha iyi bir iletişim oluşmasına zemin
hazırlar.
Kuruluşlar
da kültürel farklılıkların varlığı; çeşitliliği, yaratıcılığı, inovasyonu,
küresel pazarlara erişimi, problem çözme yeteneğini, kültürel öğrenme ve
anlayışı artırabilir. Bu nedenle kuruluşların kültürel çeşitliliği teşvik
etmesi ve çalışanların farklı kültürel perspektiflere saygı duymasını sağlaması
önemli sayılabilir.
Kültürel
çeşitlilik iş yerinde yaratıcılığı hangi yönlerden etkiler? Kültürel
çeşitliliğin iş yerinde yaratıcılığı ve nasıl etkilediğiyle ilgili asıl önemli
noktalar nelerdir diye sorduğumuz da şu konu başlıklarını görebiliriz.
Farklı
Perspektifler: Çeşitli
kültürlere sahip olan insanlar farklı deneyimler, değerler ve bakış açılarıyla
bir araya gelir. Farklı bakış açıları, yenilikçi fikirlerin ortaya çıkmasına
katkıda bulunur. Farklı düşünen tarzlar ve yaklaşımlar, problemlere farklı
çözümler üretenleri bulmada ve yaratıcı düşünce süreçlerini teşvik etmede
önemli bir rol oynayabilir.
Bilgi
Paylaşımı: Farklı
kültürlerden gelen çalışanlar, farklı becerilere ve bilgiler sahiptir. Bu farkındalık,
kuruluşta bilgi paylaşımını ve öğrenme kültürünü teşvik edebilir. Farklı
deneyimlerden gelen çalışanlar, birbirlerinin bilgisinden fayda ve farkındalık
sağlayarak, yeni fikirlerin ortaya çıkmasına ve iş süreçlerinde yenilikçi
yaklaşımlar geliştirebilir.
Yaratıcı
Takım Çalışması: Çeşitli kültürel
geçmişlere sahip olan takımlar farklı bakış açılarına, farklı düşünce
süreçlerine ve çeşitli becerilere sahiptir. Bu, takımların yaratıcı sorun çözme
becerilerini geliştirmesine ve daha yenilikçi sonuçlar üretmesine yardımcı
olabilir. Çeşitli bir ekip, ortak hedeflere ulaşmak için farklı yetenekleri
birleştirebilir ve sinerji yaratır.
Küresel
Pazarlara Uyum: Birbirlerinden
farklı kültürlere sahip kişiler bir araya geldiğinde birbirlerinin
kültürlerini öğrenme ve anlama fırsatı bulurlar Farklı kültürlerden gelen
çalışanlar, çeşitli müşteri çeşitliğine ve pazarlara daha iyi anlayış ve
içgörüyle yaklaşabilir. Bu da ürün ve hizmetlerin küresel düzeyde daha
rekabetçi olmasına ve yenilikçi çözümler sunmasına verimliliğin artmasına
yardımcı olabilir.
Çeşitlilikteki
Zorlukların Üstesinden Gelme:
İletişim ve iş birliği zorlukları,
kültürel çeşitliliğin getireceği olumsuz sonuçlar arasında yer almasına öncülük
edebilir. Fakat bu zorluklar her zaman aşılabilir ve çalışanlar arasındaki
etkileşim ve iş birliği artabilir. Kültürler arası iletişim insanların empati
kurmasını, hoşgörüyü geliştirmesini ve çeşitlilikten kaynaklanan farklılıkları
değerlendirmesini sağlar.
İnovasyon
ve Rekabet Avantajı: Kültürel
çeşitliliğin yaratıcılığı desteklemesi, iş yerinde inovasyonu teşvik edebilir.
İnovasyon, rekabet avantajı elde etmek ve pazarda öne çıkmak için önemli bir
unsurdur. Bir araştırmaya göre, kültürel çeşitliliği olan şirketlerin daha
yenilikçi ve rekabetçi olduğu gözlemlenmiştir.
Problem
Çözme Yeteneği: Kuruluş
çalışmalarında problem çözme yeteneğini artırması da kültürüler çeşitliliğin
getirdiği sonuçlardan birisidir. Farklı kültürel arka planlara sahip
çalışanlar, farklı bilgiler ve becerilere sahip olabilir. Bu da daha çok
kapsamlı ve kesinleşebilecek etkili çözümlerin bulunmasına yol açabilir.
Kültürel
farkındalıklar, kuruluşlarda yaratıcılığı teşvik eden bir dizi faktörü içerir.
Farklı bakış açısı, bilgi paylaşımı, çeşitli takımların yaratıcılığı, küresel
pazarlara uyum ve çeşitlilikteki zorlukların üstesinden gelme iş yerinde
kültürel çeşitliliğin yaratıcı düşünceyi destekleyebileceği farklılar arasındadır.
Kuruluşlarda kültürel farkındalığı artırmak
için hangi yolları belirleyebiliriz?
Kuruluşlarda
kültürel farkındalığı artırmak için; çalışanlara için eğitim programları
düzenleyip bu programları, farklı kültürlerin değerlerini, inançlarını ve
davranışlarını anlamayı hedeflemelidir. Çalışan kişilerin, kendi kültürlerini
paylaşmalarına teşvik edilmesini sağlamak. Kültürel farkındalıkların farklı
kültürlere tanıtımını yapmak. Çalışanlar arasında birbirlerinin kültürlerine
dair anlayışı artırır. Farklı dilleri konuşan çalışanlara iletişimde yardımcı
olacak desteklerin, sağlanmasını gerçekleştirmek. Kuruluştaki oluşan veya
oluşabilecek politikalarında ve değer beyanlarında kültürel çeşitliliğe ve
hoşgörüye vurgu yapılmasını sağlayın. Kuruluşta
farklı kültürel geçmişlere sahip çalışanları bir araya getirerek ’Farkındalık
Kültürel Takımlar’ oluşturun; bu takımlar, farklı bakış açılarını ve
deneyimleri birleştirerek yaratıcılığı ve inovasyonu teşvik eder.
Kuruluşlar
kültürel farkındalıklarıyla beraber, ‘Örgüt Kültürü’ nü de oluşturarak
geliştirmelidir. Örgüt Kültürü kişinin örgütte kendini anlamlandırmasına fırsat
veren ve onun inanış, düşünüş ve davranış biçimini belirleyen normlar ve
değerler bütünüdür. Prof. Dr. Nilay Çabuk Kaya’nın ‘Örgütsel Sosyoloji’ anlatımında
‘Örgüt Kültürün’ nü tarifini şöyle açıklamakta: “Günümüzde
örgütler/kuruluşlar güçlü rekabet koşulları içindeler, rakiplerine karşı daha rekabetçi
olabilmek için, daha fazla verim elde edebilmek, hızlı gelişim ve değişim içine
olmaları gerekmektedir.” “Kuruluşlar, müşteri isteklerine odaklanmış bir
organizasyon yapısı oluşturma, düşük maliyet, hızlı ve kaliteli ürün üretme,
sürekli gelişme, teknolojiye ayak uydurma, denetlenmeye açık, gerekirse kökten
değişme için önceliklerini belirleyerek gelişiminin devamlılığın sürdürebilmesi
ve markalaşma girişimleri içinde olmalılar.” “Şirketin organizasyonu,
kuralları, standartları ve prosedürlerinin tanımlanması ve kişisel bilgiler
yerine kurumsal bilgilerin ve davranışların oluşturulmasıdır. Örgüt kültürü de kuruluşun
faaliyetlerini geliştirmesinde, değişime ve teknolojiye ayak uydurmasında, yapısal
değişim süresinde önemli ve esnek olması gereken bir faktördür.” [57]
Örgüt
kültürü, temel grupsal değerleri ve mesajları kapsar; grup üyelerine
paylaşılmış örgütsel
düşünce ve duyguları sunar. Eylemlere
süreklilik, örgütsel davranışlar da uyum sağlar, böylece örgütsel
iklimin ortaya çıkmasında önemli rol oynar.
Örgüt üyelerine farklı bir kimlik veren ve örgüte bağlanmalarına
yardımcı olan ve örgüt üyeleri tarafından paylaşılan iç değişkeleri
sunmaktadır. Kültür, insan etkileşimini geliştirir, ‘örgütsel kültür’ ü ise,
örgütün sembolik temellerini anlamamıza yardımcı olur.
Örgüt
Kültürünün bir başka sınıflandırılması: ‘Baskın-Alt Kültür’, ‘Güçlü
–Zayıf Kültür’ ve ‘Şebekeleşmiş-Çıkarcı-Toplumcu Kültür’
olarak belirlenebilir.
Örgüt
kültürü dendiğinde anlaşılan ve organizasyon üyeleri tarafından paylaşılan
temel değerler ‘baskın kültürü’ oluşturur.
‘Alt
kültür’ ise
organizasyonun bölümlerinde her bölümün kendi üyeleri arasında geçerli olan değerler
söz konusudur
Örgüt
Kültürün başlıca iki fonksiyonu vardır:
1-İç
bağlılığı kolaylaştırmak için kültür: Organizasyon üyelerine dil, ortak ifade
ve kavramları, kişilerin ve grupların organizasyondaki yerlerini, güç ve
statünün dağılımı, üyeler arası ilişkiler, ödül yaptırım sistemini ve Tüm
organizasyonel olaylara bir anlam veren işletmenin ideolojisini kapsar.
2-Dış
çevreye uyum sağlamada ise kültür: İşletmenin misyonunu ve stratejisini, Organizasyonun
amaçlarını ve bu amaçlara, ulaşmak için izlenecek yolları tanımlar.
İş Sağlığı ve
Güvenliğinde Kuruluş Kültürü ve Güvenlik Kültürü
İş
sağlığı ve güvenliğinde hedef; çalışma hayatında ve toplum genelin de ortak bir
‘Güvenlik Kültürü’ kavramının oluşturulmasıdır. ‘Güvenlik Kültürü’, kurumun
sağlık ve güvenlik programlarının, yeterliliğine, tarzına ve uygulamadaki
süreklilik ve ısrarlılığa, karar veren birey ve grupların, değer, tutum,
yetkinlik ve davranış biçimlerinin bir ürünüdür.
ILO
2003 global strateji Belgesi’nde güvenlik kültürü: Sağlıklı ve güvenli bir
çalışma ortamına sahip olma hakkına herkesin saygı gösterdiği, hak, sorumluluk
ve ödevlerin, önleme ilkelerine öncelik verilerek açıkça tanımlandığı bir
sistem içerisinde devlet, işveren ve işçilerin sağlıklı ve güvenli bir çalışma
ortamı oluşturulmasında, aktif olarak yer aldıkları bir anlayış olduğu
yazmaktadır.
İşletme
veya Kuruluş kültürü ve güvenlik kültürü oluşturulabilmesi için
- İş sağlığı ve güvenliğine bütünsel yaklaşım,
- İşyerinde risk önleme kültürü,
- Güvenlik kültürünün önemi ve günlük yaşamdaki
yeri,
- İSG’nin işletme yönetimindeki yeri,
- Güvenlik kültürünün oluşturulması ve devamının
sağlanması,
- Güvenlik kültürünün oluşturulmasında ulusal
kurum ve kuruluşlara düşen görevler,
- İSG temel prensipleri,
- Sağlıklı ve güvenli yaşam,
- İSG alanında yaşam boyu öğrenme.
Bu söylenen maddelerin genişletilerek
anlamlarının ne demek istediği ve neyin ve nasıl yapılması gerektiğini,
açıklamaları ile çalışanların eğitimlerinin sürekliliğine devam edilmesi
gereklidir.
İş
Sağlığı ve Güvenliğine Bütünsel Yaklaşım: İş Sağlığı ve Güvenliği çok bileşenli
bir bilim dalıdır. Aynı zamanda da birden fazla tarafın bir araya gelmesi ile
ortaya çıkar. Tarafların kimler olduğu iyi bilinmesi (Devlet- İşçi- İşveren- Kuruluş-
Diğer)
İşyerlerinde
Risk Önleme Kültürün de ‘İş Sağlığı ve Güvenliği Yönetimi’, yalnızca üst
yönetimin sorumluluğunda olmayıp, yöneticilerin, firma danışmanlarını ve İş
Sağlığı ve Güvenliği Uzmanları ile tüm çalışanları işin içine olmaları
gereklidir. Organizasyonel öncellikleri belirleyen üst yönetimden, bir kazayı
veya potansiyel tehlikeyi gözlemleyebilecek işçiye kadar, herkesi kapsar ve üstlenmesini
gerektirir. Etkin bir risk yönetimi kültürüne sahip olmak demek, insanların
içinde birlikte çalışabilecekleri ve herhangi bir kayıp olmadan önce potansiyel
problemleri tanıyabilecekleri ve bunları ortadan kaldırabilecekleri proaktif
bir yaklaşıma sahip olmalarını gerektirir. Etkin bir “İş Sağlığı ve Güvenliği
Risk Yönetim Kültürü” için herkesin buna aynı veya benzer gerekçelereler ile inanması
gerekir. İş emniyeti önceliği hakkında yönetimden gelen istikrar sinyalleri,
tehlikelerin ve risklerin kontrol edilmesi ve tanınması için önemlidir. Uygun
bir “İş Emniyeti Kültürü” nü başarmak için bir organizasyonun risklere karşı
sahip olacağı genel davranış biçiminin büyük önemi vardır.
Güvenlik
Kültürünün Önemi ve Günlük Yaşamdaki Yeri: İş kazaları, meslek hastalıkları ve
normal hastalıklar nedeniyle oluşan ekonomik kayıpları ortadan kaldırmak için
her şeyi zamanın akışına mı bırakalım, yoksa süreci kısaltmak için bir şeyler
mi yapalım? Bu soruya verilecek yanıt “bir şeyler yapmamız gerektiğidir”. Her
şeyden önce, birbirlerinin varlık nedeni olan işçi ve işverenin iş birliği
zemininde yapması gereken o kadar çok şey var ki. Ayrıca işçi ve işverenin, Devletin
konu ile ilgili birimleri ile iş birliği yapması ve koordineli çalışması
gereklidir.
Güvenlik
Kültürünün Oluşturulması ve Devamının Sağlanması için: İşçi sağlığı ve iş
güvenliği sorunlarının çözüme kavuşturulmasına yönelik önlemlerin
geliştirilmesi çalışmaları birçok bilim dalını yakından ilgilendirmektedir. Bu
çalışmaların temelini ise üretim sürecinin gereği olarak mühendislik bilgileri
oluşturmaktadır. Kimyasal madde, gürültü, titreşim, ısı, nem, radyasyon gibi
çeşitli etkenlerden oluşmaktadır.
İşçi
Sağlığı ve İş Güvenliği iyileştirilmesi ve devamlılığı için görevli olarak
Devlet, İşveren ve işçileriler (çalışanlar) kanun ve yönetmelikler tarafından
görevleri belirlenmiştir.
Devletin
Görevleri: İş
barışını sağlamak. İlgili
mevzuatı hazırlamak. Gönüllü katılımı desteklemek.
Denetim yapmak. Eğitim olanağı sağlamak, teknik
destek sağlamak ve danışmanlık yapmak.
İşverenin
Görevleri: İşyerini
kurmak ve işletmek. Sağlık ve güvenlik önlemlerini
almak. Çalışanların eğitimlerini sağlamak.
İşyerindeki riskler ve korunma konusunda çalışmalar
yapmak. Genel sağlık ve güvenlik eğitimi vermek.
İşyerinde sağlık ve güvenlik örgütlenmesi sağlamak. ‘İş Sağlığı ve Güvenliği Kurulu kurmak’. Yenilikleri ve gelişmeleri izlemek ve uygulamak. Diğer işverenlerle iş
birliği yapmak.
İşçilerin
Görevleri: Aletler ve malzemeyi “doğru” kullanmak. Kendisinin ve başkalarının sağlığını önemsemek. Sağlık ve güvenlik
kurallarına uymak. Tehlike durumlarını ilgililere
bildirmek. Hastalık ve kazaları ilgililere bildirmek. Bilme ve bilgi edinme hakkı
İş
Sağlığı ve Güvenliği Yönetim’ politikasının başarılı olması için yapılması gerekenler:
Devlet, işçi ve işverenin üçlü katılım sağlanmalı. Ulusal kalkınma hedefleri
ile uyumlu olmalı. İlgili mevzuat hazırlanmalı Kurumsal ve mali kaynak olmalı.
Taraflar ve toplum bilgilendirilmeli. Gönüllü katılım özendirilmeli ve Sürekli
gözden geçirilmelidir.
Güvenlik
kültürünün tanımı, literatürde çok farklı şekillerde dile getirilmektedir. Bu
tanımlar
incelendiğinde, ortaklık, önleme, korunma, maruziyet, değişim, algılama, inanç,
değer, tutum vb.
kavramların tüm tanımlarda ortak olduğu görmekteyiz. Kabul edilen tanımdan da
anlaşılacağı üzere,
güvenlik kültürü bütün işletmeyi kapsamakta ve işletmenin her bireyi tarafından
farklı seviyelerde
olsa bile anlaşılabilir olarak algılanmasıdır.
İş
kazaları, çoğunlukla risk unsuru taşıyan çalışma koşullarının birtakım
psiko-sosyal faktörler
nedeniyle, çalışanlar tarafından yeterince algılanamamasından kaynaklanmakta
olduğunu bilmeliyiz. Örgütlenmede ki yetersizlikler, etkin olmayan iletişim ve
eğitim eksikliği çalışanların güvensiz davranışlarda (bana bir şey olmaz
anlayışı) bulunmalarına yol açarken, mesleki ve günlük yaşamdan kaynaklanan
sorunların ortaya çıkardığı psikolojik gerilim de kaza riskini artırmaktadır.
Karmaşık bir yapıya sahip olan iş kazalarının meydan gelmesinde pek çok
faktörün etkisi bulunmakla birlikte, yaygın kanaat iş kazalarının önemli bir bölümünün
insan hatasına bağlı olduğunu unutmamalıyız.
Bu
işletmelerde ki ‘Alt Kültür’ neler olabilir dediğimizde: ‘Şirket veya
kuruluşun Kültürü’, ‘Güvenlik Kültürü’.
Şirket
veya Kuruluş kültürü; işletmeler ve tüm organizasyonlar, toplum kültürünün
birer alt kültürüdür. Her işletmenin kendine özgü hedefleri, bunlara
ulaşılmasını sağlayan kaynakları ve faaliyet yapısı vardır. Bunların etkisiyle,
aynı toplumun birer alt kültürü olan işletmelerin birbirinden farklı yapısal
özelliklere sahiptir. Bir şirketin/kuruluşu en alt seviyesindeki çalışanlardan
üst düzey yönetime kadar amaçları, düşünceleri, değerleri, davranışları ve
hedefleridir. Bir şirketin kültürü, çalışanların birbirleriyle iletişim ve
etkileşim kurma şeklini ve şirketin/kuruluşun karar verme şeklini tanımlar.
Şirket
kültürü de toplumsal kültür ile benzerdir. Bu çerçevede şirket kültürü; bir
kuruluşta ya da şirkette çalışanların birbirleriyle etkileşimlerini ve nasıl
etkileşimde bulunduklarını, birlikte nasıl çalıştıklarını belirleyen bir
kurumsal kültür terimidir.
Hangi
şirkette çalışmayı tercih edersiniz? Çalışanlarını önemseyen, iş süreçleri bir
değerler zinciri çerçevesinde oluşturulmuş ve çok uluslu bir şirkette mi, yoksa
çalışanları için değerler ve kültür belirlememiş bir şirket mi? Çalışanlar
genellikle, iş yapısı değerler üzerine kurulu şirketlerde daha mutludur.
İşlerinde daha az stres yaşarlar ve daha işbirlikçidirler.
Şirket
kültürü önemlidir; çünkü her organizasyonun temelini bir kültür oluşturur.
Güçlü bir kültür geliştirmiş şirketlerde çalışanlar, şirketin sahip olduğu en
kritik ve en değerli varlıktır. Şirket yönetimi, çalışanlarını korumanın
başarıya giden yolda önemli bir adım olduğunun farkındadır.
Şirket/Kuruluş
da ki çalışma ortamı, şirket/kuruluş misyonu, vizyonu, liderlik tarzı,
değerler, etik değerler, beklentiler ve hedefler dahil olmak üzere çeşitli
unsurları içermektedir. Şirket/Kuruluş kültürü, kurumların vizyon ve misyonunu
ortaya koyan değerler bütünü olarak ortaya çıkartır.
“Kültürün alt boyutu olarak
değerlendirildiğinde güvenlik kültürü; toplumda bireylerin güvenlik
gerekçesiyle oluşturulmuş kuralları benimseme, uygulama, geliştirme ve bu
kuralları sonraki nesillere aktarma süreci kastedilmektedir.
İş
kazalarının sonucunda veya meslek hastalığından doğacak doğrudan ve dolaylı
maliyetlerin önlenebilmesi ya da en aza indirgenebilmesi, işyeri yönetim
sisteminin en önemli parçalarından biri olan, ‘Pozitif Güvenlik Kültürüyle’ gerçekleştirilebilmektedir.
Pozitif güvenlik kültürü; organizasyonun yapısal tasarımına, işletim
prosedürlerine yön vermekte ve örgütte, iş kazalarının önlenmesine ve güvenlik
performansının iyileştirilmesine yardımcı olmaktadır. Bu durum giderek daha
fazla örgütün ortak değer, inanç ve normların kabul edildiği güvenlik kültürüne
önem vermeye itmiştir.” [58]
Güvenlik
kültürü; işçilerin tutumları ve davranışları
üzerine odaklanarak güvenli davranışı motive etmekte ve işçilerin çalıştıkları
işletmelerdeki risklerin farkında olmalarını sağlamayı, tehlikelerin sürekli
olarak gözetimini mümkün kılan bir norm geliştirmeyi amaçlamaktadır. Devamlılık
arz eden güvenlik uygulamalarının organizasyonda öncelikleriyle yansıtıldığı daimî
olan bir özelliktir.
Güvenlik
kültürü, bir kurum veya organizasyonda güvenlik ve sağlığı ön planda tutan
değerler, inançlar, tutumlar ve davranışların bütünüdür. Bu kültür,
çalışanların iş yerindeki risklerin farkında olmalarını ve güvenli davranışları
benimsemelerini sağlar.
Güvenlik
kültürünün oluşturulması ve sürdürülmesi için birkaç önemli adım vardır.
1-Üst
Yönetimin Taahhüdü: Üst yönetimin güvenlik konusundaki kararlılığı ve desteği,
güvenlik kültürünün temelini oluşturur.
2-Eğitim
ve Bilgilendirme: Çalışanların güvenlik konularında sürekli olarak eğitilmesi
ve bilgilendirilmesi gerekir.
3-İletişim
ve Katılım: Güvenlik konularında açık iletişim ve çalışanların katılımı teşvik
edilmelidir.
4-Sürekli
İyileştirme: Güvenlik uygulamaları sürekli olarak gözden geçirilmeli ve
iyileştirilmelidir.
İş
sağlığı ve güvenliği, öncelikler arasında kabul edilmelidir. İnsanlar riskler
konusundaki doğru algılamaları paylaşmalı, iş sağlığı ve güvenliğine ilişkin
aynı olumlu tutumları benimsemeliler. Bütün çalışanlar, iş güvenliğine
gerçekten inanmalı ve bu konudaki rolünün ne olduğunu bilmelidir. Denetleyiciler
ve yönetim arasında karşılıklı güven oluşmalıdır. İşletmedeki herkes, işletme
dışındaki insanlara, işyerindeki iş güvenliği risklerinden ve iş güvenliğine ilişkin
iyileştirmelerden serbestçe bahsedebilmeliler. Çalışanların, herhangi bir
suçlama ya da arkadaşları arasında küçük düşürülme korkusu olmadan olayları
rahatça rapor edebilmeliler ve iş güvenliğine ilişkin sorunlarını cesurca dile
getirebildiği adil bir kültürün mevcut olduğu inancında olmalılar. Olayları
rapor edenler cezalandırılmamalı, aksine teşvik edilmelilerdir. Kuruluş yönetimi
hem denetleyiciler hem de diğer çalışanlar, insanların hata yapabileceğine, iş
güvenliğinin öğrenilmesi ve geliştirilmesi için yapılan hataların ve meydana
gelen olayların rapor edilmesinin temel bir gereklilik olduğuna inanmalılar. Yürütülen
çalışmalar sırasında meydana gelen hatalara ilişkin soruşturmalar, sorunun kaynaklarını
teşhis etmeye, hataların tekrarlanmasını önlemeye ve bu konuda kime ne görev düştüğünü
belirlemelidir.
Eğitim
ve kültür günümüzde birbiriyle iç içe geçmiş vaziyette toplumun bilgili,
dinamik ve problemleri çözebilen bir yapıda olmasını sağlar. Her devlet, kendi
milletinin böyle olmasını arzu ettiğinden, var oluş felsefesi doğrultusunda bir
eğitim ve kültür politikası belirleyerek uygular.
Bu
anlayış ile, 1923yılın da Cumhuriyetin ilanından sonra Türkiye Cumhuriyeti
Devleti de yeni eğitim ve kültür politikaları benimsemiş ve bunları uygulamak
maksadıyla eğitim ve kültür alanında da bazı inkılâplar
gerçekleştirmiştir. “Atatürk İlkeleri ve
İnkılâp Tarihi, Genişletilmiş ve Güncellenmiş 18. baskısı, Eylül 2010 tarihinde,
Ankara, Okutman Yayıncılık tarafından yayınlana kitabın, s.208, ‘Eğitim ve
Kültür Alanında Yapılan İnkılaplar”, [59]
Türkiye
Cumhuriyeti'nin kuruluşundan bu yana, kültür anlayışı, Atatürk'ün "Türkiye
Cumhuriyeti'nin temeli kültürdür" sözüyle özetlenebilir. Bu felsefi
anlayış, toplumun her kesimine bilgi ve sanatın ulaştırılmasını, tarihi ve
kültürel mirasın korunup geliştirilmesini ve modern bilim anlayışının
benimsenmesini hedeflemiştir. Cumhuriyet dönemi boyunca, Türk kültürü, Atatürk'ün
modernleştirici reformlarıyla şekillenmiştir.
Immanuel
Kant’ın ‘Eğitim Üzerine’ kitabını çeviren Ahmet Aydoğan’ın sunuş yazında ki
yazdıkları beni çok etkiledi, bunun için sizlerle paylaşmak istedim. “Cumhuriyetle
birlikte bir eğitim reformuna giriştik ve eksikliklerini giderip onu her gün
biraz daha mükemmel hale getireceğimize, önce her zamanki aldırmazlık ve
umursamazlıkla yüzüstü bıraktık, ardından başka hiçbir alanda görülmeyen bir
işbirlikçilikle, kadük ve güdük hale getirdik. Mühendislikte yapılan hatanın
sonucu kısa zaman içinde alınır. Ama söz konusu olan insan ise eğer, yapılan
hatanın bedeli yıllar, hatta on yıllar sonra konur önünüze. Daha da kötüsü
bizim gibi hafızasız toplumlar, aradan geçen zaman nedeniyle, ödedikleri
bedelin neyin bedeli olduğunu da bilmezler.” [60]
Bu
felsefeden, 3 Kasım 2002 günü, Türkiye genel seçimleri ile iktidara gelen
partinin, Türkiye Cumhuriyeti’nin, ‘Eğitim ve Kültür Alanın’ da ki rasyonel
akılcı yönetimi anlayışını adım adım terk etmekte olduğunu görmekteyiz.
Dokuz
Eylül Üniversitesi, Fen Fakültesi Fizik Bölümü Öğretim Üyesi ve Yeni Kuşak Köy
Enstitülüler Derneği Genel Başkanı Prof. Dr. Kemal Kocabaş’ın ‘Köy
enstitüleri ve fen eğitimi’ makalesinde: “Yakın bir zamanda UNDP (Birleşmiş
Milletler Kalkınma Programı)’nın 2014 yılında hazırladığı ‘İnsani
Gelişmişlik Raporu’ yayınlandı. Bu rapora göre Türkiye, dünyanın 17. büyük
ekonomisine sahip iken insani gelişmişlik düzeyinde ise 69. sırada yer almakta”
[61] demekte.
Şöyle
düşünmeliyiz. Dünya ekonomisi alanın da 17. olmuşken insani gelişim alanında
niçin 69. sıradayız diye düşündüğümüzde, Devletin eğitim alanında eksik veya
yanlış kararları doğrultusunda aldığı, yönetme bicimi olmalıdır diyebiliriz.
Birleşmiş
Milletler Kalkınma Programı'nın (UNDP) İnsani Gelişme Endeksi raporlarına
baktığımız da 1990 ile 2022 yılları arasında, Türkiye’de, doğuşta beklenen
yaşam süresi 10,8 yıl, beklenen öğrenim süresi 10,8 yıl ve ortalama öğrenim
süresi 4,4 yıl olarak gözükmekte.
3
Kasım 2002 tarihinde ülkeyi, yönetmeye başlayan hükümet, 30 Haziran 2023
tarihinden günümüze kadar, 9 Milli Eğim Bakanı ile 6 yıl ile 1 yıl aranda görev
yapan bakanlar ile çalışmış. İş başına gelen tüm bakanlar eğim sisteminin
değişmesi gerektiği üzerinde aynı fikirde olmalarına rağmen, hepsi de kendi
ideolojik anlayışlarına göre sistemleri uygulamışlar. Bu kadar karmaşa sistemi
içinde Laiklik ve bilim olmadığını gördüğümüz de 69. sırada olmamızda
kaçınılmaz olmuştur. Cumhuriyet'in kurucusu, Mustafa Kemal Atatürk'ün 1938
Meclis açılış konuşmasından alıntılanan "Biz ilhamımızı gökten ve
gaipten değil, doğrudan doğruya hayattan almış bulunuyoruz." Demekle
neyi anlattığını düşünmek, en doğru olanıdır.
Olumlu
güvenlik kültürüne sahip işletmeler “öğrenen örgütler” olma eğilimindedirler. Geçmiş
deneyimlerinden dersler çıkarırlar ve gelecekte kendilerine yararlı olmasını sağlamak
üzere işletmeleri için gerekli iyileştirmeleri yaparlar. Çalışanlar, iş sağlığı
ve güvenliği eğitimini de içeren yüksek kalitede eğitimler alırlar. Çalışanlar
için iyi bir çalışma ortamı bulunur. İşgücü istikrarlı ve deneyimlidir,
çalışanların iş tatmini yüksektir. İşletme dış baskılara karşı sağlam bir tutum
sergiler.
İSG
Alanında Yaşam Boyu Öğrenme ve Eğitim
Kanun
No. 6331 Kabul Tarihi: 20/6/2012 tarihli kanunda aynı bırakılan,
değiştirilmeyen 4857 sayılı İş Yasası'nın 77. Maddesi ile AB direktifleri
doğrultusunda hazırlanan, "Çalışanların İş Sağlığı ve Güvenliği
Eğitimlerinin Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik" de çalışanlara
verilecek eğitimlerin konuları ve bu eğitimi kimlerin verebileceği
belirtilmiştir.
Çalışanların,
iş sağlığı ve güvenliği konularına farklı bir pencereden bakmalarını sağlayarak,
işyerlerinde sağlıklı ve güvenli bir çalışma ortamının oluşturulabilmesi için
iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili temel bilgileri edinmek, iş sağlığı ve
güvenliği ile ilgili mevzuatı tanımak ve işyerlerinde iş sağlığı ve güvenliği
açısından alınması gereken temel önlemleri öğrenmelerini ve öğrendiklerini,
derin düşüncelerine ile hem kendilerine, hem de birlikte çalıştıkları
arkadaşları ile birlikte, ‘Şirket Güvenlik Kültürü’ anlayışına uygun kuruluş
içinde öncelikle kişilerin, üretimin ve kuruluşun sağlığı ve güvenliğini için
gerekli çalışma ortamını sağlamalarını yapmaları için gerekli bilgi ve
olanakların sağlanması gereklidir.
Eğitim,
Türk Dil Kurumu’nun çevrimiçi sözlüğünde ise “çocukların ve gençlerin toplum
yaşayışında yerlerini almaları için gerekli bilgi, beceri ve anlayışları elde
etmelerine, kişiliklerini geliştirmelerine okul içinde veya dışında, doğrudan
veya dolaylı yardım etme ve terbiye” olarak tanımlanmıştır.
Eğitimi
“insanın yaşamı boyunca devam eden, bireye nasıl yaşaması gerektiğinin
öğretildiği, düşünme becerisinin geliştirildiği ve bu doğrultuda davranış
değişikliklerinin meydana getirildiği bir süreç” [62] olarak tanımlamaktadır.
Bir başka çalışmada, eğitimi toplumun tüm yaşam biçimi olarak betimleyen Prof.
Dr. Semra Ünal, Prof. Dr. Sefer Ada’nın, Eğitim Bilimine Giriş göre, eğitim
“bireyin toplumsallaştırılması amacıyla ev, okul ve bunların dışında cereyan
eden kişiliğin gelişim sürecidir”. Eğitimin insanın doğumundan ölümüne kadar
devam ettiğini vurgulayan Özan (2014, s.112) eğitimi kısaca “bireyin kendi
yaşantısında istenilen yönde davranış değiştirme süreci” [a.g.e] olarak ifade
etmektedir.
Öğretim,
Türk Dil Kurumu’nun çevrimiçi sözlüğünde “belli bir amaca göre gereken
bilgileri verme
işi; talim, tedrisat, öğrenmeyi kolaylaştıracak etkinlikleri düzenleme, bu
bağlamda gerekli olan araçları sağlama ve kılavuzluk etme” şeklinde tanımlanan
öğretim kavramı, her ne kadar günlük yaşamda eğitim kavramı ile eş anlamlı
olarak kullanılsa da aslında oldukça farklı bir anlam içermektedir.
Immanuel
Kant’ın ‘Eğitim Üzerine’ kitabın da 1. Bölüm Giriş Eğitim Üzerine eğim
için anlayışını şu şekilde tarif ediyor. “İnsan eğitime ihtiyaç duyan tek
varlıktır. Çünkü eğitimden biz ahlaki terbiye ile birlikte bakıp büyütmeyi (çocuğun
bakılıp doyurulması), umumi talim ve
terbiyeyi anlamalıyız. Buna göre insan birbiri ardı sıra
bebeklik [bakım ve beslenmeye muhtaç olma], çocukluk [talim ve terbiyeye muhtaç olma] ve talebelik [tahsil ve
irşada muhtaç olma] evrelerinden
geçer.” [63]
Türk
edebiyatının önemli isimlerinden Azeri kökenli, felsefeci, şair, yazar ve
çevirmen Prof. Dr. Afşar Timuçin, Eğitim Sohbetleri isimli kitabın da
“İnsanın öğretilmeye değil de öğrenmeye yatkın olduğunu biliyorum. Unutmak diye
bir şey olmasaydı belleğimiz çöp tenekesine dönerdi. Kötü eğitim de bilgi
yığmakla bellekleri çöp tenekesine döndüren eğitimdir. Eğitilen kişi işin özünü
kavramakla yükümlü olduğunu bilmeli ve her ağızdan çıkanı defterine ya da
belleğine geçirmeye çalışmamalıdır. Bellemek kötü öğrencinin ilkesidir.
Düşünmek de iyi öğrencinin ilkesidir.” “Eğitim bireyin ruhsal ve bedensel
anlamda gelişimine katkıda bulunma etkinliğidir, bireye özellikle bir kültür
adamı olarak kendini geliştirmesi konusunda yardım etme etkinliğidir. Bu
etkinlik bir yandan henüz yetişmekte olan bireyin yani çocuğun ya da gencin
kişiliğini geliştirmesine, dünyayla ilişkilerini en uygun koşullarda
kurabilmesine, daha genel anlamda dünyaya yerleşebilmesine, dünyaya
uyarlanabilmesine destek olmayı öngörür.” [64]
İnsan
bilgi denen şeyi bilincinde bütünleştirmeden belleğinde tutarsa boşuna hamallık
yapmış olur. Bu özümlenmemiş yük zamanla onda bilinç bozucu etkenlere
dönüşecektir.
Çalışan
eğitimi, çalışanların becerilerini geliştirmeye yönelik bir süreçtir.
Organizasyonel büyüme için gerekli olan düzenli ve özel bir çalışan gelişim
programı gerekebilir. Eğitim, istihdamın her aşamasında, tüm çalışanlar için
önemli, hızla değişen teknolojilere, çalışma ortamına ayak uydurabilmek, ayrıca
İş Sağlığı ve Güvenliği için, çalışan eğitimi gerekliliği vardır. Ayrıca bir
kişiyi bir görevden diğerine transfer ederken de gereklidir.
Kuruluşlar
artık çalışanların yeteneklerini geliştirmelerine yardımcı olmak için
profesyonel eğitim programlarına ihtiyaç duyuyorlar. Böyle eğitimlerin
organizasyonel büyüme için gerekli ve faydalıdır. Profesyonel yaşamın farklı
aşamalarında farklı eğitim biçimleri sağlanmalı, şirketler çalışanlarına sık
sık eğitim vererek onların becerilerini geliştirmelidir. Gerektiğinde farklı
eğitim türleri sunarak çalışanlar için mükemmel öğrenme deneyimleri
sağlanmalıdır.
|
“Öğrenme:
Öğrenme, bireyin yeni bilgi, becerileri ve tutum kazanmasıdır.
Öğrenme
konusu neden önemlidir?
Öğretimin
etkinliğinin, yeterliğinin ve çekiciliğinin artırılması için yapılan tüm
çalışmalar, temelde daha kalıcı bir öğrenme sağlanması amacıyla yapılmaktadır
ve öğrenme konusu bu nedenle önemlidir.
Öğrenme
- Basitten karmaşığa,
- Kolaydan zora,
- Somuttan soyuta,
- Yakın çevreden uzak çevreye doğru oluşur.
Somut
bilgiler daha kısa sürede kazanılır ve daha kolay öğrenilir.
Öğretim
Öğretim,
bireylerin belirli kazanımları öğrenmeleri için planlanan, kasıtlı ve
sistematik olarak uygulanan etkinliklerdir”.
Öğrenme
kavramıyla birlikte düşünüldüğünde, öğretim bir başkasının değişimi için
planlamaları öngörürken, öğrenme daha çok bireysel kazanımları
hedeflemektedir.” [65]
TDK
sözlüğüne göre öğrenmenin iki anlamı vardır: 1- Belli başlı konular ve
olgular hakkında bilgi sahibi olmak. 2- Okuyarak, araştırma ve gözlem yaparak
yeni şeyler keşfetmek ve onları hafıza tutmak. Öğrenme Nedir? Öğrenmek, daha
önce malumat sahibi olunmayan bir konu hakkında bilgi edinmektir.
TDK
sözlüğe göre Öğretim: Belli bir amaca göre gereken bilgileri verme işi, tedris,
tedrisat, talim, öğrenmeyi kolaylaştıracak etkinlikleri düzenleme, gereçleri
sağlama ve kılavuzluk etme işi. ✔İsim ▶Herhangi
bir meslek, sanat veya iş için gerekli bilgi, beceri ve alışkanlıkların elde
edilmesi amacıyla yapılan çalışma; tahsil.
Eğitim
-
“Tıpkı
öğrenme gibi, eğitim de bireyin bilgi, beceri ve tutumlarında değişikliğe yol
açan istendik değişim sürecidir.
-
Ancak eğitim
kelimesi daha genel kazanımları, içinde bulunulan toplumun beklentilerinin ve
kültürünü taşıyan değişiklikleri ifade eder.
-
Eğitim,
öğretimini kapsayan daha genel bir kavramdır.
Öğretim Teknolojileri
Öğrenme için
süreç ve kaynakları tasarlama, geliştirme, yönetme ve değerlendirme teorisi ve
uygulamasıdır”. [a.g.e]
Gestalt
Kuramı işletmelerde eğitim aracı olarak etkili biçimde kullanılmakta olduğunu
biliyoruz. Bu kuram, bireylerin bilgiyi nasıl algıladıkları ve organize
ettikleri üzerine odaklanır; yani öğrenme sürecinde parçaları değil, bütünü
görmeye vurgu yapar. Bu yaklaşım, özellikle çalışan eğitimlerinde ve liderlik
gelişim programlarında oldukça işlevseldir.
Gestaltçılar
davranışı en ufak birime kadar ayırıp analiz eder davranışçı yaklaşıma karşı
çıkmış ve davranışın bütün olarak ele alınması gerektiğini savunmuşlardır.
Gestalt
psikolojisi ya da gestaltizm 1912’de Almanya Wertheimer ’in yazdığı bir makale
ile başlamış ve kuramının ilkelerini Wertheimer, Köhler ve Koffka tarafından
geliştirilmiştir. Bu kurama göre bütün parçaların
toplamından farklı bir anlam ifade eder ve birey, bütünü parçalarına
ayrıştırarak değil, bütünlük içinde algılar.
Gestalt
kuramı, herhangi bir durumda ayrı ayrı parçalara değil de bu parçaların
meydana getirdiği biçim ve örüntüye önem vermektedir. Gestalt
psikolojisi, hiçbir şeyin boşlukta cereyan etmediğini söyler. Her şey bir
zaman ve uzay ortamı içerisinde oluşmaktadır. Aynı zamanda o
ortamın etkisi altında anlam kazanır.
Gestalt
ilkeleri, bilişsel süreçler içerisinde algı ve algısal örgütlenme
konularına yoğunlaşan ilkelerdir. Kısaca kuram; bütün, onu oluşturan parçaların
toplamı değil, daha fazlasını temsil etmektedir. Algılama ve problem çözme
süreçleriyle ilgilenmek ve bu kuram da algı, bir örgütlenmedir. Öğrenme ile
ilgili görüşleri algılama çalışmalarına dayanmaktadır. Algıda örgütlenmenin de
ilkeleri bulunur.
İşletmelerde
Gestalt Kuramının eğitimde nasıl kullanılabiliriz?
1.
Problem
Çözme ve Karar Verme Eğitimleri:
Gestalt ilkeleri, çalışanların bir durumu parça parça değil, bütünsel olarak
değerlendirmesini teşvik eder. Bu da daha yaratıcı ve etkili çözümler
üretmelerine yardımcı olur.
2.
Algı ve
İletişim Becerileri: Şekil-zemin
ilişkisi, yakınlık ve benzerlik gibi ilkeler, çalışanların iletişimde hangi
unsurlara odaklandığını anlamalarına yardımcı olabilir. Bu da müşteri
ilişkileri ve ekip içi iletişimde farkındalık yaratır.
3.
Liderlik ve
Takım Dinamikleri: Gestalt
yaklaşımı, liderlerin ekip üyelerinin davranışlarını yalnızca bireysel eylemler
olarak değil, bağlam içinde değerlendirmesini sağlar. Bu da empatiyi ve etkili
liderliği destekler.
4.
Kurumsal
Değişim ve Uyum Süreçleri: Değişim
süreçlerinde çalışanların yeni yapıları anlamlandırabilmesi için bütünü
kavramaları gerekir. Gestalt ilkeleri, bu tür algısal yeniden yapılanmalarda
rehberlik edebilir.
Felsefe
hem bilimden hem de sanat, düşünce, etik vb. alanlardan elde ettiği bilgilerle
genellikle akıl yürütme yollarını kullanarak gerçeğin tümüne ulaşmaya
çalışır. Felsefede temellendirme vardır.
Yani ileri sürülen önermeler birbirleriyle çelişmez ve temele alınan önerme ya
da önermelerden belli bir akıl yürütme yoluyla çıkarılır. Hem felsefe hem de
bilim, bir süreçtir. Bu sürecin sonunda her ikisi de bilgi elde eder. Hem
bilimde hem de felsefede doğruya, elde edilen ve kullanılan bilgiye sürekli
eleştirel bir gözle bakılır. “Şüphelenmek” gerçeği araştırıp incelemede,
temellendirmede, yani ona ulaşmada önemli bir yol başlangıcı olur.
Eğitim
disiplinler arası bir bilimdir. Bu bağlamda her bilim dalının ve konu alanının
ve eğitimle doğrudan ilişkili olan psikoloji, ekonomi, hukuk, sosyoloji,
antropoloji, biyoloji, genetik, teknik vb. disiplinlerin bilgi ve yöntemleri
arasındaki bütünlüğün sağlanması gereklidir. Bunu ancak felsefe yapabilir.
Eğitim
ortamı demokratik olmalıdır. Herkes düşüncesini, görüşünü korkmadan söylemeli,
başkasınınkini de eleştirmelidir. Okul yönetimine öğrenci katılmalıdır. Görev
ve sorumluluk almalıdır. Yaptıklarının hesabını arkadaşlarına, velilere,
öğretmen ve yöneticilere vermelidir. Öğrenci istediği öğretmenden ders
alabilmeli, hatta onu seçebilmelidir.
Eğitimde
yalnız günlük yaşam değil, gelecek de düşünülmelidir. Bunun için olmuş ve
olabilecek her türlü olgu ve olaylar sınıf ortamına getirilmelidir. Her çeşit
ders esnek yetişeklerde yer almalıdır. Bu dersler içinde toplum ve doğa
bilimlerine ağırlık verilmelidir. Ayrıca sevgi, barış, kardeşlik, iş birliği,
dünya uygarlığı vb. değerler içerikte yer almalıdır. İçerikteki bilginin kesin
olmadığı, her an değişebileceği vurgulanmalıdır
Eğitimin
amacı insanı çok yönlü yetiştirmek, okullarda, kuruluşlar da doğa ve toplum
bilimlerine, iş ve teknik, beden eğitimi, sanat derslerin de doğa ile uyumlu
şekilde yaşamasına yer verilmelidir.
Dünyanın
neresinde çalışırsak çalışalım, iş hayatında hangi göreve atanırsak atanalım
veya o işi yürütmeye çalışalım, iş sağlığı ve güvenliğine yönelik yasal
düzenlemeler ile karşılaşırız. Yasal çerçevesinin farklı ülkelere göre, farklı ifade
şeklinde görebiliriz. Uzak Doğu ülkelerinden birinde, farklı değerler ve
gelenekler, bu çerçevenin oluşturulması ve uyumsuzluk durumunda cezalandırma
yöntemlerinin belirlenmesi için anahtar rol üstlenirken, bir Kuzey Avrupa
ülkesinde daha farklı bir üslup ve tarz ile karşılaşabiliriz.
Dünya
genelinde ki yasal çerçeveler, işverenlerden ve yöneticilerden; çalışanlar
için, sağlıklı ve güvenli bir çalışma ortamı ve koşulların sağlamalarını ve
sürdürdükleri faaliyetlerin, çalışanlara ve etkilenebilecek diğer üçüncü
kişilere zarar vermemesi şartını koşmaktadır. Yasal çerçevenin, söz konusu
ülkedeki etkinliği, o ülkede ki sağlık ve güvenlik kültürünün gelişiminde
önemli rol oynamaktadır.
Bu
temel gereklilik, bir mevzuat formuna dökülürken ülkeler iki temel yaklaşım
izlemekte. Bu bağlamda düzenleyici yaklaşımlar;
1.
Tarifleyici- Öngörücü yaklaşım,
2.
Hedef koyucu yaklaşım
Olarak
iki başlıkta irdeleniyor.
Tarifleyici-
Öngörücü Yaklaşım: Sağlıklı ve güvenli bir çalışma ortamı
yaratılması için, olan gereklilikleri mümkün olduğunca fazla detay içererek
uygulayıcıya aktaran düzenleyici yaklaşım türüdür. İşverenler gayet açık ifade
edilen bu bilgileri kolaylıkla edinirler ve uygulama çabasına girerler.
Dünyada,
‘Tarifleyici-Öngörücü Yaklaşımı’ başarılı olarak uygulayan ülkelerin başına
Amerika Birleşik Devletleri gelir. Mevzuat oldukça açıklayıcı ve işverenler
için oldukça iyi bir kılavuz
niteliğindedir.
Hedef
Koyucu Yaklaşım: Hedef koyucu
yaklaşım, güvenli bir çalışma ortamının yaratılması için neler yapılması
gerektiği yerine, ulaşılması hedeflenen nihai sonucu ele alır ve bu hedefe
ulaşılmasını şart koşar. Bu yaklaşım türünde uygulayıcı, hedeflenen performans
düzeyine ulaşabilmek için hangi özel gereklilikleri yerine getirmesi
gerektiğini, kendisi, yapacağı risk değerlendirmesi ile belirler.
Hedef
koyucu yaklaşımda, yasal düzenleyici, işverenlerin kendi çalışma sahalarındaki
özel tehlikelere odaklanarak ve referans alınabilecek kaynakları da ele alarak
kendi risklerini değerlendirip önlemler geliştirmesini şart kılar. Bu yaklaşım,
işverenlerin iş sağlığı ve güvenliği alanında teknik olarak kendilerini sürekli
olarak geliştirmesini ve yaptıkları iş ile ilgili teknik ve teknolojik
gelişmeleri yakından takip etmesini gerektirir. Tedbirlere, mevcut işyeri
koşullarında karar veren ve olumsuz senaryoda düşmenin gerçekleşmesi durumunda
sorumlu çoğu zaman işverendir.
Hedef
koyucu yaklaşımlar çoğu noktada işverenlere referans olması açısından ilgili
sektörel uygulama kılavuzlarına ve Avrupa normlarına atıflar yapmaktadır.
Dünyada
hedef koyucu yaklaşımı en iyi uygulayan ülkelerin başında Birleşik Krallık (Birleşik
Krallık; İngiltere, İskoçya, Galler ve diğer ülkelerden İrlanda Denizi ile
ayrılan Kuzey İrlanda olmak üzere dört kurucu ülkeden oluşur.) gelir.
Mevzuat, işverenler için hedefleri ortaya koyar, işverenler hedefe ulaşmak için
yapılacakları belirleyerek uygulama çabası içine girerler.
Ülkemizin
tarifleyici ve hedef koyucu yaklaşımın, ayrılmış bölümlerin birlikte
uygulandığı bir yasal düzenlemeye sahip olduğu söyleyebilir. Aslında bu durum,
tarifleyici yaklaşımdan hedef koyucu yaklaşıma geçişine yönelik, bir dönem
içinde olduğumuz şeklinde de yorumlanabilir.
Ülkemiz
yasal düzenlemelerinin yakın tarihine göz attığımızda; 1974 yılında yayınlanan
İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Tüzüğü’nün oldukça tarifleyici bir yapıda olduğunu
görürüz. Yine aynı yıl yayınlanan ve uzun yıllar yürürlükte kalan Yapı
İşlerinde İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Tüzüğü tarifleyici yapıda bir mevzuat
örneğidir.
T.C.
Çalışma ve Sosyal Güvelik Bakanlığı İş Sağlığı ve Güvenliği Araştırma ve
Geliştirme Enstitüsü sayfasında ki İSGÜM Tarihçesi yazınında: Konu ile ilgili
düzenlemeler 1936 yılında yasalaşan 3008 Sayılı İş Kanunu ile devam etmiş olup
1974 yılında yapılan değişiklikler 2003 yılına kadar kalıcı olmuştur. Bu
duraklama döneminde mevcut mevzuat iş sağlığı ve güvenliği alanında gelişen ve
değişen teknolojinin gereklerini karşılamada yetersiz kalmıştır. 2003 yılının
ikinci yarısında yasalaşan 4857 sayılı İş Kanunu ile iş sağlığı ve güvenliği
alanına yeni bir bakış açısı getirilmiştir. 20 Haziran 2012 tarihinde
6331sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu ile Avrupa Birliği Ülkeleri ne uyum
sağlamıştır.
Bu
Kanunun amacı; “işyerlerinde iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması ve mevcut
sağlık ve güvenlik şartlarının iyileştirilmesi için işveren ve çalışanların
görev, yetki, sorumluluk, hak ve yükümlülüklerini düzenlemektir.” [66]
Demektedir.
İş
sağlığı ve güvenliği, insanların iş yerinde güvenliği, sağlığı ve refahı ile
ilgilenen multidisipliner bir alan olarak kabul edilen yerdir. Bir iş sağlığı ve güvenliği programının
hedefi, güvenli ve sağlıklı bir iş ortamının oluşturulması, aynı zamanda iş
ortamından etkilenebilecek tüm genel halkı da korur. Küresel olarak, her on beş saniyede bir ölüme
karşılık gelebilecek şekilde, yılda 2,78 milyondan fazla insan işyeri kaynaklı
kazalar veya hastalıklar sonucunda hayatını kaybetmektedir. İşle ilgili olarak
yılda 374 milyon ölümcül olmayan yaralanma meydana gelmekte. Ayrıca her yıl 160
milyon yeni meslek hastalığı vakası ile 300 milyon ölümcül olmayan iş kazası
meydana gelmektedir. Mesleki yaralanma ve ölümlerin ekonomik yükünün her yıl
küresel gayri safi yurt içi hasılanın yaklaşık yüzde dördü olduğu
tahmin edilmektedir. Kara Avrupası hukuk düzeni ya da diğer bir
adla Kıta Avrupası hukuk sistemi geçerli olduğu ülkelerde, işverenler,
çalışanlarının güvenliğine makul ölçüde özen gösterme konusunda öteden beri
olagelen davranış hukuku yükümlülüğüne sahiptir. Ayrıca kanunlar, başka genel görevler
yükleyebilir, özel görevler getirebilir ve iş güvenliği konularını düzenleme
yetkisine sahip hükûmet organları tesis edebilir. Söz konusu hususların
ayrıntıları yargıdan yargıya değişiklik gösterebilmektedir.
Şirketlerde
İşçilerin sağlığı ve güvenliği konusunda sorumlu olan kişinin önceliğini neler
olmalı ki İSG konusunda ki çalışmalar da felsefi anlayış ile yaklaşabilsin.
Nicel araştırmalarda, hipotezi test etme (kuram doğrulama) önemlidir.
Gerçeklik, araştırılan değişkenler ve değişkenler arası ilişkiler açısından
kavramsallaştırılır. Nitel araştırmalar ise; bağlam ve sürece, yaşanan deneyime
duyarlıdır ve insan davranışlarına odaklanır.
İnsanların
doğuştan sahip olduğu evrensel nitelikte olan hakları, kısaca “İnsan Hakları”
dır. İnsanların herhangi bir işi yapma yetkisine hak, İnsanların hiçbir insana
zarar vermeden dilediği her şeyi yapabilmesine özgürlük denildiği özgür dünya
da yaşanması gereklidir.
Olmazsa
olmazlar! İnsan hakları evrensel beyannamesi, insan onurunu, hak ve
özgürlükleri, adalet ve barışı vazgeçilmez hale getirirken zorbalık ve baskıyı
yok etmeyi amaçlayarak, iyi bir yaşam düzeyinin, erkeklerle kadınların hak
eşitliğine olan inanç pekiştirerek, sağlanabileceğine vurgu yapmaktadır.
Çalışma
koşullarından ve üretim araçlarından kaynaklanan sağlık ve güvenlik
sorunlarının önlenmesi veya asgari seviyelere indirilmesi amacıyla,
işyerlerinde yapılan bilimsel, teknik ve tıbbi çalışmaların tümüne İş Sağlığı
ve Güvenliği faaliyetleri denir.
Sağlık:
Kişinin bedenen, fizikken; sosyal ve psikolojik yönden tam bir iyilik hali
olarak tanımlanıp, sosyal ve çalışma ortamı ile doğrudan ilişkilendirilmesidir.
Güvenlik
veya Güvenliği: Çalışanların, işletme iç ve dışı öngörülebilecek veya
öngörülemeyen iş kazaları, meslek hastalıklarına ve oluşabilecek tüm yapısal
veya yapısal olmayan doğa olayları riskine karşı koruyarak, ruh ve beden
bütünlüklerinin sağlanması amacıyla, işyerinde kaliteli verimin artması sonucu
için çalışanların ve üçüncü kişilerin, alınacak tedbirlerle, iş kazalarından
güvensiz, sağlıksız çalışma ortamından dolayı doğabilecek makine arızaları,
devre dışı kalmaları, patlama olayları, yangın, sabotaj ve doğal olaylar gibi
kişileri ve işletmeyi tehlikeye düşürebilecek durumları ortadan kaldırılmaya
yönelik alınan ve yapılan yapısal olan veya olmayan önlemlerdir.
İşyerinde
işin yürütülmesi ile ilgili olarak meydana gelen tehlikelerden, sağlığa zarar
verebilecek, şartlardan korunmak, iş güvenliğini sağlayarak, daha iyi bir iş
ortamı oluşturmak için yapılan sistemli ve bilimsel çalışmaları, akılcı derin
düşünme ile sağlanabileceğini unutmamalıyız.
İnsanlar,
hedeflerine tek başlarına varamadıkları için başkaları ile iş birliği içine
girerler, toplu olarak birlikte yaşarlar ve ihtiyaçlarını birlikte karşılarlar.
İnsanlar arasındaki karşılıklı bu ilişkiler, yönetim gerçeği ile yürütülür. Farklı
birimlerin ve kişilerin ortak hedeflere ulaşmak için bir araya gelmesini
sağlar. Organizasyon yönetiminde, tüm birimlerin ve kişilerin ortak hedefler
için bir araya gelmesi ve iş süreçlerinin koordine edilmesi önemlidir.
Organizasyon,
bir işi belirlemek, gruplandırmak ve insanların birlikte en etkin şekilde
çalışmasını sağlamak amacıyla ilişkiler kurma sürecidir. Organizasyon,
işlerin düzenlenmesi, görevlerin ve yetkilerin dağıtılması ve bunların hepsinin
tek bir amaca hizmet etmesini içerir. Yani, bir organizasyon, bir grup
insanın ya da bir sistemin amaçlarına ulaşmak için çabalarının koordinasyonunu
sağlayan bir yönetim aracıdır. Etkin bir organizasyon, işin verimli bir şekilde
yürütülmesini sağlar ve iş akışını yönetir.
Organizasyonların
girdileri olarak: İş gücü, sermaye, hammadde ve Yönetim Bilişim Sistemleri
(YBS), (insanlar, örgütler ve teknolojik
cihazlar arasındaki etkileşimi inceleyen ve bu etkileşimi en verimli düzeye
yükseltmeyi amaçlayan bir akademik disiplindir.)
YBS uzmanları, veri yönetimi, bilgi sistemleri tasarımı ve uygulamaları yapar.
Bu alanda teknolojiyi kullanarak insanlara yüksek kalitede hizmet vermek için
araştırmalar yürütürler.
Organizasyonun
girdileri ile şunlar yapılabilir. İş Bölümü ve Görev Tanımları, Koordinasyon,
Ortak Hedefler ve İlişkiler, Yetki ve Sorumluluk İlişkileri, İnsan Kaynakları
ve Yetenekler, İş Yeri ve Fiziksel Kaynaklar, Stratejik Planlama ve Hedef
Belirlemelerdir.
Yönetim, TDK na göre: Yönetmek işi, çekip çevirme,
idare.
Yönetim, amaçların etkili ve verimli bir şekilde
gerçekleştirilmesi için bir insan grubunda iş birliğini ve koordinasyonu
sağlamayı ve amaca ulaşma, başkalarına iş gördürmeye yönelik çalışmaların
tümünü ifade eder.
Yönetim, değişmekte olan çevre koşullarında kıt
kaynakları verimli şekilde kullanarak işletmenin amaçlarına etkin bir şekilde
ulaşmak için başkalarıyla iş birliği yapmaktır.
“Tarih boyunca insanlığın, yaşanan gelişmeler
sonucunda yönetim düşünce sisteminde oluşan bilgi birikimi, 19. YY sonlarına
doğru teoriler şeklinde sistemleştirilmeye başlanmıştır.” [67] Böylece rasyonel
akılcılık ve bilimsel çabalar, modern yönetim dönemini başlattığını
söyleyebiliriz.
Günümüz toplumsal yaşamında bireyler politikada,
yönetimde, eğitimde, sağlıkta, iletişimde, satın aldığı her türlü ürün ve
hizmetin kalitesini sorgulamakta ve devamlı olarak istediği hizmet ve ürün
kalitesi düzeyinin arttırılmasını beklemektedir. İnsanlar, bireylerarası
ilişkilerinde dahi dürüstlük, iyi karakterlik, bilgelik gibi insan kalitesini
belirleyen niteliklere sahip kişiler ile bir arada bulunmak isterler. Bu ve bunun
gibi nedenlerle, kalite her konuda önem taşımakta ve kalite çerçevesinin iyi
belirlenmesi gerekmektedir.
İşletmelerin gelişim süreçlerine bakıldığında kâr
edebilmenin ve sürdürülebilirliği sağlamanın temel
koşullarından birinin, rekabet edebilme gücünün sürekliliğini sağlamaktan
geçtiği görülmektedir. Rekabet gücünü elde etmenin temel şartlarından biri de
müşterilerin ihtiyaç, istek ve beklentilerine uygun olarak kaliteli ürün ve
hizmet üretimi sağlamaktır.
Günümüzün rekabetçi iş ortamında küreselleşme
olgusu da önemli gelişmelerin başlangıcını
oluşturmuştur. Ürettiğini yalnızca kendi sınırları içerisinde satan işletmeler,
küreselleşmenin getirdiği
değişim ve dinamizm ile birlikte yerini ulusal sınırların ötesine sürekli,
devamlı ve hızlı bir şekilde ürün
ve hizmet götüren işletmelere bırakmaya başlamıştır. Çokuluslu olarak
adlandırılan bu işletmelerle
birlikte rekabet uluslararası boyuta taşınmıştır
Joseph
Juran kalitenin endüstride kullanılan nokta terimlerini belirlemiştir: Müşteri
isteklerini tatmin eden özellikli ürünlerin derecelendirilmesidir. Genellikle
halkın potansiyel tatminini karşılayan ürünlerin sınıfının derecelendirilmesidir.
Tasarım veya şartnameye uyan özellikli ürünün derecesidir. Karşılaştırmalı
testlere dayalı, müşterilere eşit derecede olan rekabet ürünlerinin tercih
edilmesidir. Görünüm, performans, dayanıklılık vb. gibi ürünün özelliğini
ayıran derecelendirmedir. Yeterince sınıflandırma için özellikli olmayan genel
mükemmellik ifadesidir. Ürün kalitesini elde etmek için endüstride sorumlu olan
fonksiyonun ismidir. Bir işletmede kalite güvence bölümü gibi kalite ile ilgili
özel bölümün ismidir.
Dünya üzerinde yaşanan çağdaş rekabet koşulları,
üretim süreçlerinde teknolojik gelişmelerin sağladığı olanaklardan etkili ve
verimli bir biçimde yararlanarak hata ve kayıp oranlarını en düşük seviyeye indirmeyi
zorunlu kılmaktadır. Herhangi bir üretim sürecinde, iş sağlığı ve güvenliği
hata, kayıp oranlarını en aza indirmek, ancak teknolojik gelişmelerin de
desteğini alarak, çalışanların, üretimi, iş yerinin sağlığı ve güvenliğini,
müşterinin ihtiyaç ve beklentilerini olabildiğince karşılamayı hedeflemekle
mümkündür.
Yönetim sistemi, kuruluşun politikaları,
hedefleri ve bu hedeflere ulaşmak için süreçler oluşturmak için birbiriyle
ilişkili veya etkileşen elemanlarının kümesidir. Bunların yapılabilmesi için de
Yönetim sistemini belli kurallar ve standartlar ile belirmemeniz gereklidir.
Bunun için de ISO 9000 (Quality management systems), Toplam kalite yönetim
sistemin kurulları ve standartlarına uygun biçim de uygulamalısınız (belge almasanız da). Belge almak her
zaman kuruluş faydasınadır. Kuruluşunuzu kalite yönetim sistemi standard
ve/veya dokümanlar, uygulanması hazır hale getirdiğiniz de geçişiniz çok daha
kolay olabilir.
TKY bünyesindeki tüm çalışanların çalışmalara
katılımını sağlamak için kullanılan en önemli araç, “kalite çemberleridir”. Bu
bağlamda kalite çemberleri, iyileşmeler önermek ve bunları tartışmak için
genellikle çalışma saatleri dışında düzenli olarak toplanan, aynı çalışma
alanında görevli ve gönüllü iş gören gruplarıdır. Bu gruplar çalışmalarında
karşılaştıkları kalite, güvenlik, verimlilik, çalışma koşulları gibi
sorunlardan seçtiklerini incelemek ve çözümler üretmek için düzenli aralıklarla
toplanırlar. Üyeler belirli sorun çözme yöntemleri ile sorunlara çözüm
önerileri hazırlar, bu önerilerin geçerliliklerini belirler, üst yönetime düzenli
olarak bunları sunar ve sonuçlarını izlerler.
Saha Performans Yönetimi: Saha performans yönetimi
nedir denilince; konuşulan teorilerin pratikte nasıl çalıştığını
gözlemlenebileceği asıl alan çalışma sahadır. Belli bir faaliyet ya da bir
hizmetin sahada gerçekleşen halinin yönetilmesine de saha performans yönetimi
adı verilir. Sahadaki koşullar kısa zaman aralıklarında yüksek değişkenlik
göstermekte, bu değişkenliği yönetmek, etkili bir saha yönetimi olmadan oldukça
zordur. Çünkü sürekli yangın söndürmek için uğraşırken dışımız da ki dünyadaki
gelişmelerden geride kaldığımızı göremeyiz. Saha yönetimi yapısı kısaca,
organizasyonları her yeni günde tekrar yeni bir şeyleri keşfetmeye çalışmaktan
kurtarır.
Saha performans yönetimi diğer birçok yalın tekniği
bir arada kullanmayı ve hızlı, doğru karar vermeyi gerektiren bir çerçevedir.
Kuruluşların hedeflere bağlı gidişatını izlemek ve ölçmek için sürekli
çalışarak, etkin bir yönetim için hedef odaklı aksiyon alınmasını sağlar. Saha
yönetimini gerçekleştirmek için görsel kontrol panoları kullanılmalı, personel
arasındaki iletişimi güçlendirmek ve günlük verileri bir araya getirebilmek
için toplantılar düzenlenmeli, standart iş formları oluşturulmalı, sahada
gözlemler yapılmalı. Ancak bu şekilde sahada sürekli işleyen sıcak yönetim
mekanizmaları kurulmuş olur.
Saha performans yönetimi orta düzey yöneticileri
büyük resme odaklanmaları için boşaltırken takım üyeleri ve takım liderlerinin
sahadaki sorumluluğunu artırır. Bu şekilde, kendi kendini yönetme gücüyle
hareket etme ile bir örgüt oluşturmayı hedefler. Her takım üyesi amaç ve
hedefler konusunda bilgilendirilir, cesaretlendirilir. Bu durum işe olan
bağlılığı ve sahiplenmeyi arttırır. Takım liderleri kendi alanlarındaki
sorunlara daha hızlı yanıt verebilir. Sürekli daha iyiye gidebilmek için
problem çözmeye ve iş yükünü dengelemeye odaklanırlar.
Böylesine ‘rekabetçi’ bir yönetim oluşturabilmek
için kuruluşun yapabileceği ve bunu uygulanabilmesi için, Kalite Yönetim Sistemi
şartlarını uygulayabilecek hala gelmesi gereklidir.
Yönetim süreci, statik değil, dinamik ve rasyonel
bir süreçtir. En az bir yöneten ve bir yönetilen ile yöneticilerin kişisel
otorite kullanımını gerektirir. Yönetenler ve yönetilenler arasında haberleşme
sistemi kurulmalı, iş bölümü ve uzmanlaşmaya dayanan bir organizasyon
geliştirilmelidir. Maddi ve beşerî kaynaklar serbestçe kullanılabilmeli ve bu
kaynaklar arasında optimum uyum sağlanmalıdır.
Yönetime ilişkin gelişmeler her ne kadar insanlık
tarihi kadar eski olsa da modern anlamda yönetim biliminin doğuşu, Sanayi
Devrimi ardından yaşanan gelişmelerin ve bu gelişmelerin ortaya çıkardığı yeni
ihtiyaçların etkisinde gerçekleşmiş ve bu bilim, dönemin koşullarını
yansıtmıştır. Bu dönemde ortaya çıkan yönetsel sorunlara bir çözüm bulmak amaçlanmıştır.
Bu kapsamda çeşitli sektör dergilerinde ve kuruluşlarda uzman yöneticiler tecrübelerini
paylaşmış, özellikle israfa yol açmadan, en verimli şekilde işlerin görülmesine
odaklanılmıştır.
“Yönetim kavramı, insanlık tarihi ile ortaya çıkmış
bir beşerî ilişkiler olayını ve sosyal bir ihtiyacı işaret etmektedir. Bilinen
ilk yönetsel örgütlenme Tunç Çağı ile birlikte ortaya çıkan ilkel askeri
örgütlenme ve günümüzde bürokrasi ve dev şirketler çok karmaşık bir iş bölümü,
otorite ve hiyerarşi sunmaktadır. Bu kapsamda yönetime ilişkin birçok çalışma
yapılagelmektedir.” [68]
Yönetici/yönetmen; yönetme işini yerine
getiren bir diğer ifade ile yönetme faaliyetinde bulunan kişi olarak
tanımlanabilir. Yönetme işi; çalışanların, görevleri doğrultusunda çalışmaya
yönlendirilmesi faaliyetini içermektedir.
“Yöneticilerin temel olarak görevlerini beş işlev üzerinden
açıklamıştır. Bu işlevleri: Hedefleri
belirlemek, organize
etmek, motive etmek ve iletişim kurmak, performans ölçümü yapmak ve
kendisi de dâhil olmak
üzere çalışanların gelişimini sağlamak olarak belirtmiştir.” [69]
Yöneticin temel görevi, arzu edilen amaçlanan
örgütsel hedeflerine etkin verimli bir şekilde ulaşmaktır. Yönetici, bir
organizasyonun hedeflerine ulaşmak için kuruluşun kaynaklarını etkili bir
şekilde yönlendiren, kararlar veren ve organizasyonun diğer çalışanlarına
liderlik eden kişidir. Yöneticiler, farklı sektörlerde ve kurum türlerinde
çalışabilirler. Yöneticiler, genellikle şirket veya organizasyonun yönetim
kadrosunda bulunurlar ve bu kişilerin liderlik ve yönetim becerilerinin yüksek
olması gerekir.
Yönetici; iş süreçlerini yönetir, iş süreçlerinin
en etkili şekilde ilerlemesini sağlar, denetim yapar, kurumsal sorunların
çözülmesini sağlar, kurumsal stratejilerin belirlenmesinde görev alır.
Yönetici, sorumlu olduğu ekibin ya da kurumun her
türlü faaliyetinden sorumludur. Örneğin bir çalışanın izin alacağı günlerden,
çalışma saatlerinde işini tam bir şekilde yerine getirmesinden, işlerin
zamanında teslim edilmesinden, çalışan motivasyonunu sağlamaktan sorumludur.
Yöneticilerin çalıştıkları yerlere organizasyon
denir. Bu bakımdan yöneticinin kim olduğunu ve ne yaptığını açıklamadan
evvel, organizasyon kelimesinin anlamı üzerinde durulması gerekir.
Organizasyon, belli bir amaca ulaşmak için bir
araya gelmiş insanlardan ibaret sistematik bir birleşmedir. Her organizasyonun
belli bir hedef veya hedefleri vardır. Hiçbir hedef, sadece belirlenerek
gerçekleşmez. Belirlenen hedefe ulaşmak için, gerekli kararları alacak ve
uygulayacak insanlara ihtiyaç vardır. Bu da organizasyonların ikinci ortak
yanını oluşturur. Üçüncü ortak özellik, her organizasyonun sistematik bir
yapıya sahip olmasıdır. Bu yapı çerçevesinde organizasyonda ki insanların
görevleri belirlenir. Bazı insanlara diğerlerini kontrol yetkisi verilir,
çalışma grupları oluşturulur, iş tanımları yapılır. İş tanımları sayesinde
herkes görevini ve sınırını bilir. Sonuç olarak her organizasyonun belirli bir
amacı ve bu amaç doğrultusunda çalışanlarının sistematik bir yapısı vardır. Drucker’a
göre başarılı olmak için sadece mükemmel bir organizasyon yapısı yeterli
olmayabilir, ancak kötü bir organizasyon yapısı ile başarılı sonuç almak
imkânsızdır.
En basit şekilde organizasyonu şu şekilde
açıklayabiliriz. HEDEF – YAPILANMA – İNSANLAR
Amerikan makine mühendis Frederick
Winslow Taylor, literatürde yönetim biliminin kurucusu
olarak kabul edilir. Bu başarıyı; Taylor,
endüstriyel
verimliliği artırmak için sistematik bir şekilde çalışan ilk kişi olarak
bilinmekte ve ‘İşletme Yönetimi’ 'nin babası olarak kabul edilir.
Gündeme getirdiği ‘Bilimsel Yönetim’ anlayışının kurucusudur. Verimlilik artırma teknikleri,
zaman ve hareket etütleri, fonksiyonel ustabaşılık, motivasyon, çalışanların
seçimi, eğitim, dönemin şartlarına göre oldukça ileri düzeyde olan bilimsel
yöntemler sağlamıştır.
Taylor, iş süreçlerini bilimsel prensiplere dayalı
olarak yeniden yapılandırmayı ve bu sayede işçi verimliliğini artırmayı
hedeflemiştir. Onun geliştirdiği yöntemler, modern iş yönetimi ve üretim
tekniklerinin temelini oluşturarak endüstri alanında büyük bir dönüşüm
sağlamıştır.
Taylor’un 1911 yılında yayınlanan “Bilimsel
Yönetimin İlkeleri” kitabında ile ana başlıklar altında belirlemiştir; İşin
Standartlaşması, İş Bölümü, İşçi Eğitimi, Performans Değerlendirmesi, İşçi ve
Yönetici İş Birliği.
Günümüze kadar yönetim gelişmeleri devam ederek,
neredeyse bir bilimsel ve felsefi haline gelmiştir. Bilimsel Yönetim İlkelerinden olan İşin Standartlaşması sürekli gelişimin
temelini oluşturmaktadır. Yetkinliklerin kurumun her köşesine eşit ve dengeli
yaygınlaşmasını sağlar. Bir iki kişinin aynı çalışması değil, herkesin
aynı çalışması şeklinde düşünülmelidir. Aynılık standartlaşma olarak tanımlanabilir.
İş
bölümü bir organizmada, bir toplumda veya bir üretim düzeni
içinde değişik hizmet ve görevlerin değişik organlar, kişiler vb.
arasında bölünmesidir.
“Sosyal
teoride iş bölümü olgusu, Durkheim sosyolojisinin önemli anahtar kavramlarından
biridir. Durkheim’e göre modern toplum organik dayanışmanın arttığı, iş
bölümüne ve meslekleşmeye dayalı bir toplum modelidir. Küreselleşme süreciyle
birlikte yeni kavramsallaştırmalarla tanımlanmaya çalışılan modern sonrası
toplumlarda da iş bölümünün önemini ve mesleklerin toplumsal etkileşimdeki
işlevlerini korumaya devam ettiğini gözlemlemekteyiz. Durkheim’in temel
varsayımına göre, iş bölümünün yaygınlığı bir toplumun gelişmişlik göstergeleri
arasında yer alır. Ayrıca iş bölümü toplumsal bütünleşme açısından da önemli
bir yöne sahiptir.” [70]
İşçi
Eğitimi, çalışanların bilgi ve yeteneklerini sürekli olarak geliştirmek ve
işletmenin değişen ihtiyaçlarına adapte etmek için hayati bir süreçtir. Eğitim
hem bireysel hem de kurumsal düzeyde büyümeyi teşvik eder, bu da hem
çalışanların hem de işletmenin başarısını artırır.
Çalışan
eğitimi, çalışanların becerilerini geliştirmeye yönelik bir süreçtir.
Organizasyonel büyüme için gerekli olan düzenli ve özel bir çalışan gelişim
programı türüdür.
Küreselleşme ve Bilgi Çağı Çerçevesinde Gelişen ve Öne Çıkan
Uygulamalar
Bilgi
Çağı, teknolojinin hızla geliştiği ve bilginin dijital ortamda kolayca erişilebilir
hale geldiği bir dönemdir. Bu çağ, bilgisayarlar, internet ve diğer
dijital teknolojilerin yaygınlaşmasıyla hız, bilgiye erişim kolaylığı ve
yaymanın her kesime kolay ulaşması yanında bilgi kirliliğini de oluşması
diyebiliriz.
Küreselleşme
ve Bilgi Çağı, teknolojik ve toplumsal değişimlerin hızla yaşandığı bir dönemi
ifade eder. Bu çerçevede öne çıkan bazı uygulamalar şunlardır:
1.
Dijital Dönüşüm:
İşletmeler ve kamu kurumları, dijital teknolojileri kullanarak süreçlerini daha
verimli hale getiriyor. Bu dönüşüm, bulut bilişim, büyük veri analitiği ve
yapay zekâ gibi teknolojilerle destekleniyor.
2.
E-Ticaret:
Küreselleşme ile birlikte sınır ötesi ticaret kolaylaştı. E-ticaret
platformları, tüketicilere dünya genelinde ürün ve hizmetlere erişim imkânı
sunuyor.
3.
Uzaktan Eğitim:
Bilgi Çağı’nın getirdiği en önemli yeniliklerden biri de uzaktan
eğitimdir. Online eğitim platformları, öğrencilere ve profesyonellere
esnek öğrenme fırsatları sunuyor.
4.
Sosyal Medya ve
İletişim: Küreselleşme, sosyal medya platformlarının yaygınlaşmasını
sağladı. Bu platformlar, insanların dünya genelinde anında iletişim
kurmasını ve bilgi paylaşmasını mümkün kılıyor.
5.
Akıllı Şehirler:
Teknolojik gelişmeler, şehirlerin daha akıllı ve sürdürülebilir hale gelmesini
sağlıyor. Akıllı şehir uygulamaları, enerji verimliliği, ulaşım ve
güvenlik gibi alanlarda önemli iyileştirmeler sunuyor.
Bu
uygulamalar, küreselleşme ve Bilgi Çağı’nın getirdiği fırsatları ve zorlukları
yansıtmaktadır.
Bilgi
Çağı’nın Faydaları
- Bilgiye
Kolay Erişim: İnternet sayesinde bilgiye anında ulaşmak mümkün hale
geldi. Bu, eğitimden iş dünyasına kadar birçok alanda büyük
avantajlar sağlıyor2.
- İletişim ve
Bağlantı: Sosyal medya ve diğer dijital iletişim araçları, insanların
dünya genelinde anında iletişim kurmasını sağlıyor. Bu, hem kişisel
hem de profesyonel ilişkileri güçlendiriyor3.
- Verimlilik
ve Üretkenlik: Dijital araçlar ve otomasyon teknolojileri, iş süreçlerini
daha verimli hale getiriyor. Bu da işletmelerin daha hızlı ve etkili
çalışmasını sağlıyor4.
- Eğitim ve
Öğrenme: Online eğitim platformları ve dijital kaynaklar, öğrenmeyi daha
erişilebilir ve esnek hale getiriyor. Bu, yaşam boyu öğrenme
fırsatlarını artırıyor5.
- Ekonomik
Gelişme: Bilgi teknolojileri, yeni iş alanları ve sektörler yaratarak
ekonomik büyümeyi destekliyor. Ayrıca, küresel ticaretin ve iş birliğinin
artmasına katkıda bulunuyor.
Bilgi
Çağı’nın sunduğu bu avantajlar, toplumların daha hızlı gelişmesine ve
bireylerin daha bilinçli ve donanımlı olmasına yardımcı oluyor
Plan ve
planlama, Kuruluş da ki, bir iş projesi veya bir tatil
seyahati için yapılan detaylı bir program plan olarak düşünülebilir. Planlama
ise, bu planın oluşturulma sürecidir ve genellikle daha geniş bir perspektifi
içerir. Planlama sırasında, hedeflere ulaşmak için gerekli kaynakların,
süreçlerin ve alternatif yolların değerlendirilmesi ve seçilmesi gerçekleşir.
Bu süreç, esneklik gerektirir ve değişen koşullara göre planın uyarlanmasını
sağlar. Kısacası, plan sabit bir çerçeve sunarken, planlama bu çerçevenin nasıl
oluşturulacağı ve gerektiğinde nasıl adapte edileceği ile ilgili sürekli bir
süreçtir.
Plan: Bir amaca, belirli bir hedefe
ulaşmada izlenecek yol ve davranış adımların, önceden belirlenmiş olduğu ve
izlenecek bir yol haritasıdır.
Planlama: Yönetimin
hedefleri belirleme ve bu hedeflere ulaşmak için bir eylem planı belirlemeyi
içeren işlevidir. Organizasyon: Bir organizasyon yapısının geliştirilmesini ve
hedeflere ulaşılmasını sağlamak için insan kaynaklarının tahsis edilmesini
içeren yönetim fonksiyonudur. Bunu yapmak çalışanlara size rehberlik eder ve
başarıya ulaşma olasılığını artırır, bu da özellikle bir şirketin yönetim
ekibinin bir parçasıysanız yardımcı olabilir. Bu, verimli bir şekilde nasıl
plan yapacağınızı öğrenmenin, yönetim hedeflerinize ulaşmanıza yardımcı
olabileceği anlamına gelir. Planlama,
ileriye dönük tahminlerin akılcı bir düzenlemesidir. Planlama, daha çok
eylem üzerinde duran bir süreç bakımından farklı bulunmaktadır. Bu
nedenle bu iki kavramı birbirine karıştırmamak gereklidir.
Planlama
çeşit: 5 yıldan daha uzun bir zaman
dilimi için tasarlanan planlar uzun süreli planlardır. 1-5 yıl arası zaman
dilimini kapsayan planlar orta süreli planlardır. 1 yıl ve daha kısa zaman
dilimleri için hazırlanmış olan planlar kısa süreli planlardır.
Kapsamlı
planlama: Kuruluşun alanında kullanımına
bağımlı, sosyal donatı, ulaşım ve konut alanlarının bütüncül şekilde
belirlenmesi yaklaşımını benimsemektedir.
Stratejik
planlama: İşlerin süreçleriyle
eşleştirilmelidir.
Planlama
aşamaları; hedeflerin belirlenmesi, kaynakların
belirlenmesi, stratejilerin oluşturulması, planların uygulanması ve kontrol
edilmesi aşamalarından oluşur.
Planlar
örgütsel birim açısından genel ve kısmi planlar, yönetim düzeyi bakımından
teknik (operasyonel), taktik (idari) ve stratejik planlar, zaman açısından ise
kısa, orta ve uzun vadeli planlar olarak sınıflandırılmaktadır.
Planlama
yaparken yahut planı yürürlüğe koyarken çeşitli ilkelerle hareket etmek
gerekir. Plan ve planlama, belirlenen hedeflere ulaşmak için sistemli ve
düzenli bir yaklaşım gerektirir. Plan, bir amacın gerçekleştirilmesi için
alınan kararlar bütünüdür ve planlama ise bu amacın nasıl, ne zaman ve kim
tarafından gerçekleştirileceğinin önceden belirlenmesidir. Planlamanın temel
ilkeleri arasında, amaca uygunluk, bütünlük, ölçülebilirlik,
geliştirilebilirlik, süreklilik, güvenirlilik, tutumluluk ve yalınlık bulunur.
Etkili bir planlama süreci, amaçların belirlenmesi, varsayımların saptanması,
alternatiflerin belirlenmesi, alternatiflerin karşılaştırılması ve en uygun
olanın seçimi gibi aşamalardan oluşur. Planlama, geleceğin belirsizliğini ve
risklerini azaltmaya yardımcı olur ve kurumların verimliliğini artırarak
hedeflere ulaşmada önemli bir rol oynar.
Resmi
ve gayri resmi olmak üzere iki yaygın planlama türü vardır. Gayri resmi
planlama tipik olarak, çalışanların sonraki haftalarda çalışabilecekleri kısa
vadeli hedefleri tartışmak için bir araya gelmeyi içerir. Farklı ekipler veya
departmanlar, yaklaşan hedeflerini tartışmak için gayri resmi olarak bir araya
gelebilir. Resmi planlama tipik olarak yönetim ekibinin, çalışanların sürekli
olarak üzerinde çalışabileceği belirli kısa vadeli ve uzun vadeli hedefleri
tartışmasını ve yazmasını içerir.
“Planlama,
geleceğe yönelik olarak, istenilen hedeflere ulaşmak amacıyla, sistemli eylem
programları hazırlama süreci: Plan da “bir amaca ulaşmak için geliştirilen
yöntem’ ya da ‘eylem programlarının ayrıntılı formülasyonu” olarak
tanımlanmaktadır. Diğer bir deyişle, plan onu oluşturan iki unsurla
tanımlanmaktadır; Bunlar, ulaşmayı hedeflediğiniz amaç, yani proje ve bu
amaca ulaşmak için gerekli olan düzenlemeler, yani araçlardır. Bir planın hem
hedeflenen amacı hem de bu amaca hangi yolları izleyerek, hangi araçlarla
ulaşılacağının belirlenmiş olması gerekmektedir. Kısaca, planlamada geleceğe
yönelik olarak bir fikrin/vizyonun varlığı ve bunun nasıl uygulanacağına
ilişkin bir görüşün olması zorunludur. Diğer bir deyişle, planlama, kuramsal
bilginin sistemli bir biçimde eyleme uygulanmasıdır.” [71]
“Planlama
kuram ve uygulamalarına bakıldığında, geleceği öngörmek kaygısının giderek
azaldığını, ana amacın bir çözüm üzerinde konsensus olduğu görülmektedir.” [72]
Planlama
alanında ise strateji, en basit tanımlamayla, seçilen ve belirlenen amaçlara
ulaşmak için yapılan eylem/taktik planı olarak bilinir. Bir Planın Uygulanmasından
anlayabileceklerimiz şunlardır.13 14 Kasım 1980’de OTDÜ Şehir ve Bölge Planlama
Bölümünce düzenlenen Kent Planlamada Kuram ve Kılgı Seminerinde sunulan
bildiri, aynı yıl yayımlanan seminer kitabında yer almış olan ‘Planlamada
uygulama kuramı ve kuram kurucu uygulama’ sın da: Etkin bir planlamanın
kuramı kurmak isteniyorsa, bu kuram da diğer kuramlar gibi sınanabilmelidir.
Sınamanın yapılabilmesi için de öncelikle uygulanmadan ne anlaşıldığının
açıklığa kavuşturulması gerekir. Bir planın uygulanmasının sınanmasında iki
çıkış noktası söz konusu olabilir. Birincisi planda var olan kararlar
kümesidir, ikinci ise bununda üstünde olan planın da ulaşmayı amaçladığı
toplumsal hedeflerdir.
Stratejik Düşünme, Stratejik Planlama ve Adımları
Kuruluşun gelecekteki hedeflere ulaşmak için bugünden gerekli
planlamaları yapması gereklidir. Sektördeki değişiklikleri önceden tahmin
etmemizi ve proaktif olarak becerilerimizi geliştirmeliyiz. Daha üretken
olmamızı sağlamalı, kaynakları daha verimli kullanmamızı ve kuruluşta ki
çalışanların yeteneklerini hem de kuruluşun çevresin de ki diğer tedarikçilerin
yeteneklerini geliştirmemiz gereklidir.
Bir organizasyonun gelecekte nasıl olmak istediğini
belirlemek ve bu hedeflere ulaşmak için kaynakları en etkili şekilde kullanmayı
hedefleyen bir yöntem geliştirmeliyiz ki bu da stratejik düşünmedir. İş ve çalışma alanlarında, özellikle de yönetim ve
pazarlama gibi alanlarda, günlük hayatın hemen hemen her alanında da analitik
becerileri, problem çözme ve etkili karar alma yetenekleri ile çözümü bulunur.
Gerçek anlamda stratejik düşünme, bir ilke veya fikri kuramsal düzlemden, alan
ve uygulama düzleminde gerekli çıkarımları yaptıktan sonra düşündüklerimizi,
hissettiklerimizi ve yaptıklarımızı iyileştirmeye yönelik davranış biçimleri
geliştiren düşünme şeklidir
Stratejik düşünmenin iki evresi bulunmaktadır:
1. Entelektüel işlevlerin önemli esaslarından birini anlamak.
Zihinsel yeteneklerin ve bilginin, genellikle toplumdaki değişim ve ilerlemeyi
teşvik etmek için kullanılmasını kapsar. Bu, geleneksel düşünceleri sorgulama,
yeni perspektifler sunma ve eleştirel düşünmeyi teşvik etme yeteneğini içerir.
2. Bu anlayışı, stratejik anlamda kendimizde entelektüel bir
değişiklik gerçekleştirmek amacıyla kullanmak: Entelektüel olmak sadece geniş
bilgi sahibi olmak anlamına gelmez; aynı zamanda bu bilgiyi analiz etme,
yorumlama ve yeni fikirler üretme yeteneğine de sahip olmayı gerektirir.
Entelektüeller, eleştirel düşünme becerilerini kullanarak karmaşık kavramları
anlayabilir ve bunları açık ve net bir şekilde ifade edebilirler. Geniş bilgi
birikimine sahip olmalarının yanı sıra yaratıcı, bağımsız ve önyargısız düşünme
yetenekleriyle de öne çıkarlar. Entelektüel terimi, farklı bağlamlarda farklı
anlamlara gelebilir, ancak genellikle bu özelliklere sahip kişilere entelektüel
denir.
Stratejik düşünme becerisini geliştirmek için aşağıdaki
yöntemleri uygulanabilir.
Analitik Beceri: Bilgi toplama ve analiz etme yeteneğinizi
geliştirir. Kitap okumak, yazı yazmak ve araştırma yapmak analitik düşünce
becerisini geliştirmeye yardımcı olur. Bu beceriyi geliştirmek için, matematik
problemleri çözme, istatistik çalışası ve bilgisayar programlama öğrenmek, zekâ
oyunları oynayarak da analitik düşünme becerinizi geliştirebilirsiniz. Analitik
düşünme, birçok farklı alanda kullanabilirsiniz. Sorunları tanımlama, veri
toplama, verilerin çözümlenmesi, karar verme ve sonuçların izlenmesi.
Verileri nasıl ve ne elde toplayıp çözümleme yapabiliriz
dersek: Kök Neden Analizi, Kılçık Diyagramı, Swot Analizi, Karar Ağacı, Pareto
analizi, Farklı Senaryo Analizleri ile veri toplayıp çözümleme sonucunda karar
vermeniz kolaylaşır.
Analitik düşünme yeteneğinizi geliştirdiğiniz de problemleri
çözme, karar verme, eleştirel düşünme, yaratıcılık ve sonuç da verimlilik
olarak geri bildirim alabilirsiniz.
Eleştirel ve Yaratıcı Düşünme: Farklı perspektiflerden
düşünmeyi ve yaratıcı çözümler üretmeyi pratik edinimdir. Karmaşık düşünme
tipleri arasında en fazla tartışılanı eleştirel düşünmedir. Çeşitli
araştırıcıların ileri sürdüğü çeşitli tanımlar incelendiğinde, ortaya çıkan
bazı ortak özellikler aşağıdaki gibidir.
-
Eleştirel
düşünme, basit anımsama sürecinden daha fazlasını gerektirir ve belirli bir
beceri düzeyini içerir;
-
Eleştirel
düşünme, düşünür açısından bir yargı elemanını içerir;
-
Eleştirel
düşünme, (yaratıcı düşünme ile karşılaştırıldığında) bir derecede mantık ve
sistematik usa vurmayı içerir ve sorun çözme ve karar vermenin tersine,
eleştirel düşünme bir seri adımlar olarak tanımlanmak yerine, beceriler takımı
olarak tanımlanır.
Yaratıcı düşünme, yeni nesnelerin, süreçlerin ya da
kavramların ortaya çıkmasını sağlayan düşünce sürecidir. Yaratıcı düşünme yeni
ve özgün fikriler biçiminde tezahür etmektedir. Yeni fikirler rastlantısal
olarak ortaya çıkabildiği gibi, görece sistematik bir sürecin sonucu olarak da
ortaya çıkabilmektedir. Yaratıcı düşünme giderek yaratıcı eyleme dönüştüğünde,
çok yalın kişisel ve günlük sorunlara çözüm bulmaktan, kurumlara ve
toplumlara dek kendini hissettiren paradigma değişimlerine varan bir
yelpaze oluşturur. Belirli bir sorun için o soruna özgün yaratıcı bir çözüm
üretmek durumsaldır. Buna karşın, belirli bir problem türüne özgü yaratıcı bir
yöntem, teknik ya da çözüm üretmek ise yaratıcı bir genellemedir. Yaratıcı
düşünmeyi eleştirel düşünmeden ayıran başlıca özellik, mevcut
fikirlerden yola
çıkarak bilgi, sağduyu ve mantık kullanımı ile bir
yargıya varmak yerine, mevcut fikirlere ek olarak yenilerini önermesidir.
Bütünsel Bakış Açısı: Konulara geniş bir perspektiften
bakarak, uzmanlık ve deneyim kazanındır.
Birbiri ile ilintili ve eklemlenmiş birimlerin bir arada
değerlendirilmesi ile öznenin niteliğinin kavranabileceğini kabul eden yaklaşım
biçimidir.
Bütünsel yaklaşım temelde büyük resmi görme yeteneği olarak
tanımlanabilir. Bu da bize karmaşık yapıdaki olay, durum ve sistemleri, bağlı
olduğu bütünle birlikte değerlendirme imkânı sunar. Bütünsel bakış, bizi gözden
kaçabilecek gerçek sebeplere ulaştırması yönüyle değerlidir.
Ekip Çalışması: Dinlemeyi ve başkalarının ifade ettiği görüşlere yapıcı bir
şekilde yanıt vermeyi, başkaları hakkında olumlu düşünmeyi, destek sunmayı ve
başkalarının çıkar ve başarılarını tanımayı teşvik eden bir dizi değeri temsil
eder. Bir grup içerisinde bulunan insanların birbirlerini tamamlayacak şekilde
ve kendi profesyonelliklerini kullanarak ortak bir amaç için bir araya
gelmeleri olarak ifade edilebilir. Belirli bir amacı gerçekleştirmek için
planlı bir şekilde yürütülen iş birliği de ekip çalışması olarak
bilinmektedir. Ortak hedefler belirleyerek ekip içinde stratejik düşünmeyi
teşvik edilmelidir.
Ekip çalışması, verimliliğin artması, iletişim kalitesinin
yükselmesi, doğru atmosfer ile yüksek performans gerektiren işlerde başarı
kazanılması, eşitlik ve güven, ortak hedefler, Yardım ve inisiyatif, taktir ve
tebrik, motivasyon, ekip lider ile etkin kaynak kullanımının gerçekleşmesidir.
Bu becerileri geliştirmek hem kişisel hem de profesyonel hayatınızda daha
etkili kararlar almanıza yardımcı olacağını unutmamalısınız.
Yüksek, derin ve kaliteli düşünceye erişebilmek aslın da
disiplinli düşünme ile oluşmaktadır. Düşündüklerinizin kalitesini
değerlendirmek ve yükseltmek için düşünce şeklimizi sürekli biçimde entelektüel
standartlara tabi tutmalısınız. Bu entelektüel standartları uygulamak üzerinde
yoğunlaşan bir düşünürün içsel sesinize kulak vermelisiniz.
Düşünceleriniz anlaşılır olmalı, belirgin olmalı,
düşündüğünüz konu ile tam bir şekilde alakalı olmalı, mantıklı olmalı, en ince
detaylandırma ile kapsamlı ve derinlik üzerine odaklı olmalı ve eleştirilere
karşı savunulur olmalıdır.
Kuruluşta başarı yaratmak için organizasyonun rekabet gücünü
artırmak, kuruluşun genel motivasyonunu, İSG kültürel değerini, sağlık ve
güvenliğin üstünlüğü yaratan iç ve dış kaynaklarını artırarak organizasyonunuzu
geliştirilmesi için gerekli organizasyonel düzenlemeler ile yetkilenmelerin ye
Mevcut iş ve üretim süreçleri değerlendirilmeli ve gelişim alanları tespit
edilmelidir. Süreç analizi çalışmaları, anketleri yapılmalı. Süreç
sahiplerinin en çok vakit alan aktiviteleri belirlemeli güvenliksiz hallerini
belirlemeli ve güvensizlikler ortaya çıkarılmalıdır.
Organizasyon şeması kuruluşun en önemli yapı taşıdır. Çünkü
kuruluşun yapısı (büyük, orta, küçük) olarak, bünyesindeki birimleri ve
kişileri ayıran, birim personellerinin bağlı olduğu müdürlükleri gösteren bir
çizelge olarak ast üst ilişkisini gözetmektedir. Şirketlerde dengeli bir
biçimde görev, yetki ve sorumlulukların dağılması için de organizasyon
şemasının büyük etkisi vardır.
Stratejik planlama:
Gelişen teknoloji,
bileşimin gelişmesi ile bilginin, ticaretin sınır tanımayan bir hız ile gelişip
büyümesi ve yenilenen ekonomik sistemler iş dünyasındaki rekabetçiliğin
hızlanması, kuruluşları geliştirip, farkındalıklar yaratmasına neden olmuştur.
Gelişmek, daha geniş kitlelere ulaşmak ve başarı grafiğini yükseltmek isteyen
işletmelerin de rekabet dünyasına ayak uydurması ihtiyacını yaratmaktadır. Bunu
yapmanın en temel yollarından biri; yeni, farklı fikirler üretme, kendinin
analizini yapma, müşterilerini tanıma, plan oluşturma ve karar alma süreçlerin
de stratejik adımlar atabilme zorunluluk haline getirmiştir. Bu zorunluk, stratejik
plan kavramını çıkarttı. Stratejik plan ne demek? Stratejik planlama süreci
aşamaları nasıl işler, kuruluşların bunu kendileri nasıl uyum sağlayabilir? Ne
ve nasıl avantajları kazandırır?
Bu planlamaya ihtiyacınız var mı? Bunun cevabı, kuruluşun
büyüklüğü ve üst yönetim ile kuruluş çalışanlarının, stratejik planlamanın
yapılmasını istemeli ve desteklemeleri gerekli olduğunu bilmeniz gereklidir.
Sadece sizler istedi diyerek oluşturulacak tüm çalışmaların emekleri boşa
gidebilir. İstediğinizin onayını alırsanız, Öncelikle ‘Stratejik Düşünce’
şartlarını iyi hazmedip şartlarını yerine getirilmesi ve uygulamaya konulması
gereklidir.
Bir kuruluşun mevcut durumu ile ortaya çıkması muhtemel
gidişatını inceleme, kısa, orta ve uzun vadeli amaçlarının ortaya koyarak,
misyon, vizyon, temel ilke ve politikalarını, hedef ve önceliklerini,
performans göstergelerini, bunlara ulaşmak için strateji geliştirme ve
izleme yöntemlerini belirleyerek, uygulama sonuçlarını ölçümleme süreci,
yöntemler ile kaynak dağılımlarını içeren plandır.
Bir şirketin, hedeflediği yerlerde daha fazla pazar payı elde
etmesi için hem kendisini çok iyi tanıması hem de bulunduğu ticari ortamı iyi
değerlendirmesi gerekir. Noktaları değerlendirirken, ‘Güçlü
yönlerimiz neler?’, ‘Şirket olarak hangi alanlarda
iyiyiz?’ ve ‘Zayıf noktalarımız neler?’ diye sorarak işe
başlanmalıdır. Şirketler aynı zamanda, dış çevre analizlerine de bakarak, ‘Rakipler
nerede?’, ‘Rakiplere göre bizim şirketimiz hangi durumda?’ gibi
sorular da sormalıdır. Böylece mevcut durumlarını iyileştirmeleri için
gerçekleştirdikleri bir planlama süreci oluşturup, kendi stratejik planlarını
yapabilmeleri dolayısıyla stratejik plan, bir şirketin uzun vadeli
hedeflerine ulaşması için hedeflerini belirlemesi ve bu hedeflere ulaşma
noktasındaki aksiyon planlarını oluşturmasıdır. Bu planlar dâhilinde,
şirketler hem kendi iç dünyasında güçlü ve zayıf yönlerini fark eder, hem de
dış çevreyi analiz etme olanağını bulur.
Yönetimde planlama, bir şirketin liderlik ekibinin hedefler oluşturması ve bu hedeflere ulaşmak için izleyebilecekleri adımları ana hatlarıyla belirlemesidir. Planlama süreci, şirketin kaynaklarını ve finansmanını analiz etmeyi, piyasa eğilimlerini araştırmayı veya risk analizleri yapmayı içerebilir. Şirketler, hedeflerine ulaşmak için uyabilecekleri kilometre taşları ve son tarihler de dahil olmak üzere ayrıntılı bir eylem planı oluşturabilir. Ayrıca olası zorlukları tahmin edebilir ve ortaya çıkarsa bu sorunları en aza indirmek veya ortadan kaldırmak için çözümler geliştirebilirler.
Stratejik Planlamanın temel aşamaları nelerdir?
Stratejik planlama süreci,
bir organizasyonun başarılı olabilmesi için izlenmesi gereken önemli bir
adımdır. Bu süreç, organizasyonun hedeflerini belirlemek, veri toplamak ve
analiz etmek, stratejiler geliştirmek, uygulamak ve kontrol etmek gibi
aşamalardan oluşur.
En
etkili planlama türleri, stratejik planlama, operasyonel planlama, proje
planlama, finansal planlama, pazarlama planlama, satış planlama ve üretim
planlama gibi ayrılmaktadır.
Plan
sabit bir çerçeve sunarken, planlama bu çerçevenin nasıl oluşturulacağı ve
gerektiğinde nasıl adapte edileceği ile ilgili sürekli bir süreçtir.
Stratejik Planlama süreci aşağıdaki aşamalarda gerçekleşir:
1. Durum Analizi Yapılması.
2. Misyonun, Vizyon ve Örgütsel Değerler ve İlkelerin
Belirlenmesi.
3. Amaçların Saptanması,
4. İç Çevre Analizler,
5. Dış Çevre Analizleri,
6. SWOT
7. Şirket Stratejilerinin Belirlenmesi
8. Şirket Stratejilerin Değerlendirilmesi ve Seçimi,
(Amaç, Hedefler, Stratejiler ve Politikalar)
9. Fonksiyonel Stratejilerin planlaması,
10.
Stratejik Planın
Uygulaması, (Eylem Planları, Kaynak Dağılımı)
11.
Uygulamaları
Değerlendirme ve performans ölçümü.
Stratejik planlama sürecini incelemek için yukarıda sözünü
ettiğimiz aşamaları daha detaylı bir biçimde ele alınması gereklidir.
Bu
süreç genellikle amaçların saptanması, olanakların araştırılması, seçeneklerin
belirlenmesi, en uygun seçeneğin seçilmesi, plan hedeflerinin belirlenmesi ve
planın denetimi olmak üzere altı ana adımdan oluşur. Her adım, planın başarılı
bir şekilde uygulanabilmesi için kritik öneme sahiptir ve birbirleriyle sıkı
bir şekilde bağlantılıdır. Amaçların belirlenmesi, planlamanın yönünü ve
kapsamını tanımlar; olanakların araştırılması, mevcut kaynakları ve
kısıtlamaları anlamayı sağlar; seçeneklerin belirlenmesi, farklı yolların
değerlendirilmesine olanak tanır; en uygun seçeneğin seçilmesi, verimliliği ve
etkinliği artırır; plan hedeflerinin belirlenmesi, somut sonuçlara odaklanmayı
sağlar ve planın denetimi, sürecin doğru ilerlediğini ve gerektiğinde düzeltmeler
yapılabileceğini garanti eder. Bu aşamalar, planlamanın sadece bir kez yapılan
bir işlem olmadığını, aksine sürekli bir süreç olduğunu ve başarıya ulaşmak
için düzenli olarak gözden geçirilmesi ve güncellenmesi gerektiğini vurgular.
Orta
Doğu Teknik Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi, Şehir ve Bölge Planlama Bölümü de
Prof. Dr. Melih Ersoy ‘Planlama Kuramına Giriş’ kitabında Özel Sektörde
Stratejik Planlamanın bölümün de yazısında stratejik planlamanın özel sektörde
geliştirildiği ve özel sektörün ile kamu kurumlarının da kullanıldığını
yazmakta. “Özel sektörde gelişen stratejik planlama, arzulanan bir geleceğin yaratılabileceği
varsayımına dayanır. Arzulanan geleceğe giden yol (süreç), belirsizliklerle /
sürprizlerle doludur. Ancak, elimizde süreçteki belirsizliklere uyum
gösterebilecek stratejiler içeren bir plan varsa, başarıya ulaşmak mümkündür.
Hayal edilen gelecek, stratejik planlama yazınında “vizyon” şeklinde
adlandırılmaktadır. Vizyona giden yolda, bazı kararlar diğerlerinden daha
“yaşamsal” öneme sahiptir (stratejik karar). Bu kararlar yoluyla,
stratejik plan istenen geleceğe yönelik bir yön / güzergâh tarif eder. Özel
sektörde çalışan bir firma, vizyonu esas alarak, hangi eylemde bulunacağına ve
bulunmayacağına karar verir”. [74]
Stratejik
planlamanın ayırt edici özelliklerini şu şekilde sıralamaktadır.
-
Eyleme yönelik
olma,
-
Planlama sürecine
geniş çaplı ve farklı kesimlerin katılımı,
-
Dış çevredeki
fırsat ve tehditleri; iç çevredeki güçlü ve zayıf özellikleri dikkate alma,
-
Mevcut ve
potansiyel rakipleri dikkate alma.
Stratejik
planlama ile bütünleşen anahtar kavramların eylem (action), katılım
(participation), SWOT (GZFT) analizi, rekabet (competition) olduğu
görülmektedir
Kuruluşun, İSG İş Güvenliği Yönetim Sistemlerinin etkili
şekilde uygulanması ile proseslerin işletilmesi ve kontrolü için, İK Prosedürü
veya Organizasyonel prosedürünü hazırlayıp, görev tanımların hazırlanması
yapılırken, yeterliliklerine ve yeteneklerine göre hazırlanmasın da dikkat
edilecek hususları belirleyerek personellerin görev ve sorumluluklarını
aksatmadan yerine getirmelerini sağlamak. Belirlenen kişileri görevlendirmesi
atamalarını ve “Görevlendirilme Listesini” hazırlayarak yayınlanmasını
sağlamak. Atamalar organizasyon şemasındaki ilgili pozisyonlar için atama
listesiyle yapılmakta tek tek atama yazısını hazırlamaktır.
Hayatın her alanında olduğu gibi, işyerinde de mutlaka
değişik sorunlar oluşur ve onların çözümü
gerekir. Bu sorunlar çözülmez ve birbiri üstüne binerse verim ve çalışan
memnuniyeti düşer. Kuruluşların başarısızlıklarımızın ana nedeni plansız acele
olarak yapılan işlerde saklıdır. Bu
başarıya ulaşmanın ilk adımının organize yapılanmanın için, günün şartlarını
yerine getirebilmesi için; kuruluşa ve yapısına uygun, iyi örgütlü, Senge’nin
dediği “Değişen gerçekliklere sürekli olarak uyum sağlayabilen şirketler kurmak
ve çağımızın öne çıkan organizasyonel öğrenme sorunu diyebileceğimiz
sürdürülebilirlik yeni düşünme ve yürütme biçimlerini gerekli kılıyor. Buna ek
olarak organizasyonlar daha bağlantılı hale geliyorlar ve bu da geleneksel
yönetim hiyerarşilerini zayıflatırken sürekli öğrenme, yaratıcılık ve uyum
sağlama konularında yeni imkanlar doğuruyor.” [75]
Yirminci yüzyılın ikinci yarısından başlayarak üretim ve
bilgi teknolojilerinin küresel finans süreçlerinin ve rekabetin alabildiğine
karmaşıklaşması her nevi üretim organizasyonunda “değişimi” bir yönetim alanı
olarak ortaya çıkardı. Günümüzde ‘Organizasyonel Öğrenme’, acımasız rekabetin
ve beklenmedik birçok faktörel belirsizliklerin olağanlaştığı piyasalarda
kuruluşların başarılı yolculuklarında önemli bir yetenek olarak ilgi ve dikkat
çekmeye başladı. Böylece ‘Organizasyonel Öğrenme’ çalışmalar dikkat çekerken,
organizasyonel öğrenme, değişim yönetiminin de çok önemli başlıklarından biri
haline geldi.
Organizasyonel öğrenme farklı disiplinlerle oluşmuş alan
olması, sosyoloji, psikoloji, yönetim, endüstri ekonomisi gibi alanların
uzmanlarının her biri, organizasyonel öğrenmeyle ilgili olarak kendi
alanlarıyla ilişkili teoriler ve içerikler geliştirmişlerdir. Bilgi işleme,
organizasyonel değişim, organizasyonel kültür ürün, inovasyonu ve strateji
uygulamaları gibi farklı oluşumların gelişmesi ve değişik alanlarda
kullanılması, organizasyonel öğrenmede birçok farklı içerik çeşitlenmesine yol
açmıştır.
Bunların toparlanıp kuruluşa uygun hale getirilmesinin
gerekliliği kaçınılmaz olmuştur. Bu da bireysel olarak öğrenmeden
organizasyonel yapıda öğrenmeye yönelik çok katlı öğrenme içeriği çözümlemeleri
çeşitliliğine gereklilik duymuştur.
Organizasyonel öğrenme sürecinin birbirini tamamlayan,
destekleyen, bireysel, grupsal ve organizasyonel öğrenme süreçlerinin tamamını
kapsayan organizasyonel öğrenme sürecinin, bilgilerin ortaya çıkarılması,
bilgilerin paylaşılması, bilgilerin tartışılması, değerlendirilmesi ve
uygulanacak bilgiler de ortaklaşma (kabul edilebilir ortak kabul), ortaklaşılan
bilgilerinin uygulanması ve ilgili süreçlere katılması, süreçlerin tüm adımı
itibarıyla, kayıt altına alınması gerekir. Çalışmalar, organizasyonel öğrenme
sürecinin farklı adımlarını ve bu adımların nasıl uygulanacağını
detaylandırırken, bu sürecin organizasyonun genel performansını nasıl
iyileştirebileceğine dair öneriler sunar. Organizasyonel öğrenme, aynı zamanda,
çalışanların ve yöneticilerin ortak değerler, terminoloji, davranış ve iş
stratejisi üzerinde anlaşmaya vararak kuruluşu geleceğe taşıma konusunda uyumlu
hale gelmelerini sağlar.
Belirli bir zaman aralığında, hedeflenen bir sonuca
ulaşmadaki sapma olasılığı olmadığın da risklerin, çoğunlukla tam ve net olarak
bilinemez ya da öngörülemez belirsizlikleri var olabilir.
Risk ve fırsatlar belirlenirken; Sistem prosesleri içerisinde
nasıl entegre edileceği, uygulamanın nasıl yapılacağı ve nasıl
değerlendirileceği hususları göz önünde bulundurulmalıdır. Kuruluşun hem
riskleri hem fırsatları ele almak için, aksiyonları yönetim sistemi
proseslerine nasıl entegre edeceğini ve uygulayacağını, bu faaliyetlerin
etkinliğinin değerlendirilmesini planlaması gerekecektir. Faaliyetler kuruluş
genelinde izlenmeli, yönetilmeli ve görülen eksikliklerin acil olarak
giderilmesi gereklidir. Kuruluşun hedeflerine ulaşmak için yolunuza çıkabilecek
risk engellerini önceden öngörüp, olabildiğince ortadan kaldırılması veya önlem
alınması sağlanmalıdır. Böyle bir yaklaşıma da “Risk Tabanlı
Düşünme=Risk Yönetimi” demeliyiz.
Türk Dil Kurumuna göre, ‘Standart’
1. sıfat Belli
bir tipe göre yapılmış veya ayrılmış; ölçün, ölçünlü, tek biçim, tek tip.
2. sıfat Belirli
ölçülere, yasaya, kullanıma uygun olan; ölçün, ölçünlü.
3. sıfat Örnek
veya temel olarak alınabilen; ölçün, ölçünlü.
4. isim Bir
işletmede, bir ürünü, bir çalışma yöntemini, üretilecek miktarı, bütçenin para
miktarını belirlemek için konulmuş kural.
Standart,
İngilizce "Standard" kelimesiyle ifade edilen bir kavramdır.
Bu kavram Türkçeye İngilizceden geçmiş uluslararası düzeyde kullanılan bir
kavramdır.
Standart:
Uzlaşı ile oluşturulmuş, yetkili bir kuruluş tarafından onaylanmış, ortak ve
tekrarlı kullanım için, kurallar, prensipler veya faaliyetlerin özelliklerini
ya da sonuçlarını belirleyen, belirli bir konu veya kapsamda en elverişli
düzenlemenin elde edilmesini amaçlayan dokümanlardır.
Temelinde
standart, bir şeyi yapmak için kararlaştırılan yoldur. Bu, bir ürünün
imalatı, bir sürecin yönetilmesi, bir hizmetin sağlanması veya malzemelerin
tedarik edilmesini içerebilir, kuruluşlar tarafından üstlenilen ve müşterileri
tarafından kullanılan bir dizi faaliyeti kapsayabilir.
Standart
iş, süreç performansının (Kalite, Maliyet, Zaman) tekrarlanabilir olması için
değişkenlik asgaride olmalıdır. Her defasında aynı sonucu almak
alınabilmelidir. Sürecin standart sayılabilmesi için iş sırasının belirli, iş
temposunun müşterinin talep hızına (takt) göre ve akış düzenin (ara stokların)
sabit olması gerekir.
Türk Dil Kurumuna göre, ‘Standardizasyon’
Standartlaşma.
Standardizasyon, belirli bir faaliyetle ilişkin ekonomik fayda
sağlamak üzere bütün ilgili tarafların yardım ve iş birliği ile belirli
kurallar koyma ve bu kuralları uygulama işlemidir. Standardizasyon, aslında
toplumun kalite ve ekonomikliği arama çalışmalarının sonucu olarak ortaya çıkan
bir faaliyettir.
Standartlaşma
sürekli gelişimin temelini oluşturmaktadır. Yetkinliklerin kurumun her köşesine
eşit ve dengeli yaygınlaşmasını sağlar. İş yapış tarzı tekdir ve duruma göre
değişmez. Yaşananlardan edinilen bilgi ve tecrübeler paylaşılır ve kalıcılığı -yazılı-
olarak sağlanır.
Standart
ve Standardizasyon kavramının çeşitli tanımları vardır. Uluslararası
Standardizasyon Teşkilatı (ISO) tarafından yapılan tanımlara göre, Standart;
üretimde, anlayışta, ölçme ve deneyde bir örnek sağlanması işlemine denir. Standardizasyon;
belirli bir faaliyetle ilgili olarak ekonomik fayda sağlamak üzere bütün ilgili
tarafların yardım ve iş birliği ile belirli kurallar koyma ve bu kuralları
uygulama işlemidir.
Standart
üretim ile öncelikli olarak can ve mal güvenliği hedeflenmektedir denilebilir. Standardizasyon
çalışmalarının temelini insan hayatı ve güvenliği oluşturmaktadır. Böylece;
standardizasyonla sağlanan kalitenin temel hedefi insanın can ve mal
güvenliğinin korunması ve yaşam kalitesinin yükseltilmesidir. Standardizasyon
ile bir insan olarak tüketicinin beklentilerinin daha iyi karşılanması ve refah
düzeyinin yükseltilmesi amaçlanmaktadır.
“Bugünün
standartları yarınki gelişmelerin üzerine oturacağı
temellerdir. Standartlaştırmayı bugün bildiğiniz en iyi haliyle ama
mutlaka yarın geliştirilmesi gereken bir yaklaşım ile ele alırsanız
mükemmelleşme yolunda ilerleyebilirsiniz. Ama standartlaştırmayı mevcut
sınırlar içinde dondurulması gereken en iyi yol olarak düşünecek olursanız
ilerleyemezsiniz.” (Henry Ford, 1926)
“Standardın
olmadığı yerde iyileşme olmaz.” (Taiichi Ohno)
Standartlaşma,
bir kuruluşta belirli süreçlerin, ürünlerin veya hizmetlerin tutarlı ve verimli
bir şekilde gerçekleştirilmesi için belirli standartların oluşturulması ve
uygulanmasıdır. Bu, kaliteyi artırmak, verimliliği sağlamak ve hataları
minimize etmek amacıyla yapılır. Standartlaştırılacak mal ya da hizmet için
kabul edilecek temel ölçü ve niteliklerin belirlemesiyle; madde, mamul, metot
ve hizmetleri belirlenen ölçü ve sınırlara uygun olarak bir örnek hal meydana
getirme işlemidir. Standartlaştırma için temel ölçü ve kurallar;
şekil, görünüş, boyut, hacim, tat, renk, sertlik, direnç, kimyasal bileşim gibi
öznelerdir. Standartlaşma, değer elamanlarının karşılaştırılabileceği
belirli fiziksel nitelikler ve kimyasal bileşimlerin belirlenmesi ve sadeleştirme
zamanıdır.
Eğer
süreciniz kişilere veya makinelere göre değişkenlik gösteriyor ve farklı
metotlar kullanılıyor ise yapılan iyileştirmeler de ancak zaman zaman
kullanılacak, çoğunlukla da sonradan unutulup gidecektir.
Bu nedenle ulaşılan seviyeyi korumak ve sürekli iyileştirmek için sırası ile
·
Standardı
oluşturma/revize etme
·
İstikrarı sağlama
·
İyileştirme
çalışmaları ile standardı bir üst seviyeye çıkartma adımlarını gerçekleştirmek
ve bu döngüyü sürekli işletmek gerekir.
Standartlaşma
Nasıl Sağlanır?
1.
Mevcut Süreçlerin Analizi: İlk adım, mevcut süreçlerin detaylı bir şekilde
analiz edilmesidir. Bu, süreçlerin güçlü ve zayıf yönlerini belirlemeye
yardımcı olur.
2.
Standartların Belirlenmesi: Analiz sonuçlarına dayanarak, süreçlerin nasıl
standartlaştırılacağına dair kurallar ve yönergeler oluşturulur.
3.
Dokümantasyon: Belirlenen standartlar yazılı hale getirilir ve tüm çalışanlara
duyurulur. Bu dokümanlar, süreçlerin nasıl yürütüleceğini adım adım açıklar.
4.
Eğitim ve Uygulama: Çalışanlara yeni standartlar hakkında eğitim verilir ve bu
standartların günlük iş akışına entegre edilmesi sağlanır.
5.
İzleme ve Değerlendirme: Standartların uygulanması sürekli olarak izlenir ve
gerektiğinde iyileştirmeler yapılır.
İş Sağlığı ve Güvenliği, Planlama Adımları
Güvenli
bir çalışma ortamı yaratmak ve sürdürmek kuruluşlar için yüksek önceliktir. İSG
Kanunu uyarınca, işverenlerin güvenli bir işyeri oluşturma, sürdürme, kontrol,
denetle ve düzenlemelere uyma sorumluluğu vardır. Planlama her iş yeri için son
derece önemlidir. İSG için planlama ise bir gerekliliktir. Plan adımları ise şu
şekilde oluşturulmalıdır.
İş
Sağlığı Uygulama İlkeleri
a)
Uygun işe yerleştirme
b)
İşyeri ortam faktörlerinin değerlendirilmesi ve kontrolü
c)
İSG risklerinin değerlendirilmesi ve kontrolü
d)
Aralıklı kontrol muayenesi
e)
İşyerinde sağlık hizmeti ve eğitimi
Olası
Tehlikeleri Ortadan Kaldırın
İşyerini,
bilinen fiziksel ve kimyasal tehlikelerden uzak tutun. İSG standartlarına,
kurallarına ve düzenlemelerine uygun olduğundan emin olun. Çalışanlara uygun
vücut mekaniği, forklift güvenliği, hangi KKD’nin gerekli olduğu ve diğer
düşmeleri önleyebilecekleri yolları hatırlatmak için dijital uyarı tabela
sistemlerini kullanın. Çalışanları potansiyel sorunları veya güvenlik
ihlallerini tespit edip bildirmeye ve bu sorunların çözülmesi için adımlar
atmaya teşvik edin.
Tüm
Çalışanların Eğitimli Olduğundan Emin Olun
Kuruluş,
tüm çalışanlara anlayabilecekleri bir dil kullanarak güvenlik eğitimi
sağlamalı. Bu eğitim tüm yeni çalışanlara verilmeli, mevcut çalışanlara veya
çalışanlar iş değiştirdiğinde tazeleme eğitimleri sunulmalıdır.
Çalışanların
Uygun Ekipmana Sahip Olduğundan Emin Olun
Çalışanların
güvenli alet ve ekipmanlara sahip olduğundan, Acil Durum halinde ne, nerede,
çalışacağı, hangi ekipmanları kullanacağından ve ekipmanın bakımını uygun
şekilde yaptığından emin olunmalıdır. İşyeri görsel veya dijital uyarı
tabelaları, yaralanmaların önlenmesini sağlayabilen etkili bir araçtır.
Tehlikeli, yanıcı ve patlayıcı maddelerin doğru şekilde kullanılması,
kilitleme, etiketleme veya makine koruması konusunda farkındalığı artırın.
Görsel
Güvenlik Yardımları ve Mesajları Kurgulayın
Çalışanları
potansiyel tehlikelere karşı uyarmak için, Güvenlik uyarı işaretleri kullanın. Ek olarak,
tüm çalışma ve dinlenme alanlarına İSG posterleri yerleştirin. Önemli güvenlik
bilgilerini, güncellemeleri ve mesajları yayınlamak için dijital tabelaları
kullanın.
Statik
posterlerin aksine, dijital tabela acil durumlarda inanılmaz derecede yararlı
olabilir. Bunu cep telefonlarına ve bilgisayarlara izin verilmeyen alanlarda
çalışanları anında uyarmak veya bilgilendirmek için kullanabilirsiniz. Günlük
veya haftalık işyeri güvenlik ipuçları yayınlamak, çalışanları yeni kurallar ve
düzenlemeler konusunda güncel tutmak için dijital tabelayı kullanabilirsiniz.
Aylık
İSG Toplantıları Düzenleyin
Üst
düzey yönetimden üretim bölümündeki çalışanlara kadar farklı departmanlardan
çalışanlardan oluşan bir işyeri sağlık ve güvenlik komitesi oluşturun. Komite
en az ayda bir kez toplanmalıdır. Çalışanları ve üst düzey yönetimi, güvenlikle
ilgili her konu hakkında bilgilendirmelidir. Önemli güvenlik güncellemelerini
tüm iş gücünüzle paylaşmak için dijital uyarı tabela sistemlerinizi kullanın.
Çalışanlardan geri bildirim almak için ayda bir departman veya şirket çapında
güvenlik toplantıları düzenleyin. Çalışanlardan düzenli geri bildirim almak
faydalıdır. Yöneticilerin gözünden kaçabilecek potansiyel tehlikelere karşı
açar.
İSG
Önlemlerini Bir Kültür Haline Getirin
Güvenlik
bir oyun değil evet. İş sağlığı ve güvenliğini şirket kültürüne dahil etmenin
bir yolu da eğitimleri eğlenceli hale getirmektir. Güvenlik temalı bilgiler,
testler ve teşvikler, ekip çalışmasına yönelik etkinlikler gayet sonuç veren
girişimlerdir.
Planlama, geleceğe
yönelik olarak, istenilen hedeflere ulaşmak amacıyla, sistemli eylem
programları hazırlama süreci; Plan da “bir amaca ulaşmak için geliştirilen
işlemler nelerin olmasıdır.
İş Sağlığı ve Güvenliği Programı Geliştirme
İş
Sağlığı ve Güvenliği Önlemlerinin Geliştirilmesi için, tüm faaliyetlerin iş
sağlığı ve güvenliğine uygun olarak yürütülmesinin sağlanması amacıyla, şirket
ve ülke genelinde, orta ve uzun vadede, iş sağlığı ve güvenliği bilincinin
artırılması ve bunun bir şirket kültürü olarak benimsenmesi öncelikli hedef
olmalıdır.
Bu
doğrultuda, şirketlerin üst yönetimi İş Sağlığı ve Güvenliğinin çalışanları
tarafından ne kadar ciddiye alındığının bilinmesi amacıyla, tüm sağlık ve
güvenlik hedeflerini, sağlık ve güvenlik performansını geliştirme karar ve
iradesini açıkça ortaya koyan bir iş sağlığı ve güvenliği sistemi oluşturmalı
ve iş sağlığı ve güvenliği önlemlerinin geliştirilmesini sağlamalıdır.
Tehlikeli
durumları gidermek, güvensiz davranışları düzeltmek ve oluşabilecek kazaları
önlemek amacıyla yapılan işin niteliğine ve üretim araçlarının işlevine uygun
olarak koruyucu çeşitleri saptanmalı ve en etkin olanı seçilmelidir.
İşyerinde
Tehlikelerin Değerlendirmesi
Bir
güvenlik programı geliştirmenin ilk adımı, işyerindeki potansiyel tehlikeleri
tanımlamaktır. Bu, çalışanlara zarar verebilecek bu risklerden kimlerin,
nelerin, ne şekilde ve hangi şiddette zarar görebileceği
belirlenir açısından çalışma ortamının, süreçlerin ve ekipmanların
incelenmesini içerir.
Tehlike
Değerlendirmesinin Sonuçlarında Güvenlik Politikaları ve Prosedürleri
Geliştirin
Potansiyel
tehlikeler belirlendikten sonra, bu riskleri ele almak, azaltmak için
politikalar ve prosedürler oluşturun. Bu politikalar, çalışanların uyması
gereken kuralların yanı sıra alınması gereken gerekli koruyucu ekipman veya
güvenlik önlemlerini de özetlemelidir.
Çalışanları
Güvenlik Politikaları ve Prosedürleri Konusunda Eğitim
Tüm
çalışanlara, belirlenen güvenlik politikaları ve prosedürleri konusunda
kapsamlı eğitim verin. Çalışanların bu kuralların önemini anladığından ve
görevlerini güvenli bir şekilde yerine getirebilecek bilgi ve becerilerle
donatılmış olduğundan emin olun.
Güvenlik
Programını Düzenli Olarak Denetleyin ve Gerektiğinde Güncelleyin
Denetlemelerin
düzenli olarak değerlendirerek, çalışma ortamın da ki teknolojide ki veya
sektör düzenlemelerindeki değişikliklere ayak uydurmak için gerekli
düzenlemeleri yapın. Periyodik güvenlik denetimleri yapın ve çalışanları yeni
tehlikeleri veya iyileştirme önerilerini bildirmeye teşvik edin.
Sonuç
olarak, ‘İş Sağlığı ve Güvenliğinin’ temel amacı, sağlıklı ve güvenli
çalışanların, üretimin ve iş yerinin, sağlıklı ve güvenli bir ortamın
sağlanmasıdır. Sağlıklı ve güvenli çalışma ortamı sağlamak için küçük yaşlarda
bu yönde eğitimler verilerek güvenlik kültürü bilinci kazandırılmalıdır. İş
Sağlığı ve Güvendiği konu alanları; Sağlık, Tehlike, Risk, Güvenlik, Önlem,
Acil durum, Emniyet, Korunma, İş Sağlığı ve Güvenliği, Görev ve Sorumluluklar,
Ekipman, Trafik kuralları olarak belirlenmiştir. Çalışma sonucunda okul öncesi
eğitim programında, sağlığı korumaya ilişkin tutum geliştirme ve güvenlik
farkındalığını kazandırma yönünde önemli kazanımlara yer verilmelidir.
Kuruluşlarda Oluşabilecek Problemlerin Çözümlenmesi
Günümüzde
iş dünyasında karşılaşılan sorunların karmaşıklığı göz önüne alındığında,
sadece belirgin belirtilere odaklanmak yerine, sorunların temelinde yatan
gerçek nedenleri anlamak büyük önem taşır. İşte bu noktada, kök neden analizi
bize derinlemesine ve kalıcı çözümler sunma imkânı tanır.
Problem
nedir denildiğin de TDK Güncel Türkçe Sözlüğünde şöyle açıklıyor.
Fransızca problème
1. isim, matematik Teoremler
veya kurallar yardımıyla çözülmesi istenen soru; mesele.
2. isim- sorun.
3. sıfat, mecaz Davranışları
normal olmayan ve özel olarak eğitilmesi gereken (kimse). Demekte.
Cumhuriyet
sonrası var olan demokrasi sisteminde, uygulanacak yeni eğitim anlayışını
temellendirmek ve demokratik topluma uygun yeni öğretmen kadrosunu yetiştirme
konularında, fikirlerinden yararlanmak üzere dönemin maarif vekaleti İsmail
Safa, Amerikalı tanınmış
bir filozof ve eğitimci John Dewey’e bir
mektup yazarak kendisini Türkiye’ye davet etmiştir. Ziyaret 1924 yılı 19
Temmuz-10 Eylül ayları tarihleri arasında, gerçekleşmişti. Türkiye’ye gelip eğitim konulu rapor
hazırlayan John Dewey’in felsefesi enstrümantalizme dayanır. Buna göre,
insanların çeşitli hal ve hareketleri, şahsi ve sosyal meselelerini çözmek için
yarattıkları birer alet sayılabilir. Meseleler boyuna değiştiğine göre, bunları
halledecek aletlerin de aynı şekilde değişmesi gerekir. Dewey’e göre “problem,
insan zihnini karıştıran, ona meydan okuyan ve inancı belirsizleştiren her şey olarak
tanımlanmaktadır.” [76]
Problem
Çözme, Kök Neden Çözümlemesi
Kurtuluşta
ki bir sorunun; yalnızca hata veya uygunsuzluk olarak tanımlanması
yaklaşımından farklı olarak, sorunun neden ortaya çıktığını belirlemek şeklinde
tanımlayabiliriz.
İş
hayatında problemlerimizi çözememişin nedeni konulara çok dağınık açıdan
bakmamız ve konuları daha komplike hale getirmemiz ve asıl kök nedene
ulaşamayızdır.
Kök
neden özümlemesi sürecinde bir iş sorununu veya durumu ele alırken, yalnızca
yüzeydeki belirgin nedenlere değil, aynı zamanda daha derin ve temel nedenlere
odaklanma yöntemidir. Bu çözümleme, bir işletmenin veya organizasyonun etkinlik
ve verimliliğini artırmak, süreçlerini optimize etmek ve tekrarlayan
problemleri çözmek için güçlü bir araçtır. Kuruluşlar, temel nedenlerin çözümlemesi
ile anlayarak tekrarın önlenmesi ve süreçlerin iyileştirilmesi için etkili
çözümler bularak uygulamaya koymalıdır.
Gerçeklik
ilkesi aslında Problem çözme demektir. İnsan doğduğunda ihtiyaçlarını
karşılamak için problem çözme mekanizması olarak egosunu oluşturmaktadır. İnsan
her zaman farkında olmasa bile gerçek durumu değerlendirmektedir. Gerçeklik
İlkesi, ortamı değerlendirmektir. Ego tamamen akıllıdır, ancak ahlaksızdır. Problem
çözmek istediğiniz zaman aynı gerçeklik ilkesinde olduğu ilk aklınıza gelene
odaklanmadan bütün çevre koşullarını değerlendirerek hareket etmek
gerekmektedir.
2020
yılına kadar İTÜ Uçak ve Uzay Bilimleri Fakültesi’nde Dekan olarak görev yapan
Prof. Dr. Metin Orhan Kaya’nın web sitesinde, 11 Nisan 2024 tarihin de ‘Kök
Neden Analizi (RCA)’ isimli makalesinde anlattıklarına bakarsak: Kök neden analizi (RCA) (Temel neden
analizi (RCA), sorunları
gidermek için kullanabileceğiniz özel bir tekniktir. Bu teknikle, sorunun ana
nedenini tespit etmek için bir dizi adım kullanarak sorunu analiz edersiniz.),
Kök neden analizi diğer adıyla Temel neden analizi; tipik olarak temel
nedenleri belirlemek ve önceliklendirmek için beyin fırtınası, veri analizi ve
nedensel faktör çizelgesi oluşturma gibi yöntemleri içerir. Sürekli iyileştirme
ve problem çözmeyi teşvik etmek için, kuruluşların ekonomik ve finansal
yapısallığı, üretim, sağlık hizmetleri, mühendislik ve bilgi teknolojisi dahil
olmak üzere çeşitli alanlarda yaygın olarak kullanılmaktadır.
Bilim
ve mühendislikte hataları onarmanın ve sorunları çözmenin iki yolu vardır.
‘Düzeltici
Yaklaşım’ ile sorun ortaya çıktıktan sonra
belirlenen sorunları, iyileştirilmesi için, düzeltici ve takibinde önleyici
tedbirleri alarak, hızla tepki vermekten gerekir.
‘Önleyici
ve İyileştirici Yaklaşım’, sorunların
ortaya çıkmasını önlemek ve devamında, Kök neden çözümlemesi ile önleyici ve
iyileştirici yaklaşımda bir sorunun temel nedenini, yani ana neden olan
faktörün nedenlerini belirlemek ve bir daha hatanın veya sorunun tekrar olmaması
için yapılan süreçtir.
Kök
neden çözümlemesinde yer alan temel adımlarında öncelikli olarak adımlara
bakalım.
- Sorunların Belirlenmesi, bu adımda
belirtilerin ne, nasıl, niçin olduğu ne gibi sorunlara neden olduğunu tam
olarak belirlenmesi.
- Verilerin Toplanması, sorunun ne zanlarda,
nerede, kimin veya neyin oluşturduğunu prosedürler ve süreç akışları
incelenmesi doğrultusunda arayarak ortaya çıkartınız.
- Olası nedenleri belirtiniz, Beyin fırtınası
ile yen fikirlerin oluşması ile kapsamlı araştırmayla nedenlerini ve katkısı
olan olumsuzlukları belirleyerek, yeni fikir ışıklarının ortaya
çıkartılmalıdır.
- Nedenlerini daraltın, Hangilerinin soruna
önemli ölçüde katkıda bulunduğunu ve gizli nedenlerini sıklıkla, ciddi ve
inandırıcı olduğu faktörleri göz önünde bulundurarak değerlendirin.
- Kök neden çözümlemesini gerçekleştirilmesi ile
daha derinliğine inilerek asıl sebebi bulun. “5 Neden” tekniği, hata ağacı
analizi, balık kılçığı diyagramları (Ishikawa diyagramları) ve Pareto çözümlemesi,
vb. çözümlemeler den biri veya birkaçı ile bulabilirsiniz.
- Düzeltici ve iyileştirici eylemlerin
geliştirilmesi, belirlenen temel verilere dayanarak, etkili bir şekilde ele
almak için belirli eylemler veya çözümler geliştirin. Düzeltici ve iyileştirici
eylemler, sorunun tekrarını önlemeyi ve genel sistem performansını
iyileştirmesi, üretim zamanını kısalmasını sağlayabilirsiniz.
- Çözümlerin uygulanması, düzeltici ve
iyileştirici eylemleri uygulamaya koyunuz. Etkinliğinin artması için mevcut
süreçlerde ki değişlikleri yaparak, çalışanlara duyurulması ile nasıl ve nereye
bakılacağı konusunda gerekli eğitimlerin verilmesi gerekir.
- İzleme
ve değerlendirme, iç denetimler ile uygulama koyulan işlemlerin devamlı
izlenmesi ile etkinliğinin artırılması gerekliğini değerlendirilmesi, karara
bağlanması için geri bildirimler ve yeni oluşan bilgilerin de harmanlamasıyla,
yeni düzeltmelerin kararını vermek gerekir.
- Süreci ve diğer prosedür, formlar, talimat,
vs. belgelenmesi ve ilanı, belgelerde yapılan tüm değişikliklerin ve bunların
belgelenmesiyle ilan edilip kuruluş için de ki çalışanlara duyurulması,
gerekirse eğitimlerin verilmesi gereklidir.
Kök
Neden Çözümlenmesi, genellikle önleyici yaklaşımda bir sorunun temel nedenini,
yani ana neden olan faktörü belirlemek için kullanılır. Temel adımları
şunlardır.
Sorunu
Tanımlayın: Çözümleme
gerektiren sorunu veya olayı açıkça ifade edin. Bu adım belirtileri tanımlamayı
ve etkilerini anlamayı içerir. Üretim hattından çıkan ürün de ki hata artışı çözümlemesi,
gereken sorun olarak tanımlıyor. Tanımlama, üretim hattında ki kişiye
yükleniyor. Kusur belirtilerin de yanlış
hizalanmış parçalar, ölçülerin uyumsuzlukları, kaplama hataları ile eksik
olumsuzlukların verilerini sadece imalat yüklenemez. (İncelenmesi gerekli
olanlar: Makine bakımı, malzeme tanımlaması, tedarikçi seçimindeki yanlışlık,
yapılacak ürünün AutoCAD çizimde ki yanlışlık, çalışanlarının eğitimi, vb.)
Veri
Toplayın: Sorunun ne zaman ve nerede meydana
geldiği, kimin dahil olduğu ve hangi faktörlerin soruna katkıda bulunmuş
olabileceği de dahil olmak üzere sorunla ilgili bilgileri toplayın. Veri
toplama yöntemleri; üretim kayıtları,
kalite kontrol raporları, çalışan geri bildirimleri ve müşteri şikayetleri
dahil olmak üzere çeşitli kaynaklardan görüşmeleri, gözlemleri, dokümantasyonun
incelenmesini ve veri çözümlemelerini içerebilir.
Olası
Nedenleri Belirleyin: Beyin
fırtınası yapın ve sorunla ilgili olası nedenlerin veya katkıda bulunan
faktörlerin bir listesini oluşturun. Kapsamlı bir değerlendirme sağlamak için
farklı bakış açılarına sahip bireylerin görüşlerini teşvik edin.
Kök
Nedeni Belirleyin: Sorunun gerçek
nedenini ele alın. Etkilerinden ziyade sorunun temel nedenini tanımlamaya
odaklanın.
Kök
neden; herhangi bir problemin arkasında yatan temel sebep olarak
tanımlanabilir. Kök neden tespit edilip ortadan kaldırıldığı durumda, kök
nedenin yol açtığı problemin tekrar etmesi de önlenmiş olacaktır. Problemlerin
altında yatan kök nedenleri tespit etmek üzere gerçekleştirilen süreç ise “Kök
Neden Çözümlemesi (Root Cause Analysis)” olarak isimlendirilmektedir.
Kök neden çözümlemesi sonucunda, problemin ne olduğu ve nasıl oluştuğunun yanı
sıra, neden oluştuğu sorusunun da cevabı ortaya konulmaktadır. Problemin neden
oluştuğunun anlaşılması, ileride problemin tekrarını önlemeye yönelik öneriler
sunulabilmesi için gereklidir.
Kök
neden ve temel çözümlerini yaparken teknik çözümlemelerini de yapılmasının
gerekli olduğun unutmamalıyız.
Problem
çözme, kök neden ve temel çözümleme araştırma yöntemlerinde birçok uluslararası
yöntem uygulanmakta. Bunlardan en bilinen ve etkili olan yöntemler aşağıdaki
gibidir.
Problem
çözme tekniklerinde en sık kullanılan yöntemler,
-
Sebep Sonuç Analizi
(Cause & Effect Analysis).
-
Beyin Fırtınası
-
Balık Kılçığı
Diyagramı (Ishikawa diagram, Fishbone).
-
5N 1K Analizi.
-
5 Why.
-
Akış Diyagramları
-
Altı Şapka
Düşünme Tekniği
-
Veri Toplamak ve
Analiz
-
Karar Diyagram
-
Kontrol Diyagramı
-
Pareto Analizi.
-
8D
-
SCAT analizi vb.
Sebep Sonuç Analizi, 5 Why, Balık
Kılçığı Diyagramı gibi, teknikler kök neden analizine
odaklanır.
Beyin Fırtınası ve Altı Şapka Düşünme gibi, yaratıcı yöntemler ise çözüm seçeneklerini genişletmeye
yöneliktir.
5N 1K, Veri Toplama ve Analiz, Akış
ve Karar Diyagramları, Kontrol Diyagramı gibi yöntemler, süreci tanımlama, ölçme ve izleme aşamalarında
kullanılır.
Pareto Analizi, SCAT Analizi, 8D gibi
yöntemler, ise genellikle kalite iyileştirme ve
sistematik problem çözme süreçlerinde kullanılır.
Özellikle 8D (8 Discipline Method),
otomotiv ve üretim sektörlerinde sık kullanılan, ekip tabanlı bir problem çözme
sürecidir.) ise iş sağlığı ve güvenliğinde olay analizinde tercih edilen
sistematik bir modeldir.
SCAT
(Systematic Cause Analysis Technique) sistemi
SCAT (Systematic Cause Analysis
Technique), özellikle iş sağlığı ve güvenliği alanında kullanılan sistematik
bir olay analizi yöntemidir. Temel amacı, bir kazanın ya da istenmeyen
olayın yalnızca yüzeydeki nedenlerini değil, temel (kök) nedenlerini de
ortaya çıkarmaktır. Böylece benzer olayların tekrar yaşanması önlenebilir.
SCAT Nasıl Çalışır?
SCAT yöntemi, bir olayın analizini şu
adımlarla yapar:
- Olayın Tanımı
- Ne oldu? Kim, ne zaman, nerede,
nasıl etkilendi?
- Gözlemler, fotoğraflar, tanık
ifadeleri toplanır.
- Doğrudan Nedenlerin Belirlenmesi
- Olayı doğrudan tetikleyen
faktörler: örneğin ekipman arızası, dikkatsizlik, kaygan zemin.
- Dolaylı Nedenlerin Belirlenmesi
- Eğitim eksikliği, bakım
yetersizliği, prosedür eksikliği gibi olayın oluşmasına zemin hazırlayan
koşullar.
- Temel (Kök) Nedenlerin
Belirlenmesi
- Yönetim sistemindeki
eksiklikler, kültürel sorunlar, iletişim kopuklukları gibi daha derin
yapısal nedenler.
- Düzeltici Faaliyetlerin
Geliştirilmesi
- Sadece semptomları değil, kök
nedenleri hedef alan önlemler alınır.
- Uygulama ve İzleme
- Faaliyetlerin uygulanması,
takibi ve etkinliğinin değerlendirilmesi.
5N1K Sorgulama Tekniği: Yaşanan problemi anlamak için, olayın nasıl meydana
geldiğini bulmak, bilgi toplarken ve bir konuyu araştırırken kullanılan bir
yöntemdir. Bir tartışmayı genişletmek, araştırmanızı kapsamı bütünleşik,
bulgularınızla düzenlemek veya raporlar oluşturmak için bu çerçevede
kullanırsınız. Günümüzde eğitim alanında sıklıkla kullanılır. Bu sorular,
cevapları bilgi toplamada temel olarak kabul edilen sorulardır.
İzmir’in Menemen ilçesinde, Eski Görece köyünün kuzeyindeki
sarp kayalıklarda, “Görece Kale” diye bilinen Temnos antik kentinde doğan
Hermagoras’ın Temnos ’un gelmiş geçmiş en ünlü yurttaşı ise belagat (retorik)
sanatının kurucularından biri olarak anılmaktadır. Hermagoras’a göre ön savı
oluşturan bir sorunun 7 koşulu vardı. Kişileri ve eylemleri içeren belirli bir
olayın tanımlanması için önce bu 7 koşul belirlenmelidir. Kısaca bugün
kullanılan ‘5N1K Yöntemi’ MÖ. Yıllarda Anadolu Topraklarında doğması da
topraklarımızda ki uygarlığın ilkçağlardan bu yana geliştirdikleri yöntem ve
metotlara bir örnek teşkil etmektedir.
5N1K tekniğini kullanmak, bir konu hakkında kapsamlı ve
derinlemesine bilgi edinmek istediğinizde oldukça faydalıdır. 5N= Ne? Niçin
ve Nasıl? Neden? Nerede? Ne zaman? 1K= Kim? ‘5N1K Yöntemi’ bir “Planlama
Metodudur.” “Yöntem Metot Analiz Anahtarı” da denir. Yöntem ve
değerlendirme gibi süreçlerde kullanılmaktadır. Bireylerin bir olayın veya bir
kavramın anahtar noktalarını “Ne?” Konuyu, “Nerede?” Mekân ve
yerin kavramını, “Ne Zaman?” süre ve süreçleri, “Nasıl?” ve “Niçin?”
Yöntemin nasıl olmasını, “Kim?” İlgili ve sorumlu kişileri belirler,
sorularını sorarak düşünmeye yönlendirir. Bu sorular ile ayrıntılı bir biçimde
düşünüp ortaya çıkarılmasını amaçlar. Bu soruları sormak, olayın bağlamını,
sebeplerini ve sonuçlarını daha iyi anlamanıza olanak tanır. Ayrıca, bu teknik
bir projeyi planlarken veya bir problemi çözerken de kullanılabilir. Her bir
"N" ve "K", projenin veya problemin farklı yönlerini ele
almanızı sağlar. Hataların ve başarısızlıkların
ana nedeni plansız olarak yapılan işlemler ve işlerde saklıdır. Böylece, daha stratejik planlama ve
düzenli bir yaklaşım geliştirebilirsiniz. 5N1K, bilgi toplama ve karar verme
süreçlerinde etkili bir rehber olarak işlev görür.
Kuruluşlar
gelir tablosu, bilanço, nakit akış tablosu gibi finansal raporların verileri,
incelenerek değerlemesi yapılır. Ayrıca kuruluşun büyüme potansiyeli, rekabet
avantajları, pazar payı ve yönetim kalitesi gibi faktörler de temel analizde
yer verilen unsurlardır. Yatırımın temellerinden biri olarak kabul edilir ve
farklı yatırım araçlarının değerini belirlemeye yardımcı olur. Temel analiz,
aşağıdaki adımları içerir.
-
Kuruluşun
Finansal Tabloların İncelenmesi:
Şirketin gelir tablosu, bilanço ve nakit akış tablosu gibi finansal raporlarına
bakarak şirketin gelirini, giderlerini, varlıklarını, borçlarını ve nakit
akışını değerlendirir. Bu veriler, şirketin karlılığını, büyüme potansiyelini
ve mali sağlığını anlamamıza yardımcı olur.
-
Kuruluşun
Faaliyet gösterdiği Sektör Analizi:
Şirketin faaliyet gösterdiği sektörün araştırılması önemlidir. Endüstri
trendleri, rekabet durumu, büyüme potansiyeli ve diğer sektör özellikleri,
şirketin performansını etkileyebilecek dış faktörleri yorumlamamıza yardımcı
olur.
-
Kuruluşun
Yönetim Ekibinin İncelenmesi:
Şirketin yöneticilerinin deneyimi, geçmiş başarıları ve şirkete olan bağlılığı
gibi faktörleri değerlendiririz. Uygun bir yönetim ekibi, şirketin başarısını
olumlu yönde etkileyebilir.
-
Kuruluşun
Rekabet Avantajlarının Araştırılması:
Şirketin benzersiz ürünleri, marka değeri, patentleri veya dağıtım ağı gibi
rekabet avantajları var mı diye bakarız. Bu faktörler, şirketin uzun vadeli
kazancını etkileyebilir.
-
Ekonomik
Koşulların ve Makroekonomik (ülkenin
veya bölgenin tüm ekonomisini ele alan ve ulusal gelir, üretim, tüketim,
işsizlik, enflasyon vs. ekonomik inceleyen bilim dalı) Göstergelerin Değerlendirilmesi: Faiz oranları, enflasyon, işsizlik oranı gibi
faktörler, şirketin performansını etkileyebilir. Bu nedenle, genel ekonomik
durumu anlamak önemlidir.
Örnekleme
verirsek: Üretim Hattındaki bir operatörün montajı tamamlanan doğal gaz
kombisinin denetimim de ki personel, kombinini tüm bağlantılarını ve yanıcı gaz
artıklarının çalışma ortamı çıkına bağlı olduğu kontörü sonrası doğal gaz
vanasını açarak kombiyi ateşleyerek, kontrolleri tamamlar. İş bitimi sonrası
doğal gaz vanasını kapatır. Deneme hattını boşaltır. Bu bölümde bir zaman sonra
yangın oluşur. Yapılan Kök neden çözümlemesinde hangi verileri incelenir.
Yangın
müdahalesinden sonra yerel itfaiye ve Kuruş, acil müdahale ekip çalışanlarının
hazırladığı raporun da müdahale sırası, doğal gaz vanasının açık şekilde oldu
ve yangına müdahale edenlerin vanayı kapattığına dair verinin olduğu dikkate
alarak, verilerin incelenmesin de doğal gaz kombisi denetimi sırasında mı
olmuş. - HAYIR. Denetim sonrasında her şey ve her yerlerde ki işlem eksikliği
veya kaçak kontrolü yapılmış mı? – EVET. Doğal gaz vanasının açık olduğu yangın
raporunda görüldüğü, Doğal gaz montaj sonrası deneme prosedürü ve talimatlarına
bakıldığın da İşlemler bitince doğal gaz vanasının prosedür ve talimatlar da
yazdığı gibi kelepçe ile kapalı olmasının emniyetine alınması yazmakta.
Burada
temel kök nedenin doğal gaz vanasını neden açık olduğudur. Kelepçe ile emniyete
alınan vana neden açıktı? Prosedür ve talimatlarda, kelepçenin anahtarı nerede
ve kimdedir gibi soruların cevaplarının aranması gereklidir.
Bu
uygulama; 6331/ 16,17,18,30 sayılı kanun gereğince Çalışanların İş Sağlığı ve
Güvenliği Eğitimlerinin Usul ve Esas Hakkında Yönetmeliğin Madde 12 (1)
fıkrasında geçen "Eğitimin verimli olması ve çalışanların kolayca
anlayabileceği şekilde teorik ve uygulamalı olarak düzenlenir"
ibaresini karşılamalıdır.
Makina
Emniyeti Yönetmeliği (2006/42/AT), Tanımlar kısmı Madde 4, c bendi ne uygun
olması gereklidir. Ayrıca vana kilidinin TS standartlarına uygun üretime uygunluna
da olmasına dikkat edinmelidir.
Başka
bir örnekleme: A düğmesine basmak yerine B düğmesine bastığını ve bunun
sonucunda fabrikada bir kaza meydana geldiğini düşünelim. Yüzeysel yapılacak
bir inceleme, bu problemin sebebinin insan hatası olduğunu belirtecektir. Ancak
çözümleme bu noktada bırakılacak olursa, bu tarz problemlerin tekrar
edilmesinin önüne geçilmemiş olacaktır. Yapılması gereken şey, operatörün neden
bu hatayı yaptığını ortaya koyup, bunun tekrarını önlemek için gerekli
önlemlerin alınmasıdır.
Aynı
örnek üzerinden devam edecek olursak, operatörün bu hatayı neden yaptığını
sorgulamamız gerekir. Aşağıda sıralanan sebepler bu örnek olayın kök sebepleri
olabilir:
–
Operatörün basması gereken düğmelerin üzerindeki etiketlerin okunaklı olmaması
ve bu sebeple operatörün yanlış düğmeye basmış olması.
–
Operatörün yapması gereken işlemle ilgili yeterli bilgiye sahip olmaması, bu
sebeple basması gereken düğmeyi karıştırmış olması.
–
Operatörün günlerdir fazla mesai yapması sebebiyle, aşırı yorgun ve dikkatsiz
olması, bu nedenle yanlış düğmeye basması.
Kök
neden çözümleme problemler ortaya çıktıktan sonra işletilen bir süreç olduğu
için reaktif bir yöntem olarak tanımlanmaktadır. Uçak kazalarından, üretim
sektöründe oluşan kalite problemlerine kadar geniş bir uygulama alanına
sahiptir. Sonuç olarak kök neden çözümlemesi yapılarak, problemlerin altında
yatan asıl nedenler tespit edilebilir ve kalıcı çözümler üretilip problemlerin
tekrarı önlenebilir.
Günümüz
iş dünyasında karşılaşılan sorunların karmaşıklığı göz önüne alındığında,
sadece belirgin semptomlara odaklanmak yerine, sorunların temelinde yatan
gerçek nedenleri anlamak büyük önem taşır. İşte bu noktada, “kök neden analizi”
bize derinlemesine ve kalıcı çözümler sunma imkânı tanır.
Günümüzde
küreselleşen dünyada kuruluşlar rekabet avantajı sağlamak, ayakta kalabilmek ve
müşteri memnuniyetini artırmak için; İSG de müşteri istek ve beklentilerini
karşılamasını gerektirir. Kısaca, değişen müşteri talebini önceden
hissedebilmek için, ‘Aktif Yaklaşım’ yerine ‘Proaktif Yaklaşım’ ile sağlamaktır.
Müşteri isteklerine hızlı bir şekilde cevap verebilmeli bunu da Müşteri
İlişkileri Yönetimi (CRM- Customer relationship management) bir şirketin
mevcut ve potansiyel müşterilerle etkileşimini yönetmek için kullanılan bir
yaklaşımdır. Bu sistem, müşteri verilerini toplar, bağlar ve analiz eder.
Müşteriyle ilgili tüm verileri içerir, örneğin satın almalar, hizmet talepleri,
varlıklar ve teklifler. CRM, işletmelerin müşteri odaklı yaklaşım
benimsemelerine yardımcı olur ve müşteri ilişkilerini geliştirmeyi hedefler. Bu
sayede sadık müşterilerle güçlü ve etkili ilişkiler kurulabilir, iş sonuçları
iyileştirilebilir.
İSG
de müşteri istek ve beklentilerini karşılamasını gerektirir. İSG de istenen
şartlar da minimum stokla çalışmak, ilk defada-bir kerede, ‘Zamanında-Tam Zamanında’
(justin time), her defasında-her zaman, her yerde, uymak ve
uygulamaktır. ‘Yalın Üretim’ (Lean
Production) Yüksek seviyede
verimlilik ile çalışmak, kısaca bunu yaşam biçimi haline getirmek gereklidir. İSG
bir yatırımdır., önemlidir, çalışanların tatminidir, verimlilik ve güvenliktir,
etkili olmaktır, bir program ve plana uymaktır veya benzer sistem analizleri
ile belirlemesi gereklidir. Bu bir süreçtir.
İSG
deki felsefi düşünce: Kuruluşta ki yaşantıda, düşüncede ki derinlikte, sevgide
ki cömertlikte, sözcüklerde ki gerçeklikte, firma da ki düzende, eylemle de ki
etkide, doğru zaman da ki doğru harekette gösterir. Kurumda çalışanlar
beklentilerini karşılamak veya daha fazla aşmak amacıyla kurumsal süreci
sürekli iyileştiren, kurum çalışanlarını yetkilendiren ve bir takım değer ve
ilkeleri kapsayan bir İSG yönetim sistemidir. İSG yönetim sisteminin
benimsenmesi, kuruluşun bütünsel başarısını iyileştirmeye ve sürdürülebilir
gelişme girişimleri için sağlam bir temel sağlamaya yardımcı olan, stratejik
bir karardır. Farklı yönetim sistemleri ile uyumluluk sağlanabilir
olabilir. Dokümantasyonların diğer sistemlere ile uyumluluk içinde olması
sağlanmalıdır. Kuruluşun uyması gereken tüm yasa ve yönetmelikler de ilgili
dokümanlarında (Prosedür, Süreçler, vs.) açıklanmalıdır. Uyulması gereken
ilgili mevzuatın öncelikli olanları belirtilmelidir. ATF 16949 Otomotiv Kalite
Yönetim Sistemi, ISO 45001 İş Sağlığı ve Güvenliği Yönetim Sistemi, ISO 27001
Bilgi Güvenliği Yönetim Sistemi ve ISO 22301 İş Sürekliliği Yönetim Sistemi vb.
Standartlarında 4. Maddede tanımlanan Kuruluşun Bağlamı (Çevresi/Yapısı) detaylı
incelenmelidir.
Burada
sadece ISO 9001:2015 Kalite Yönetim Sistemi’nin 4. Maddesi ve bentlerine
baktığımız da ‘risk ve fırsat yönetimi’ ile ilgilidir. Bu madde,
kuruluşların riskleri analiz ederken aynı zamanda fırsatları da belirlemesini
gerektirir. Kısaca, iş süreçlerini ve faaliyetlerini kapsayan riskleri ve
fırsatları tanımlamak önemlidir. Bu sayede, riskleri bilen ve gerekli tedbirleri
alan kuruluşlar sürekli iyileşme fırsatını elde edebilirler.
ISO
9001:2015 Kalite Yönetim Sistemi Standardının 4.1 maddesi. “Kuruluşun ve
İçeriğinin Anlaşılması” olarak adlandırılır. Bu madde, bir organizasyonun kendi
yapısını ve içeriğini anlamasını gerektirir. Ayrıca, dış kaynaklı süreçlerin
kontrolünün sağlanmasına da vurgu yapar. Kuruluşların hayatta kalmak için,
içinde bulundukları çevre ile iyi ilişkiler kurması önemlidir. Kuruluşlar ve
çevreler arasında karşılıklı çıkarlar söz konusudur. Kuruluşlar içinde
bulundukları çevreyi etkileyebileceği gibi, çevre de Kuruluşları doğrudan ya da
dolaylı etkileyebilir. Kuruluşun İç Çevresi: “Kuruluş Sahipleri,
Ortaklar,” “Kuruluş Çalışanları, Yöneticiler “, Kuruluşun Sektörel Çevresi:
“Tüketiciler, Tedarikçi Kuruluşlar, İkame
ürünler, Rakipler,” Kuruluşun Ulusal
Çevresi: “Devlet, Toplum, Kurumlar, “Kuruluşun Uluslararası Çevresi: “Gidilen
ülke pazar ve tüketicileri ile ilişkiler, Gidilen ülkedeki resmî kurumlar ile
ilişkiler, Gidilen ülkedeki ekonomik ve ticari anlaşmalar, Çok uluslu kuruluşlar
“olarak görmeliyiz.
Durumsal Çözümleme (Situational Analysis): Durum analizi, bir şirketin gidişatını
etkileyen iç ve dış faktörlerin belirlenmesinde
kullanılan bir analiz türüdür. Özellikle güçlü ve zayıf yönler, fırsatlar ve
tehditler gibi stratejik noktaları belirlemeye yardımcı olur.
Planlama
sürecinin ilk adımıdır ve “neredeyiz?” sorusuna cevap verir. Kuruluşun yasal
yükümlülükleri ve faaliyetleri, yeteneklerini, müşterilerini, potansiyel
müşterilerini, iş ortamını ve kuruluş üzerindeki etkilerini açıkça, tanımları
ile ortaya koyar. Paydaşların beklenti ve önerileri değerlendirilir. Kuruluşun
içi ve kuruluş dışı analizler yapılarak kurumun gelişim alanların (sorun
alanları) belirlenir. Kuruluşun güçlü ve zayıf yanlarını ve sağlığını
etkileyebilecek her türlü fırsat ve tehdidi (SWOT ÇÖZÜMLEMESİ) belirlemek için
yararlı bir araçtır
Durumsal
çözümleme, rasyonellik ilkesi çerçevesinde tanımlanan belirli durumlarda işi
yapanların nasıl davranış göstereceklerini tahmin etmeyi amaçlayan bir
çözümleme biçimidir. Bu yöntem, genellikle karar verme süreçlerinde kullanılır.
Durumsal çözümleme, belirli bir durumun içindeki faktörleri çözümleyerek, işi
yapanların bu durumda nasıl davranabileceğini anlamaya çalışır. Bu, stratejik
planlama, karar verme ve hedeflere ulaşma süreçlerinde faydalı olabilir.
Söylenenleri
yapıp gözlemleyen şirketler pazar pozisyonlarını nasıl bileceklerine ve
kazanacaklarını bilirler. Ama bunları bilmeyen veya hiç ilgilenmeye (biz en
iyisini biliriz) diyen her şirket ortaya çıkabilecek fırsatlardan
yararlanabilir mi? Durum çözümlemesi, bir
işletmenin güçlü ve zayıf yönlerini ve pazarda nasıl rekabet edebileceğini
belirlemesine yardımcı olur.
Durum
çözümlemesi, bir kuruluşun iç ve dış çevresine ilişkin bilgilerin toplanması,
değerlendirilmesi ve düzenlenmesi sürecidir. Durum çözümleme yapmanın bazı
önemi durumları şöyledir: Karar verme sürecini bilgilendirme, Güçlü ve zayıf
yönlerin belirlenmesi, Fırsat ve tehditlerin belirlenmesi, Rekabet ortamının
anlaşılması, Stratejik planlama için bir temel sağlar, Ekibin katılımını ve
ilham almasını sağlamak, İş hedeflerinin belirlenmesi, her analizin, karar
vericiler tarafından geliştirilen ve yetkilendirilen bir uygulama planına sahip
olması gerekir.
Kuruluşun,
amacı ile ilişkili olan, dış ve iç tehdit edebilecek konuları belirlemesi
gerekecektir; yani ilişkili konular nedir? Hem iç hem dış kurulusun yaptıkları
ve çalışanların üzerinde etkisi olan, İSG yönetim sisteminin istenilen
çıktılarına ulaşma kabiliyetini etkileyebilecek olan konuları ‘SWOT Analizi’,
güçlü yönler, zayıf yönler, fırsatlar ve
tehditlerin değerlendirilmesini içeren bir durum analizi sürecidir. ‘25C
Analizi’, firmaların makro ve mikro çerçevelerini değerlendirmek için
kullandıkları bir çözümlemedir. ‘Porter’ın 5 Kuvvet Analizi’,
şirketlerin sektörlerindeki rekabet güçlerini değerlendirmelerine ve sektör
yapıları ile tedarikçi ve alıcı güçlerine göre stratejik planlama yapmalarına
yardımcı olur. ‘PESTLE Analizi’, işletmelerin faaliyet gösterdiği dış
çevreyi değerlendirmek için kullanılır. ‘VRIO analizi’, işletmelerin hangi
kaynak ve becerilerinin en değerli ve nadir olduğunu ve bunların rekabet
avantajı elde etmek için nasıl kullanılabileceğini belirlemelerine yardımcı
olur. ‘QuestionPro analiz’, sürecinizde size yardımcı olabilir. Anket
yazılımıyla hedeflerinize uygun bir anket oluşturup tasarlayabilir ve
işletmenizin durum çözümlemesi için verileri çözümlememizi sağlar.
Durum
çözümlemesi yapmak, bir kuruluşun mevcut durumunu anlamak ve potansiyel
fırsatları ve zorlukları bulmak için iç ve dış çevresi hakkında bilgi toplamak
ve analiz etmek anlamına gelir. Durum analizi yaparken:
-
Kapsam ve çözümleme
hedefini belirleyin: Hangi alan veya konuda durum çözümü yapmak istediğinizi
belirleyin.
-
İç ve dış
faktörleri belirleyerek gerekli verileri toplayın: İşletmenizin içindeki güçlü
ve zayıf yönleri, dış faktörleri (ekonomik, sosyal, teknolojik, hukuki,
çevresel) tanımlamayı belirleyiniz.
-
Verilerin
analizini yapın: Topladığınız verileri analiz edin. ‘SWOT’ analizi, ‘PESTLE’
analizi, ‘Beş Güç’ analizi gibi yöntemleri kullanabilirsiniz.
-
En önemli
fırsatları ve zorlukları kontrol ederek belirleyip özetleyiniz: Analiz
sonuçlarını gözden geçirin ve önemli noktaları özetleyin.
-
Stratejiler önerin,
planlayın ve tavsiyelerde bulunun, bulguları raporlayınız: Durum analizine
dayanarak stratejiler geliştirin ve uygulamaya başlayın.
Yukarıda
ki adımları takip ederek kuruluşunuzda ki durumunu daha iyi anlayabilir ve
gelecekteki kararlarınızı daha bilinçli bir şekilde alabilir.
Günümüz iş dünyasında karşılaşılan sorunların
karmaşıklığı göz önüne alındığında, sadece belirgin semptomlara odaklanmak
yerine, sorunların temelinde yatan gerçek nedenleri anlamak büyük önem taşır.
İşte bu noktada, “kök neden analizi” bize derinlemesine ve kalıcı çözümler
sunma imkânı tanır.
Yönetimin
temel hedefi, tüm çalışanların bireysel, maksimum refahlarını sağlamak ve
böylece işverenin de maksimum refahını gerçekleştirmek olmalıdır.
Burada
“maksimum” ve “refah” kelimeleri, yaygın anlamlarında sadece işletme veya
sahipleri için büyük kâr payları olarak değil, işletmenin tüm birimlerinin
refahının sürekliliğinin sağlanması
için her yönden en mükemmel düzeye çıkarılması anlamında kullanılmaktadır.
Aynı
şekilde, bir çalışan için maksimum refah, sadece aynı düzeydeki işçilerden daha
fazla ücret alması değil, daha da önemlisi, maksimum verimlilik düzeyine
yükselmesidir. Böylece, genel anlamda
bir işçi, doğal yeteneklerinin imkân vereceği en üst düzeye çıkabilecek ve
gerektiğinde bu tür işleri daha sonra da yapabilecektir
Yönetim
sisteminin kurulması, ilgili standart şartlarının, kuruluş yapısı gözetilerek
karşılanacağı bir yapının oluşturulması anlamına gelmektedir. Bu amaçla
yapılacak sistem kurulum faaliyetlerinde, kuruluşların yapısına göre
farklılıklar olmakla birlikte genel olarak aşağıdaki adımlar izlenir. Öncelikle
kuruluş yöneticilerinin ve çalışanlarının yönetimi sistemi ve standart
konusunda bilgi sahibi olması gerekecektir. Bu aşamada, sistem kurulumunun bir
proje ekibi tarafından yürütülmesi ve çalışanlara yaygınlaştırılması faydalı
olacaktır.
Kuruluşun
iş süreçlerinin analiz edilmesi ve Yönetim Sistemi standart şartlarının
düzenlenmesi gerçekleştirilir. Bu noktada, standart şartları kadar, kuruluşun
verimliliği de göz önüne alınmalıdır. Çünkü sistem kurulurken tek amacımız
standart şartlarını karşılamak değil, aynı zamanda kuruluş ihtiyaçlarını da
karşılamaktır. Süreçler tanımlandıktan sonra dokümantasyon metotlarına karar
verilir, dokümante edilir, oluşturulacak kayıtlar belirlenir. Bu aşamada
yaptığımız şey aslında, kuruluşun çalışma kurallarını (prosedürler, talimatlar
vb.) belirlemektir.
Kuruluşun
misyonu, vizyonu ve politikalarının İSG Yönetim sistemi ile uyumlu hale
getirilmelidir.
Vizyon:
Üst Yönetim tarafından ifade edilen, kuruluşun olmak istediği durum. “Amacımız
nedir?”
Misyon:
Üst Yönetim tarafından ifade edilen, kuruluşun varoluş amacı. “Neden bu
şirketi kurduk?”, “Faaliyetlerimiz neler?”, “Kimlere hizmet veriyoruz?”
Kuruluş
Politikası: Kuruluşun Üst yönetim tarafından resmi olarak kabul ve ifade
edilen, İSG ile uyumlu bütün amaç ve yönlendirmesi içine alacak şekilde
düzenlemeli ve belirtilmelidir.
Kuruluşun
kendine has kuralları ve davranış kalıpları olabilir. Bunların kimisi yazılı
iken, çoğu da yazılı olmayan şekilde kendisini gösterir. Kuruluş içinde ki
insanların birbiriyle nasıl iletişim veya ilişki kuracağı, iletişim metotları,
dışarıdaki insanlara verilecek mesajların şekli, kime ne zaman nasıl
davranılacağı, liderle nasıl iletişim kurulacağı gibi yaklaşımlar, kurum
kültürünün birer parçasıdır. Etkileyen, belirli insan topluluklarınca
oluşturulan ve kurum çalışanları tarafından paylaşılan değerler, inançlar,
beklentiler, normlar ve semboller bütünüdür. Kurum kültürünün İSG ile uyumlu
olması gereklidir.
İnsanlığın
binlerce yıllık tarihi, modern zamanlar olduğu düşündüğümüz bugünden ayıran
nedir?
Cevabı
ise: İnsanın varlık sebebinin düşünme olduğunu anlamasıyla, bulup geliştirdiği
felsefe, retorik, metafizik, matematik, bilimi, teknoloji, kapitalizm ve
demokrasideki gelişmelerle ilgilidir.
Politikalar, Prosedürler, Talimatlar, Formlar ve 6S Endüstriyel
Disiplin
Politika, kuruluşların belirlemiş olduğu
amaçlara ulaşabilmesi için tespit ettiği stratejilerin uygulanması sürecinde,
çalışanların vermesi gerekli olan kararlara ve yapılması gerekli faaliyetlere
yol gösteren bir düşünce tarzı, kılavuz, pusula olarak tanımlanabilir.
Çalışanlar, bulundukları kuruluşta işlerin nasıl yapılacağını veya yapılması
gerektiğini bu politikaya uygulamaları doğrultusunda kararlarını bu doğrultuda
vererek işlerini yapmalarını, Politika, yol gösterici bir bilgiler dizesi
olduğundan ötürü, genellikle tekrar edilebilen, sık sık değişmeyen ve yönetim
uygulamalarıyla ilgili olarak hazırlanan yol haritasıdır.
Prosedür, Fransızca kökenli bir kelime olan
Prosedür sözcüğü Türkçede yaygın biçimde kullanılmaktadır. Taşımış olduğu anlam
üzerinden amaca uygun şekilde tek başına ya da cümle içerisinde
değerlendirilmektedir. Genelde günlük yaşamda anlamı kapsamında, 'İşlem ya
da yöntem' olarak ele alınmakta ve öne çıkmaktadır.
Prosedür,
belirli bir faaliyeti gerçekleştirmek veya bir amaca ulaşmak için izlenen
adımların ve yöntemlerin detaylı bir şekilde tanımlandığı
dokümandır. İşletmelerde, kalite yönetimi, üretim süreçleri, insan
kaynakları gibi çeşitli alanlarda kullanılır ve çalışanların görevlerini doğru
ve tutarlı bir şekilde yerine getirmelerine yardımcı olur.
İstenen
sonucu elde etmek için birlikte gerçekleştirilen bir dizi adımdır. Nihai sonucu
elde etmek için tekrarlayan bir yaklaşım, süreç veya döngü anlamına da geldiği
gibi bir şeyi başarmanın belirli bir yolu olma gibi bir misyona da
sahiptir, genellikle belirtilen sırayla gerçekleştirilen adımlarla, bir
görevi yerine getirmenin yerleşik bir yöntemidir. Süreç, ISO 9001:2000 Kalite
Yönetim Sistemi standardında “girdileri çıktı haline getiren birbirleriyle
ilgili ve etkileşimli faaliyetler takımı” olarak tanımlanmıştır. Bir
organizasyon içinde temelde bir görevi tamamlamak için tasarlanmış sıralı
eylemlere bağlı kalınır. İş dünyasında, tüm şirket
operasyonları proses (her faaliyet planlı ve sistematik bir
şekilde yürütülmelidir. Dolayısıyla her aşama birbirine bağlıdır.) adı
verilen kategorilere ayrılabilir. Bu prosesler, şirket prosedürlerinin yapı
taşlarıdır.
Prosedürün
içeriği: amaç, kapsam, tanımlar, sorumluluklar, uygulama ve ilgili
dokümanlar. Kuruluşlar politika ve prosedürlerini, ortaya
çıkabilecek problemlerin kök nedenlerinin çözümlemesini yaparak, edildiği
bilgilere göre ilgili süreçlere uygun politika ve
prosedürlerini belirlemeli, belirlediği kaynaklarına göre hazırlamalı ki
politika ve prosedürlerin etkin olmasını sağlanabilsin.
Prosedürler
bir işin NASIL, NEDEN, NE ZAMAN, KİM TARAFINDAN ve NEREDE yapılacağını detaylı,
tüm yol, yöntem ve yönleriyle açıklayan daha uzun sayılabilecek standart kalite
dokümanlarıdır.
Prosedür
Nasıl Hazırlanır?
1.
Amacın
Belirlenmesi: Prosedürün neden yazıldığını ve hangi amaca hizmet edeceğini
açıkça tanımlayın.
2.
Kapsamın
Belirlenmesi: Prosedürün hangi süreçleri veya faaliyetleri kapsadığını
belirtin.
3.
Adım Adım
Talimatlar: Faaliyetin nasıl gerçekleştirileceğini adım adım
açıklayın. Her adımın net ve anlaşılır olmasına dikkat edin.
4.
Sorumlulukların
Belirlenmesi: Hangi görevlerin kim tarafından yapılacağını belirtin.
5.
Gözden Geçirme ve
Onay: Prosedürü yazdıktan sonra, ilgili kişiler tarafından gözden geçirilmesini
ve onaylanmasını sağlayın.
6.
Yayın ve Eğitim: Prosedürü
ilgili tüm çalışanlara duyurun ve gerekli eğitimleri verin
7.
Bu adımları
izleyerek, işletmenizdeki süreçlerin daha verimli ve tutarlı bir şekilde
yürütülmesini sağlayabilirsiniz.
Prosedürler
yapılanlar, yapılmakta olanlar listesidir. Prosedür yönetim sistemlerinin
önemli bileşenleridir ve işletmelerin verimli ve etkili bir şekilde çalışmasını
sağlar. İşletmeler, prosedürleri uygulanabilir, güncel tutmalı ve sürekli
olarak gözden geçirmelidirler.
Prosedürler, bir işletmenin iş
süreçlerini tanımlarken, talimatlar ise bu süreçlerin nasıl uygulanması
gerektiğini açıklar. Bu nedenle, prosedürler işletmenin genel yapısını ve
süreçlerini tanımlarken, talimatlar ise bu süreçlerin nasıl uygulanması gerektiğine
dair detaylı bilgi sağlar.
Talimatlar
TDK sözlüğüne göre talimatın anlamı: Yönerge,
Görevin gerektirdiği türlü hizmetlerin başarıyla yürütülmesi için kumandan,
başkan veya daire başkanları tarafından verilen, o hizmetle ilgili sorumluluk,
düzen ve ilkeleri içine alan buyruklar demektedir. Talimat operasyonel
düzeydeki uygulamaların tarif edildiği dokümanlardır. Daha çok spesifik bazı
faaliyetleri anlatan dokümanlar olup çoğunlukla kurum çalışanlarına yazılı hale
getirilen bir spesifik bir işin nasıl yapılması gerektiğini tarif için kullanılırlar.
Görsel olarak şekil ve fotoğraflarla desteklenerek veya direkt olarak şekil ve
fotoğraflarla da verilebilen dokümanlardır. Talimatlar daha çok kısa,
açık, anlaşılır cümlelerle ve maddeler halinde yazılır, kesin ifadeler ve
emir kiplerinin kullanılması tercih edilmektedir.
Yapılacak bir işin adım adım anlaşılması ve
yapılmasını buyuran yazılı bilgilere talimat diyoruz. Talimat herkesin
anlayabileceği yapıda açık, net ve anlaşılır olmak zorundadır. Talimatlar NE
yapılması gerektiğine daha çok odaklanıp çoğunlukla emir kipinde olmaları ve
uyulması gereken kuralları listeleyen KIRMIZI ışıklardır. Talimatlar bir
yapılacaklar ve yapılmayacaklar listesidir. Talimatın, Prosedürden farkı
talimat gerçekte yapılması istenen şartların yazılı olduğu dokümanıdır. Talimat
"bu işi bu şekilde yap" demektir. Makineyi bu şekilde çalıştır, böyle
kontrol et şu şekilde kapat gibi. Talimatlar yönetim sistemlerinin önemli
bileşenleridir ve işletmelerin verimli ve etkili bir şekilde çalışmasını
sağlar. İşletmeler, talimatları kaliteli ve güncel tutmalı ve sürekli olarak
gözden geçirmelidirler.
Talimat kelimesinin güncel sözlük anlamı
yönergedir. Görevin gerektirdiği türlü hizmetlerin başarıyla yürütülmesi için
üst yönetim tarafından verilen, o hizmetle ilgili sorumluluk, düzen ve ilkeleri
içine alan yazılmış yapılması ve uyulması gereken yazılı dokümanlardır. Talimat
operasyonel düzeydeki uygulamaların tarif edildiği dokümanlardır. Daha çok
spesifik bazı faaliyetleri anlatan dokümanlar olup çoğunlukla alt düzeyde
görevli olan çalışanlar için yazılı hale getirilen bir spesifik bir işin nasıl
yapılması gerektiğini tarif için kullanılırlar. Görsel olarak şekil ve
fotoğraflarla desteklenerek veya direkt olarak şekil ve fotoğraflarla da
verilebilen dokümanlardır. Yazılı talimatlarda daha çok kesin ifadeler ve emir
kiplerinin kullanılması tercih edilmektedir. İşletmelerde onlarca farklı
proses, farklı ekipmanlar ve uygulama çeşitleri vardır. Bu çeşitlilik farklı
farklı riskleri ortaya çıkarmak, riskler ile mücadele konusunda çalışanların
bilgilendirilmesi gereklidir. Bunun için talimatlar da çalışanın yaptığı işe
uygun olmalıdır. İş Güvenliği Talimatları çalışanın işini nasıl daha güvenli
bir şekilde yapılacağını anlatır.
İş güvenliği talimatları, 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunun
2. bölümünde yer alan işverenin genel yükümlülüklerinin arasında yer alan
“Risklerden Korunma İlkeleri” ana başlıklı maddenin ‘ğ’ bendi” Çalışanlara uygun
talimatlar vermek. Bu maddenin; İşveren çalışanlarını tespit edilen risklerden
korunması adına anlaşılabilir bir dille yazılmış yazılı talimatlar verir.
İlgili maddelerden de anlaşılacağı gibi çalışanların işi gerçekleştirdikleri
sırada belirlenen riskler konusunda yazılı bir talimatının bulunmamasıdır
Talimatlar, belirli bir görevi yerine
getirirken izlenmesi gereken adımları ve kuralları ifade eder. İş sağlığı ve
güvenliği alanında, talimatlar çalışanların güvenliğini sağlamak ve iş
kazalarını önlemek için hayati önem taşır. Kuruluşun yerindeki tehlikeleri
azaltmak ve acil durumlarda doğru hareket tarzını belirlemek için hazırlanan
talimatlar, çalışanların riskleri anlamalarını ve uygun önlemleri almalarını
sağlar. İş güvenliği talimatları, işverenlerin çalışanlarına sağlıklı ve
güvenli bir çalışma ortamı sunma yükümlülüklerinin bir parçasıdır ve bu
talimatlar, iş yerindeki spesifik durumlar ve rutin prosedürler hakkında
detaylı bilgiler içermelidir. Talimatların etkin bir şekilde uygulanması, iş
yerindeki güvenlik kültürünün gelişimine katkıda bulunur ve hem çalışanların
hem de işverenlerin yasal sorumluluklarını yerine getirmelerine yardımcı olur.
Talimatlar, genellikle bir yetkili tarafından
belirli bir işin nasıl yapılması gerektiğini açıklayan yazılı veya sözlü
emirlerdir, iş sağlığı ve güvenliği alanında, işverenlerin çalışanlarına,
belirlenen risklerden korunmaları için anlaşılabilir bir dille yazılmış yazılı
talimatlar vermesi gerekmektedir. Bu talimatlar, çalışanların güvenliğini
sağlamak ve iş kazalarını önlemek için hayati öneme sahiptir. Ayrıca,
kuruluşlarda görevlerin hızlı ve hatasız bir şekilde yerine getirilmesi için
uyulması gereken kuralları içeren talimatlar da bulunmaktadır. Talimatlar, aynı
zamanda, bir iş yerindeki tüm çalışanların uyması gereken genel kuralları ve
prosedürleri de içerebilir. Bu nedenle, talimatlar, bir organizasyonun düzenli
ve verimli çalışmasını sağlamak için önemli bir araçtır.
İş Güvenliği Talimatları Nasıl Hazırlanır: İş
yerinde yapılan işlerin bazıları spesifik bazıları da rutin olarak herkesin
yaptığı işlerdir. İş Sağlığı ve İş Güvenliği Talimatlarını hazırlarken uyulacak
ilk kural çalışanların karşılaşacakları rutin durumları tespit etmektir.
Rutin durumlar, iş yerinde uyulması gereken
ortak disiplinler, yemekhane kuralları, soyunma odası kuralları, enerji
kullanım kuralları, asansör kullanım kuralları, hijyen kuralları, 4857 sayılı
İş Kanunu’nda yer alan çalışanların uyması gereken kurallar gibi durumlardır.
Spesifik durumlar çalışanın yaptığı işe özgü
riskler hakkında bilgi veren durumlardır. Çalışanın yaptığı iş bir makine ile
yürütülüyorsa makinenin güvenli çalışması ile ilgili bilgiler yer alabilir.
Eğer elle taşıma ile ilgili bir iş yapıyorsa doğru taşıma ile ilgili bilgiler
talimatlarda yer alabilir.
Form,
belirli bilgileri belirli bir sıra ve düzen içinde toplamak için tasarlanmış
bir belgedir. Bu belge genellikle kâğıt üzerinde veya dijital olarak
sunulabilir. Formlar, farklı alanlar için tasarlanabilir ve çeşitli amaçlarla
kullanılır:
Formların
Kullanım Alanları
- Bilgi Toplama: Formlar, kullanıcıların
belirli bilgileri girmesini sağlar. Örneğin, anketler, başvuru formları,
kayıt formları gibi.
- Veri Düzenleme: Toplanan bilgileri
düzenli bir şekilde saklamak ve analiz etmek için kullanılır.
- Geri Bildirim Alma: Kullanıcılardan geri
bildirim toplamak için kullanılır. Örneğin, müşteri memnuniyeti anketleri.
Form
Hazırlama Adımları
- Amaç Belirleme: Formun ne amaçla
kullanılacağını belirleyin.
- Soruları Hazırlama: Formda yer alacak
soruları ve alanları belirleyin. Soruların açık ve anlaşılır olmasına
dikkat edin.
- Düzenleme: Formun düzenini ve tasarımını
oluşturun. Gerekirse zorunlu alanlar ekleyin.
- Test Etme: Formu kullanmadan önce test
edin ve gerekli düzenlemeleri yapın.
- Yayınlama: Formu kullanıcılara sunun. Bu,
dijital formlar için bir bağlantı paylaşmak veya kâğıt formlar için baskı
almak olabilir.
6S, yalın
üretimde sürekli iyileştirme felsefesine dayanan bir yöntemdir. Sınıflama,
düzenleme, temizlik, standartlaştırma, disiplin ve iş güvenliği olmak üzere
altı temel adımdan oluşur. Kuruluşlarda ortaya çıkan iş gücü kayıpları ve
bunların sebepleri, temizlik ve düzenin sağlanması ve kurumsallaştırılması, iş
güvenliği risklerinin tanımlanması ve bu risklere karşı tedbirlerin alınması,
gelişen anormalliklerin derhal fark edilebileceği bir çalışma ortamının oluşturulmasına
ait bilgiler ve uygulama örneklerini verir. Hızlı değişim, büyüme, yoğun
rekabet ortamında, bazen durgunluk, kriz dönemlerinde kuruluşların sahipleri,
üst düzey yöneticiler detay işlerden kopmak durumunda kalacakları ve iyileşme
alanlarının tespiti, iyileşme yolunun bulunması, uygulattırılması
zorlaşacaktır. Bunun paralelinde çalışmaların, uygulamanın, sonuçların
gerektiği gibi takibi, değişikliklerin çözümlemesi, yeni çözümlerin
araştırılması, kuruluşun üretim proseslerinde, ürünlerde ki revizyonlar ve
iyileştirmeler bile zor hale gelebilir. Bu nedenle üst yönetimin olabildiğince
az müdahalesi ve desteğini gerektiren, alt kademelerin kendi kararları ile
harekete geçerek sürekli iyileşmelere yol açan, kendi kendini idare eden, kendi
kendini yönetebilme yetisine sahip alt kademelerin iyileştirme sistemleri
kurmaları gereklidir.
Bu sistem,
iş yerlerinde verimliliği ve kaliteyi artırmak, israfı azaltmak ve çalışma
ortamını iyileştirmek için tasarlanmıştır. 6S uygulamalarının performans
denetimi, kontrol listeleri ve puanlama sistemleri kullanılarak yapılır, yine
de iş güvenliği aşamasındaki iyileştirmelerin verimliliği artırıcı etkileri
olduğu ve verimlilik artırıcı çalışmaların iş sağlığı ve güvenliği konularında
iyileşmelere yol açtığı bilinmektedir. İyileşmeler müşteri taleplerinin
ötesinde rekabet gücü, hatta firmaların ayakta kalıp bir sonraki nesillere
taşınabilmesi için gereklidir. Başka bir açıdan bakıldığında iyileştirme
sistemlerinin müşteriye getireceği avantajdan çok firmanın kendisine katkı
getireceği düşünülebilir.
6S’in
İyileştirici Sistemler İçindeki Yeri
• Dünyada geniş yayılımlı olarak birçok sistem
kullanılmaktadır.
• Toplam
kalite yönetimi (TQM),
• Avrupa
Kalite yönetim modeli (EFQM)
• Türkiye’de
(Tüsiad-Kalder) gibi top yekûn mükemmellik modelleri vasıtası ile
değerlendirilip başvuran firmaları ödüllendirmekte kullanılmaktadır.
•
Japonlarsa; iyileşme üretimden başlar, felsefesini ortaya atan Toyota Üretim
Sistemi (TPS) ve Toplam Üretken Yönetim (TPM) gibi sistemleri ağırlıklı olarak
kullanır.
6S dünyada
geniş yayılımlı olarak kullanılmakta olan birçok sisteme alt çözümler sağlayan
önemli bir metottur.
Bir ülkede, bir iş yerinde iş sağlığı ve güvenliğinin (İSG’nin) ilk belirtisi “iş yeri temizliği ve düzeni” dir. Diğer bir ifade ile Japonların 5S olarak formülleştirdiği “tertip-düzen-temizlik” dir. İSG’ nin belirtisinin yani iş yeri temizliği ve düzeninin iyi olmamasının en önemli sonuçlarından biri kişilerin hemzemin ortamda (aynı seviyede) düşmesidir. Türkiye’de İş Kazalarının %7,3 – 8.9’u iş yerlerinde aynı seviyede (hemzemin ortamda) düşmekten kaynaklanmaktadır.
6S ve/veya endüstriyel disiplinin önceliği, birincil amaç “güvenlik”, ikincil amaç “verimlilik” korumaktır.
İSG Kavram ve Kurallarının Gelişimi, 3 temel amacı bulunur: çalışanları, Üretimin güvenliğini sağlamak, işletme güvenliğini sağlamak.
6S ve İş Güvenliği Arasındaki Benzerlik
İSG kavram ve kurallarının gelişimi açısından, ‘6S’ kuralı olarak dile getirilebilir. Burada sonradan eklenen 6. S sloganı Safety ‘Emniyet’ kelimesinden gelen güvenlik kavramıdır.
Tüm ayıklama, düzen ve kalite yönetim sistemlerini iş güvenliği ile ilişkilendirerek entegre etmek mümkündür.
Buna ‘6S’ ve/veya ‘Endüstriyel Disiplin’ de denilmesi daha doğru tanım da olabilir.
‘6S’ yöntemi, yalın üretimde kullanılan bir işyeri organizasyon yöntemi olup oldukça yaygın kullanılan 5S yöntemine iş güvenliğinin eklenmesiyle geliştirilmiştir bir sistemdir.
Ayıklama (Sınıflandırma), düzen ve temizlik adımları, Toplam Kalite Yönetimi ve İş Sağlığı ve Güvenliği uygulamaları ile doğrudan büyük benzerlik gösterip iç içe düşünülebilecek, entegre edilebilecek kavramlardır.
Risk değerlendirme çalışmalarında ortaya çıkan birçok riskin temelini düzensizlik ve kirlilik oluşturur. Bu nedenle etkili ve dikkatli bir ‘6S Endüstriyel Disiplin’ uygulaması, işyerlerin de sağlık ve güvenlik şartlarının iyileştirilmesi açısından oldukça önemlidir.
‘6’S, çalışma ortamının organizasyonu ve israfın yok edilmesine yardımcı olan ve bütün yalınlaştırma/ yeniden yapılandırma çalışmalarının merkezinde yer alan bir yöntemdir.
‘6S’nin amacı çalışılan ortamın temiz, düzenli, sağlıklı ve güvenli olmasını temin etmek ve bu şartları sürekli kılmaktır.
‘6S’in uygulanmadığı kuruluşlar genellikle düzensiz ve kirlidir.
Düzenlenmemiş alanlarda gelişi güzel dağılmış kutular, yarı mamuller ve/veya paketlenmiş ürünler bulunur. İhtiyaç duyulan araç, gereç ve donanımlar bulunamaz veya zor bulunur.
Ortam her an bir problem veya kaza olmasına müsaittir.
6S Adımları
Ayıklama – Toparlama- Sınıflandırma: Çalışma alanındaki gerekli ve gereksiz nesnelerin ayıklanması
Düzenleme- Yerleştirme: Yazılı bir kaynağa (veya malzemeye) 30 sn.de ulaşma
Temizlik: Bireysel Temizlik Sorumluluğu
Emniyet/Güvenlik: Ayıklama, düzen ve kalite sistemlerini iş güvenliği ile ilişkilendirmek
Standartlaştırma: İş yerinde ve depolama düzeninde netlik. Bilinen bir standarda veya norma uydurma, ayarlama, standardize etmek, standardizasyon.
Eğitim- Disiplin: 6S ‘i Günlük olarak uygulamak.
İş Sağlığı ve Güvenliği Standartlaşma ile başlar. Standartlaşma olmadan prosesleri doğru ölçmek mümkün değildir. Doğru ölçülemeyen proses yönetilemez ve iyileştirilemez. Dolayısıyla Endüstriyel Disiplin İş Sağlığı ve Güvenliği tekniklerinin temelini oluşturur.
Endüstriyel Disiplin sahada ve ofislerde, performans, konfor, güvenlik ve temizlik açılarından mükemmele giden yoldur. Çalışma ortamında israfın ve değişkenliğin azaltılması öncelikle olarak görsel işletmeler ile mümkündür.
Endüstriyel Disiplin Ölçüt Göstergeleri: İş güvenliği (sıfır kaza), verimlilik, kalite (sıfır hata), moral (çalışma alanında sürdürülebilirliğin sağlanması), zamanında teslim doğru zamanda doğru işler ile zaman yönetimi), makine performansı (sıfır arıza)
Risk nedir? Neye Risk veya Riskli Diyebiliriz? Risk Değerlendirmesi Nedir?
Risk; en eski insani tecrübelerden biridir. Geçmiş uygarlıklar, gelecekte karşılaşabileceği tehlikelere karşı önlem almaya çalışmışlardır. Ancak başvurdukları yöntem günümüz toplumundaki karar verme bilincine uygun değildir. Zira onlar, kâhin gibi kimselere danışmışlardır. Başlarına gelen musibetleri tanrıların öfkesi olarak yorumlamaları, bu durumu teyit etmiştir. Bundan dolayı günümüz insanında karar vermenin temel faktörlerinden biri olan risk, o toplumlar için pek önem arz eden bir kavram olmamıştır
Riskin tahmini geleceğini görmenin mümkün olmadığını, ancak olasılıkların doğru hesaplandığı bilimsel tahminler neticesinde akıllı kararlar alarak kontrolünü kendi yönümüzde zararsız hale getirebileceğimizi ileri sürebiliriz.
Kuruluşlar da işletme körlüğü sonucunda ortaya çıkan kabullenme meydana gelebilir. Dış göz olarak riskli, güvensiz ve tehlikeleri rahatlıkla tespit edip önlemlerin alınması sağlanmalıdır.
Türk Dil Kurumu sözlüğünde Risk kelimesi Fransızca kökenli bir kavram olup, ‘Fransızca risque’ Zarara uğrama tehlikesi; riziko
Risk veya riziko, bir olayın gerçekleşme olasılığı ve olaydan etkilenme olanağı. Değerler, fiziksel sağlık, toplumsal statü, duygusal durum ya da görülemeyen belirli bir eylem, aksiyon ya da eylemsizlik sonucu risk alındığında kazanılabilir ya da kaybedilebilir. Risk aynı zamanda belirsizlikle kasıtlı etkileşim olarak da tanımlanabilir. Belirsizlik olası, tahmin edilemeyen, ölçülemeyen ve kontrol edilemeyen sonuç olup; risk bu sonuca rağmen karar almanın bir neticesidir.
“Riskin nasıl algılanacağını, nasıl ölçüleceğini ve sonuçlarının nasıl değerlendirileceğini dünyaya göstererek, risk almayı modern Batı toplumlarını yönlendiren temel katalizörlerden biri haline getirdiler. Risk psikolojinin, matematiğin, istatistiğin ve tarihin en derin yönlerine nüfuz etmektedir. Risk esasında hayatın tamamlayıcısının kişilerin beğenisi arttıkça, çekiciliği yükselen, ayrılmaz bir parçası olduğu için çok eski dönemlerden beri insan ve hayat gündeminde var olmuştur.” [77]
Risk, yalnızca Yapılan işlerde, kullanılan araç-gereç donanımı veya yatırım alanındaki kararlarımızda değil, birçok alanda, hatta gündelik eylemlerimizde bile karşımıza çıkan bir kavram olmasına karşın, çoğu kez onu tanımlamakta, ölçmek ve değerlendirmekte ve hatta tanımakta zorluk çekeriz.
‘The Journal of Portfolio’ Dergisinin kurucu editörü Peter L. Bernstein burada bize ışık tutarken, konuya farklı bir tezle yaklaşıyor. "Modern zamanlarla karanlık geçmiş çağlar arasındaki ana çizgiyi tanımlayan devrimci fikir, insanın riski kontrol altına alarak ona hükmetmeyi öğrenmesidir." insanoğlunun "Riskin icadı" ile sigortacılıktan sermaye piyasalarına, mühendisliğe ve bilime kadar tüm alanların temelleri atılmıştır.
"Risk yönetimi bilimi eski riskleri denetim altına alırken, bazen yeni riskler yaratmaktadır. Risk yönetimine duyduğumuz güven bizi başka türlü göze alamayacağımız riskleri üstlenmeye teşvik eder. Bu birçok açıdan faydalıdır. Ancak, sistemdeki risklerin miktarına eklemelerde bulunmaktan da kaçınmamız gerekir. . ."
“Bugün çoğunlukla bütün işletmelerde, tehlikenin karşısında, bireylerin ya da kuruluş içinde yaşadıkları pek çok sorunun çözümü, sahip oldukları ve işe koştukları düşünme becerileriyle ilişkilidir.”
İş sağlığı ve güvenliğinde yapacağımız ilk işlerden birisi de ‘risk yönetim’ sistemini geliştirilmiş şekilde oluşturmaktan geçer. Risk yönetimi, bir işletmeye yönelik riskleri belirlemek, değerlendirmek ve bu riskleri yönetmek için bir plan oluşturma sürecidir. Bu süreç, potansiyel tehditleri ortaya çıkmadan önce tespit etmeyi, izlemeyi ve ele almayı amaçlar. Bu tehditler yasal yükümlülükler, teknoloji sorunları, stratejik yönetim hataları, kazalar ve doğal afetler veya finansal belirsizlikler gibi çeşitli kaynaklardan kaynaklanmaktadır.
Kapsamlı bir risk yönetimi sistemi ile mevcut tehlikeler ve zaman içinde karşılaşabileceğimiz tehlikeler başarı ile yönetilebilir. Riskin yönetilmesinde, insan davranışları ve kültürel etkenler dâhil, kuruluşun iç ve dış konu bağlamı dikkate alınmalıdır.
Risk yönetim süreci aşamaları için referans alınacak en bilinen kaynaklardan biri. ISO 31000:2018 Risk yönetimi – Kılavuz-bilgiler standardı olarak adlandırılan bu standart, Uluslararası Standardizasyon Kuruluşu tarafından geliştirilmiştir.
ISO 31000, her türlü kuruluş tarafından kullanılabilecek bir risk yönetimi sürecinin ana hatlarını çizer ve risklerin tanımlanması, değerlendirilmesi ve yönetilmesi için aşağıdaki risk yönetimi aşamalarını içerir:
Risk yönetimi kuruluşun amaçlarına ulaşabilmesi için, sistemi geliştirmek, belirsizliklerin hedefler üzerindeki etkisini anlamak ve bu riskleri yönetmek için stratejik düşünce yaklaşımı gerektirir. İlk adım, kuruluşa zarar verebilecek tüm risklerin tanımlanmasıdır. Ardından bu risklerin çözümlemesinin, olasılıklarının ve sonuçlarının belirlenmesi gerekir. Bu süreçte, risk değerlendirmesinin beş temel adımını takip etmek faydalı olacaktır: ‘risk tanımlama’, ‘risk analizi’, ‘risk önceliklendirme’, ‘risk azaltma stratejilerinin uygulanması’ ve ‘risk izleme’. Ayrıca, risk yönetimi yazılım çözümleri, bu süreci otomatikleştirmek ve kuruluşun risklere karşı daha iyi hazırlıklı olmasını sağlamak için kullanılabilir. Kurumsal risk yönetimi, geleneksel yöntemlere kıyasla daha kapsamlı bir yaklaşım sunar ve organizasyonların iç ve dış riskleri daha etkin bir şekilde saptamasına, değerlendirmesine ve azaltmasına olanak tanır. Şayet olumlu risklere de açık olunursa projenin rasyonel akıl, akıcı ve gerçekçi bir kazanım elde edilebilir. Son olarak, risk yönetimi eğitimi ve sürekli gelişim, sistemin etkinliğini artırmak ve organizasyonun hedeflerine ulaşmasını sağlamak için kritik öneme sahiptir.
İş Sağlığı ve Güvenliği (İSG) yönetim sistemi, çalışanların sağlığını ve güvenliğini korumak amacıyla kuruluşlar tarafından uygulanan bir sistemdir. İSG hedefleri ve hedefleri, bu sistemin başarılı bir şekilde uygulanması için belirlenir. İşte bazı İSG hedefleri:
1. Risk Farkındalığı Artırma: İSG risklerine karşı farkındalığı artırmak, çalışanların tehlikelere karşı daha bilinçli olmalarını sağlar.
2. Performans Değerlendirmesi ve İyileştirme: İSG performansını değerlendirmek ve uygun önlemleri alarak performansı artırmaya çalışmak, işyerlerinin daha güvenli ve sağlıklı olmasına katkı sağlar1.
3. Çalışanların Aktif Rol Alması: İşçilerin İSG konularında aktif rol alması, güvenli çalışma koşullarının sağlanmasına yardımcı olur.
Bu hedefler, ISO 45001 İş Sağlığı ve Güvenliği Yönetim Sistemi’nin temelini oluşturur. Bu sistem, işyerlerinin İSG performansını artırmak ve çalışanların sağlığını korumak için kullanılır
Planlama İSG hedefleri ve hedeflere ulaşmak için İSG’nin her zaman bilindik bir unsuru haline getirilmeli, kuruluşun ‘çalışanları’ ve ‘ilgili taraflar’ ile birlikte değerlendirildiğinden emin olmak için bu konuya daha fazla odaklanılmaktadır. Kuruluşun birçok faaliyeti, risk içerebilir. Kuruluşlar, karşı karşıya kalabilecekleri riskleri belirler, analiz eder, risk derecelendirmesi ve değerlendirmesi yaparak, riski değiştirip değiştirmeyeceklerini değerlendirerek yönetmelidir. Risk ve Fırsatları Belirleme Faaliyetleri geliştirerek kanunun belirtiği zamanlarda veya en az ve tehlike durumuna göre belirtilen zamanlar içinde tekrarlamalıdır.
İşletmelerin stratejik yönetim süreçlerinde belirledikleri amaçlarına ulaşmalarını engelleyen her türlü unsur risk olarak tanımlanmaktadır. İşletmelerin söz konusu riskleri ortadan kaldırabilecekleri, minimize veya transfer edebilecekleri veya risk almama yoluna gidecekleri kontrol mekanizmalarını geliştirmeleri gerekmektedir. Bu amaçla, işletmelerin öncelikle mevcut ve olası riskleri tanımlamaları, önemini öngörmeleri, gerçekleşme olasılığını değerlendirmeleri, nasıl yönetileceğini belirlemeleri, alınması gereken önleyici kontrolleri ve gerekli düzeltici tedbirleri tespit etmeleri gerekmektedir. Risk yönetimi çerçevesinde yapılan bu sürecin sürekli gözlenmesi, değerlendirilmesi ve gerekli durumlarda geliştirilmesi söz konusudur
“Risk kavramını daha iyi anlayabilmek için, oldukça ilintili bir kavram olan ‘olasılığın’ tanımlanmasında yarar vardır. Olasılık, meydana gelme olası olayların toplam sayılarının, daha sübjektif olaylara karşı meydana gelme oranıdır. Olasılık kelimesi yaygın olarak iki anlamda kullanılır. Bunlardan ilki, bir inanç veya beklentiyi ifade ederken; diğeri ise, istatistikçiler tarafından yorumlanan rastlantı veya şansla meydana gelen fiziki olaylardır.” [78]
Risk yönetiminin pratikte uygulanması çok da yeni değildir. İnsanlar tarih boyunca kendisine, ailesine ve mal varlığına zarar veren, tehdit oluşturan tehlikeleri değerlendirmek ve tanımlamak için çabalamıştır.
Risk yönetimi tabiri ilk kez 1950’li yılların sonlarında Amerika Birleşik Devletleri’nde kullanılmaya başlanmıştır. Risk yönetimi olasılık planlamasını da beraberinde getirir. Sürekli olarak “eğer olursa ne olur”, “ya olursa” sorularının yinelenmesidir. Erken dönem kriz yönetimi teorilerinin birçoğu, yıkıcı doğal afetlerden veya büyük ölçekteki endüstriyel kazalardan yola çıkılarak geliştirilmişti.
Risk yönetimine ait süreçteki risklerin tanımlanmasında ve değerlendirilmesinde kullanılmak üzere faydalı olacak iki teknik sunmuştur. İlki, işletmelerin strateji belirlemede kullandığı SWOT analizidir. Bu analiz vasıtasıyla organizasyonlar zayıf yönlerini ve muhtemel tehlikeleri göz önüne alarak gelecekte maruz kalabilecek riskli durumları belirleyebilirler. Diğeri ise, Heinrich yasası olarak bilinen kaza oluşumlarını gösteren kaza sebepleri piramididir. Bu yasaya göre karar vericiler meydana gelen başarısızlıklar ve küçük kazaları göz önüne alarak, gelecekte meydana gelebilecek tehlikeli ve riskli durumları önleyebilirler.
Ülkemizde riskin kabul edilişi, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığını, 29 Aralık 2012 tarihli Resmî Gazete de İş Sağlığı ve Güvenliği Risk Değerlendirmesi Yönetmeliğinde: Tanımlar Madde 4, e ve f bendinde;
e) Risk: Tehlikeden kaynaklanacak kayıp, yaralanma ya da başka zararlı sonuç meydana gelme ihtimalini,
f) Risk değerlendirmesi: İşyerinde var olan ya da dışarıdan gelebilecek tehlikelerin belirlenmesi, bu tehlikelerin riske dönüşmesine yol açan faktörler ile tehlikelerden kaynaklanan risklerin analiz edilerek derecelendirilmesi ve kontrol tedbirlerinin kararlaştırılması amacıyla yapılması gerekli çalışmaları,
Riskin ve risk yönetiminin birçok tanımı vardır. ISO 31000'deki tüm terimler ve tanımlar ISO Kılavuz 73 ’de (Risk Yönetimi Sözlüğü) ortaya konulan risk tanımı; “Belirsizliklerin hedefler üzerindeki etkisidir.” Bu etkinin pozitif, negatif veya beklenenden sapma olabileceğini; riskin genellikle olaylardaki ve durumdaki değişimler veya sonuçlar tarafından betimlendiğini belirtmektedir. Riskin tanımı ancak Kuruluşun hedefleri detaylı ve tamamen tanımlandığında kolaylıkla uygulanabilir.
Risk Temelli Düşünmen: Bütünleyicidir, tamamlayıcıdır, hedefe ulaşma olasılığını artırır, yönetimi geliştirir, iyileşmede proaktif kültür sağlar, yasal ve düzenleyici şartlara uyuma yardımcıdır, ürün ve hizmet kalitesinde sürekliliği sağlar, müşteri güveni ve memnuniyetini artırır.
Günümüzün hızla değişen iş dünyasında, riskleri önceden belirleyip gerekli önlemleri almak, başarılı bir iş yönetimi için olmazsa olmazdır. ‘Risk Tabanlı Düşünme’ de kuruluşta oluşturulan ‘Risk Belirleme Ekibi’ ve çalışanların, kuruluşun, çalışmalarda karşılaşabilecekleri potansiyel riskleri öngörme ve bunlara karşı etkili stratejiler geliştirme becerisi kazandırılmalıdır. Bu çalışmalar, kuruluşun mevcut pozisyonunu korumak, verimli şekilde ilerleme kaydetmek ve rekabet avantajı elde etmek, başarı kazanılmasında önemli bir faktör olarak öne çıkmaktadır.
Sürdürülebilirlik konusunda, gelişmiş ülkelerin büyüme süreçlerinin ilk safhalarında çevreyi ve çalışan haklarını ana öncelik olarak görmedikleri ve belirli gelişmişlik seviyesine ulaştıktan sonra Çevresel, Sosyal, Yönetişim- ESG (Environmental, Social, Governance) riskleri, konusuna daha fazla önem verdikleri, bu yüzden gelişmekte olan ülkelerde aynı standartları beklemenin doğru olmayacağına yönelik görüşler bulunmakta. Aynı zamanda gelişmekte olan pazarlarda şirketlerin ESG risklerin seviyesi ve ESG riskleri ile ilgili şeffaf veri bulmanın zorlukları yatırımcıların kaygı noktaları olarak karşımıza çıkmakta. Bu görüşlerde bazı geçerli noktalar olsa da bu şekilde konu çok basite indirgeniyor ve bu kaygıların bir kısmı yönetilebilir duruma gelmektedir.
ESG (Environmental, Social, Governance) riskleri, bir kurumu etkileyebilecek çevresel, sosyal ve yönetişim ile ilgili riskler ve/veya fırsatlar olarak tanımlanabilir. Sürdürülebilirlik, finansal olmayan veya finans dışı riskler olarak da isimlendirilen ESG risklerinin, evrensel veya üzerinde hemfikir olunmuş net bir tanımı yoktur. Her kuruluşun kendine özgü iş modeli, faaliyet gösterdiği iç ve dış ortamı, ürün veya hizmet portföyü, misyon, vizyon ve temel değerleri ve iş yapışını etkileyen birçok farklı unsuru olduğundan ESG riskleriyle ilgili tanımı da kendine özgü olacaktır.
Dünya Ekonomik Forumu'nun hazırladığı Küresel Riskler Raporu, her yıl etki ve olasılık açısından en yüksek dereceli riskleri anlamak amacıyla iş dünyası, hükümetler, sivil toplum kuruluşları ve düşünce liderleriyle anket çalışmaları gerçekleştirir. Bu anket sonuçlarına göre son on yılda, söz konusu risklerde önemli ölçüde değişiklikler yaşandı. 2008 yılında, etki açısından en yüksek ilk beş risk arasında sosyal risklerden sadece pandemi yer almaktaydı. 2018 yılında ise en yüksek beş riskten dördü; aşırı hava olayları, su krizleri, doğal afetler ve iklim değişikliği etkilerini azaltma ve iklim değişikliğine uyum sağlamadaki başarısızlıklar olmak üzere çevresel veya sosyal risklerden oluşmaktaydı.
Bir kuruluşun birçok faaliyeti risk içerir. Kuruluşlar, iş süreçlerinde, karşı karşıya kalabilecekleri riskleri belirler, analiz eder, risk derecelendirmesi yaparak riski değiştirip değiştirmeyeceklerini değerlendirerek yönetilmelidir.
Risk ve Fırsatları Belirleme Faaliyetleri, belirli bir zaman aralığında, hedeflenen bir sonuca ulaşmadaki sapma olasılığıdır. Risk, çoğunlukla tam ve net olarak bilinemez ya da öngörülemez. Belirsizlik vardır. Risk ve fırsatlar belirlenirken; Sistem prosesleri içerisinde nasıl entegre edileceği, uygulamanın nasıl yapılacağı ve nasıl değerlendirileceği hususları göz önünde bulundurulur. Bu beceriler, iş dünyasında karşılaşılan zorlukların üstesinden gelmek ve başarıya ulaşmak için kritik bir öneme sahiptir. İç denetim faaliyet alanında değerlendirilen risk yönetimi ve risk odaklı denetim sürecinin ana başlıkları teorik altyapı çerçevesinde bu çalışmada ele alınmalıdır.
Bu yaklaşım, aynı zamanda iş sürekliliği ve kriz yönetimi için de hayati öneme sahiptir, çünkü risklerin doğru bir şekilde değerlendirilmesi ve yönetilmesi, şirketlerin uzun vadeli başarısını destekler. Günümüzün hızla değişen iş ortamında, sektördeki ve teknolojideki gelişmelere ayak uydurmak, kuruluş için bir zorunluluk haline gelmiştir.
İç Denetim
Levent Özkardeş, ‘Kurumsal Firmaların İç Kontrol, İç Denetim ve Riske Yaklaşımları’ makalesinde söylediği iç kontrol sistem, etkili olabilmesi için iç denetimin önemli olmasından bahsetmekte. “Kurumsal yönetim fonksiyonlarından bir tanesi olan ‘kontrol’ faaliyetleri, esas itibariyle şirket içinde oluşturulan iç kontrol sistemi ile sağlanmakta; iç kontrol sisteminin etkin olarak işlem görmesi için de iç denetim uygulanmaktadır. İç denetim, başlarda geleneksel yaklaşım çerçevesinde uygulanır iken; 1980’li yıllarda ABD’de yaşanan firma krizlerinin (Enron vb.) etkisiyle, risk yönetimi de iç denetimin kapsamına girmeye başlamıştır. İç denetim zamanla risk odaklı uygulanmaya başlamış ve bu yaklaşım giderek ağırlık kazanmıştır.” [79]
İç kontrol ve iç denetim, aynı gibi görünse de birbirine benzer ama bunların, birbirinden ayrı iki kavram olduğu da kaçınılmaz olarak kabul etmeliyiz. İç kontrol sistemi ve iç denetim, organizasyonların etkinliğini ve güvenilirliğini artırmak için kullanılan iki önemli kavramdır, ancak farklı amaç ve işlevlere sahiptirler:
İç kontrol sistemi; bir kurumun hedeflerine ulaşmasını sağlamak için tasarlanmış süreçler, politikalar ve prosedürler bütünüdür. Bu sistem, kurumun operasyonlarının etkinliğini, finansal raporlamanın doğruluğunu ve yasalara uyumu sağlamayı amaçlar. İç kontrol, kurumun tüm seviyelerinde uygulanır ve sürekli olarak gözden geçirilir. İşte iç kontrol sisteminin geniş bir tanımı:
İç Kontrol Sisteminin Unsurları baktığımız da
· Kontrol Ortamı: Organizasyonun genel kontrol bilincini ve kültürünü ifade eder. Yönetimin tutumu, etik değerler ve yetki yapısı bu unsura dahildir.
· Risk Değerlendirmesi: Organizasyonun karşılaşabileceği potansiyel risklerin belirlenmesi ve bu risklerin yönetilmesi sürecidir.
· Kontrol Faaliyetleri: Riskleri yönetmek için belirlenen politikalar ve prosedürlerdir. Bu faaliyetler, yetkilendirme, onaylama, doğrulama, mutabakat ve varlıkların korunmasını içerir.
· Bilgi ve İletişim: Organizasyonun iç ve dış bilgi akışını sağlar. Doğru ve zamanında bilgi, etkili kararlar alınmasına yardımcı olur.
· Gözetim ve İzleme: İç kontrol sisteminin etkinliğinin sürekli olarak izlenmesi ve değerlendirilmesidir. Bu, düzenli denetimler ve performans değerlendirmeleri ile gerçekleştirilir.
İç Kontrol Sisteminin Amaçları
· Operasyonel Etkinlik ve Verimlilik: İş süreçlerinin etkin ve verimli bir şekilde yürütülmesini sağlar.
· Finansal Raporlamanın Güvenilirliği: Mali bilgilerin doğru ve güvenilir olmasını temin eder.
· Yasalara ve Düzenlemelere Uyum: Organizasyonun yasal ve düzenleyici gerekliliklere uygun hareket etmesini sağlar.
İç Kontrol Sisteminin Önemi
İç kontrol sistemi, organizasyonların hedeflerine ulaşmasını desteklerken, aynı zamanda hata ve hile risklerini azaltır. Bu sistem, organizasyonun sürdürülebilirliğini ve güvenilirliğini artırır.
Temel Farklar
· Amaç: İç kontrol, günlük operasyonların güvenilirliğini ve etkinliğini sağlamayı hedeflerken, iç denetim, bu sistemlerin yeterliliğini ve etkinliğini değerlendirir.
· Uygulama: İç kontrol, tüm çalışanlar tarafından uygulanırken, iç denetim bağımsız bir birim tarafından gerçekleştirilir.
· Odak Noktası: İç kontrol, operasyonel süreçlere odaklanırken, iç denetim, bu süreçlerin değerlendirilmesine ve iyileştirilmesine odaklanır.
İç denetim ise; kurumun faaliyetlerini iç kontrol sisteminin yeterliliğini ve etkinliğini değerlendiren bağımsız bir fonksiyondur. İç denetim, kurumun risk yönetimi, kontrol ve yönetim süreçlerinin etkinliğini değerlendirir ve iyileştirme önerilerinde bulunur. Kuruluşların kendi içindeki işleyişi düzenleyerek süreçlerini iyileştirmeye yarayan iç denetim, faaliyetlere değer katarak gelişim sağlar. İç denetim, genellikle kurumun üst yönetimine rapor verir ve bağımsız bir değerlendirme sağlar.
İç denetim, kurumun risk yönetim, kontrol ve yönetişim süreçlerinin etkililiğini değerlendirmek ve geliştirmek amacına yönelik sistemli ve disiplinli bir yaklaşım getirerek kurumun amaçlarına ulaşmasına yardımcı olur. Sistemdeki boşlukların giderilerek süreci iyileştirmeyi amaçlayan bu tarz çalışmaların temel amacı kusur bulmak değil, aksine modern bir bakış açısıyla sürece odaklanmak olur. Sürece çok daha detaylı odaklanılarak objektif bir çalışmayla yaklaşımların yapılması kuruluşlara fazladan değer katar.
Bu iki fonksiyonun uyumlu bir şekilde çalışması, organizasyonların başarısını ve sürdürülebilirliğini artırır.
İç Denetim Türleri
a) Operasyonel İç Denetim: “İş Süreçlerinin İyileştirilmesi.” Kuruluşun faaliyet ve işlemlerinin ilgili Yönetim Sistem, tüzük, yönetmelik ve diğer mevzuata uygunluğu, İş süreçlerinin yönetiminin daha sorunsuz ilerlemesi için işin her adımı denetlenir. İş süreçlerini denetlemek için de süreçleri iyi analiz etmek, iş tanımına hâkim olmak ve eleştirel olgulara dayanarak değerlendirmelerde bulunmak önemlidir. İç denetimden verim alabilmek için risk hesaplaması da yapılan işlemler arasındadır. İşin riskleri ile getirileri karşılaştırılarak süreçlerin iyileştirilmesi için gerekli adımlar atar. İş süreçlerinde yer alan kişilerin gerekli bilgi ve donanıma sahip olmaları konusunda yapılan denetimler risk faktörü doğurduğu takdirde bu kişilerin bilgi kapasitelerinin artırılması sağlanarak riskler sıfırlanmış olur. Riskleri görüp gecikmeden müdahale edebilmek adına iş sürecinin her adımı titizlikle değerlendirilip yerinde müdahaleler sağlanır ve sürecin daha doğru ilerlemesi durumu gerçekleşir.
b) Ekonomik ve Finansal denetim: “Ekonomik ve Finansal Raporlama ve Uygunluk Denetimi” Ekonomik ve Finansal denetimler iş süreçlerinin mali ve ekonomik durumunu ele alırlar. Uygunluk denetimi ise yasal unsurların uyumluluğunu denetler. Finansal raporlama, işin ehli kimselerce gerçekleştirilir. Uygunluk denetimi gerçekleştirebilecek olan kişilerin gerekli yeterlilikleri taşıması şartı ile görevlendirilirler. Gelir, gider, varlık ve yükümlülüklere ilişkin hesap ve işlemlerin doğruluğunun; mali sistem ve tabloların güvenilirliğinin değerlendirilmesidir.
c) Bilgi teknolojisi denetimi: “Verilerin Güvenliği ve Bilgi Sistemlerinin Etkinliği” Denetlenen birimin elektronik bilgi sistemlerinin sürekliliğinin ve güvenilirliğinin değerlendirilmesidir.
d) Performans denetimi: “Stratejik Hedeflerin Gerçekleştirilmesi için Bir Değerlendirme Aracı.”
.Kuruluşun misyonları ve vizyonları temel alınarak oluşturulan stratejik hedeflerin eyleme geçirilebilir düzeyde olması gereklidir. Eyleme dökülmeyen hedefler zaman içerisinde olumsuz bir motivasyona dönüşme ihtimali taşırlar. Yönetimin bütün kademelerinde gerçekleştirilen faaliyet ve işlemlerin planlanması, uygulanması ve kontrolü aşamalarındaki etkililiğin, ekonomikliğin ve verimliliğin değerlendirilmesidir.e) Sistem denetimi: Denetlenen birimin faaliyetlerinin ve iç kontrol sisteminin; organizasyon yapısına katkı sağlayıcı bir yaklaşımla analiz edilmesi, eksikliklerinin tespit edilmesi, kalite ve uygunluğunun araştırılması, kaynakların ve uygulanan yöntemlerin yeterliliğinin ölçülmesi suretiyle değerlendirilmesidir
1. Planlama: Denetim sürecinin kapsamı ve hedefleri belirlenir. Denetlenecek alanlar ve süreçler tanımlanır.
2. Bilgi Toplama: Denetlenecek alanlarla ilgili veriler ve belgeler toplanır. Bu aşamada, çalışanlarla görüşmeler yapılabilir ve gözlemler gerçekleştirilebilir.
3. Değerlendirme: Toplanan veriler analiz edilir ve mevcut süreçlerin etkinliği değerlendirilir. Riskler ve iyileştirme alanları belirlenir.
4. Raporlama: Değerlendirme sonuçları ve öneriler bir rapor halinde sunulur. Bu rapor, yönetime ve ilgili birimlere iletilir.
5. İzleme ve Takip: Raporlanan önerilerin uygulanıp uygulanmadığı ve iyileştirmelerin etkisi izlenir. Gerekirse ek denetimler yapılır.
İç denetim, kuruluşların daha verimli ve etkili çalışmasını sağlamak için önemli bir araçtır. Tüm bu denetim türlerinin sistematik şekilde uygulanmasıyla kuruluşların kurumsallaşması ve gelişerek çok daha güçlü bir marka haline gelmesi sağlanır.
İç denetim araçları olarak kullanıldığında, kuruluş hedeflerine ulaşılmasına engel olabilecekleri riskleri, azaltan kontrol sigortası olarak görmeliyiz. Politika ve prosedürler; doğrudan bir kontrol faaliyeti gibi kabul ederek, kuruluşun çalışanları ve diğer paydaşları yönlendirme amaçları, ‘Yönetsel Kontroller’ (Örgütün planı, faaliyetlerin verimliliği ve yönetim politikalarına bağlılıkla ilgili tüm yöntem ve yardımları kapsar. Yönetsel kontroller finansal kayıtlarla sadece dolaylı olarak ilgilidir.) arasında sınıflandırılırlar. Yapılan risk değerlendirmeleri sırasında, risklerin oluşumunu azaltan ögeleri; ‘sistemler’, ‘politika ve prosedürler’, ‘insan kaynakları’ gibi başlık altında toplanır. Politika ve prosedürlerin etkin olması, ilgili süreçlerde iç denetimlerin güçlü olduğunu gösterir ve bu süreçler, risk değerlendirmelerinde daha az riskli olarak kabul edilirler.
İş süreçlerinde standardizasyonu sağlandığında, Kuruluş içinde ki işlerin, kişilere göre farklılaşmasını önlemek, belirsizlikleri azalmak, karar almada bütünlüğü bozmayacak şekilde uyumlu olmak ve çabukluk sağlamak, İşlerin; kim, nasıl, ne zaman yapılacağı belirlendiği için, daha çabuk, devamlılık içinde hatasız gerçekleştirilme olanağı demektir. Bu kuruluşa operasyonlarda etkinlik, verimliliğe, müşteri memnuniyetinin artmasını etkiler.
Görev ve sorumlulukların belirlenmesi sağladığında, kuruş içinde, yapılmayan veya yanlış yapılan süreçlerin sorumlularını belirleyerek, görev ve yetkilerini kötüye kullanma, mali kayıpları, kuruluşun düzenleyici talimatlarıyla belirtilmesiyle riskleri önleyebilir ve etkili bir iç denetim ortamının oluşturulmasına katkıda bulunurlar.
Çalışanların gerekli ve yeterli eğitiminin sağlanması, kuruluşun çalışanlarının gelişimi ve verimliğin de önemli rol oynarlar. Prosedürlerin hazır olması sayesinde, işten ayrılma ve iş değişikliklerinde yeni gelen çalışanın, kolaylıkla işleri devam ettirebilir. Çalışanlar, neyi, ne zaman, nasıl ve ne zaman içinde yapacağını bilmesi, işlerin aksatmadan yürütülmesini sağlamaktadır.
Kuruluşların Kurumsallaşmasının sağlanması, Her işletmenin yaptığı işe göre personel alım ve standartları olması, Kurumsallaşmış kuruluşlarda, bir görev için gerekli yetkinliklerin sorgulanması, doğru adamın seçilmesinden öte, başka bir önemli bir fırsat daha doğurur. Bu çalışma o işin yapılması sırasında kullanılan araç ve yöntemlerin de sorgulanmasına anlamına gelir ve organizasyona kurumsal kimlik kazandırırlar, personele, paydaşlara güven sağlarlar.
Kurulan sistemi, etkin iç denetim ile zemin oluşturulabilmek, iç denetimlerde kriter görevi görürler. Politika ve prosedürlerin ve süreçler denetime yeterince hazır veya hazır olmadığını görebilmeyi sağlar.
"Muhtemel risklerin değerlendirilip kuruluşun işleri süreci boyunca sağlık ve güvenlik ile ilgili alınacak tedbirlerin, organizasyon yapısının, çalışma yöntemlerinin ve bunlara ilişkin işlerin, ne zaman ve kim tarafından yapılması gerektiğinin belirlendiği, aynı kuruluşun sahasında faaliyet gösterecek farklı işverenler, alt işverenler, kendi nam ve hesabına çalışan kişiler ve farklı çalışma ekipleri arasında, sağlık ve güvenliğe dair hususların koordinasyonunun sağlanması amacıyla, kuruluşun alanlarının tamamından sorumlu işveren veya proje, üretim veya işletme sorumluları tarafından hazırlanan veya hazırlanmasını sağlayan planı." [80]
Muhtemel risklerin, projenin planlama aşamasında belirlenmesi ve bu risklere karşı zamanında tedbir alınarak, iş kazalarının azaltılması ve bu sayede işyerinde maddi ve manevi kayıpların önüne geçilebilmesi, sağlık ve güvenlik planının en önemli amacını oluşturmaktadır. Ayrıca iş sağlığı ve güvenliğine yönelik planlı bir yaklaşımın belirlenmesi ile daha iyi proje yönetimi, daha yüksek kalite, daha az masraf ve daha çok verimlilik gibi faydalar da sağlanacaktır.
Sonuç
1940’ların Amerika’sında büyüyen bir genç, 2150’ye seyahat eden bir zihin, 1976’da ölen bir beden. 1997’de yazılmış bir hikâye. Bilgeliğiyle hayran bıraktıran bir yazar, ufuk açıcı bilim-kurgu ve felsefe türünde kitabı, Amerikalı bir Vietnam gazisi olan psikoloğun başından geçenleri anlatan Jon Lake’ in hayat hikayesini, ev arkadaşı ve en yakın dostu Karl’ın ağzından paylaşmış psikolog ve yazar, Thea Alexander’in yazdığı ‘M.S. 2150’ yılının muhteşem dünyasını, dünyamızın geçirdiği inanılmaz değişimi, insanlığın ulaştığı olağanüstü düzeyi ve hepsinin ötesinde de son derece yüksek bir anlayışı anlatmaktadır. “Jon Lake ‘in deneyimlerini okurken, kendi kendimize en azından "Neden olmasın?" diye düşünebilirsek, bakış açımızı birazcık esnetmiş, birazcık, o yıllardır içinde ezildiğimiz katı kalıplarımızın dışına çıkmış olmaz mıyız? Hep aynı toprak parçasının üstünde, tepemizde hep aynı gök kubbe, yaşayıp dururken, birden genleştiğimizi, gerçekte sınır tanımaz düşüncelerimizin sonsuzluğa uzandığını duyumsar da aynen Jon Lake gibi ‘Ne hoş bir özgürlük!’ diye coşku dolmaz mıyız?” [81]
Alexander’in anlattıkları ütopya gibi gelse dahi, zihniniz de ki düşüncelerinizi serbest bırakın, kendinizi aydınlaşmış hissetin, o kadar çok farkındalık yaratabileceğinizi, sizlerin de şaşıracağınız ve farklı düşünebilecek kadar özgür hissedebileceksiniz.
Bir kuruşta veya kendi işinde çalışan siz, pek çok şeysiniz. Her şeyden önce bir bireysiniz. Birilerinin annesi veya babası olabilir ya da olmayabilirsiniz, ama her şeye rağmen birilerinin çocuğusunuz. Biraz daha ayrıntı vermeniz gerekse kendinizi sözgelimi muhasebecilik yapan, hobi olarak saz çalan veya orta sınıfa mensup biri olarak tanımlayabilirsiniz. Dahası belli bir ülkenin vatandaşı, şu etnisiteden veya bu ırktan olduğunuzu ekleyebilirsiniz. Kısaca beyin veya kas gücü ile çalışmaya hazır veya çalışan bir emekçisiniz.
İnsan hayatının her alanında olduğu gibi, çalışanların sağlık ve güvenliğini ilgilendiren konularda eğitim oldukça önemli bir yere sahiptir. Eğitim ile birlikte insan davranışları değiştirilebilir ve çalışanların daha sağlıklı ve güvenli yaşamaları sağlanabilir.
İş sağlığı ve güvenliği, sadece teknik ve yasal bir zorunluluk olmanın ötesinde, derin felsefi temellere de sahip olduğunu düşünmeliyiz. Anayasanın ilgili maddeleri, her bireyin yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğunu belirtirken, iş sağlığı ve güvenliği bu hakların iş yerinde de geçerli olmasını sağlamak için vardır. Felsefi açıdan bakıldığında, iş sağlığı ve güvenliği, bireylerin sadece fiziksel bütünlüğünü değil, aynı zamanda onların özgürlük ve eşitlik haklarını da korur. İşçi sağlığı ve iş güvenliği mücadelesinde kavramların netleştirilmesi ve ortaklaşması, bu alandaki felsefi düşüncenin önemini vurgular. Çalışanların güvenliği, onların insan onuruna ve kişisel gelişimine verilen değerin bir göstergesi olarak görülebilir. Bu nedenle, iş sağlığı ve güvenliği, sadece yasal bir gereklilik değil, aynı zamanda etik bir sorumluluk ve toplumsal bir değerdir. İş sağlığı ve güvenliği, çalışanların fiziksel ve psikolojik bütünlüğünün korunmasını hedefleyen bir disiplindir. Felsefi düşünce ile birleştiğinde, bu alanda yapılan çalışmalar, sadece yasal yükümlülüklerin ötesine geçerek, etik ve ahlaki boyutları da kapsar. İş sağlığı ve güvenliği konusunda felsefi yaklaşımlar, bireylerin iş yerindeki haklarını ve işverenlerin sorumluluklarını derinlemesine sorgular. Bu, iş yerindeki güvenlik önlemlerinin sadece zararları önlemek için değil, aynı zamanda çalışanların refahını ve onurunu korumak için de var olduğu anlayışını güçlendirir.
Türkiye'de iş sağlığı ve güvenliği, Anayasa ile güvence altına alınmış ve bu, her bireyin dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep gibi sebeplerle ayrım gözetilmeksizin eşit haklara sahip olduğu anlamına gelir.
İş sağlığı ve güvenliği felsefesi, bu hakların korunması ve geliştirilmesi için bireylerin ve toplumun bilinçlendirilmesini savunur. Bu hem işverenlerin hem de çalışanların, güvenli bir çalışma ortamının sağlanmasında aktif roller üstlenmelerini gerektirir. İş sağlığı ve güvenliği alanında felsefi düşünce, aynı zamanda, iş yerindeki riskleri azaltmanın ve çalışanların yaşam kalitesini artırmanın yollarını araştırır. Bu, sadece teknik önlemlerle sınırlı kalmayıp, çalışanların katılımını ve iş yerindeki sosyal ilişkileri de içerir. Böylece, iş sağlığı ve güvenliği, sadece bir meslek dalı olmanın ötesinde, daha adil ve insani bir çalışma dünyası için felsefi bir çerçeve sunar.
Yazdığım yazıda, çeşitli bilgiler ile kullanılması gerekli olabilecek önermeler içeriyor. Bunların hepsini bir anda anlayarak yapmak zorunda değilsiniz. Önce hoşunuza giden fikirler üstünde veya sizlerden çıkan fikirler ile harmanlayarak çalışın. Eğer yazılanlar arasında hemfikir olmadığınız düşüncelere olursa aldırmayın.
Amerikalı yazar ve bir metafizik öğretmeni, teşvik edici eserler yazarı ve Hay House Yayınevi'nin kurucusu Louise L. Hay, ‘Pozitif Gücün Büyüsü’ isimli kitabında “Yaşantınızda ki olumsuz koşulları ortadan kaldırmayı içtenlikle istemelisiniz. Ancak, sizin için en iyinin ne olduğunu bilen ‘İçimizdeki Gücü’ uyandırarak gerçekleştirebiliriz.” “İçinizdeki güçle ne kadar çok bağlantı kurarsanız, yaşantınızın tüm alanlarında daha çok özgür olursunuz.” [83]
Bilimsel düşünce olsun felsefi düşünce olsun iş sağlığı ve güvenliğin de kendi açılarından açıklamaya yönelirken onun derinliklerinde daha genel, daha kavrayıcı, daha sezgisel ölçülerde kendi benzeyenlerini bulurlar.
Nedenlerine bakıldığın da:
Felsefi Düşüncenin Özellikleriyle Uyumlu
¾ Genel ve kapsayıcı bakış: Cümlede geçen “daha genel, daha kavrayıcı, daha sezgisel ölçüler” ifadesi, felsefenin soyut, bütüncül ve sezgisel doğasını yansıtır.
¾ Benzerliklerin aranması: “Kendi benzeyenlerini bulurlar” ifadesi, felsefenin farklı alanlar arasında anlam ilişkileri kurma çabasına uygundur.
¾ Derinlik vurgusu: “Derinliklerinde” kelimesi, felsefenin yüzeysel bilgiden ziyade anlam katmanlarını araştırma eğilimiyle örtüşür.
İSG Bağlamında Yorumu
İş sağlığı ve güvenliği, genellikle teknik, hukuki ve idari boyutlarda ele alınır. Ancak:
- Felsefi yaklaşım, bireyin yaşam hakkı, çalışma etiği, insan onuru gibi daha soyut değerler üzerinden İSG’ye bakmayı içerir.
- Bu cümle, İSG’ye yalnızca kurallar ve yönetmelikler değil, aynı zamanda daha kapsayıcı ve insani bir bakış açısıyla yaklaşılmasını savunur.
Felsefi Düşünceyle Bilimsel Düşüncenin Dengesi
Cümlede hem bilimsel hem felsefi düşünceye yer verilmiş. Bu da İSG’nin hem ölçülebilir (bilimsel) hem de anlamlandırılabilir (felsefi) boyutlara sahip olduğunu gösterir. Bu açıdan disiplinler arası bir yaklaşım da felsefi düşüncenin içeriğine uygundur.
İş Sağlığı ve Güvenliği sadece teknik değil, daha kapsayıcı, anlam odaklı ve insani bir perspektiften yaklaşmayı teşvik eder. Özellikle insan yaşamına ve güvenliğine dair etik ve ontolojik soruları merkezine alan bir anlayışla örtüşmektedir.
Erdem Şeneroğlu
Kaynakça
(01) Kılıç, T. (2021). Yeni bilim: bağlantısallık yeni kültür: Yaşamdaşlık. İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
(02) Bozkurt, N. (2012). Felsefe ışığıyla arayışlar. Ayrıntı Yayınları.
(03) Mengüşoğlu, T. (2008). Felsefeye Giriş (11. Baskı). İstanbul: Remzi Kitabevi.
(04) Sancak, K. (2013). Güvenlik kavramı etrafındaki tartışmalar ve uluslararası güvenliğin dönüşümü.
(05) Özcan, A. B. (2011). ULUSLARARASI GÜVENLİK SORUNLARI ve ABD’NİN GÜVENLİK STRATEJİLERİ. Sosyal Ekonomik Araştırmalar Dergisi, 11(22), 445-466.
(06) Vural, Ç. (2018). Çevresel güvenliğin gelişimi. Ankara Üniversitesi Çevrebilimleri Dergisi, 6(1), 20-38.
(07) Akgül-Açıkmeşe, S. (2011). Algı mı, Söylem mi? Kopenhag Okulu ve Yeni Klasik Gerçekçilikte Güvenlik Tehditleri. Uluslararası İlişkiler Dergisi, 8(30), 43-73.
(08) Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi İş Sağlığı ve Güvenliği Birimi. Web Sitesi. https://isg.asbu.edu.tr/tr/isg-nedir
(09) Durak, U., & Şık, A. (2022). İş sağlığı ve güvenliği eğitimi süreçlerinin eğitim teknolojisinin temel ögeleriyle betimlenmesi. OHS ACADEMY, 5(3), 198-207.
(10) Tatlı, A. 2010, ‘İnsanlık Tarihi Boyunca Evrim’, Mavi Ufuklar Yayınları, İstanbul
(11) Irvine. W. B., (2023). İnsan Nedir? Doğal Tarihimize Bir Bakış, çev. Özge Çelik, İstanbul: Metis Yayınları.
(12) Darwin, C. (1976). Türlerin Kökeni, Çev. Öner Ünalan. Ankara: Onur Yayınları, 2.
(13) Twain, M. (2015). İnsan Nedir?. Dedalus Kitap.
[14] Timuçin, A. (2010). Düşünce Tarihi: Birinci Cilt. İstanbul: Bulut Yayınları.
[15] Cevizci, A. (2005). Felsefe Sözlüğü (Paradigma). İstanbul: Paradigma Yayınları.
(16) Paul, R., & Elder, L. (2012). Kritik Düşünce (Aslan, E., Sart, G.). Ankara: Nobel.
(17) Le Guin, U. K. (2018). Lao Tzu Tao Te Ching, Yol’a ve Yol’un Gücüne Dair.
[18] Heidegger. M., (2013), ‘Düşünmek Nedir? 1951 /52 Kış Dönemi Ders Notları’, Paradigma Yayıncılık, İstanbul
(19) Payam, M. M. (2021). Düşünme becerileri: kritik düşünme ve öğretimi. Akademik Platform, 299-309.
(20) Akar, M. (2021). Kitap İncelemesi: Erhan Demircioğlu’nun 'Makinedeki Hayalet: Zihin Felsefine Giriş' Adlı Eserinin İncelemesi.
(21) Gödelek, K. (2013). Zihin Felsefesi. Eskişehir: Anadolu Üniversitesi.
(22) Krishnamurti, J., & Rajagopal, D. (2009). Bunları düşün. Omega Yayınları.
(23) Krishnamurti, J., & Erengil, C. (2008). Zihin ve düşünce üzerine. Ayna Yayınevi.
(24) Descartes, R. (2015). Yöntem Üzerine Konuşma (Çeviren: Afşar Timuçin ve Yüksel Timuçin). İstanbul: Bulut Yayınları.
(25) Berber, F., Akbulut, F., Maden, H., Gezer, M., & Keser, Ş. (2009). Düşünme ve eleştirel düşünme. Özel öğretim yöntemleri dersi araştırma projesi raporu. Süleyman Demirel Üniversitesi Teknik Eğitim Fakültesi, Elektronik–Bilgisayar Eğitimi Bölümü, Bilgisayar Sistemleri Öğretmenliği, Isparta.
(26) Lessing, G. E. (1999). Bilge Nathan (Çev. Hayrullah Örs). Kültür Bakanlığı Yay., Ankara.
(27) Korlaelçi, M. (2019). PROF. DR. NECATİ ÖNER’İN BİLGİ ANLAYIŞI. Felsefe Dünyası, (69), 7-34.
(28) Çüçen, A. K. (2004). Klasik mantık. Asa Kitabevi, Bursa
(29) Farabi, (2017), ‘Mantığa Başlangıç Risaleler’, Türkiye Bilimler Akademisi
(30) Tomaç, B. (2012). Maddeyi tanıyalım ünitesinin eleştirel düşünme yöntemiyle öğretiminin öğrencilerin üst düzey düşünme becerilerine etkisi (Master's thesis, Necmettin Erbakan University (Turkey).
(31) Whitehead, A. N. (2021). Süreç ve Gerçeklik (Çev. Kevser Çelik). Ankara: Fol Kitap.
[32] Bion, W. R. (2017). Tereddütlü düşünceler (N. Erdem, Çev.) İstanbul: Metis Yayınları. (1967).
(33) Yılmaz, M. (2009). Öğrenme ve bilgi ilişkisi. Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi, 29(1), 173-190.
(34) Senge, P. M. (2018), Beşinci Disiplin-Öğrenen Organizasyon Sanatı ve Uygulaması, Yapı Kredi Yayınları
(35) DRUCKER, P. F. (1996). Yeni Gerçekler: Devlet ve Politika Alanında. Ekonomi ve İş Dünyasında, Toplumda ve Dünya Görüşünde, Çeviren: Birtane Karanakçı, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Genel Yayın, (315), s, 226,227
(36) Güzel, C. (2013). Bilim felsefesi. 2. Baskı, Kırmızı Yayınları.
(37) Şengör, A. C. (2014). Bilgiyle sohbet: popüler bilim yazıları. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
(38) Bacon, F. (2020). Seçme Aforizmalar. Çeviren: C. Cengiz Çevik. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları: İstanbul.
(39) Bacon, F. (2002). Denemeler (Çev. A. Göktürk). Yapı Kredi Yayınları, İstanbul.
(40) Kula, O. B. (2008). Kant estetiği ve yazın kuramı. Doruk.
(41) Pirenne, H., & Kılıçbay, M. A. (2006). Hz. Muhammed ve Charlemagne. İmge Kitabevi.
(42) Locke, J. (2004). İnsan anlığı üzerine bir deneme. Serbest Kitaplar.
(43) Searle, J. R., & Bek, K. (1996). Akıllar, beyinler ve bilim: 1984 Reith konferansları. Say.
(44) Whitehead, A. N. (2019). Aklın İşlevi (Çev. Kevser Çelik). Ankara: Fol Kitap.
(45) Dewey, J. (2022). Nasıl düşünürüz. Çev. Kayıkçı, H., Fol- Yayınları, Ankara
(46) Vikipedi, özgür ansiklopedi, https://tr.wikipedia.org/wiki/Ak%C4%B1l
(47) Descartes, R. (2016). Aklın yönetimi için kurallar. Say Yayınları.
(48) Öncel, E. S. (2019). Eleştirel Düşünme ve Felsefe. International Journal of Social and Humanities Sciences Research (JSHSR), 6(37), 1308-1316.
(49) Aktulum, K. (2010). Felsefi Metin Okuma ve Yazma Yöntemleri II. Art-e Sanat Dergisi, 3(5), 1-23.
(50) Immanuel, K. A. N. T. (1984). Aydınlanma Nedir? Sorusuna Yanıt, Seçilmiş Yazılar, çev. N. Bozkurt, Remzi Kitabevi, İstanbul.
(51) Kant, I. (1989). Pratik Usun Eleştirisi (çev. İsmet Zeki Eyuboğlu). İstanbul: Say Yayınları.
(52) Dewey, J. (1987). Özgürlük ve kültür [Freedom and culture]. V. Günyol, Çev.). İstanbul: Remzi Kitabevi. (Orijinal kitabın yayım tarihi 1939).
(53) Gardner H., (2019), ‘Eğitilmemiş Zihin’, İstanbul, alfa yayınları.
(54) TAŞDELEN, V. (2015). Zihin durumları: hafıza ve idrak. Türk Dili-Dilin Perdeleri Özel Sayısı, 767-768.
(55) Yay. Haz.: Kamer V., Ural Ş., (Aralık 2017), VII. Mantık Çalıştayı Kitabı, (İstanbul), İstanbul Üniversitesi Mantık Derneği Yayınları, Yayımcı Sertifika 33377, ISBN 978-605-66311-2-2 (eKitap).
(56) Çeçen, A. (1996). Kültür ve politika. Gündoğan Yayınları.
(57) Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Sosyoloji Bölümü Kurumlar Sosyolojisi Anabilim Dalı Öğretim görevlisi, Prof. Dr. Nilay Çabuk Kaya’nın ‘Örgütsel Sosyoloji’ sunumunda
(58) ERDOĞAN, E. ve GENÇ, K.G. (2021). Güvenlik Kültürü Modellerinin Karşılaştırılması. C. SELEK ÖZ (Ed.). Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Seçme Yazılar – V içinde (s.147-183), Sakarya: Değişim.
(59) Turan, R., Safran, M., Hayta, N., ÇAKMAK, M., DÖNMEZ, C., & ŞAHİN, M. (2010). Atatürk ilkeleri ve inkılap tarihi.
(60) Kant, I. (2007). Eğitim Üzerine (Çev. Ahmet Aydoğan). Say Yayınları, İstanbul.
(61) KOCABAŞ, K. (2014). Köy enstitüleri ve fen eğitimi. MSGSÜ Sosyal Bilimler, (10), 62-73.
(62) Kaş, B., & Köktürk, Ş. (2021). Akademik çeviri programları kapsamında eğitim, öğretim, eğitim programı ve öğretim programı kavramlarının değerlendirilmesi. Toplum ve Kültür Araştırmaları Dergisi, (8).
(63) Kant, I. (2009). Eğitim üzerine. Say Yayınları.
(64) Timuçin, A. (2013). Eğitim sohbetleri. Hiperlink.
(65) Akman, E. Öğretim Teknolojileri.
(66) Mevzuat Bilgi Sistemi
https://www.mevzuat.gov.tr/mevzuat?MevzuatNo=6331&MevzuatTur=1&MevzuatTertip=5
(67) Seçtim, H., & Erkul, H. (2020). YÖNETİM YAKLAŞIMLARI ÜZERİNE KURAMSAL BİR DEĞERLENDİRME. Management and Political Sciences Review, 2(1), 18-50.
(68) Aksakaloğlu, Y. Yönetim Biliminin Doğuşunu “Frederick Winslow Taylor” ve “Sherlock Holmes” Karakteri Üzerinden Karşılaştırmalı Okumak. Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 25(3), 1163-1190.
(69) Ateş, H., & Banazılı, A. M. (2021). PETER FERDINAND DRUCKER’IN YÖNETİM YAKLAŞIMI: TEORİK BİR İNCELEME. Akademik Yaklaşımlar Dergisi, 12(2), 206-222. https://doi.org/10.54688/ayd.933
(70) Şeker, A. (2020). İş bölümünün, sosyal politika ve toplumsal dayanışma açısından sosyolojik çözümlemesi. Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 22(1), 20-27.
(71) Ersoy, M. (2017). Planlama kuramları. SS Özdemir, ÖB Özdemir-Sarı, N. Uzun (Der.), Kent Planlama içinde, 127-161.
(72) Eraydın, A. (2020). Planlamanın krizini aşmak: Planlama kuramları ve planlamanın kurumsallaşmasına yönelik öneriler. TÜRKİYE KENTLERİ VE BÖLGELERİ, 1.
[73] Küçüksüleymanoğlu, R. (2008). Stratejik planlama süreci. Kastamonu Education Journal, 16(2), 403-412.
(74) Ersoy, M. (2007). Planlama kuramına giriş. Kentsel planlama kuramları içinde, 9-34.
(75) Senge, P. M., İldeniz, A., & Doğukan, A. (1993). Beşinci disiplin: öğrenen organizasyon düşünüşü ve uygulaması. Yapı Kredi Yayınları.
(76) ÇALIK, Temel, SEZGİN, Ferudun., & ÇALIK, C. (2020). Yönetimde problem çözme.
(77) Bernstein, P. L., & Feyyat, C. (2006). Tanrılara karşı: riskin olağanüstü tarihi. Scala yayıncılık.
(78) Emhan, A. (2009). Risk yönetim süreci ve risk yönetmekte kullanılan teknikler. Atatürk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, 23(3), 209-220.
(79) Özkardeş, L. (2017). Kurumsal firmaların iç kontrol, iç denetim ve riske yaklaşımları. Yaşar Üniversitesi E-Dergisi, 12(47), 192-201.
(80) Yapı İşlerinde İş Sağlığı ve Güvenliği Yönetmeliği Resmî Gazete Tarihi: 05.10.2013 Resmî Gazete Sayısı: 28786 tanımlar 4 madde, ğ bendi, Sağlık ve güvenlik planı
(81) Alexander. T, ‘MS 2150’, çev: Nedret Şanlı, Akaşa Yayınlar
(82) Garner. Ron, (2020) Doktorların Bilmedikleri, çev. Dila Balcı, Sander Yayınları
(83) HAY, L. (2002). Pozitif Gücün Büyüsü, Çev: Oya Alpar, Kelebek Yay.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder