Dante ile Shakespeare dünyayı aralarında paylaşır; bu iki ada eklenebilecek üçüncü bir ad yoktur. ‘T. S. Eliot’
Önsöz
‘’Bir gün herkes kaçar… Çünkü bazen kaçış bir kurtuluştur’’ der
Şehriyar… Şehriyar devam eder: ‘’İşte bu nedenle kimisi bir başka ülkeye, bir
başka diyara, bir başka mekâna kaçar kurtulur, kimisi de kendi içine kaçar;
kendi ülkesinde sürgün olup, kendi içine sürgün edilir kurtulur...
Ancak, kendi ülkende sürgün olup da kendi içine
sürgün edilmek, dışarıdaki herhangi bir sürgünden her zaman daha zor ve daha
acımasızdır.’’
İnsan ister başka ülkeye, diyara veya mekâna kaçsın, isterse de
kendi içine kaçsın, oraya sürgün edilsin her zaman bu kaçışlar zordur…
Genellikle de bu kaçışlar, bu sürgünler, sessiz sedasızdır başkaları tarafından
da bilinmezler.
Ahmet
Hamdi Tanpınar Poetikasın (Şiir üzerine düşüncelerin ve
teorilerin bütünü) da şöyle diyor. Şiir bir iç kale
sanatıdır. Çünkü dil, vasıta olarak değil, malzeme ve nesiç olarak kullanıldığı
zaman, milletin iç kalesi olur.
Bununla
birlikte Dante ile Cahit Sıtkı Tarancı şiirlerinin ortak yanlarını belirlerken,
insanlığın değerlerinin ne kadar benzerlikler ve dünyada yaşanan diğer yaşamlar
ve olaylar ile bağlantılarının olduğunu görebilmeyi amaçlandı. Bu amaçların
daima kişinin doğruları kısaca, “İyi nedir? Bilgidir. Güzellik ve hoşgörüdür. Kötülük
nedir? Bilgisizlik. Dehşet ve korku‟ nun betimlediğini bilerek seçimin
kişilerin vicdanında değer bulduğunu görebilmekteyiz.
Cumhuriyet 04 Mart 2013 günü Körleşmenin Dayanılmaz Aymazlığı
Yazısında: “Günümüzden 2 bin 400 yıl önce Seneca, Sicilyalı dostu Lucilius’a
adadığı ahlaki mektupların birinde”, “Biz doğduğumuzdan daha kötü göçüyoruz. Bu
suç doğanın değil, bizim suçumuz” diyor.
Giriş
Dünya
var olduğu ve üzerinde ki insanların, canlıların oluştuğu dağların, denizlerin,
canlı cansız varlıkların, kır bitkilerinin, kırların, ölümün nefesini
hissedebileceğimiz kadar yakınlarından geçeceğimiz bir yer tarifini,
hayalimizde canlandıralım. Bir yanı çöl gibi canlı ve cansız varlıkların orada,
içindeki ne ise, onunla karşılaşıyormuş. İyi ise, iyilik buluyormuş. Kötü ise,
içinde çok zamandır saklı duran yılan dışarı çıkıp onu sokup zehirliyormuş.
Ölmüyormuş insan.
Ölüm
gelsin, onu gecikmeden alsın diye yalvarır hale getiriyormuş. Kötülük problemi geçmişteki canlılığını
fazlasıyla korumuştur. Dehşet, yer değiştirerek hâlâ devam etmektedir.
İyilikse, bir gülümseme, bir sevgi gibi şefkat ile okşar hayatı. İnsanın
katılaşmış kasları gevşer, göğsünde bir güzellik bitiverir. Bütün ömrün boyunca
hayal edip, rüyalarında gördüğünü, unuttuğunu sandığı şeyler, anılar birden
zihnimizde oluşan, o andır. Tüm bizleri (korkutan ve) rahatsız eden durumumuzdan
kurtuluruz.
Demişler
ki biz burada doğduk, buradadır ölümümüz. Başka bir yere gidersek ölüm bizi
bulması gerektiğinde bulamaz. Yaşamlarımız yerinde ağırdır. [1]
Demişler
ki: İnsan da evren yaratıldığında ölümsüzmüş. Nice şeyin yok olup gittiğini
görüp ses çıkarmayınca, bir ceza gibi, yeryüzünde çürümeye mahkûm edilmiş. [1]
Ölüm
yokmuş ama çürümüşlük varmış. [1]
İnsanlara
sorduklarında, ölümün olmadığı ama çürümenin var olduğunu düşünüşler. Acaba bu
çürümeyi ironi yapmak içim mi söylediler? Diye düşünmek gerekebilir.
Sararken
alnımı yokluğun tacı
Gönülden
silindi neş’eyle acı
Kalbe
muhabbette buldum ilacı
Ben de müridinim işte Mevlâna
Nâzım, dedesi Mehmet
Nâzım Paşa’dan çok etkilenir. Çünkü
Konya Valiliği yapan dedesi Mehmet Nâzım Paşa, Mevlevi dergâhına bağlı,
tasavvuf edebiyatını çok iyi bilen bir şairdir. Bu çevrenin etkisiyle büyüyen
Nâzım, evlerinin bahçesinde oyunlar oynarken dedesinin arkadaşlarının ağzından
düşen harfleri toplar. Nâzım’ın, 1920 yılında dedesinin katıldığı Mevlevi
toplantılarının etkisiyle yazdığı “Mevlâna’’ başlıklı şiiri Dergâh dergisinde
yayımlanır. [2]
Nazım’ın da küçük yaşta dedesinin vasıtasıyla
şiire yatkınlığını, bu sırada almış ve ‘iç kalesi’ ne
sıkıca yerleşmiş olabilir.
Dante’nin, Beatrice olan aşk
yoğunluğunu, cehennemi saplantı aşkı yaptığı ‘İlahi Komedya (La Divina
Commedia)’ adlı bu eserinde, ahirete yapılan bir yolculuğunda anlatır.
Dante, evreni Ptolemaios ’un (Batlamyus
’un) görüşüne göre tasarlar. Dünya evrenin merkezidir. Dünya dönmez, olduğu
yerde durur. Dünyanın çevresinde dönen yedi gezegen (Ay, Merkür, Venüs, Güneş,
Mars, Jüpiter, Satürn) vardır. Gezegenler iç içe geçmiş yedi gök içinde döner.
Yedinci gökten sonra gelen sekizinci gökte ise dönmeyen, yerinde duran
yıldızlar vardır. [3]
Göğün dokuzuncu katında (gezegenlerin
dönmesini sağlayan) İlk Devindirici yer alır. Meryem, Beatrice gibi Tanrı’nın
sevgili kullarının “kutsal bir gül” oluşturdukları
onuncu kat ise göğün en yüksek katıdır (arşıâlâ). [3]
Dante’nin tasarladığı Cehennem, dibine
doğru inildikçe daralan bir çukurdur. Bu çukur iç içe dokuz daireden (kattan)
oluşur. Dairelerin her birinde ayrı bir günah işlemiş olanlar cezalandırılır.
Aşağıya doğru inildikçe ceza ağırlaşır. Cezayı veren Tanrı değildir. İnsanlar
Araf’a, Cennet’e gidebilecekken, yaşarken yaptıkları yanlış seçimler sonucunda
Cehenneme gitmişlerdir. Çarpıldıkları cezayı, yeryüzünde sürdükleri yaşamla
kendileri belirlemiştir. Cezanın ağırlığı, işlenen günahın ağırlığı ile
orantılıdır. [3]
Sandro Botticelli’ cehennemin
‘Cehennem Haritası (La Mappe del İnferno)’, geri planda teraslı Araf Dağı
cehennem kapılarının üzerinde yükseliyor. Yani Cehennem ’in katlarında, arkada
giren insanların alnına yazı yazan bir melek var. Dante ‘ye Cehennem ve Âraf
yolculuğu boyunca Latin şair Vergilius rehberlik eder. Araf’ın tepesinde
Vergilius yerini, Cennet’te Dante ‘ye rehberlik edecek olan Beatrice ’ye
bırakır. Dante bu yolculuk boyunca 112 ünlü kişiyle karşılaşır. [3]
Vergilius ile Dante’nin Cehennem
yolculukları boyunca karşılaştıkları kişiler arasında filozoflar, şairler,
politikacılar, din adamları, kraliçeler, ünlü kadınlar, papalar, kardinaller,
imparatorlar, Floransa’nın ünlü kişileri yer alır. Bu kişilerin her biri, günahları
ile orantılı olarak ceza çeker. [3]
Cehennem, İlahi Komedyanın en çarpıcı
bölümüdür. Günümüzün sinema sanatını çağrıştıran olağanüstü bir görüntü
zenginliğiyle anlatılan ortam, sanki yedi yüz yıl sonra yaşanacak şiddet
olaylarının da haberciliğini yapar. Cehennem ’in son kantosunda yer alan, “altı
gözüyle birlikte ağlayan, üç çenesine gözyaşları ile kanlı salyalar akan, her
ağzında dişleriyle bir günahkâr öğüten” yarı beline dek buzlara gömülü Lucifer
“aynı anda üç günahkâra birden işkence” yapan bir “değirmendir”. Nazilerin,
toplama kamplarında insanları “öğüttükleri” gaz odalarını, Dante’nin düş
gücünün tasarladığı değirmenin günümüzdeki uzantısı saymak yanlış sayılmamalı.
Her
ağızda dişler bir günahkâr öğütüyordu
bir
değirmen gibi, böylece aynı anda
üç
günahkâr birden işkence görüyordu.
Cehennem XXXIV (55). [3]
Papa’nın jübile yılı (Geniş
bilgi Roma Katolik geleneğinde ‘Kutsal yıl’ nedir?) (Bakınız:
https://www.vatican.va/jubilee_2000/docs/documents/ju_documents_17-feb-1997_history_en.html) ilan ettiği 1300 yılı Paskalyasında 7 Nisan
Perşembe’yi 8 Nisan Cuma’ya bağlayan gece “yaşam
yolumuzun ortasında” Dante (günahkârlık ortamını simgeleyen) “karanlık bir ormanda” yolunu şaşırır. Cuma sabahı gün
ağarırken bir tepenin eteğinde (insan aklını simgeleyen) Vergilius ile
karşılaşır. Dante'nin yardımına koşan Vergilius, kötülüklerden arınmak için onu
öteki dünyanın üç bölümünü gezmeye çağırır. Dante ile Vergilus’un o gece
başlayan Cehennem gezisi 9 Nisan Cumartesi gecesi sona erer. 10 Nisan Pazar
günü, birlikte Araf’a ulaşırlar. [3]
Dante cehennem ’de, ölümsüz eseri
İlahi Komedya ‘da şair meslektaşı Vergilius ile Cehennem, Araf ve son olarak da
Cennet’e seyahat eder Dante. (Dante ’ye Cennet’i gezdirecek olan Beatrice; (Vergilius
pagan olduğu için Cennet’e giremez.) Dante sevdiği kadın Beatrice’den Vita nuova'
da uzun uzadıya söz eder). [3]
Cehennemin kapısı önünde ne Musa’ya ne
de İsa’ya yarananları görür. Kapısında ise şu yazılıdır:
“Buradan
gidilir acılar kentine,
buradan
gidilir bitmek bilmeyen acıya,
buradan
gidilir yitmiş insanlar arasına.
Adalet
yol gösterdi ulu rabbime,
kutsal
güç, yüce bilgelik, ilk sevgi yarattı beni.
Benden
önce her şey sonsuzdu;
sonsuza dek süreceğim ben de.
“İçeri girenler, dışarıda bırakın her
umudu.”
Cehennem adlı bölümünde bunu kendisi
şöyle dile getirmektedir: “Sağlıklı bir akla sahipseniz, şu tuhaf dizelerin
arasında saklı öğretiyi kavrayınız.
1.
daire de “vaftiz olmayan ruhlar”,
Cehennem ’in ilk dairesi: Limbus:
Dante’nin kılavuzu şöyle der burada: “Gitmeden daha ileri, bil ki bunlar
günahkâr değil, erdemleri var, ama yeterli değil, çünkü senin inancının da
giriş kapısı vaftizden yoksun kalmışlar; Hıristiyanlıktan önce yaşamışlar, ama
Tanrı’ya gerektiği gibi tapınmamışlar: Onlardan biriyim ben de.” Yani
Vergilius da buradadır. Acısız bir keder hakimdir Limbus’a.
2.daire
de” şehvet düşkünleri,
Dante anlatıyor: “Dinmek bilmeyen
cehennem burgacı öfkeyle sürüklüyordu ruhları; döndürüyor, silkeliyor,
savuruyordu onları. Yıkıntının önüne vardıklarında çığlıklar, hıçkırıklar,
yakınmalar yükseliyordu…” Kleopatra, Semiramis, Truvalı Helen, Akhilleus
buradadır.
3.daire
de “oburlar ve açgözlüler”,
Yemeği ve içkiyi, doğal bir ihtiyacın
karşılanması değil, zevke dönüştürenlerin, ihtiyaçtan fazlasını arzulayanların
yağmur altında eriyip gittikleri yerdir burası.
4.daire
de “cimriler ve savurganlar”,
Yaşarken sürdürdükleri kirli yaşam
nedeniyle yüzleri kararmışlar buradadır ve bu nedenle tanınmaz haldedirler. Ya
çok cimriydiler ya da çok savurgandılar. Dante buradakilerin sayısını ve
cezalarını şöyle anlatır: “Gördüğüm insan sayısı her yerdekinden fazlaydı,
çığlıklar atıyorlardı, göğüsleriyle koca yükleri iterken, birbirlerine de
çarpıyorlardı…”
5.daire
de “ağır suçlular öfkeliler”,
“Dikkat kesilip çevreme bakınca, çamura
bulanmış insanlar gördüm bataklıkta, yüzlerinden öfke akıyordu, hepsi
çırılçıplaktı. Yalnızca elleriyle değil, başları, göğüsleri ayaklarıyla da
birbirlerine vuruyorlardı, dişleriyle birbirlerini parçalıyorlardı. İyi
yürekli usta dedi ki: “Oğul bu gördüklerin öfkeye yenik düşenlerin ruhları”.
6.
daire de” sapkınlar, inkarlar”,
Ruhun bedenle öldüğüne inanan
Epikür’cülerin veya ruhlara inanmayan Ottaviano degli Ubaldini gibilerin yer
aldığı bu dairede günahlılar ateşten mezarlarında yatarak cezalarını çekerler.
7.daire
de “başkalarına, kendilerine, Tanrı ya saldırıda bulunanlar, şiddet yanlıları”,
Cehennemin yedinci dairesinde üç kat
bulunur. Birinci katta
“Başkalarının kanını, malını çalan zorba hükümdarlar” bulunur. Atilla, Büyük
İskender ve her zamanki gibi Dante’nin döneminde yaşamış siyasi rakipleri
bulunur.
İkinci
katta kendi canlarına kıyanlar, yani intihar edenler vardır.
Üçüncü
katta ise Tanrı’yı küçümseyenler, dine hakaret edenler,
zındıklar bulunur.
Birinci kattakiler kızgın kanda
kaynarlar. İkincidekiler Harpya isimli canavarlarca hırpalanırlardı.
Üçüncüdekiler ise ateş yağmurlarına maruz kaldıkları çöldedirler.
8. daire de “kadın tellalları, din sömürücüleri,
rüşvet yiyenler, hileciler, hırsızlar, ikiyüzlüler, bölücüler, simyacılar,
kalpazanlar, yalancılar, sahtekârlar”,
Dante
sekizinci daireyi 10 ayrı hendeğe ayırır. Birinci
hendekte pezevenkler ve kadınları baştan çıkaranlar cinlerce
kırbaçlanırlar. İkincide
dalkavuklar boka batmışlardır: “El etek öptüğüm için pisliğe gömdüler beni,
dilim övgüler düzmekten bıkmak bilmezdi.” Dördüncüde büyücülerin, falcıların başı ters
dönmüştür ve dilsizdirler. Beşinci
hendekte rüşvet alanlar zifte batırılmışlardı ve başlarını kaldıramıyorlardı. Altıncı hendekte kalay cüppeler
giymişti iyi yüzlüler. Yedincide
hırsızlar, yaratıklarca işkenceye maruz kalıyorlardı. Akhalı kahraman Diomedes
gibi hilekarların ruhları ateşlerde yanmaktadır. Sekizinci hendekte lime lime edilmiş bölücülük,
bozgunculuk günahlıları vardır. Dokuzuncu
hendek de son kısmında ise sahtekârlar vardır. Dermansız hastalıklarla
kırılmaktadırlar.
9. daire de”
akrabalarına, vatanına, kendilerine iyilik yapanlara ihanet edenler “bulunuyor…
Cehennemin tam dibinde, dünyanın merkezinde yer alan
dokuzuncu dairede hainlerin en büyüğü İblis yer alır. İslam’a göre İblis,
Tanrı’nın buyruklarına itiraz etmiş, kibir göstermiştir. Hıristiyanlığa göre
İblis, Tanrı’ya ihanet etmiş bir melekti. İblis’ in üç yüzü ve her yüzün dev
kanatları vardır. Buza gömülmüştür İblis. Burada kendi cezasını çekerken 3
ağzıyla aynı anda üç kişiyi çiğneyerek hainlere de cezasını verir. En çok
acıyı, İsa’ya ihanet eden havarisi İskaryot Yahuda çeker: “En büyük cezaya
çarptırılan, şu yukarıdaki ruh” dedi ustam, “İskaryot Yahuda; başı ağzın
içinde, çırpınan ayakları boşlukta.” İmparatoruna ihanet eden Brütü ve
Longinus, kardeşi Habil’i öldürerek tarihin ilk katili olan Kayin (Not: Hain
kelimesi buradan geliyor. UG) burada kahır ve azap içindedir.
En çok ilginç gelende 1.daire de yer
alan İlahi Komedya da adı geçen tek Müslüman; Selahaddin Eyyubi idi. Kudüs’ü
Haçlıların elinden kurtarması bunda etkili oldu sanırım.
Bilinmeyen her şeyden korkar insan…
Ebediyete kadar yok olmaktan daha büyük bir korkusu yoktur insanın… Dante’nin
bu şaheseri bu korkunun, ahirette olsun adaletin tecellisi hülyasının,
ölümsüzlüğe duyulan özlemin ürünüdür. [4]
Sandro Botticelli Cehennem
tablosu
Kaynak: https://mominexatun.wordpress.com/2020/05/05/dante-cehennemi/
Günümüzün Dante yorumcuları, İlahi
Komedyanın yazılış amacının, geçen yüzyıla dek öne sürüldüğü gibi Cehennem
olmayıp Cennet olduğu görüşündedir. Dante hem sevdiği kadını övdüğü hem de
Tanrı’nın ışığına kavuştuğu Cennet’i “güneşi yıldızları döndüren sevgi” ile
bütünleşerek noktalar.[3]
karanlık
bir ormanda buldum kendimi, 2/aklın çelindiği ahlak
kurallarının önemsenmediği bir
günahkârlık dönemi; bu tamlamayı Dante'nin gurbette çektiği sıkıntıları belirtmek için kullandığını
öne süren yorumcular da vardır
çünkü doğru yol
yitmişti. [3]
Dane’ye, ünlü Türk şairi Cahit Sıtkı
Tarancı’nın bir şiirinden de aşinayız. Cahit Sıtkı Tarancı, Dante’nin
Floransa’dan sürgün edildiği yılların birinde yazdığı “Yaşam yolumuzun
ortasında” ile başlayan mısralardan esinlenmiştir. İlahi Komedyanın Cehennem
kitabının başladığı mısralardır kaynak aldığı o mısralar yazılırken de Dante,
35 yaşındadır. Cahit Sıtkı’nın en tanınmış şiiri olan Otuz Beş Yaş şiirinde
Dane’den “Yaş otuz beş, yolun yarısı eder. Dante gibi ortasındayız ömrün.”
şeklinde bahseder.[5]
Ünlü İtalyan şair Dante Alighieri küçük yaşlarda tutulduğu ve ömrü boyunca yaşayacağı büyük aşkının ölümünün etkisiyle yazdıran o mistik havayla cehennem, Araf ve Cennet’ten oluşan ilahi komedyasının ilk mısraları ' hayat yolumuzun yarısında kendimi karanlık bir ormanda buldum'' ile başlar. Dante burada mezmurların (Kaynak: https://sorularlaislamiyet.com/kaynak/zeburAllah tarafından Hz. Dâvud (a.s)'a gönderilen Mezmurlar ve Mezâmir adı ile de anılan mukaddes kitap. Lügatte Mezmur, "Kavalla söylenen ilâhî, Hz. Dâvud'a inen Zebur'un sûrelerinin her biri" anlamlarına gelir) '' yıllarımızın günleri yetmiş yıldır'' sözüne ithafen 35 yaşında ilahi bir yolculuğa çıkmış olduğunu düşünen '' hayat yolumuzun yarısında' tabirini kullanır. (Dante‘ye göre insan yaşamı, en yüksek noktası 35 yaş olan bir yay çizer; 1265 doğumlu Dante bu yapıtı yazmaya 1307 yılında başlamıştır; ancak 1300 yılında Papa Bonifazio VIII ’in düzenlediği “jübile” yılına katılmak için Roma’ya gitmiştir; 35 yaşında yaptığı bu geziyi Dante bu yapıttaki düşsel gezinin de başlangıcı sayıyor; (jübile yılı = papanın günahları bağışladığı 00, 25, 75 rakamlarıyla sonlanan yıllar; bu uygulamayı ilk kez 1300 yılında Papa Bonifazio VIII başlatmıştır) [3]
Cahit Sıtkı Tarancı, Dante’nin
Floransa’dan sürgün edildiği yılların birinde yazdığı;
“Yaşam
yolumuzun ortasında
karanlık
bir ormanda buldum kendimi,
çünkü doğru yol yitmişti.” ile
başlayan mısralardan esinlenerek,
“Yaş
otuz beş! Yolun yarısı eder.
Dante
gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı
çağımızdaki cevher,
Yalvarmak,
yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.”
Diyecektir.
Cahit
Sıtkı bile yaşamın yarısında, yaşamın yapacaklarına yetmeyeceği korkusu veya
gerçeğini görmüş mü diyeceğiz?
“Her karanlık kendisini sonlandıracak
şafağın tohumlarını içinde taşır.” Diyen Dante, ilahi aşkla bağlandığı ve
hayallerini süsleyen Beatrice ’yi aklından çıkaramamak ve kendini cehennemin
katlarında gezinirken hayal ettiği yaşamı boyunca sürmüş gibi.
Nietzsche, Montaigne için söylediği şu
söz “Bir zamanlar böyle bir insanın yaşamış olması, bugün şu yeryüzünde
yaşamanın hazzını gerçekten artırıyor.” Sanki Dante’nin yaşam serüvenine tam
uyuyor. Cahit Sıtkı Tarancı’nın hayatına baktığınızda o da Dante gibi hayatın
aşkını aramakla geçse de erken denilecek yaşta yaşamını yitirmiştir.
Michel de Montaigne ‘’Denemeler’ ’ini
ailesinden kalan şatonun bir kulesine on yıl boyunca kapanıp öyle yazar.
Montaigne bu sürede hem bedenini bu kuleye hem de kendisini kendi iç dünyasına “iç kale” sine hapseder… Daha doğrusu kendi iç dünyasına kaçar…
Stefan Zweig da Montaigne’inin
kişiliğine dair şu tespiti yapar: “Bu nedenle Montaigne asla filozof değildir
ya da en sevdiği düşünür olan Sokrates kadar filozoftur; onu sever çünkü
Sokrates arkasında ne bir dogma ne bir öğreti ne yasa ne sistem bırakmıştır;
kalan yalnızca insan Sokrates’tir, her şeyde kendini ve kendinde her şeyi
arayan insanın ilk örneğidir" [6]
Montaigne’inin Denemelerini yazarken
ince eleyip sık dokumaz. Bilginin hizmetkârlığını da yapmaz. Yaşar. Yaşamaktır
sanatı. Bu yüzden denemelerinin konusu da ben ile Ben’in özü ‘dür.
O, bize
soyut sıfatlarla taltif edilmiş başarıların hiçliğini öğretir. Bir insanın iç
özgürlüğünü kazanmasının paha biçilmez değerinin farkına varmamızı sağlar.
İnsanlığın özgürlüğüne verdiği önem /değer onu büyütür.
‘KENDİNİ TANI’ ilkesinin bütün
bir ömre uygulamasıdır. Bu bakımdan Montaigne, Sokrates’i Platon’dan çok daha
iyi anlamış sayılabilir. Hiç kimse kendi kendini onun kadar sabırla, inatla,
dikkatle gözetlememiş, en gizli, en ele avuca sığmaz hallerini yakalamakta onun
kadar tetik davranmamıştır. [7]
Kitaplarını
da tıpkı gezer gibi okurmuş: Okumuş olmak için değil, yeni ufuklar, yeni
lezzetler, yeni düşünceler bulmak için. Tekrar tekrar okuduğu kitaplarda, her
kez yeni yeni bir şeyler bulması, onları dilediği zaman dilediği bir yerinden
açıp okumasından ileri geliyor.[7]
Montaigne
özgür düşünce için hep ‘SERBEST DÜŞÜN, RAHAT SÖYLE’ der gibidir.
Ancak
Montaigne’inin ‘’iç kale’ sinin bir özelliği vardır… Bu ‘’iç kale’’ ancak ve ancak
iyi bir eğitim ve kültür temeline oturursa fayda sağlar. İyi bir eğitim ve
kültürle beslenmiş hayat, yeteneğiyle, becerileriyle kendi ‘’iç kale’’ sinde insanı
yeniden biçimlendirir. Montaigne’e göre iç kaleleri olmayanlar, alışılmışın
dışında başka bir hayat yokmuşçasına yaşarlar. “İç Kale” lerini aklıyla ayakta tutanlara özgüdür.
Montaigne şatosuna kendini hapsedip,
bu yolculuk kendisi ile birlikte “insanoğlu” nu arama yolculuğuna çıkar.
Sonunda anlar ki Montaigne, insanı tanımak ve anlamak insanla iç içe olmaktan
geçer. Bundan sonra da soyut yolculuğu bırakıp gerçek yolculuklara başlar.
Montaigne için tüm yaşamı ve
deneyimleri çalışıp bitirdikten sonra geriye öğrenilecek tek şey kalmıştır: O
da ölüm. Montaigne bilgece yaşadığı gibi bilgece ölür.
Zweig ’in Montaigne’in anlatırken,
"İnsanın imkân varsa karısı, çocuğu, parası hele sağlığı olmalı; ama
mutluluğunu yalnız bunlara bağlamamalı. Kendimize dükkânın arkasında, yalnız
bizim için bağımsız bir köşe ayırıp orada gerçek özgürlüğümüzü, kendi sultanlığımızı
kurmalıyız. Orada hiçbir konuğa yer vermeksizin kendimizle dertleşmeliyiz;
karımız, çocuğumuz, servetimiz, adamlarımız yokmuş gibi konuşup gülmeliyiz.
Öyle ki, hepsini yitirmek felaketine uğrayınca onlarsız yaşamak bizim için yeni
bir şey olmasın".
“İç Kale’’ aynı zamanda insanın kendisiyle böylesi bir
kültür temelinde diyaloğu demektir. Bu diyalog için de Montaigne şöyle der: ‘’İnsanın
kendisi ile diyaloğu erişilebilecek en yüksek sanat formudur…’’ [8]
“İç Kale”, İç Benlik,
Vicdan kişinin kendi niyeti veya davranışları hakkında kendi ahlaki değerlerini
temel alarak yaptıklarını veya yapacaklarını ölçüp biçtiği bir kişilik özelliği.
Felsefi acıdan düşünecek olursak; iç
huzuru veya iç sıkıntısı vererek kişiyi uyaran vicdan bir kavram değil, kişinin
bir yeteneğidir. Felsefede metafizik anlayış, bu yeteneğin doğuştan var
olduğunu ileri sürer, seküler anlayış ise insanın içinde bulunduğu toplumsal
koşullarla belirlenmiş görgü ve bilgisinin sonucunda oluştuğunu ileri sürer.
Friedrich Nietzsche'ye göre vicdan, borçlanma ahlakına bağlı olarak gelişmiş,
"söz verebilen bir hayvan yetiştirme" amacıyla icat edilmiş bir kavramdır.
[9]
Kişiyi kendi davranışları hakkında bir
yargıda bulunmaya iten kişinin kendi ahlak değerleri üzerine kendiliğinden
yargılama yapmasını sağlayan güçtür.
Ahlaki bakımdan neyin doğru neyin
yanlış olduğunun, doğru ile yanlış ilkelerinin ya da iyi ile kötünün ne olduğu dolaysız
kavranışını sağlayan, her insanda var olduğu düşünülen bir tür “ahlaki bilinç” tir.
Ataol Behramoğlu da “akıl, sağduyu,
adalet ve merhamet (acıma) duygularının toplamı olduğudur. Bazı batı dillerinde
vicdan (concience/consience), bilinçle eşanlamlıdır”. Diyerek devamında, “bu
konuda özetle söyleyebileceğim, insanlığın bugün ulaşmış olduğu bilgi düzeyinde
bu kavramın adalet kavramıyla tam anlamda örtüşmüş olduğudur”. Diyerek vicdanı adalet
ile eşliyor.
Gerçekçi olan, bir toplumda aklın, sağduyunun,
adalet ve merhamet duygularının, özetle vicdanın ağır basması olması gerektiği
ve bunu kabullenmemiz gerekliliğidir. Aksi taktirde, kişiler kendi vicdanları
hür ve adil olmayacak şekilde oluştularsa, insanoğlunun geleceği ciddi bicimde
yara alabilir.
“Adalet her
şeyin temelidir ve her şeye önceldir” der John Rawls.[10]
Doğruluğun düşünce sistemlerinin ilk erdemi olması
gibi, adalet de toplumsal kurumların ilk erdemidir. Adalet duygusu, adil olanı
tanıyabilme ve daha adil olanın seçilmesiyle doğruluk kazanır. Rawls’a göre
herhangi bir şey (eylem, davranış, kural) haklı değilse, zaten iyi de değildir.
Rousseau’nun vicdan diye adlandırdığı
ahlaki ilke, toplumsal yaşamın vazgeçilmez ilkesi olan dayanışma ve düzen
fikrinin benimsenmesinde bireylere kılavuzluk eden, onları teşvik eden dinamik
bir güçtür. O güç ki hem bireylerin kendi iyiliklerine yönelmelerini hem de
başkalarının iyiliğini teşvik etmelerini sağlar
Vicdan, iyiliği görüp ona yönelme;
kötülükten de kaçınma kabiliyeti, hissi insanların fıtratında var olan temel
bir özelliktir. Denilebilir mi?
“Hiç kimse bile bile kötülük etmez.
Çünkü kötülük, bilgisizlikten kaynaklanır” diyor Platon.
Kötülük problemi, Antikçağ Yunan
filozofu Thales ‘ten itibaren başta zıtların birliğini savunan ve 'iyi ile kötü
birdir' diyen Herakleitos, Empedokles, Sofistler, Platon ve Aristoteles olmak
üzere, Helenistik dönem düşünürlerinden Epikuros ve Epikuros’çular, Stoacılar
ile Yeni Platonculardan günümüze kadar gelmiş, hemen hemen her çağda hem
filozofları hem de teologları oldukça uğraştırmış, felsefenin en eski ve en
önemli problemidir. [11]
Zira neredeyse evrensel olarak
üzerinde fikir birliğine varılmış doğru ve yanlışlar, insanlık tarihinin ortak
tecrübesi olarak ortadadır. Yoksa dünya görüşü, inanç ve değer sistemlerine
göre farklılaşan cevap ve değerlendirmeler mi karşımıza çıkar? İşte neyin
ahlaki açıdan iyi, neyin kötü olduğu her zaman açık değildir. [12]
Etik ve ahlak kavramları, günlük
konuşmalarda aynı anlama gelecek şekilde kullanılsa da etik doğru ve yanlış
davranışın kuramsal yönünü; ahlak ise bunun hayata geçirilişini, pratiğini ve
sergilenen davranışları ifade eder. [13]
Bir eylemin ahlaki açıdan iyi ya da
kötü olarak belirlenmesi hususunda önemli bir problem irade özgürlüğüdür. Diğer
bir deyişle, insan bir davranışı kendi hür iradesiyle seçmemişse burada
davranışla ilgili ahlaki bir değerlendirmede bulunulamaz.
Gece yatağa girdiğinizde günlük
yaşantınız gözünüzün önünden geçince, neleri doğru yaptığınızı, neleri yanlış
yaptığınızı düşündüğünüzde, belki de yukarıdakilerin anlamlarını doğru anlama
şansını elde edebiliriz. Hayatımızın fırsatlar içinde geçtiğini bilerek,
davranışlarımızı “iç kale” nin özgür dayanakları
altında olduğunu hatırlamalıyız.
Davranışlarımızı incelemeye zorlayan,
kendi ahlak anlayışımızın sorgulamasını ve kendini yargılamasını sağlayan içsel
gücün olduğunu düşünmeliyiz.
İngiliz şair John Milton'ın 1658
yılında yazdığı 10.000 mısraı aşkın bu şiiri destanda cennete girme savaşı ve
insanın cennetten kovulmasının hikâyesi anlatılır.
Kayıp Cennet kör peygamberlerin ruhunu
çağırmak için klasik Yunan şiirinden, Homeros'tan yararlanır, aklın gözüyle
gören Teb kâhini Tresias'tan yardım umar.
Kayıp Cennet "Hain Melek" olarak
bilinen Şeytan'ın yaratıcısı Tanrı'ya karşı isyanının ardından cehenneme
gönderilmesi ile başlar. "Cennetin Tiranlığı" olarak gördüğü şeye
itaat etmeyi reddeden Şeytan, Tanrı'nın yarattığı insanı günaha teşvik ederek
intikam alır. Milton kurtuluş yolunu göstermeden önce "İnsanın İlk İtaatsizliği"
nin canlı bir dökümünü verir.
Kayıp Cennet çoğunlukla siyasi ve dini
tartışmalara konu olsa da aslında aşk da içerir. Milton'a göre Havva biraz da
Adem'e yakın olmak için günaha girmiş, Âdem de "seni kaybetmek kendimi
kaybetmektir" sözleriyle onu takip etmiştir.
Milton'ın mısralarıyla bitirecek
olursak: "Akıl kendi mekânın yaratır, kendi başına cehennemi cennete,
cenneti cehenneme çevirebilir". [14]
Dante ‘de kendi ahlak anlayışımızın
doğrularına dikkati çekerken, şunları söylüyor.
Başkasının
ekmeğinin ne denli tuzlu,
başkasının
merdiveninden çıkmanın
ne
denli zor olduğunu göreceksin.
Cennet XVII (58) [3]
‘Gerçekliğe ve Geleneğe Karşı’
kitabının yazarı Halil Turhanlı “Dante evrensellik düşüncesini humanitas (insan sevgisi,insan
ırkının başka insana zarar verecek davranışlardan kaçınması) kavramıyla
birlikte ele almıştır. Bir diğer anlatımla insanlık ve insan onurunun önemini
kavramış, evrensel politik toplumu tahayyül etmiştir” diyor.
‘Cehenneme giden yol iyi niyet taşlarıyla döşenmiştir’
diye bir deyiş vardır. Deyişi kimin bulduğu bilinmemekle beraber oldukça eski
olduğu muhakkak. 17. yüzyıldan kaldığı kabullenilir. Oldukça sık kullanılan bu
deyiş iyi niyetlerle yapılan bazı düzeltmelerin sonuçlarının düzeltmeye
çalıştıkları işten daha beter çıkması üzerine söylenir.
Yaptığımız işlerin, aldığımız kararların olası
sonuçlarını iyi düşünerek ona göre hareket etmemiz gerektiğini söyleyebilir.
Çin’in kurucusu Mao’nun ‘İleriye Dönük
Büyük Sıçrama’ (Büyük İleri Atılım: Çin'de 1958-1961 yılları arasında Çin
Komünist Partisi tarafından gerçekleştirilen ekonomik ve sosyal bir
kampanyaydı. Mao Zedong liderliğindeki kampanya hızlı bir sanayileşme ve
kolektifleştirme yoluyla ülkeyi tarım ekonomisinden sosyalist bir topluma
dönüştürmeyi amaçlıyordu. Ancak kampanya başarısızlıkla sonuçlandı ve
kampanyanın neden olduğu tahmin edilen kıtlık sonucunda on milyonlarca kişi öldü.
http://www.palgrave-journals.com/ces/journal/v50/n1/full/ces20084a.html Büyük İleri Atılım Çin'de ve uluslararası alanda büyük bir
ekonomik başarısızlık ve insani felaket olarak görülmektedir.) programının bir parçası olan ‘Dört
Haşere’ projesi adında bir proje geliştirirler. ‘Dört
Haşere’. Projede adı geçen
haşereler sivrisinekler, karasinekler, fareler ve serçeler. Projenin hedefi ise
‘çok iyi niyetli’: Pirinç üretimini olumsuz etkileyen sineklerin, farelerin ve
serçelerin Çin’de kökünü kazıyarak bu sorunu çözmek. Projenin uygulamaya
konulması sonucu 23 milyon kuş öldürüldükten sonra beklenmedik bir şey oluyor.
Birdenbire ortaya böcek sürüleri çıkıyor. Peşinden çekirge istilası ve onun
peşinden sümüklüböcek salgını. Kuşların kökü kazınmamış olsa bunları yiyecekler
ama ortada kuş kalmamış. Bu ekolojik felaket 1958-1961 arası görülen ve 20-45
milyon Çinlinin açlıktan ölmesine yol açan kıtlığın nedenlerinden biri olarak
tarihe yazılır.
Bir yıl sonra Çin Sovyetler Birliği’nden
kuş ithal ederek sorunu çözmeye kalktı ama zamanın komünist liderleri projeyi
büyük bir başarı olarak lanse etmeyi bırakmadılar.
Mao’nun niyeti iyi olabilirdi ama
yapılacak işin seçim ve tasarımı konusunda bilmediği bir işe karıştığı ortada.
Tanrı o yıllarda açlıktan ölen milyonlarca Çinliyi bu ‘iyi niyetli’ kişiden
korumamıştı. [15]
İyi
niyetle yapılan her karar ve uygulamalarımızın sonuçları iyi olmayabilir. Bu
bizim kötü biri olabileceğimiz anlamına gelmez. Karşı tarafın şu sorularına da
muhatap kalırız ki o zaman kendi ‘iç kalemiz’ sağlam
ve özgürlüğümüz ile oluşturduğumuzun sorgulamasını yapmalıyız. Bunu defalar
kere sorduğumuzda içimizde derin bir acı ve mutsuzluğa yol açan iç huzursuzluğa
götürür.
Montaigne’in
için “Dünyanın en önemli şeyi, insanın kendi kendisi olmayı bilmesidir.” İnsanı
soylu kılan, makam, kanın ayrıcalığı, yeteneği değil, kişiliğini korumayı ve
kendine özgü biçimde yaşamayı başarma ölçüsüdür.
Stefan Zweig, Montaigne Deneme kitabının ‘iç kaleyi savunmak ’da: Düşünceler, konuştuğumuz dilin egemenliği altındadır;
mutlak anlamda özgür insan düşüncesi, bir hayalden başka bir şey değildir.
Boşlukta yaşamak olanaksızdır. Hepimiz bilincine vararak ya da varmaksızın,
aldığımız eğitim sonucu ahlakın, dinin, dünya görüşlerinin kölelerine dönüşürüz;
soluduğumuz, zamanın havasıdır.
Montaigne’e
göre kendimizi ödünç verebiliriz; yapmamamız gerekense, kendimizi adamamızdır.
“Ruhumuzun özgürlüğünü kendimiz için ayırmamız ve aksini yapmayı açıkça doğru
gördüğümüz ender durumların dışında, ödünç vermememiz gerekir.” Diyor.
Bunu
nasıl başaracağız veya başa çıkarız?
SONUÇ
Vicdan
azabı başkasına zarar verdiğine inanan bir kişinin duyduğu pişmanlık duygusunun
bir ifadesidir. Vicdan azabı suçluluk duygusuyla ilintili bir duygu olup
kişinin kendi kendine yönelttiği bir kızgınlık halidir. Vicdan azabı kişinin
geçmişteki bir eyleminden kaynaklanabildiği gibi eylemsizlikten (parmağını
bile kaldırmamak) de kaynaklanabilir.
Geçenlerde bir televizyon programında
sokak röportajlarında rastladım. Bir genç sorulan soruyu cevaplıyor. Sağlık
teknisyeni olarak mezun oldum. İş bulamıyorum. Harçlığımı babamdan alıyorum.
Konuşmasına devan ederken, babasının kendisinin yaptığı hata için kızdığını
anlatır.
Devlet dairesinin bahçesinde ki
çeşmede motorumu yıkıyordum, babam beni görünce şöyle dedi. Oğlum, devletin
suyu ile sakın motorunu yıkama. Neden diye sordum? Çünkü o suda, her vatandaşın
hakkı var. Genç bunu söyledikten sonra devam etti, babam, bizi bu terbiye ile
yetiştiriyor. Bir babanın evladına verebileceği en iyi, güzel bir nasihat veya
miras budur.
Bu anlatımı kendimize örnek alırsak ‘İç Kale’miz de adil ve adaleti olmayı sağlarız.
Nereye bakarsak bakalım, vicdan “İnsan olmayı”,
belki de “İnsan
olabilmeyi” anlatıyor.
Ahlak felsefesinin ele aldığı önemli
temel sorunlardan birisi de kendimizle hesaplaşabileceğimiz vicdanımızdır.
Montaigne’nin dünyası, yaşadığı dönem
itibariyle insana ve insanın dokunduğu pek çok şeye ulaşan bir düşünce
yolculuğu taşımaktaydı. Bu yoğunluk neticesinde ortaya çıkan yapıtları, tarihin
ve insanlığın kendi varlığı etrafında her dönem için canlı ve yaşayan fikirler
ortaya koymasıyla birlikte ilerliyordu. Çünkü yaşamın en gizli ve ulaşılmaz
ayrıntıları, bir şekilde ortaya çıkartılmayı haklı olarak bekliyordu.
Montaigne, söz konusu ayrıntılar üzerinden hareket ediyor ve onlara kendi
karakterlerinin diliyle konuşmayı öğretiyordu.
Ölüm güzeldir yaşamasını bilene derler
ya…
Bu nedenle ölümün hiçlik olarak
okunması yaşamı değersizleştirmez aksine ona değer katar. Ölümü hiçlik olarak
kabullenen Schopenhauer, onun hakikat olarak görülmese de bir kötülük olarak
algılanamayacağını savunur; ona göre ölüm tabiatın rahmine geri dönüştür, bu
geri dönüş bir cessio bonorum yani malvarlığı, mülkü terk ediştir. Konkordato. [16]
Yaşam perdenin tamamen kapanmış
olması, oynanan oyunu yani yaşamı anlamsızlaştırmaz; yaşamı anlamlı kılan
sonraki bir hayat düşüncesi ve o hayata yapılan hazırlıklar değil bilakis yaşamın
kendisidir. Bunu sağlayacak olan insanın ‘iç kale’ sinin
özgürlüğünü sağlayanların verdiği kolaylığı kullanmak.
Montaigne'in sistemi olsa olsa hiçbir
sisteme girmeden düşünme yoludur. Ona göre insan düşüncesi sistemleri kırarak
gelişir, çünkü hiçbir sistem hayatı ve insanı bütün zenginliğiyle kucaklayamaz.
Düşüncelerin özgür olması ne demektir?
Türk Dil Kurumu sözlüğüne
baktığımızda:
1. Herhangi bir kısıtlamaya, zorlamaya
bağlı olmaksızın düşünme veya davranma, herhangi bir şarta bağlı olmama durumu,
serbestî- İhsan Oktay Anar
2. Her türlü dış etkiden bağımsız
olarak insanın kendi iradesine, kendi düşüncesine dayanarak karar vermesi
durumu, hürriyet- Azra Erhat
Türk Dili, Toplum Bilim Sözlüğün, O.
Hançerlioğlu ’na göre özgürlük; Doğanın ve toplumun nesnel yasalarına egemen
olma, serbestlik, herhangi bir kısıtlamaya ve zorlamaya bağlı olmaksızın
düşünme ya da davranma. Herhangi bir koşula bağlı olmama durumu. Her türlü dış
etkiden bağımsız olarak insanın kendi iradesine, kendi düşüncesine dayanarak
karar vermesi olarak tanımlanmıştır.
Platon bir mit aracılığıyla özgürlük
konusunda oldukça önemli tespitler yapar. Platon’un Devlet’in onuncu kitabında
yer alan mite göre bir asker olan Er, savaşta ölür. Ancak diğer ölülerle aynı
akıbeti paylaşmaz. Savaş meydanında on gün boyunca beklediği halde çürümemiş
olarak bulunan cesedi gömülmek üzere evine götürülür. On ikinci gün yakılmak
için odunların üstünde yatırılırken yeniden hayata döner. “Takdiri ilahi” böyle
buyurmuştur. Zira öte dünyada olup bitenleri insanlara aktarmakla
görevlendirilmiştir. Kendine gelince, on günlük süre boyunca öte dünyada
gördüklerini birbiri insanlara aktarır. Platon söz konusu eserde miti detaylı
bir şekilde aktarır. Er, öte dünya deneyimlerini bütün çıplaklığıyla yaşar.
Ölüm ilk ve son kez deneyimlenir. Bu imkânsız deneyimi ona olanaksız olanın
bilgisine ulaşma imkânı verir. Götürüldüğü yerler, karşılaştığı insanlar,
insanların çektiği azaplar, zevki çıkarılan ödüller… Bütün bunların özgürlük
bağlamında kayda geçirilecek bir yanı yok, ancak Er’in anlattıkları özgürlük
konusunda birçok filozofu önceleyen veriler içerir.
Er’in rivayet ettiğine göre, ruhlar
öte dünyada gerekli yerlere götürülüp, gerekli işlemlere tabi tutulduktan
sonra, zorunluluğun kızları olan kader tanrıçaları denilen Moira’lardan
Lakhesis, Klotho ve Atropos’un karşısına çıkartılıyorlarmış. Bu esnada, tanrı
sözcülerinden biri, ruhları sıraya diziyor ve Lakhesis’in dizleri üzerinde
bulunan kura numaralarını ve hayat örneklerini alıp ruhlara, onların yeniden
ölümlü bir döneme gireceğini bildirip şunları söylüyormuş:
Zorunluluğun kızı bakire Lakhesis’in
bildirisi şudur, dinleyin: Bir günlük ömrü olan ruhlar, yeniden ölümlü bir
döneme girecek, yeniden doğumundan ölüm saklayan bir hayata döneceksiniz. Hayat
periniz [daimon] sizi seçmeyecek, siz hayat perinizi seçeceksiniz. Sıra ilk
kime çıkmışsa, seçmeye o başlayacak ve seçtiği hayat zorunlulukla ona
bağlanacaktır. Erdemin bir efendisi yoktur: Hanginiz onu yüceltir ya da
küçümserse, ona göre erdem sahibi olur ya da olmazsınız. Herkes seçtiğinden
kendisi sorumludur. Tanrı sorumlu tutulamaz.[17]
Mitte anlatılanların anlamını şu
ifadeler belirler: “Hayat periniz sizi seçmeyecek, siz hayat perinizi
seçeceksiniz.” “Kişi, seçtiği hayata zorunlulukla bağlanacaktır.” “Kimse
seçilmiş değildir.” “Herkes seçtiğinden kendisi sorumludur.” “Tanrı sorumlu
tutulamaz.” Durum bu, bu olmasına, ancak söz konusu ifadelerde de belirleyici
olan kavramlar “hayat”, “seçim”, “sorumluluk”, “zorunluluk” sözcükleridir. [18]
Yapılması gereken şey, bu kavramlar
bağlamında bir özgürlük çözümlemesi yapmaktır.
Özgürlük, Platon için, ilkin veya
özsel olarak eylemlerin değil, yaşamın belirleyicisi olduğuna inanmakta.
İnsanın karşı karşıya kaldığı şey yaşamdır, hayattır. İnsanı meşgul eden şey
yaşamdır; zira kişi, yaşam içinde karar verir, yaşam içinde edim ve eylemler
gerçekleştirir. Bu nedenle özgürlük bir bütün olarak yaşama dair seçimlerle
ilgilidir. Bu seçim, kişinin, dünyanın nasıl olmasını gerektiğine ilişkin genel
görüşlerini, nasıl bir hayatın parçası olmak istediğine dair isteklerini,
yaşama dair genel beklentilerini gösterir. Kişinin görmek istediği dünya,
yaşama dair beklentilerine uygun bir dünyadır. Bunu kendi seçmiştir.
Buradan da anlayacağımız özgür düşünce,
kişinin kendi seçimi olduğunu anlamaktayız. Bu özgür seçimleri de yaparken
adaletli seçimleri yapabilmek de bizim isteklerimiz doğrultusunda, yapmamızın
gereklerini göz ardı edemeyiz. Adalet, bazı kişilerin
özgürlüğündeki eksilmenin başkaları tarafından paylaşılan daha büyük bir iyi
ile haklı kılınmasını kabul etmez. Bundan dolayı da toplumun genel yararı
gerektiriyor diye bireyin hak ve özgürlüklerinin çiğnenmesi ya da bireyin bu
yönde haklarından vaz geçmesi söz konusu bile olamaz ve olmamalıdır. Eşitlik,
özgürlük, çoğulculuk, bir arada yaşama özgü “iyi
düzenlenmiş toplum” adil olma yolunda önemli bir gelişmedir.
Gerçek anlamda adaletin sağlandığı bir yerde birçok
insanlar mutlu olabilirler. İnsanların refah ve mutluluk içinde yaşamalarının
en temel gereksinimi, öncelikle özgür ve adaletin sağlaması olacaktır. Bu görev ise
kişiler ile devlet yöneticilerine aittir. Adalet, özgürlük ilkeleri
doğrultusunda kendini geliştiren kişiler ve toplum ile örgütlenen devletin amacı,
adil ve istikrarlı bir toplum yapısını oluşturacak temel adalet ilkelerini
sağlayarak, eşit yurttaşlardan oluşan bir yapı oluşturmak olmalı.
‘İç kale’ mizi bu doğrultularla oluşturduğumuzda hem
kişisel hem de “iyi düzenlenmiş toplum” da dış etmenlerden etkilenmeyecek sağlam
bir yapıya erişeceğini bilmeliyiz. Bu da kararlarımızı doğru ve tam anlam
taşıyabilecek erdemliğe eriştiğini bilmek, bizleri Dante’nin cehenneme yaptığı
seyahatteki korkuları ve örnekleri ile karşılaşmaktan korumuş olur.
Belki de kötülük kaybeder de iyilik
kazanır…
İnsanın kendini iç dünyasına vermeye
her an hazır olan kişi kendini adamaya, ille de kullandırmaya razı olmamalıdır.
Zorbalık ve zorluk zamanlarında bile aklın yolundan ayrılmadan,
insanlığını/kendini özgür kılmak için mücadele etmelidir. Özgürlüğünden ödün
vermemek için unvana, şana ulaşmak için çaba sarf etmemeliyiz. Aldırmazlık,
korkak, tabansız olarak adlandırmalara kulak asmamalıyız. Kendi yaşamamızı
kendi kurallarımıza göre yaşamak ve kendine verdiğimiz sözü tutmak dışında
kimseye bağlı/bağımlı olmamalıyız. Eylem adamı gibi gözükmesek, aslında
eylemlerin en zoru olan kişinin, kendisiyle başlattığı savaştan kendimizi
kazarak çıkmalıyız. Bu iç göçü savaşımızın cephanesi, kitaplar, akıl ve özgürlüktür.
Kimselerin göremediği ganimetleri güçlülerin yaktığını düşünerek düşünce
meşalesini yıllarca yakmalıyız.
Erdem Şeneroğlu
[1] (Serkan TÜRK, Sanrı, Kartal
Belediyesi Edebiyat Kültür Sanat Dergisi, Ocak/Şubat 2020. Sayfa 20.)
[2] (Melih YILDIZ-Fahri CELÂL,
Arabulucu Olacağı Aşk, Kartal Belediyesi Edebiyat Kültür Sanat Dergisi,
Ocak/Şubat 2020. Sayfa 22-23.)
[3] (Dante ALIGHIERI, İlahi Komedya,
Oğlak Klasikleri, Çeviri Rekin Teksoy, Sayfa 17, 22, 23, 24, 25, 26, 27, 30,
31, 40, 49)
[4] (Ulaş GÖKÇE,
https://www.yeniduzen.com/dantenin-cehennemi-86767h.htm)
[5] http://webcache.googleusercontent.com/search?q=cache:fPmG-V1isuAJ:www.ogretmenlerimize.com/index.php%3Ftopic%3D34.0+&cd=3&hl=tr&ct=clnk&gl=tr
[6] (Stefan ZWEIG, Montaigne VI Bölüm
Kendini Aramak, 1. basım: 2012, Çeviri, Ahmet Cemal, Can Yayınları, Sayfa 37)
[7] (Michel de
MONTAIGNE, Denemeler,
Çeviri Sabahattin EYUBOĞLU, Cem yayınevi, Sayfa.9)
[8] (Kaynak: AYDOĞAN Osman 18 Aralık 2020 https://www.sehriyar.info/?pnum=832&pt=Ka%C3%A7%C4%B1%C5%9F%20(2):%20Montaigne%20ve%20%C4%B0%C3%A7%20Kalesi
[9] (Mete Avcı METHEUS, 2013, Suçlu
İnsan 24 Nisan 2013 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi.)
[10] Aylin İçsel, https://indigodergisi.com/hakkimizda/
[11] (Prof. Dr. Ülker ÖKTEM, Platon
Felsefesinde Kötülük Problemi, DTCF Dergisi 58.1 (2018): 641-661)
[12] (https://www.nobelyayin.com/kitap_bilgileri/dosyalar/iyiligin_kotulugun_psikolojisi_blm_150407.pdf)
[13] (Ray BILLINGTON, Felsefeyi
Yaşamak Ahlak Düşüncesine Giriş, Çeviri Abdullah Yılmaz, Ayrıntı yayınları,
İkinci Basım 2011)
[14] (https://www.bbc.com/turkce/vert-cul-39661626).
[15]
(Osman Ata ATAÇ, Dünya gazetesi, 07 Ekim 2020)
[16] (Arthur SCHOPENHAUER, Ölüm ve
İçsel Doğamızın Yok Edilemezliği Üzerine, Çeviri Elif Yıldırım, Oda Yayınları,
İstanbul, 2014, s. 13-14)
[17] Platon, Dünya Klasikleri Felsefe,
Devlet, çeviri Cenk Saraçoğlu-Veysel Atayman, Bordo Siyah BS Yayın Basım
Dağıtım Rek. Org. San. Tic. Ltd. Şti, S.246-247-248-249-250
[18] Yavuz ADUGİT, “Özgürlüğün Kısa
Tarihi”, FLSF, 2013, S. 16, Sayfa 63-94